HEYBELİADA RUHBAN OKULU VE “EKÜMENİK” PATRİKHANE SORUNU

Öz

ORHAN CEKIC
Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç[1], Turkish Forum Danisma Kurulu Uyesi
Heybeliada Ruhban Okulu’ nun (kısaca HRO olarak anılacaktır) kapılarının öğrenime yeniden açılması meselesi, Fener Rum Patrikhanesi’nin (kısaca Patrikhane olarak anılacaktır) “ekümeniklik” iddialarıyla  birleşerek, son zamanlarda Türkiye üzerinde yoğun bir siyasal baskıya dönüşmüş bulunmaktadır. Bu iddialara göre; “… Lozan’da azınlık okullarına tanınan bir takım haklar zaman içinde Türk Hükümetleri tarafından geri alınmış; HRO kapatılarak ülkede yaşayan, üstelik sayıları son derecede azalmış Rum-Hıristiyan azınlığın ‘din özgürlüğü’ engellenmiştir… Bu durum insan haklarına ve evrensel hukuk normlarına aykırıdır… HRO derhal açılmalıdır… Öte yandan Fener Rum Patrikhanesi ‘tarihsel’ olarak ‘ekümenik’ tir. Bu özelliğinin de Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınması gerekmektedir…”.

İddia edilenler bunlardır.

Patrikhane, Osmanlı Devleti zamanında kendilerine ihsan edilen bazı imtiyazlara hâlâ sahip olduğunu varsayarak ve özellikle de son dönemlerdeki siyasal konjonktürün de uygun olduğu yanlış hesabıyla  konuyu sürekli gündemde tutmaktadır. Oysa bu iddialar mevcut Türk Hukuk Sistemi karşısında  geçersizdir ve kabul edilemez.

İşte bu nedenle, bu çalışmada sorunun  tarihsel, siyasal ve hukuksal boyutları somut verilerle irdelenmeye çalışılacaktır.   

Anahtar kelimeler:

Ruhban Okulu,  “Millet”  Sistemi, “Ekümenik” Patrikhane, Lozan Antlaşması, Azınlıklar.

Abstract

The issue of opening the Heybeliada Clergy School (subsequently referred to as “HCS”) for education came at the same time as the Fener Greek Patriarchate’s (subsequently referred  to as “patriarchate”) claim of  being “ecumenic” recently has turned into an intensive political pressure in Turkey. According to these claims; “…some rights given to minoroty schools by the Lozan Treaty have been taken back by Turkish Governments in the course of time; the closure of the HCS has impaired the ‘religious’ freedom of the Greek-Christian minorities who live in the country and whose number has decreased…This situation violates human rights and the norms of universal law…the HCS should immediately be opened…Besides, The Fener Greek Patriarchate is historically ‘ecumenical.’ This characteristic should also be recognized by Turkish Republic…”  These are the claims.

The Patriarchate assumes that it still has some privileges granted to it by the Ottoman State and incorrectly calculates that, especially recently, the political atmosphere of Turkey is appropriate, thus constantly keeping the topic on the agenda. However, these claims are not valid considering the present Turkish Law System, and cannot be accepted.

Thus, for these reasions, historical, political, and law dimensions of the subject will be studied with concrete data.

Keywords:

Heybeliada Clergy School, “Nation” System, “Ecumenical”  Patriarchate, Treaty of Lozan, Minorities.

 

   GİRİŞ

              Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti tarih sahnesinden çekilmiş fakat savaşı kaybeden Almanya-Avusturya/Macaristan-Bulgaristan-Osmanlı Devleti ittifakı içinden bir tek Türkler, galiplerin dayattığı Sevr Barış Andlaşması’nı reddederek yeniden 4 yıl kadar süren bir Kurtuluş Savaşı’nın ardından gelen Lozan Barış Andlaşması ile, bağımsız ve egemen devletlerini, sonradan cumhuriyete dönüşecek olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır.

Böylece Lozan Barış Andlaşması sıradan bir andlaşma olmayıp, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin o günden onaylanmış “kuruluş senedi”dir ve bu devlet ilk günden itibaren kendine, “hukukun üstünlüğüne dayanan, insan haklarına saygılı, demokratik, laik, sosyal bir devlet” olmak hedefini çizmiş ve bu hedefi Lozan ile birlikte ilan etmiştir. Yeni devlet, “aklın” ve “bilimin” temel alınacağı, laik ve evrensel hukuk normlarıyla yönetilen,  yönünü Batı’ya çevirmiş,  “çağdaş” bir devlet olacaktır. Art arda yapılan devrim nitelikli tüm reformlar, işte bu hedefe ulaşmak gayretleridir ve devlet bu amaca ulaşmayı engellemeye  yönelik her hareket karşısında son derecede hassas ve  kararlı bir duruş sergilemiştir.

Örneğin, kurulan devletin temeli olan 1921 Anayasasında din ile ilgili hiçbir hüküm yoktur. Böylece 1921 Anayasası, bu yeni devletin “her dine saygılı ve eşit mesafede “ olacağını göstermekte, kurulacak yeni kurumların ise  “laik” bir temele dayanacağına işaret etmektedir. Nitekim Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922), Cumhuriyetin ilan edilmesi (29 Ekim 1923), Hilafetin kaldırılması (3 Mart 1924), aynı gün Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun (Eğitim Birliği Yasası) kabulü, Şer’iye Vekâleti’nin kaldırılarak yerine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması,  arkasından medreselerin kapatılması ve tüm ortaöğretim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanarak eğitimin çağdaş ve laik eğitim olmasına özen gösterilmesi, işte hep bu laik düzen hedefinin  gerekleri olarak ardı ardına uygulamaya konulmuştur.

Kısacık sürede bu çapta ve kapsamda yapılan köklü değişimlere karşılık, o gün içinde bulunulan koşullar gereği  1924 Anayasası’na, adeta bir karşı taviz olarak  “…devletin dini islamdır…” hükmünün konulması, yeni devletin  laik olmadığını açıklamaya yetmez. Kaldı ki, şer’i hükümlerin ve mahkemelerin kaldırılarak yerine Medeni Hukuk ile birlikte tüm Hukuk Sistemimizin laikleştirilmiş olması (1926), 1924 Anayasasındaki bu karşıt hükmü işlevsiz kılmış, ardından da  bu hüküm zaten 1928’de anayasadan çıkarılmıştır.

Bütün bu köklü değişimlerle ulusa, “teokratik bir imparatorluğun kulu olmak yerine, demokratik bir cumhuriyetin yurttaşı” olması bilinci aşılanmaya çalışılmıştır.  Amasya Genelgesi’nden itibaren her fırsatta “ Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” denerek, tüm reformlar bu doğrultuda yapılmış, demokrasiye geçişin temelleri bu esas üzerine atılmıştır. Örneğin “kadın hakları” Avrupa’nın pek çok ileri demokrasisi olarak  gösterilen ülkelerinden bile çok önce, Türk kadınına tanınmıştır.

Yasa önünde kadını erkekle eşit tutarak cinsiyet farkı gözetmeyen bu yaklaşım, gerçek demokrasinin ve “insan hakları”nın temelini oluşturan, önemli göstergelerdendir. Bütün çabalara  ve denemelere rağmen  o dönemde  çok partili  düzene geçilememiş olması, Türk toplumunun buna henüz hazır olmayışı, bu gerçeği değiştirmez.

Atatürk ve ülkü arkadaşlarının tüm dikkati ise, Osmanlı Devleti’nin çöküş nedenlerinden gereken dersleri çıkarıp, yeni kurulan Türk Devleti’nin aynı akıbete uğramaması için, çağdaşlaşmayı hedefleyen   gerekli her  atılımı yapmaya,  buna engel olabilecek tüm kurum ve kuruluşları da ortadan kaldırmaya yönelik olmuştur.

Zira devrimin öncüleri, Osmanlı döneminde Tanzimat Fermanı ile getirilmeye çalışılan yeni kurumların ,  eskisiyle birlikte yan yana muhafaza edilmeleri nedeniyle başarılı olunamadığını yaşamışlar, görmüşler ve bundan gereken dersleri çıkarmışlardır. Alınan derslerin ilk uygulandığı yer ise, kurulan yeni devletin sınırlarının da çizildiği, geçmişin pürüzlerinin de belli ölçüde temizlendiği Lozan Konferansı olmuştur.

  1. I.              LOZAN’DA PATRİKHANE ve AZINLIK OKULLARI MESELESİ

Büyük zorluklarla kurulan yeni devletin sınırlarının yanı sıra, uluslararası camia karşısındaki hukukî statüsünün de  onaylandığı Lozan görüşmelerinde İsmet Paşa,  TBMM’nin  kesin talimatına uyarak, Osmanlı Devleti tarafından özel tanınmış tüm imtiyaz ve hakların  kaldırılması, onların yerine yeni hukuksal bir yapının getirilmesi konusunda son derecede kararlı bir tutum sergilemiş ve bu konuda hiçbir tavize yanaşmamıştır. “Fener Rum Patrikhanesi “ ve “ Azınlık Okulları Meselesi “ de bunlar arasındadır.

Türk Heyeti Lozan görüşmeleri esnasında Fener Patrikhanesi’nin mutlaka Türkiye’den gitmesi gerektiği hususunda ısrarcı olmuş, Türk heyetinde ikinci delege olan Rıza Nur Bey 16 Aralık 1922’de Türk tarafının bu talebini içeren bir bildiri sunmuştur. (Meray, 1969, s. 327-328).  Buna karşılık Yunan Başbakanı Venizelos dahil bütün batılı devlet adamları ise, görevi sadece ülkedeki sayıları son derecede azalmış olan Rumların dinsel ihtiyaçlarını karşılamakla sınırlı Patrikhane’nin gönderilmemesi için ricacı ve ısrarcı olmuşlardır.

Türk Baş Delegesi İsmet Paşa aynı zamanda cephelerden gelen bir komutandır. Haklı olarak, Fener Rum Patrikhanesi’nin Kurtuluş Savaşı boyunca yaptığı yıkıcı faaliyetleri Venizelos’un yüzüne karşı açıklayıp, bu nedenlerle de Patrikhanenin ülkeyi terk etmesi konusunda TBMM’nin çok hassas olduğunu söyleyince de, Venizelos bunların savaş ortamında olabileceğini, arzu edilirse mevcut Patriğin istifa ettirilip yerine Türk Hükümeti’nin uygun göreceği bir Patriğin getirilebileceğini, ifade ederek ricalarını sürdürmüştür. Nitekim böylece de yapılmış ve Lozan Andlaşması imzalandıktan sonra Venizelos tutanaklara da geçen sözünü tutarak dönemin Patriği IV. Meletios’a istifa etmesini tavsiye etmiş, Patrik çekilmiş, daha sonra da İskenderiye’ye Patrik olmuştur (Özel, 2008, s. 59).

Bütün bu gerçekler Lozan tutanaklarında bugün de varlığını sürdürürken, esasen bir Türk kurumu olan Patrikhanenin sanki bunların hiçbiri olmamış gibi davranıp, ekümenik olduğunu aradan bu kadar zaman geçtikten sonra iddia edebilmesi oldukça düşündürücüdür.

Gerçekten de, Türk Heyeti Patrikhane’nin Türkiye dışına çıkması için bir andlaşmanın imzalanması konusunda ısrarını sürdürürken,Yunan Temsilci Heyeti  ilginç bir noktaya değinmiş ve “Patrikhane’nin İstanbul’dan çıkarılmasını öngören bir anlaşmayı kendilerinin imzalamalarının bir anlamı olmadığını, çünkü  esasen Patrikhanenin Yunan değil  bir Türk Kurumu olduğunu”  ısrarla belirtmişlerdir. (Özel, 2008, s. 51).

Bütün bu gelişmelerden anlaşıldığı üzere, “ Fener Rum Patrikhanesi “ ve “Azınlık Okulları” na ilişkin statü, Lozan’da böylece  karşılıklı mutabakat sağlanarak tespit edilmiş olmalıdır ki, sonunda Lozan Andlaşması imzalanmıştır. Bu andlaşmada “azınlık” olarak tüm gayrimüslimler kastedilmiş  ve  Patrikhane’nin  sadece Türkiye’ deki Rum-Hıristiyan azınlığın dinsel ihtiyaçlarını karşılayacak olan bir “azınlık kilisesi” olduğu, işlevinin sadece bununla sınırlı ve bundan ibaret olduğu, bunun dışında hiçbir alanda faaliyet göstermeyeceği, üstelik yazılı olarak bile değil, sözle  ifade edilmiştir. (Meray, 1969, s. 331). İsmet Paşa verilen bu sözü “senet kabul ettiğini” Yunan Başbakanı Venizelos ve İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un önünde ifade etmiştir. (Özel, 2007,s.53.)

Türk Heyeti’nin Lozan Andlaşması’nda, tüm ısrarlara rağmen, Patrikhane sözcüğüne bile bir kurum olarak yer verdirtmeyişi, ilerde  Lozan’a taraf olan olmayan  hiçbir ülkenin Patrikhane konusunda Türkiye’ye bir müdahalede bulunması olasılığını ortadan kaldırmıştır ve bu başarı Türk diplomasisi açısından bir zaferdir. Gerçekten de Yunan Heyeti “Patrikhanenin adının zikredildiği “ bir belgenin Türk Heyeti tarafından düzenlenmesini istemiş, özellikle Patrikhanenin ekümenik olduğunun kayda geçirilmesini hedeflemiştir ama bunu başaramamıştır. (Atalay, 2001, s. 218). Böylece, bu durumu Lozan’da kabul ettiremeyen Yunanistan ve Batılılar, şanslarını 88 yıl sonra 2011’lerde yeniden denemektedirler. Esasen ilk deneme 1971’de başlamış, günümüze kadar giderek bir baskı şeklinde yoğunlaşmıştır. Ne var ki bu talep, görüldüğü gibi hukuken geçerli bir temele dayanmamaktadır.

Bir Türk kurumu olduğu Lozan’da belirlenmiş olan, her Türk kurumu gibi Türk yasalarına saygılı ve bağlı olması gereken Patrikhanenin bu tavrı mevcut Türk Hukuk Sistemine tamamen aykırıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde ortaöğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na, (MEB) yükseköğretim kurumları ise YÖK’e bağlıdır. Bunun istisnası olarak, Harp Okulu, Polis Koleji, Polis Akademisi gibi, yasalarla kurulmuş, fakat MEB veya YÖK’e bağlı olmayan  bazı meslek okulları vardır ama bunlar HRO gibi  “din eğitim” veren okullar değildir. Zira dinsel eğitim ancak “devletin gözetiminde” yapılabilinir. (Anayasa, md.20).

Bu durumda Patrikhane kendisi için bir “ayrıcalık-imtiyaz” istiyor demektir ki bu da Anayasa’nın “Hiçbir kişi, aile, sınıf ve zümreye imtiyaz tanınamaz” hükmüne açıkça aykırıdır. (Anayasa, md.10).

Şimdi ise zamanla değişen konjonktür sonucu bütün bunlar bilmezlikten gelinerek, bir taraftan  İstanbul’un tüm Ortodoks Dünyası’nın merkezi yapılmasına yönelik çabalar sürdürülürken, öte yandan HRO’nun  Lozan’a, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na ve ilgili yasalara tamamen aykırı bir şekilde yeniden açılması yönünde içerden ve dışarıdan baskılar sürmektedir.

Oysa,  HRO’nu açmayan Patrikhane’dir. Patrikhane, mevcut Türk yasalarına uygun hareket etmek koşuluyla HRO’nu derhal açabilir. Buna hiçbir hukuki engel yoktur. Ama  Patrikhanenin istediği statüde bu okulu açmak, mevcut hukuk mevzuatına tamamen aykırıdır. Neden?

Bu soruyu yanıtlayabilmek için, önce tarihsel süreç içinde bu noktaya nasıl gelindi, bunu görmek zorunlu olmaktadır.

HEYBELİADA RUHBAN OKULU NEDEN KAPATILDI?

  1. 1.     Yasal Nedenler

Heybeliada Ruhban Okulu, Anayasa Mahkemesi’nin 1971 yılında “Özel Yüksekokullara ilişkin”  aldığı bir karar sonucu kapatılmıştır. Bu kapatma kararı esasen HRO ile ilgili değildir. İzmir Ege Özel Mimarlık ve Mühendislik Yüksek Okulu İnşaat Mühendisliği bölümünü bitiren 8 öğrenciye verilen diplomaların iptali konusunda, bir mühendis tarafından Danıştay’da Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine bir dava açılmış, bu davada ileri sürülen “Anayasaya aykırılık iddiası” ciddi bulunarak, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 1.nci ve 13.cü maddelerinin iptali istenmiştir. Anayasa Mahkemesi konuyu incelemiş ve söz konusu kanunun ilgili maddelerini Anayasaya aykırı bulmuştur. (Özel, 2008, s. 14)

625 sayılı kanunun 1.nci maddesi,  “…Özel Öğretim Kurumları, TC uyruklu gerçek kişiler, özel hukuk tüzel kişileri veya özel hukuk hükümlerine göre idare edilen tüzel kişiler tarafından açılan her derecede okullar…ile yabancılar tarafından açılan her derecede okullar…” olarak tanımlanıyordu.  “Her derecede okullar” hükmü, şüphesiz fakülte ve yüksekokulları da kapsıyordu. Oysa 1961 Anayasasının 120. maddesi, üniversitelerin devlet eliyle kurulmalarını esas almış ve özel kişilerin üniversite kuramayacaklarını kabul etmiştir. (Özel, 2008, s. 15)

İşte dava konusu olayda Anayasa Mahkemesi, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununa tâbi olan yüksekokulların, Anayasa m.120 anlamında üniversite kapsamına dahil olup olmadığını, dolayısıyla da özel yüksekokulların Anayasa’ya aykırı olup olmadığını tartışmış ve sonuç olarak 625 sayılı kanunun ilgili maddelerini anayasaya aykırı bulmuştur.  Böylece tüm özel yüksekokullar kapatılmıştır.

Bunun üzerine İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü (İMEM), HRO Müdürlüğüne , 12.8.1971 tarih ve Özel Öğretim Kurumları 101787 sayılı bir yazı göndermiştir. Yazıda,  “Anayasa Mahkemesi’nin 12 Ocak 1971 tarihli kararı gereğince okulunuzun bu kararın kapsamına girdiği anlaşıldığından, diğer yüksekokullar gibi özel bir yüksekokul mahiyetinde bulunan Teoloji bölümünün 9 Temmuz 1971 tarihinden itibaren hiçbir hukuki varlığı kalmamıştır.” denilmektedir.Okulun lise kısmına ise elbette dokunulmamıştır. (Özel, 2008, s. 16) Ancak, “öğrenci sayısının azlığı” nedeniyle Fener Rum Patrikhane’sinin aldığı bir kararla lisenin kapatılması talep edilmiş, bu talep “karşılıklılık ilkesi” nedeniyle reddedilmiştir.

HRO’nun yüksek kısmı sayılan “teoloji” bölümü kapatıldıktan sonra, zamanın Fener Rum Patriği Athinagoras Başbakan Nihat Erim’e bir mektup göndererek, HRO’nun bir yüksekokul olarak kabul edilmemesi gerektiğini ifade etmiş ve ilgi ve himaye talep etmiştir. (Macar, 2004, s. 293).

İstanbul 3. Sulh Hukuk Hakimliğince okula bir kayyım tayin edilmiş ve bu kayyım, idarî tasarrufunun iptali için Danıştay’da dava açmıştır.Bu davada,” HRO’nun Lozan Andlaşması’nın 40. maddesi kapsamına girdiği; mezunlarına verilen diplomada bulunan ‘ lise üzerine en az bir yıllık mesleki tahsil veren okullar derecesinde öğrenim görmüş sayılırlar’ ibaresinin dışında TC lise diplomasından bir farkı olmadığı; mezunlarının ancak rahiplik mesleğine kabul edildikleri” vs gibi iddialarda bulunulmuştur. (Macar, 2004, s. 293). Buna karşılık yapılan araştırmada HRO Teoloji bölümü mezunlarının dış ülkelerde Atina ve Selanik fakülteleri mezunlarından daha çok itibar gördükleri; HRO mezunlarına verilen diplomanın dışında bir de gizli olarak verilen Rumca belgede okul mezunlarına teoloji öğretmeni ünvanı verildiği, bu durumda “ilahi ilimler” anlamına gelen teolojiyi lise düzeyinde okutmaya yetkili olan kişilerin yüksekokul mezunu sayılmaları gerektiği” ileri sürülmüştür. (Özyılmaz, 2000, s. 107-108).

Danıştayda açılan bu dava, “…Patrikhanenin tüzel kişiliği olmadığı, yargıya başvurma ve okul açma ehliyetinin olmadığı…” gerekçesiyle reddedilmiştir. (Macar, 2004, s. 295).

Netice olarak HRO’nun kapatılması, Anayasa Mahkemesi’nin “özel yüksekokulları” Anayasaya aykırı kabul etmesiyle ortaya çıkmıştır. O halde asıl mesele HRO’nun bu karar kapsamına giren bir yüksekokul olup olmadığıdır. Aksi halde HRO’nun kapatılmasının hukuka aykırılığı ileri sürülemez.

O nedenle HRO’nun ne düzeyde bir okul olduğunun, hangi hukuk kuralları çerçevesinde nasıl bir eğitim-öğretim faaliyetinde bulunduğunun incelenmesi gerekmektedir. (Özel, 2008, s. 18).  Daha sonra bu okulların tekrar nasıl açılabilecekleri konusunda yasal düzenlemeler yapılmış, bu düzenlemeler içinde kalmak koşuluyla HRO’nun da tekrar açılabileceği Fener Rum Patrikhanesi’ne ve HRO Yönetimine bildirilmiştir. Patrikhane yönetimi  HRO’nun ancak  eski özel statüsünde açılmasına izin verilmesi halinde açılabileceğini, aksi halde açılmasına izin vermeyeceklerini ifade etmişlerdir. Bu nedenle HRO, 1971’den beri kapalı tutulmaktadır.

Fener Rum Patrikhanesi tarafından yıllardır her fırsatta dile getirilen, yabancı devlet adamlarının ziyaretlerinde gündeme alınan ve özellikle Avrupa Birliği uyum sürecinde ilerleme raporlarına konu olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun (HRO) yeniden açılımı meselesi, Patrikhanenin ekümeniklik iddiaları ile birleşerek Türkiye üzerinde bir dayatma aracı olmaktadır. Konu ana ekseninden sapmış, daha da önemlisi hukuki zeminden uzaklaştırılarak Türkiye’nin hiçbir şekilde karışmaması ve taraf olmaması gereken  bir Hıristiyanlık iç meselesi haline de dönüşme eğilimi gösterir olmuştur. (Özel, 2008, s. 9)

Fener Patrikhanesinin “ekümeniklik” savını öne sürerek tüm Ortodoks Hıristiyanların “Ekümenik Patriği” olduğu yaklaşımı, buna karşılık  bu statüyü tanıyan kiliseler cemaatlarının sadece 12 milyon cıvarında oluşu, öte yandan Fener Patrikhanesi’ni ekümenik olarak tanımayan ve 120 milyonun üzerinde bir cemaate sahip olan Moskova Ortodoks Patrikhanesi’nin varlığı, ortaya ciddi bir sorunun çıkmasına yol açmaktadır.

Laik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konulara muhatap olmaması gerekirken, konu bu kez “ insan hakları” , “azınlıkların din adamı yetiştirme ve ibadet özgürlüğü” başlıklarıyla gündeme taşınmaya çalışılmaktadır. Özellikle Avrupa Birliği’ne girme sürecinde olan Türkiye bu siyasal baskılar karşısında siyasal tavır alarak, zaman zaman yetkililerin ağzından, bu sorunun çözümü için çaba harcanmakta olduğu mesajını vermektedir. Oysa, HRO siyasal bir kararla kapatılmamıştır, hukukî bir kararla kapatılmıştır. O halde yeniden açılması da, açılabilirlik koşullarının yerine getirilmesinden sonra ve ancak  gene hukukî bir kararla olabilir. (Özel, 2008, s. 9-10-11).

HRO ve Patrikhane, Türkiye’de bulunan kurumlardır ve varlıkları,  yetkileri ve talepleri ancak Türk hukukunun çizdiği çerçevede olmak zorundadır. Bu zorunluluk dinî kurumlar için de geçerlidir. Laik bir cumhuriyette hiçbir kurum (Hıristiyan, Musevi veya Müslüman) şeriat kurallarını yürürlükteki hukuk kurallarının üstünde tutarak, hak ve ayrıcalık talep edemez. Bunu bilenler ve dini referans alamayacaklarını gören  kimi  kurumlar, bu kez taleplerini din özgürlüğü, azınlık hakları, insan hakları, uluslararası sözleşme kavramlarının ardına sığınarak ve onları bahane ederek  ileri sürmektedirler. Nitekim, HRO’nun açılması gerektiği iddiasında bulunanlar, gerekçe olarak Lozan Andlaşması’nı göstermektedirler. (Özel, 2008, s. 9-10). Oysa Lozan Andlaşması, tam da aksine, HRO’nun bugün dayatılan şekliyle katiyen açılamayacağını kesin bir dille ifade etmektedir.

Bu gerçeği bilmiyor görünen Patrikhane, yabancı Ortodoks piskoposların Türkiye’de yapacakları faaliyetlerini kolaylaştırmak için, İdare’den bu yabancı din adamlarına Türk vatandaşlığı verilmesi ya da vizesiz giriş ve çalışma olanağının tanınmasını bile  talep edebilmekte , bu talebin karşılıksız kalmasını da Türkiye’nin Patrikhane’ye karşı yükümlülüklerinin bir ihlali olarak gösterebilmektedir. (Özel, 2008, s. 10) .

Sonuç olarak, Patrikhanenin ekümenik sıfatını kullanarak, Heybeliada Ruhban Okulu’nu doğrudan kendisine bağlı uluslararası bir  teoloji okulu şeklinde hizmete açma arzusu ve burada  görev yapacak yabancı din adamlarının hiçbir kısıtlama olmaksızın Türkiye’ye giriş-çıkış yapmaları ve burada çalışmaları ve hatta sırf bu nedenle TC vatandaşlığının kendilerine verilmesi ve bu kişilerin de zamanı geldiğinde Patrik olabilmeyi talep edebilmeleri gibi hususlar mevcut sorunun nirengi noktalarını teşkil etmektedir. Oysa bu noktada sorulması gereken sorular şunlar olmalıdır:  Acaba Patrikhane bu  taleplerini  hangi hukuk kuralına dayanılarak ileri sürebilmektedir? Türkiye’yi bu konuda bağlayan   ulusal ve uluslararası hukuk normları var mıdır,  varsa nelerdir ? (Özel, 2008, s. 10-11).

Bu soruların yanıtı verilmeyip, mesele tamamen siyasi boyutta ele alındığı için, Türkiye’de iktidarın bu konuyu çözmeyişinin siyasal bir tercih meselesi olduğu, aslında iktidar çözmek istemediği için bu sorunun çözülmediği kanısı yurt dışında egemen olmaktadır. Oysa Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olduğu için siyasal iktidarlar ancak ulusal ve uluslararası hukuk çerçevesinde hareket edebilirler.

Bu nedenle öncelikle çok tartışılan Heybeliada Ruhban Okulu meselesinin hukuki boyutu ve Lozan Antlaşması çerçevesinde Patrikhanenin hukuki konumunun irdelenmesi ve ulusal ve uluslararası hukuk açısından ileri sürülen taleplerin geçerliliğinin incelenmesi, meselenin anlaşılabilmesi için son derecede zorunlu olmaktadır.

İlke olarak HRO’nun yeniden açılıp eğitime geçememesi için hiçbir neden yoktur. Ne var ki Patrikhane, kendi “ekümenik”liğini dünyaya kabul ettirebilmesine olanak sağlayacak şekilde HRO’na yeni bir statü vermeye çalıştığı için HRO açılamamaktadır. Lozan’da belirtilen statü açıktır. Patrikhane sadece Türkiye’de kalmış olan Ortodoks Hıristiyanların dinsel ihtiyaçlarını karşılayacak olan bir “azınlık kilisesi”dir ve öte yandan tüm azınlıklar, gene kendi ihtiyaçlarını gidermek üzere okul açabilirler.

Oysa şimdi Patrikhane sadece Türkiye’deki Ortodoksların değil tüm dünya Ortodokslarının Patriği olduğunu iddia ederek hepsinin eğitimine destek verebilecek ölçüde papaz yetiştirecek bir HRO yapılanmasını amaçlıyor. Oysa şu anda Türkiye’de var olan pek çok Rum İlkokulu yeterince öğrencisi olmadığı için kapanmaktadır.  Dolayısıyla da papaz olmayı seçip HRO’na gidecek olan öğrenci sayısı da dolayısıyla fevkalade azalmıştır. Asıl gerçek bu olduğu halde Patrikhane işte bu gerçeğin üstünü örtmeye çalışıp,   ekümenikliğini ileri sürerek yurt dışından öğrencilerin HRO’na gelmelerini sağlayarak ve HRO’nu  böylece diğer ülkelerdeki kiliselerin de ruhban ihtiyacını karşılayabilecek bir yapıya  ulaştırmayı hedeflemektedir.

Ayrıca da bu şekilde HRO, hiçbir Türk makamının denetimine tabi olmaksızın, doğrudan Patrikhane’ye bağlı bir Yüksek Teoloji Okulu haline dönüşecektir. İstenen budur. Oysa Türkiye’de tüm yüksekokullar YÖK’e, orta dereceli okullar da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olmak zorundadır. Milli Savunma Bakanlığı’na  bağlı askerî  okullar, Polis Koleji gibi güvenlikle ilgili bazı okullar bu kuralın dışında bırakılmıştır ama, bu istisnalar arasında dinsel eğitim veren okullar sayılmamıştır.  Bu nedenle de İlahiyat Fakülteleri YÖK’e, İmam Hatip Liseleri de Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıdır.  Bu yasal duruma rağmen Patrikhane, kendisi de bir Türk Kurumu olduğu halde Türk yasalarını hiçe sayarak,  HRO’nu doğrudan Patrikhane’ye bağlayacak  hukukî  düzenlemeler gerçekleşmeden HRO’nu açmayı düşünmemekte ve tümüyle Türk Hukuk Sistemine aykırı olduğu için imkânsız olan bu sonuçtan da kendisini değil ama Türk yönetimini sorumlu tutmaktadır.

Bütün bu uğraşın hedefi , Vatikan benzeri bir yapının oluşmasını sağlamaktır. Burada izlenen strateji son derecede açıktır ve bunun bir azınlığın sadece dinsel ihtiyaçlarını karşılıyor olmakla, insan haklarıyla  vs. bir ilgisi yoktur. Eğer Patrikhane böylece amacına ulaşabilirse,  bir taraftan sayıları son derecede azalmış bir cemaatin kilisesi konumundan çıkarak, 100 milyonun üzerinde bir cemaate sahip duruma geçecek,  diğer taraftan da Türk makamlarına karşı sürdürmekte olduğu “ekümenlik” olma  iddiasını  sürdürmede HRO üzerinden  büyük dış desteğe sahip olmuş olacaktır. İzlenen strateji budur ve bu strateji Türkiye’nin güvenliği açısından son derecede önemlidir.

Bu sonuç alınmadan HRO’nun açılmış olması ise  Patrikhane için bir değer ifade etmemektedir. Zira asıl hedef, “…Türkiye’de varlığını sürdüren ve sayıları son derecede azalmış Ortodoks Rum Cemaatinin dinsel ihtiyaçlarını karşılamak üzere, papaz olmayı düşleyen birkaç kişinin, teolojik  eğitimini sağlamak için HRO’nu açmak”  değildir.  Hedef çok daha ötelerdedir ve Lozan’da mutabık kalınan hususlar Patrikhaneye göre artık  çok gerilerde kalmıştır.

Buradan çıkan sonuç açıktır: HRO’nu açtırmayan hükümet değil, bizzat Fener Patrikhanesidir. Bu durumun Türk dünya kamuoyuna çok iyi anlatılması zorunludur. Bu konuda yanıtlanması gereken sorular şunlardır: HRO acaba hukuka aykırı olarak mı kapatılmıştır? HRO’nun, Patrikhane’nin dayattığı şekilde açılması Türk Hukuku açısından mümkün müdür? HRO’nun Patrikhane’nin istediği statüde açılmasına Türkiye’nin izin vermesi için Türkiye Cumhuriyeti’ni zorlayacak herhangi bir andlaşma veya ulusal yada uluslararası hukuk kuralı var mıdır? (Özel, 2008, s. 14).

Bu soruların yanıtı, HRO sorununun anlaşılması açısından son derecede önemlidir.

HRO, daha önce de açıklandığı gibi Anayasa Mahkemesi’nin 1971 yılında verdiği bir kararın ardından kapatılmıştır.

8.6.1965 tarihli, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu, sadece devletin ve tüzel kişilerin değil,  TC vatandaşı  “özel kişilerin” de her derecede okul açabileceği hükmünü içermekteydi. Oysa 1961 Anayasasının 120. Maddesi, üniversitelerin devlet eliyle kurulmasını esas almış, özel kişilerin üniversite kuramayacağını kabul etmiştir. O halde bu iki yasa arasında bir çelişki vardır ve yasalar Anayasaya aykırı olamazlar.

Anayasa Mahkemesi toplumdaki çeşitli kümelerin toplum açısından önemli alanlardaki yükseköğretimi etkilemesini önlemek için, Anayasanın 120. maddesinde Üniversitelerin ancak devlet eliyle ve yasa ile kurulmasının öngörüldüğünü, özel kişilerin üniversite açmalarının yasaklandığını, böylelikle birtakım çıkar ve düşünce topluluklarının kendi yararlarına uygun  ve tek yanlı bir yüksek eğitim ve öğretim vermelerini önlediğini belirtmiş  ve üniversite diye anılmayan ancak verdiği yüksek öğretim nitelikçe üniversite öğretimi olan veya bu öğretimin sonuçlarını sağlayan bütün kurumların Anayasa m. 120 açısından üniversite kavramı içinde sayılması gerektiği sonucuna varmıştır.

Böylece birtakım tarikat ve cemaatların  kendi üniversitelerini kurabilme ihtimalinin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Anayasa Mahkemesine göre, üniversitelerin toplumsal görevini yapan, temel çizgileri bakımından üniversite öğretim ve eğitimini sağlayan, üniversite diplomasına eşit değerde diploma veren ve ancak adı üniversite olmayan yüksek öğretim ve eğitim kurumları da üniversite kapsamı içerisinde yer almaktadır.

Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi özel yüksekokulların kurulmasına imkân tanıyan 625 sayılı kanunun 1. Ve 13. maddelerinin, ayrıca 8. maddenin 2, 3, 4. fıkralarının ve nihayet 48. maddenin  Anayasaya aykırı olması nedeniyle iptaline  karar vermiştir.

Bunun üzerine İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü 12.8.1971 tarih ve Özel Öğretim Kurumları 101787 sayılı yazısı ile  “ Anayasa Mahkemesinin 12 Ocak 1971 tarihli kararı ve 26 Mart 1971 tarihli gerekçesi muvacehesinde okulunuzun bu kararın kapsamına girer durumda olduğu anlaşıldığından, diğer yüksekokullar gibi özel bir yüksekokul mahiyetinde bulunan Teoloji bölümünün 9 Temmuz 1971 tarihinden itibaren hiçbir hukuki varlığı kalmamıştır” diyerek durumu Heybeliada Ruhban Okulu Müdürlüğüne bildirmiştir. İşte İdare’nin aldığı kapatma kararının kaynağı, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararıdır.

Bu  gelişme üzerine dönemin  Fener Rum Patriği Athinagoras, gene dönemin başbakanı Nihat Erim’e bir mektup göndererek, HRO’nun bir yüksekokul telakki edilemeyeceğini ifade etmiş,  ve okulun statüsünün bu şekilde yorumlanarak, yardımını rica etmiştir. (Macar, 2004, s. 293). Bu durum karşısında İstanbul 3. Sulh Hukuk Hakimliğince HRO’na bir kayyım avukat atanmış ve onun aracılığıyla Danıştay’da bu idari tasarrufun iptali istenmiştir. Davada HRO’nun  Lozan’ın 40. maddesi kapsamında bir okul olduğu, herhangi bir TC lisesinden farklı olmadığı iddia etmişlerdir.

Konunun muhatabı olan  makamlar, yaptıkları araştırmada  HRO Teoloji mezunlarının bir lise mezunu değil, aksine, Atina ve Selanik üniversitelerinden mezun olanlardan daha üstün tutulduklarını tespit etmişler, ayrıca Teoloji bölümü mezunlarına diploma dışında  verilen “gizli” bir Rumca  belgede, bu mezunlara “teoloji öğretmeni” ünvanı verildiğini de belgelemişlerdir. (Özyılmaz, 2000, s. 101). HRO mezunu bir genç lise düzeyinde bir okulda teoloji dersi verebiliyorsa, mezun olduğu okulun bir lise değil bir yüksekokul olması gerektiği sonucuna böylece varılmıştır.  Diğer bir ifadeyle, “bir lise mezunu bir lisede öğretmenlik yapamaz.” Türk idari makamlarının savunması bu yönde olmuştur.

Patrikhane’nin Danıştay’da açtığı dava, “…Patrikhanenin tüzel kişiliğinin olmadığı, bu nedenle yargıya başvurma ve okul açma ehliyetinin olmadığı” gerekçesiyle reddedilmiştir. (Macar, 2004, s. 296). Kapatılan sadece HRO’nun teoloji bölümü olduğu için, lise kısmına dokunulmamış ve bu bölümde eğitim bir süre daha devam etmiştir. Ancak daha sonra Fener Rum Patrikhanesi, öğrenci sayısının azlığı nedeniyle okulun kapatılması kararını alarak gereği için İdare’ye yani Milli Eğitim Müdürlüğü vasıtasıyla bakanlığa  başvurmuştur.

Patrikhane’nin HRO’nu kapatmak için İdare’ye başvurarak ileri sürdüğü gerekçe o gün de, bugün de doğrudur. Yani bu okulun yeterince öğrencisi o gün de yoktur, bugün de yoktur. Fakat bu talep, “karşılıklılık” ilkesi nedeniyle İdare tarafından  reddedilmiştir. Çünkü Lozan’da da tesbit edildiği gibi, eğer HRO, gerekçesi ne olursa olsun Türk yönetimi yani İdare tarafından kapatılacak olursa, bunun karşılığı olarak Yunanistan Hükümeti de oradaki Türk Okulunu kapatabilir. Sonuç olarak, Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapatılması, Anayasa Mahkemesi’nin Özel Yüksekokulların kurulmasının Anayasaya aykırı olduğu kararını vermesinden kaynaklanmış bulunmaktadır.

O halde Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapatılmasında hukuka aykırılık olup olmadığını tartışabilmek için dikkat edilmesi gerekecek nokta, HRO’nun Anayasa Mahkemesi’nin aldığı karar kapsamında bir yüksekokul olup olmadığını tespit etmek olacaktır. Bunun için de HRO’nun geçmişten bugüne kadar hangi amaçla, nasıl bir müfredatla, nasıl bir eğitim-öğretim faaliyetinde bulunduğu, mezunlarına hangi yasal hakların tanındığı hususlarının incelenmesi gerekecektir.

 

                           2. Heybeliada Ruhban Okulu’nun Tarihçesi:

                                 a. 1844-1950 Dönemi:

Fransız İhtilali’nin getirdiği özgürlükçü anlayış tüm dünyada etkisini göstermiş ve gelişen milliyetçilik akımları özellikle 19. Yüzyıldan itibaren  ulus-devlet anlayışının yaygınlaşmasına ve güçlenmesine yol açmıştır.  Bu durum özellikle  Balkanlarda yeni devletlerin doğmasına yol açmıştır. Bu yeni doğan devletler genelde Ortodoks nüfusa sahiptirler. Siyasal bağımsızlıklarını kazanan  bu yeni devletler, kendi ulusal kiliselerini de kurarak Fener Rum Patrikhanesinin nüfuzundan uzaklaşmaya çalışınca, bundan olumsuz olarak etkilenip nüfuzunu kaybedeceğini gören Fener Rum Patrikhanesi hemen harekete geçerek,  farklı devletlerin Ortodoks halkları arasında dinî birliği sağlamak üzere ve  kendi himayesinde bir ilahiyat okulu açmayı planlamıştır.  Böylece Patrik IV. Yermanos, 1821 yılında, Heybeliada’daki Umut Tepesi’nde bulunan ve Bizanstan kalma Aya Triada Manastırı’nı tamir ettirmiş, ancak okul 1844 yılında faaliyete geçebilmiştir. (Sofuoğlu, 1996, s. 15).

Yunanistan’ın bağımsızlığını almak üzere Osmanlı Devleti’ne karşı başlattığı ve Çar’ın yaveri İpsilanti Bey’in öncülüğündeki Mora İsyanı da aynı yıl,  1821’de başlamıştır. Bu isyanın arkasından olaylar büyüyecek ve sonunda 1830 tarihinde bağımsız  Yunanistan Devleti kurulmuş olacaktır. HRO’nun eğitime ancak 1844’te başlayabilmiş olmasındaki bu gecikmenin, o dönemde sürmekte olan Yunan isyanı ile bağlantısı olsa gerektir. Böylece HRO, Sultan Abdülmecit’in Cemazi-ül evvel ayı 1259 tarihli iradesiyle, “teoloji okulu” olarak yapılandırılmış, 1 Ekim’de hizmete açılmış (Macar, 2004, s. 288) ve 8 Ekim 1844 tarihinde de iki sınıfla eğitime başlanmıştır. (Özyılmaz, 2000, s. 33) .

Okul açıldığı ilk günden itibaren Fener Rum Patrikhanesi’nin yetki alanı içerisinde olmuş, okul müdürü metropolitler arasından atanmış ve bu kişi aynı zamanda Ayia Triada Manastırı’nın da sorumlusu olmuştur. HRO’nun, kapatıldığı 1971 yılına kadar geçen 127 yıl içinde verdiği mezun sayısı 930’dur. Bunlardan 343’ü piskopos olmuş, 12’si patriklik makamına kadar yükselmiştir. (Sofuoğlu, 1996, s. 67).

Kuruluşundan 1852 yılına kadar HRO sadece lise mezunlarını okula kabul etmiştir. O halde HRO, 1844 – 1852 yılları arasında , lise üstü eğitim veren bir okul hüviyetindedir. Her yıl bir sınıf ilave etmek suretiyle okul 1847-1848 öğretim yılında dört sınıfa ulaşmıştır.

1852 yılından  sonra ise henüz lise öğretimini bitirmemiş olanlar da okula kabul edilmeye başlanmış, okulun eğitim süresi 5 yıla çıkarılarak, ilk dört yılı lise, beşinci sınıf ise Teolojinin birinci sınıfı kabul edilmiştir. Demek oluyor ki, bu dönemde de HRO, bir “ lise üstü” eğitim veren okul hüviyetindedir.

Daha sonra, 1852-1873 yılları arasında  HRO, 5 yılı lise, ilave 3 yılı Teoloji olmak üzere faaliyet göstermiştir. (Özyılmaz, 2000, s. 36). Bu tarihler arasında HRO’nun bir yüksekokul statüsünde olduğu da gene açıktır.

1873-1885 arasında HRO gene sekiz sınıf olarak faaliyetini sürdürmüştür, yani yüksekokul statüsündedir  ama 1885’te  yedinci ve sekizinci sınıflar birlikte mezun edilmişlerdir.

1894 yılındaki büyük İstanbul depreminde okul tamamen yıkıldığı için eğitime ara verilmiş, gelen bağışlarla yeniden yapılıp 6 Ekim 1896 tarihinde Patrik VII. Antimos tarafından törenle açılmış ve Sultan II. Abdülhamit’in iradesiyle de derslere yeniden başlanılmıştır. 1919 yılına kadar böylece Heybeliada Ruhban Okulu lise ve lise üstü olan teoloji bölümlerinden oluşmakta iken, aynı yıl Akademi statüsüne kavuşmuş ve akademiye devam süresi önce 5 yıl olarak belirlenirken, daha sonra bu süre 4 yıla indirilmiştir. (Özyılmaz, 2000, s. 37-39).

1922-1923 yılları arasında önemli sayıda Rum elit nüfus Yunanistan’a göç etmiş, bunun üzerine Yunanistan hükümeti HRO’nun muadeletini bir derece indirerek, mezunlara “doktor” ünvanı yerine “öğretmen” ünvanını vermeye başlamıştır.

Görüldüğü gibi 1852’den itibaren lise ve teoloji okulu olarak eğitim veren HRO’nun lise kısmı 1919’da kaldırılıp, sadece teoloji bölümü ile akademi olarak faaliyet göstermiş, 1923’den itibaren ise yeniden üç yıllık lise ve üstüne dört yıllık teoloji eğitimine dönülmüştür. Buna rağmen HRO yönetimi bu okulu daima “orta dereceli bir okul” olarak nitelemiştir. Dolayısıyla lise üzerine verilen teoloji eğitimi kaç yıl süreli olursa olsun bir yüksekokul olarak değil, ortaöğretim okulu olarak kabul edilmiştir. 1951 yılına kadar HRO’nun tümü böylece ortaöğretim kategorisinde bir okul statüsündedir. 1951 yılından sonra ise okulun statüsü “lise sonrası yüksekokul” olarak kabul edilmiştir.

Türk yönetimi Cumhuriyetin ilk yıllarında Patrikhanenin hukuksal statüsü ve yetkilerine ilişkin bir düzenleme yapmamıştır. Lozan’da belirlenen hükümlerle yetinmiştir.  O nedenle, 1882 Rum Patrikliği Nizamatının İstanbul Patrikliği ile Rum cemaatının arasındaki münasebeti düzenleyen ilgili maddelerin yürürlükte olduğu kabul edilerek, HRO eğitime açık tutulmuştur. (Özyılmaz, 2000, s. 76).

Dolayısıyla HRO bir hukuki düzenlemeyle değil, tümüyle Türk Hükümetlerinin toleransıyla faaliyetine devam etmiş, sadece statüsünün “orta dereceli okul” olması üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Gerçekten de Cumhuriyet dönemine geçildikten sonra hukuki bir dayanaktan yoksun hale düşen HRO’nun faaliyette bulunabilmesi için, 16 Temmuz 1928 tarihinde Nikolaki (Polikarpos) adına bir “ruhsat” verilmiş ve bu ruhsat aynı kişi adına 1940, 1943, 1951 yıllarında yenilenmiştir. (Özyılmaz, 2000, s. 177). Dolayısıyla HRO’nun Lozan Andlaşması sonrası faaliyeti “genel bir tanıma” veya “kazanılmış haklar” çerçevesinde olmayıp, “yenilenen ruhsatlara binaen özel okulların tâbi olduğu sistem”e göre sürdürülmüştür. (Özel, 2008, s. 24).

Daha sonra HRO, 3 Haziran 1935 tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu  gereği, “mülhak vakıf” kapsamına alınmış ve bu kanunun geçici maddesi gereğince 12 Mart 1936 tarihinde Tarabya Metropoliti Yovakom ve Bursa Metropoliti Polikarpos tarafından Kadıköy Evkaf İdaresi’ne bu vakfın beyannamesi verilmiştir. Bu beyannameye göre HRO “yatılı ve parasız”dır, mal varlığı ve geliri bulunmamaktadır, tüm masrafları Patrikhane tarafından karşılanmaktadır. (Özyılmaz, 2000, s. 77).

1947 yılında Patrikhane HRO’nun sınıf teşkilatında ve ders programında değişiklik yapılması ve “yabancı öğretmen ve öğrenci getirilmesine izin verilmesi ”talebiyle Milli eğitim Bakanlığı’na başvurmuştur. (Özyılmaz, 2000, s. 82).

Buna verilen yanıtta sadece Yunanistan’dan öğretmen getirilmesine izin verileceği bildirilmiştir. Bunun nedeni Lozan Andlaşması’nın 45. maddesidir. Buna göre sadece Yunanistan’la aramızda “karşılıklılık” (mütekabiliyet) esası kabul edilmiştir ve  Türkiye Yunanistan’a öğretmen göndermektedir. Karşılığında Yunanistan’ın da öğretmen göndermesine izin verilmektedir. (Özel, 2008, s. 27).

Okula yabancı öğrenci de kabul edilmektedir. Ama bu kez Patrikhane, bu öğrenciler için herhangi bir araştırma veya soruşturma yapılmaksızın, otomatik olarak vize verilmesini talep etmeye başlamıştır. Bu hukuka aykırıdır. Verilen yanıtta da böylece bildirilmiştir. Zira yabancıların ülkeye girişi, ikamet ve seyahatleri ile ilgili hususlar ülke güvenliği ile ilgilidir ve her egemen devlet kendi hukuk kuralları içerisinde kimlere vize vereceğini kendisi belirler. Dolayısıyla HRO’na gelecek yabancı öğrenciler için diğer yabancılara uygulanan usulden farklı bir usul talep edilmesi ve özellikle “istizan” edilmeden, hakkında hiçbir soruşturma yapılmadan vize verilmesi zorunluluğu Patrikhane’nin bir dayatması olarak hukuka aykırıdır ve bu husus 1947 yılında Patrikhane’ye açık bir dille yazılı olarak bildirilmiştir. (Özel, 2008, s. 27).

Aradan 62 yıl geçtikten sonra Patrikhane, sanki böyle bir talepte daha önce de bulunmamış ve bu talebi reddedilmemiş,  yada ilk kez böyle bir talepte bulunuyormuş gibi, günümüz siyasal  konjonktürünün de  çok uygun olduğunu düşünerek, aynı talepte bulunmakta, dolayısıyla da bu ısrarını yeniden gündeme getirmektedir.

Acaba Patrikhane’nin 1971 yılından buyana süren bu ısrarı nasıl  bir stratejinin ürünüdür?  Üstelik Patrikhane’nin 1947 yılındaki talebine olumsuz yanıt veren yetkililer, talebin tekrarı üzerine bu durumu yeniden değerlendirerek,   İçişleri, Dışişleri ve  Milli Eğitim Bakanlığı temsilcilerinden oluşan bir komisyon halinde  26 Ekim 1949 tarihinde tekrar olumsuz yanıt vermişlerdir. Kararda  bu olumsuz yanıtın gerekçeleri şu noktalarda toplanmaktadır : (Özyılmaz, 2000, s. 85).

  1. Türkiye’nin yabancı öğrencileri HRO’na kabul etmesini zorunlu kılan bir andlaşma veya kanun mevcut değildir.

 

  1. Okulun 11 öğretmeni, 16 öğrencisi mevcuttur. Buna karşılık Patrikhane tarafından 45 öğrenciye vize verilmesi istenmektedir. Bu talep, okulun azınlık kurumu niteliğinden çıkarılarak bütün Dünya Ortodoksları için bir merkez haline getirilmesinin hedeflediğini göstermektedir.;

 

  1. Oysa Heybeliada Ruhban Okulu  yabancı öğrenciler için değil, münhasıran Türkiye’deki azınlık için din adamı yetiştirmeye mahsus bir müessesedir.

 

  1. Patrikhane’nin, Ortodoksları Moskova’nın nüfuzuna kaptırmamak gibi bir misyon üstlenmiş olması  tamamen siyasî nitelik taşımaktadır. Bu nedenle, Patrikhane’ye tanınan ruhanî sıfatla da bağdaşmamaktadır. Oysa Lozan’da Lord Curzon Patrikhane’nin dinî bir  müessese olarak sadece din işleriyle meşgul olup siyasetle ilgilenmeyeceğine dair söz vermiştir ve bu söz senet kabul edilmiştir.

 

  1. Patrikhane tarafından Ruhban Okulu’nun Senatosu’nun değiştirilerek yüksek tahsil kurumu haline getirilmesi teşebbüsleri, her şeyden önce 16 yerli öğrencisi olan bir okul için gerçek bir ihtiyaç mahsulü olamaz..

 

  1. Ayrıca 4936 sayılı kanunda Üniversiteler  ile Üniversitelere bağlı olmayarak açılacak fakültelerin devlet eliyle ve kanunla kurulabilmesi karşısında, ortada  gerçek bir  ihtiyaç olması halinde bu ihtiyacın   İlahiyat Fakültesi’ne bir Ortodoks kürsüsünün  ilavesi suretiyle temin edilmesi düşünülebilir.

 

  1. Bu esaslar haricinde ve Rum Ortodoksların lehine istisna ve imtiyazlar kabul edilirse, bunun Türkiye’deki diğer azınlıklar için emsal teşkil edeceğinin göz önünde tutulması gereği kararlaştırılmıştır. (Özel, 2008, s. 28-29).

 

Görüldüğü üzere, Patrikhane’nin bugün gündemde olan pek çok talebi,  1949’da da dile getirilmiş, Heybeliada Ruhban Okulu’nun Patrikhane’ye bağlı yüksekokul seviyesinde bir teoloji okulu olarak açılmasının hukuken mümkün olmadığı, bütün gerekçeleriyle komisyon tarafından o tarihte de açıklanmıştır. Bu noktada komisyon meseleyi gerek iç hukukumuz gerekse uluslararası hukuk açısından ele almış ve karara bağlamıştır. Buna göre HRO açık bir şekilde azınlık okuludur, o nedenle de sadece Türkiye’deki Rum Ortodoksların din adamı ihtiyaçlarını karşılamayı temin etmelidir. (Özel, 2008, s. 29).

Bu karar şu anda elbette Patrikhane’nin dosyalarında mevcuttur. Hal böyleyken, aradan 62 yıl geçtikten sonra, Türkiye’nin içinde bulunduğu iç-dış son derecede kritik bir dönemde, bir Türk kurumu olan Patrikhane’nin dünya kamuoyunu Türkiye aleyhine harekete geçirme gayretleri son derecede dikkat çekici ve “Mütareke Dönemi Patrikhanesi” örneğini çağrıştırır mahiyettedir.

 

 

b. 1950-1971 Arası Dönem  

 

Bu gelişmeler sonunda HRO’nu istediği formata sokamayan Patrikhane, 1950 seçimleri öncesi Demokrat Parti’den Rum oylarına karşılık Heybeliada Ruhban Okulu’nun  yüksekokul haline getirilmesi sözünü almıştır. (Özyılmaz, 2000 , s. 86) . Demokrat Parti iktidara gelince de bu sözde duruldu ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın 8 Aralık 1950 gün ve 9127/7 ve 2601 sayılı emri ile okulun dört sınıflı kısmının azınlık liseleri derecesine çıkarılması ve üç sınıflı kısma bir sınıf ekleyerek dört yıl üzerinden “Heybeliada Rum Rahipler Okulu” adı altında bir “Teoloji İhtisas Okulu” olarak derecelendirilmesi sağlanmış, bunun üzerine 25 Eylül 1951 tarih ve 151 sayılı kararla Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi, “Rum Rahipler Okulu  Yönetmeliği”ni onaylamıştır. (Özyılmaz, 2000, s. 77-78).

Bu yönetmelik ile Ruhban Okulu 3 yıllık lise bölümü ve 4 yıllık teoloji bölümü ile faaliyette bulunmuş ve teoloji bölümü “en az bir yıllık meslekî tahsil veren okul” derecesinde kabul edilmiştir.(md.3). Hukuken  yüksekokul terimi kullanılamayacağı için lise sonrasındaki 4 yıllık ihtisas bölümü, meslekî tahsil veren okul olarak adlandırılmıştır. Dolayısıyla da okulun yeni statüsü, yönetmelikte nasıl adlandırılırlarsa adlandırılsın, “lise sonrası ihtisas eğitimi veren bir yüksek okul” olmuştur. (Özel, 2008, s. 31).

Ayrıca Başbakan Menderes’in talimatıyla HRO’na gelecek tüm yabancı öğrencilere istisnasız vize verilmiştir. Böylece de okuldaki yabancı öğrenci sayısı TC uyruklu öğrenci sayısını aşmıştır ve de bu yasalara aykırıdır. (Özyılmaz, 2000, s. 87).

Sonuç itibariyle Demokrat Parti zamanında Heybeliada Ruhban Okulu , lise sonrası 4 yıllık ihtisas okulu olarak, çoğunluğu yabancı öğrencilere eğitim veren bir kurum haline gelmiştir. Patrikhane’ye bağlı olarak faaliyet gösteren ve üniversite mezunu seviyesinde papaz yetiştiren Ruhban Okulu mezunları, gerek staj gerekse kişisel gelişim için masrafları Patrikhane tarafından karşılanmak üzere Yunanistan’a ve Avrupa’nın diğer ülkelerine gönderilmiştir.

Bu yeni statü ile Heybeliada Ruhban Okulu’nun artık bir yüksekokul statüsünde olduğu açıktır ve bu sonucu da ısrarla talep eden bizzat Patrikhane olmuştur. (Özyılmaz, 2000, s. 108). Dolayısıyla, HRO, “ özel yüksekokulların kapatılmasına yol açan Anayasa Mahkemesi kapsamında “ bir yüksekokuldur. (Özel, 2008, s. 32).

c. 1971 Sonrası Dönem

Özel Yüksek Okulların kanuna aykırılık nedeniyle kapatılmasından hemen  sonra Heybeliada Ruhban Okulu’nun hukuka uygun olarak yeniden açılabilmesi için Ankara Üniversitesi Senatosu 21 Aralık 1971 tarih ve 5118 sayılı kararı ile bir formül geliştirerek, Ruhban Okulu’nun mevcut İlahiyat Fakültelerinden birine bağlı olarak Ortodoks dini konusunda eğitim öğretim veren bir “bölüm” olarak açılabileceğini veya İlahiyat Fakültesi’nde Dünya Dinleri Kültürü Bölümü adı altında Üniversite bünyesinde faaliyet gösterebileceğini Patrikhane’ye bildirmiş, ne var ki bu öneri Patrikhane tarafından reddedilmiştir. (Özyılmaz, 2000, s. 139.).

Patrikhane daima ve ısrarla bu yüksekokulun bir üniversiteye değil de doğrudan Patrikhaneye bağlı olması hususunda ısrar etmiş ve dünya kamuoyuna da “…din adamı yetiştirme hakkı elinden alınmış bir azınlık tablosu” çizmeye çalışmıştır. Bu tutumunu bugün de aynen sürdürmektedir.

İdare, 1971 yılında Anayasa Mahkemesinin kararıyla kapatılan HRO’nun yeniden açılabilmesi için benzer bir çabayı 14 Eylül 1999’da Yükseköğretim Kurumu (YÖK) toplantısında alınan bir kararla yinelenmiştir. Buna göre İstanbul Üniversitesi İlahiyat fakültesi bünyesinde “Dünya Dinleri Kültürü Bölümü” nün kurulmasına karar verilmiştir. Bu konuda Patrikhane’ye bir mektup yazılarak, destek ve önerileri istenmiş, ancak olumlu yanıt alınamamıştır.  (Macar, 2004, s. 297-298).   Buna karşılık Patrikhane  açıkça HRO’nun YÖK’e bağlanmasını kabul etmediklerini beyan etmiştir

Burada önemli olan nokta, HRO’nun açılıp açılmaması değil, Patrikhanenin dayattığı  şekilde açılmasına Türk Hukuk Sistemi’nin izin verip vermediğidir zira  Patrikhane HRO’nun kendisine doğrudan bağlı olarak faaliyette bulunan  uluslararası bir teoloji okulu olması noktasında ısrarcıdır. (Özel, 2008, s. 34).

  1. II.            HEYBELİADA RUHBAN OKULU  VE TÜRK HUKUK SİSTEMİ 

      Önce Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın bu konuyu nasıl düzenlediğine bakılmalıdır.

 

  1. A.    Türkiye Cumhuriyeti Anayasası

 

Anayasa’nın 10. Maddesi “…herkesin dil, ırk, renk, cins, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım görmeksizin kanun önünde eşit olduğunu…” vurguladıktan sonra, “…hiçbir kişi, aile, sınıf ve zümreye imtiyaz tanınamaz…” hükmünü getirmiştir. O halde ilahiyat yani teoloji eğitimi ve öğretimi konusunda tüm TC yurttaşları eşit haklara sahiptir ve kimseye imtiyaz tanınamaz. Oysa Patrikhane, HRO üzerinden Türkiye’deki Ortodoks cemaati için bir imtiyaz talep etmekle kalmıyor, bu imtiyazı yurt dışından gelecek Ortodoksları da kapsar şekilde genişletiyor.  Görüldüğü gibi bu talep  Anayasaya açıkça aykırıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 24. Maddesi, “…din ve ahlak eğitimi ve öğretimi devletin gözetimi ve denetimi altında yapılır”  hükmünü getirmiştir. Buradan çıkarılacak doğal sonuç, Türkiye Cumhuriyeti’nde, devletin denetimi dışında bir din eğitiminin kesinlikle hiçbir kişi, kurum veya makam tarafından yapılamayacağı gerçeğidir.  O halde Patrikhanenin tümüyle kendine bağlı bir teoloji okulu ısrarı tamamen  mesnetsizdir ve bu talep de Anayasa’nın 24. Maddesine açıkça aykırıdır.

HRO, yüksekokul statüsünde bir okuldur. Anayasa’nın 130.ncu maddesi açık bir şekilde yüksekokul ve üniversitelerin “devlet tarafından” ve “kanunla” kurulacağını belirtmiştir. Ayrıca, “…kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacı gütmeksizin, vakıflar tarafından da devletin denetim ve gözetimi altında olmak koşuluyla yükseköğretim kurumlarının kurulabileceğini “ öngörmektedir.

Patrikhane‘nin tüzel kişiliği yoktur. (Özel, 2008, s. 35). Bu nedenle Patrikhane vakıf kuramaz ama HRO, bir vakıf tarafından kurulmuş bir yüksekokulun veya üniversitenin bünyesinde faaliyet gösterebilir. Ayrıca devletin kurduğu bir üniversite veya yüksekokula bağlı olarak da  elbette faaliyette bulunabilir. Ne var ki,  Türkiye’de ister devlet, isterse vakıf tarafından kurulmuş olsun tüm  yüksekokul ve üniversiteler, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile kurulmuş   YÖK’e (Yüksek Öğretim Kurulu) bağlıdırlar. Bu ise HRO’nun YÖK’ün denetimine girmesi demektir ki,  Patrikhane böyle bir denetime karşı çıkmakta, kendisi için  bir ayrıcalık, daha doğrusu bir imtiyaz istemekte, HRO’nun tümüyle kendine bağlanması halinde ancak açılabileceğini ifade etmektedir. Diğer bir deyişle Patrikhane , “…HRO açılırsa  ancak  doğrudan Patrikhane’ye bağlanması koşuluyla  açılabilir…” diye dayatmaktadır. Bu ise Anayasa’nın 130.ncu maddesine açıkça aykırıdır ve HRO,  Patrikhane’nin işte bu tutumu nedeniyle açılamamaktadır. Bundan dolayı Türk Hükümetlerini suçlamak haksızlıktır zira  bu suçlamalar tümüyle mesnetsizdir ve talepler yasalara aykırıdır. (Özel, 2008, s. 36).

Ayrıca bir “Türk Kurumu “ olduğu Lozan’da bizzat Yunanistan Heyeti tarafından ifade edilen Patrikhane’nin, Anayasa başta olmak üzere tümüyle Türk Hukuk Sistemi’ne aykırı olan bir tavrı sergilemesinin ve her fırsatta bu konuyu Türkiye dışına şikâyet ederek, ülkenin haksız yere prestij kaybetmesine yol açmasının, buraya kadar yapılan açıklamalar ışığında bakıldığında , hukuksal bir açıklamasının olmadığı görülmektedir.

  1. B.    Milli Eğitim Temel Kanunu ve Yükseköğretim Kanunu:

1924 tarih ve 433 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Eğitim Birliği Yasası) Milli Eğitimimizin temelidir ve böylece  bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB)  bağlanmıştır. (md.1). 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu  ise, devletin eğitim ve öğretim alanındaki görev ve sorumluluklarını düzenlemiştir. Buna göre eğitim ve öğretim hizmetinden MEB  sorumludur ve askerî okullar hariç bütün eğitim faaliyeti bu kanun hükümlerine göre yürütülür. (md.57) .

Milli Eğitim Temel Kanunu, ilköğretim, lise ve dengi okulların ancak MEB’in izniyle açılabileceğini kabul etmiştir. (md.58). Ayrıca bir okulun “derecesini” saptamak da bu bakanlığın görevidir. Diğer bakanlıklara bağlı lise ve dengi okulların program ve yönetmelikleri de ilgili bakanlıkla  MEB  tarafından birlikte yapılır ve  MEB tarafından onanır. Bu okulların denetimi de MEB tarafından yapılır. (md.58).

2547 sayılı Yükseköğretim  Kurumu (YÖK), yükseköğretime yönelik amaç ve ilkeleri saptamak ve bu kurumların işleyiş , görev ve sorumluluklarını düzenlemek amacıyla getirilmiş bir kanundur. (md.1). Bu kanun Türk Silahlı Kuvvetleri  ve Emniyet Teşkilatına bağlı yükseköğretim kurumlarıyla ilgili hususlar dışında bütün yükseköğretim kurumlarını ve bağlı birimlerini kapsamaktadır.(md.2).

Kanun, Milli Eğitim sistemi içinde, ortaöğretimin üzerinde, en az dört yarıyıl (yani iki sene) süreli eğitimi, “yükseköğretim” olarak tanımlamaktadır. (md.3a). Buna göre, lise sonrası “iki yıllık” önlisans  programları da yükseköğretim kategorisine girmekte ve YÖK kapsamı içinde yer almaktadır. (md.6).

Durum bu kadar açık olunca, HRO’nu YÖK’e tabi kılmadan açabilmek için son yıllarda geliştirilen ve”…Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı iki yıllık ön lisans programı “ formülü de, gene YÖK  kanunu kapsamı içinde kalmaktadır ve HRO’nun YÖK dışında kalmasına olanak vermemektedir.  Sonuç olarak lise sonrası en az iki yıllık her program yükseköğretim sınıfına girmekte ve YÖK’e bağlı olmaktadır. Diğer bir deyişle, YÖK’e bağlı olmayan, sadece Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olan bir “özel yüksek okul”  hukuken mümkün değildir. Zaman zaman Patrikhane bu öneride bulunmaktadır ama, bu yaklaşım, çözüm üretemez, çünkü hukuka aykırıdır. (Özel, 2008, s. 38).

  1. C.    Özel Öğretim Kurumları Kanunu

5580 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu, üniversiteler dışında kalan ve okul öncesi eğitim, ilköğretim ve ortaöğretim düzeyindeki kurumların yönetim, denetim ve gözetimi ile ilgili hususları düzenlemektedir. Yabancılar tarafından bu düzeyde açılan okullar da bu kapsam içindedir.

Açıkça anlaşıldığı gibi bu kanun sadece üniversite ve yüksekokul dışında kalan ve ”özel” statüde kurulan  okulları düzenlemektedir. Diğer bir deyişle Özel Öğretim Kurumları Kanunu ancak yükseköğretim dışındaki her derecede okulu düzenlemektedir. Bu kapsam içindeki bir okulu açabilmek için ise TC vatandaşı “gerçek kişi” veya “tüzel kişi” olmak gerekmektedir.

Patrikhanenin tüzel kişiliği yoktur.  Bu nedenle bir “cemaat vakfı”nın veya gerçek kişilerin aracılığı zorunludur. Oysa bu kanunun 3. maddesinin son fıkrası açık bir biçimde, “askeri okullar”, “emniyet teşkilatına bağlı okullar” ve “din eğitimi yapan” okulların aynısı veya  benzeri özel öğretim kurumu açılamaz  hükmünü getirmiş, böylece  din eğitimi veren özel öğretim kurumuna cevaz vermemiştir. (Özel, 2008, s. 39-40). Yani Özel Harp Okulu, Özel Polis Koleji olamayacağı gibi örneğin Özel İmam-Hatip Lisesi de açılamaz. Dolayısıyla bir özel okul olarak teoloji eğitimi veren okul yasağı sadece Ortodokslar için değil, diğer azınlıklar için ve  Müslüman çoğunluklar için de geçerlidir.

Diğer taraftan 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu azınlık okullarında sadece Türk vatandaşlarının çocuklarının okuyabileceğini belirtmektedir. (md.5.c). Bir azınlık okulu olduğunu iddia eden HRO’nda bu durumda sadece TC vatandaşı Ortodoks cemaatının çocukları eğitim alabilirler. Oysa buna rağmen Patrikhane HRO’nu  tüm dünyadaki Ortodokslar için bir teoloji okulu yapma arzusundadır ve bu talep gerek Lozan Andlaşması gerekse 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları kanunu hükümleriyle çelişmektedir. (Özel, 2008, s. 40).

Görüldüğü gibi, bir azınlık okulunda hiçbir şekilde yabancı öğrenci eğitim göremez. (md.25/III)  Buna karşılık bir “özel” okulda yabancı tebaya mensup öğrenci eğitim görebilir ama bunların da toplam sayısı, o okuldaki toplam TC uyruklu öğrencilerin sayısının % 30’unu geçemez.

Bunun önemi şudur:  HRO “ azınlık okulu “ statüsünden çıkarılıp “ özel okul ” statüsüne alınsa bile, gelebilecek öğrenci sayısı, zaten bugünkü mevcut öğrenci sayısı çok düşük olduğu için, bu rakamın da % 30’ mertebesinde olacaktır ve sınırlı kalacaktır. Patrikhane de cemaat içinden papaz olmak isteyenlerin çıkmadığını ileri sürerek HRO’nun çoğunlukla yabancı öğrencilere eğitim vermesini istemektedir ve bu talep de Türk Hukuku ile çelişmektedir.

  1. D.    Lozan Andlaşması 

Lozan Andlaşması, “Azınlıkların Korunması” başlığı altında, m.37-45 arasında gayrimüslim azınlıklar ile ilgili hükümlere yer vermiştir. Bu andlaşma ile Türkiye Cumhuriyeti, bu ülkede azınlık denince sadece “gayrimüslimler”i kastetmiş, buna bağlı olarak da, Azınlıkların Korunması (Ekalliyetlerin Himayesi) başlığı altındaki hükümlerin de sadece gayrimüslim azınlıklar için geçerli olduğunu taahhüt etmiştir.

Bu maddelerin görüşülmesi esnasındaki tartışmalara bakıldığında bu husus çok net görülmektedir. Dolayısıyla bu maddelerin gayrimüslim vatandaşlarımızı olduğu kadar, Türkçe’den başka bir dil, örneğin Kürtçe veya Arapça  kullanan Türk vatandaşlarını da  kapsadığını ileri sürmek, yani “Azınlıkların Korunması” başlığı altında işlenen hükümleri azınlık statüsünde olmayanlar için de kabul etmek doğru değildir.

Bu konuda farklı düşünen akademisyenler de elbette mevcuttur.  (Oran, 2004, s. 56) . Fakat biz  çoğunlukta olan görüşten yanayız.  Zira tüm Türk vatandaşları, vatandaşlık sıfatından kaynaklanan tüm haklara ve yükümlülüklere eşit olarak sahiptirler. Türkçe bilmeyip Arapça veya Kürtçe konuşuyor olsa bile. Bunun doğal sonucu da örneğin Türkçe bilmeyen  Kürtlerin, Türkçe bilmedikleri için azınlık sayılmayacağı gerçeğidir. Unutulmamalıdır ki Lozan’da gayrimüslimler olarak azınlıklar açıkça belirtilmişlerdir. Oysa Türkçe bilsin bilmesin bir Kürt, müslümandır, gayrimüslim değildir. Kişisel olarak Hıristiyanlığı kabul etmiş bir Kürt yurttaşı elbette olabilir ama o tür istisnalar elbette konumuz dışıdır.

Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapatılmasını gerek yurt içinden gerekse yurt dışından eleştirenler, bu işlemin Lozan Andlaşması’nın 40. maddesine aykırı olduğunu iddia etmişlerdir.

Madde 40 aynen şöyledir: “Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları hukuk bakımından ve fiilen diğer Türk vatandaşlarına uygulanan işlemlerin ve sağlanan güvencelerin aynından yararlanacaklar ve özellikle, harcamaları kendilerince yapılmak üzere, her türlü yardım, dinsel yada sosyal kurumları, her türlü okul ve benzeri öğretim ve eğitim kurumları kurma , yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dillerini özgürce kullanma ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma bakımından eşit bir hakka sahip bulunacaklardır.”

Buradan da anlaşıldığı gibi 40. madde azınlıklara, diğer vatandaşlarla “eşit” muamele görme hakkı vermektedir. Yani azınlıklara, diğer vatandaşlara verdiğinden daha fazla bir hak veriyor değildir, onlara eşit haklar sağlıyor demektir. Buna “negatif haklar” denir. (Özel, 2008, s. 42). Demek ki azınlıklar, azınlık olmayanlarla “eşit” ve “aynı muamele”lere muhatap olacaktır. Diğer bir ifadeyle, azınlık olmayanlara tanınmamış olan bir hak, azınlıklara da tanınamaz. Eğer tanınıyor olsaydı, bu haklara “pozitif haklar” denilecekti. Oysa 40. maddeden böyle bir sonuç çıkarılamaz zira bu madde her iki tarafa da eşit haklar verildiğinden bahsetmektedir. Yoksa bir tarafa diğer tarafa verdiğinden daha çok haklar verildiğinden söz etmemekte, azınlıklara bir “imtiyaz” tanımamaktadır. (Özel, 2008, s. 42).

O halde azınlık olmayan yani gayrimüslim olmayan, diğer bir deyişle Müslüman olan bir TC vatandaşı, özel bir yüksekokul olarak teoloji yani dinsel  eğitim veren bir okul açabilseydi de, buna karşılık HRO kapatılıyor olsaydı, o zaman eşit olmayan bir uygulama yapılmış olurdu ve bu husus o takdirde  Lozan’ın 40. maddesine aykırı olurdu. Oysa durum böyle değildir ve hiçbir Türk vatandaşı, örneğin  “Özel İmam-Hatip okulu “veya “Özel İlahiyat Fakültesi” açamaz. O halde o Müslüman yurttaşın  “eşiti” olan bir azınlık mensubu da açamaz. Açarsa “eşit” olmaz, bu da Lozan’a aykırı olur. Zira Türkiye’de din eğitiminin nasıl verileceği hukuken belirlenmiştir, bunun dışına çıkılması mümkün değildir.  (Özel, 2008, s. 43) .

Buna karşılık 41. madde ile azınlıklara bir başka konuda “pozitif hak”  tanınmıştır. Buna göre azınlıklara, oturmakta oldukları il ve ilçelerdeki ilkokullarda, kendi anadilleriyle eğitim yapma  olanağı verilmiştir. Ama dikkat edilirse, bu pozitif hak azınlıklara sadece ” ilkokullar”daki eğitimleri esnasında ana dilleriyle eğitim yapma olanağı ve imtiyazı vermektedir. Heybeliada Ruhban Okulu bir ilkokul değildir.

Lozan Andlaşması’nın 45. Maddesi ile, Türkiye’nin gayrimüslimlere yani azınlıklara tanıdığı hakların Yunanistan tarafından kendi ülkesindeki Müslüman azınlıklara da tanınması hususu hükme bağlanmıştır. Buna “karşılıklılık ilkesi” adı verilmektedir. Bu ilke sayesindedir ki, Yunanistan’daki Türk İlkokullarında da öğrenciler kendi ana dillerinde yani Türkçe eğitim yapmaktadırlar.

5. SONUÇ

Fener Rum Patrikhanesi bir Türk Kurumudur ve hukuki statüsü Lozan Konferansı’nda müzakere edilerek belirlenmiş ve taraflarca varılan mutabakat sonucu da Lozan Andlaşması’ndaki yerini almıştır. Çok hukuklu, teokratik bir İmparatorlukta “Milletbaşı” sıfatıyla bazı siyasî ve idarî  görev ve yetkileri bulunan Patrikhane, tek hukuklu laik, demokratik Cumhuriyette sadece dinî yetkilerle donatılmıştır ve tüzel kişiliği yoktur. Patrikhane artık sadece bir din kurumudur ve bu kurumun adı Lozan Andlaşması’nda bir sözleşme hükmü olarak dahi geçmez.

İsmet Paşa’nın başkanlığındaki Türk Delegasyonu, sanki Patrikhane’nin bugünkü tavırlarını o günden görmüş olmalılar ki, Lozan Andlaşması’nda “Patrikhane” adının dahi geçmesine izin vermeyerek, bu kurumun üzerinden Türkiye’ye  ileride uluslararası hukukun müdahalesine fırsat tanımamışlardır.

Lozan’a göre bir Türk Kurumu olan Patrikhane, tümüyle Türk Hukuku’na tâbidir. Bu nedenle de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi olan Lozan’da Patrikhane, azınlıklar kapsamında yer almıştır. Patrikhane’nin tarihten geldiği iddia edilen fakat birçok patrikhane tarafından da kabul edilmeyen “ekümeniklik” iddiası, Türkiye Cumhuriyeti tarafından kabul edilmedikçe, hukuken geçerli bir statü değildir. Bu nedenle, “…Türkiye kabul etmese bile bütün dünya Patrikhane’yi ekümenik olarak tanıyor…”  savı, bir psikolojik baskıdan öte bir anlam taşımamaktadır. Madem Türkiye’nin tanıyıp tanımamış olması bir değer ifade etmiyor, o halde neden bu statüyü tanıması için Türkiye üzerine içerden – dışarıdan bu denli yoğun baskı uygulanmaktadır? Çünkü ekümeniklik hukuki sonuçları olan bir statüdür. Türkiye bu statüyü tanımadıkça, bu hukuki sonuçlar da doğmaz. Türkiye üzerindeki  baskının nedeni budur.

Ekümeniklik sıfatının hukukî sonuçları yurt dışına, Ortodoksların yaşamakta oldukları ülkelere kadar uzanır. Ancak bu alan, laik temel üzerine oturtulmuş olan Türk hukukunun hakimiyet alanının dışındadır ve bir başka hukuk sisteminin içindedir. Bu itibarla Türkiye Cumhuriyeti Patrikhane’nin ekümenlik iddiasını baştan beri kabul etmemiş ve onu bugünkü hukukî konum içine yerleştirmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bakış açısıyla Patrikhane sadece Türkiye’deki Ortodoksların dinsel ihtiyaçlarını karşılamaktan sorumlu bir din kurumudur. Böyle bir kurum, sadece dışarıdan bir takım siyaset aktörlerinin verdiği bir kararla “ekümenik” olamaz, bunun için Türkiye’nin onayı şarttır. Bu noktada, tüm dünya farklı düşünse de, kimi kişi ve çevrelerce bu durum sorgulansa da, önemli olan elbette Türkiye’nin ne düşündüğüdür, dünyanın değil. Çünkü Patrikhane bir Türk kurumudur ve Türk yasalarına bağlıdır. O nedenle de Türk Hukuk Mevzuatının izin vermediği hiçbir sıfatı kullanamaz. Konu bu denli açıktır.

Hilafeti kaldıran, böylece Türkiye dışındaki ülkelerde yaşamakta olan tüm Müslümanların ve İslam ülkelerinin üzerindeki siyasal ve hukuksal gücünü ve nüfuzunu kendi eliyle terk eden laik bir Türkiye, bir Türk kurumu olan Fener Rum Patrikhanesi’nin, diğer ülkelerde yaşayan Ortodoks Hıristiyanlar üzerinde tesis etmeye çalıştığı siyasal ve hukuksal nüfuz edinme çabasına izin veremez.

Andlaşmalar uzlaşmak için yapılır. Lozan Andlaşması’na göre Patriğin ve onu seçecek olan metropolitlerin Türk vatandaşı olmaları zorunludur.  Şimdi bu maddenin değiştirilmesi talep edilmektedir. Türkiye’yi böyle bir talebi yerine getirmeye zorlayacak hiçbir ulusal veya uluslararası yükümlülük yoktur. Kaldı ki bu husus Türkiye’nin güvenliği açısından da sakıncalar doğurabilir. Zaten bu sakıncalar Lozanda da görülmüş olmalı ki,  bu kişilerin Türk vatandaşı olma zorunluluğu  Lozan’da yer almış ve karşılıklı olarak kabul edilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin, bir Türk kurumu olan Patrikhanenin başında T.C. vatandaşı olmayan  yabancı bir Patriği kabul  etme;  yabancı din adamlarına, hiçbir araştırma-soruşturma yapmaksızın ülkeye sınırsız giriş- çıkış hakkı tanıma; onlara TC vatandaşlığını otomatik olarak verme zorunluluğunda kalmayı kabullenme ;  Patrikhane’nin belirlediği herkese, hiçbir soruşturma yapmadan, otomatik olarak çalışma vizesi verme gibi  bir yükümlülüğü olamaz ve bu husus devletin “bağımsızlığı” ve “egemenliği” ile de bağdaşmaz. Ne Avrupa Birliği Hukuku, ne de uluslararası hukukta Türkiye Cumhuriyeti’ni bu konuda zorlayıcı bir yükümlülük vardır.

Öte yandan HRO da hukuka uygun olarak kapatılmıştır ve yeniden açılması da ancak açılabilirliği  hukuken belirlendikten sonra mümkündür. Bu konu, çok daha geniş bir cemaata sahip olan Moskova Ortodoks Patrikhanesi’ne karşı sürdürülen “ekümenlik” iddiasında, Patrikhane’nin elinde bir güç silahına dönüştürülemez. Laik Türkiye Cumhuriyeti böyle bir duruma ve konunun siyasallaşmasına izin veremez. Heybeliada Ruhban Okulu’nun Patrikhaneye bağlı, uluslararası teoloji okulu olması Türk hukukundan bağımsız extraterritorial bir statü kazanması anlamına gelecektir. Böylesi bir ayrıcalık değil belli bir kesim azınlık için, çoğunluk için dahi söz konusu edilemez.

HRO’nun her ne şekilde olursa olsun açılması o kadar çok önem arz etmektedir ki, bu noktada TC. Devletinin isterse bu okul diplomasını resmen tanımayabileceği önerisi dahi yapılabilmektedir. Bu durum okulun Türkiye’deki azınlık için değil, yabancılar için ve Patrikhanenin dünya Ortodoksları üzerindeki otoritesini göstermek için amaçlandığını açıkça göstermektedir.

Haybeliada Ruhban Okulu başlangıçtan beri çok özel bir konuma sahip olmuş ve hukuki çerçevesi orta dereceli okul olarak sınırlandırılmıştır. 1951 yılında yapılan statü değişikliği, kaynağını hiçbir hukuki kuraldan almamaktadır. Sadece siyasi iktidarın aldığı bir kararla okul, benzeri olmayan bir imtiyaz merkezi haline gelmiştir. Lozan Andlaşması eşitlik ilkesi üzerine bina edildiği halde, Heybeliada Ruhban Okulu bu durumda sadece Türkiye’deki Ortodoks azınlığa değil, hatta Dünya Ortodoksları lehine birtakım imtiyazlar elde etmiş olmaktadır ve getirilen hukuka aykırı bu ayrıcalığa, 1971 Anayasa Mahkemesi kararının ardından son verilmiştir. Durum tümüyle budur.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti laik bir hukuk devleti olarak dışarıdan gelen baskılar ne olursa olsun meseleyi hukuki zemin içinde ele almalı ve hukuk kuralları çerçevesinde değerlendirmelerini yapmalıdır. Heybeliada Ruhban Okulu uzun zamandır insan hakları, azınlık hakları başlıklarıyla, yanlış bilgilendirmelerle gündeme otururken, TC. Devleti’nin gerçeği hem iç hem de dış kamuoyuna bildirmesi ve Heybeliada Ruhban Okulu için talep edilen statünün neden Türk Hukukuna aykırı olduğu gerçeğini daha etkin olarak ve bir program dahilinde  açıklaması gerekmektedir.

Bu meseleyi siyasal bir mesele olarak görmek ve “…açmayı düşünüyoruz…” diye yaklaşımlarda bulunup  oyalama siyaseti gütmek, Türkiye’yi sadece zora sokmaktadır. Türkiye bir hukuk devleti olarak meselelere salt hukuksal  çerçevede yaklaşmalı ve “tolerans”, “jest”, “iyi niyet gösterisi” hukuksal olmayan kavramlarla hareket etmemeli ve ” …Avrupa Birliği böyle istiyor…” mazeretine sığınmamalıdır. Unutulmamalıdır ki AB bir siyasal örgüttür, bir Türk kurumu olan Fener Patrikhanesi meselesi ise hukuksal bir sorundur ve bu sorun ancak hukuksal yöntemlerle çözülebilinir.

Avrupa Birliği çok sağlam bir hukuk temeli üzerine bina edilmiştir ve AB hukukunda Patrikhane ve Heybeliada Ruhban Okulu için istenen statüyü destekleyecek hiçbir kural bulunmamaktadır.  Sebebi açıktır: Lozan Andlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin temelidir ve halen de yürürlüktedir. AB’nin Lozan’ı yok sayacak nitelikte herhangi bir  kararı almaya ne hukuksal yetkisi vardır, ne de yaptırım gücü. O nedenle AB’nin kimi zaman bazı ülkeler için benzer konuda aldığı kimi kararlar olabilir ama bu kararlar Fener Patrikhanesi için de uygulanabilir “örnek” kararlar olamazlar zira Lozan Andlaşması buna izin ve geçit vermez.

 

Atalay, B. (2001). Fener-Rum Ortodoks Patrikhanesinin Siyasi Faaliyetleri (1908-1923),. İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı.

Macar. (2004).

Macar. (2004).

Macar. (2004). İstanbul.

Macar. (2004). İstanbul.

Macar. (2004). İstanbul.

Macar. (2004). İstanbul.

Macar, E. (2004). Cumhuriyet Dönemi’nde İstanbul Rum Patrikhanesi. İstanbul.

Meray. (1969).

Meray. (1969).

Meray. (1969). Ankara.

Meray, S. L. (1969). Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler,Takım1, Cilt1, Kitap1. Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.

Oran. (2004). İstanbul.

Özel. 2008.

Özel. (20008).

Özel. (2007).

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008).

Özel. (2008).

Özel. (2008).

Özel. (2008).

Özel. (2008).

Özel. (2008).

Özel. (2008).

Özel. (2008).

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008).

Özel. (2008).

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008). İstabul.

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008). İstanbul.

Özel. (2008). İstanbul.

Özel, S. (2008).

Özel, S. (2008).

Özel, S. (2008). İstanbul.

Özel, S. (2008). Heybeliada Ruhban Okulu. İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları.

Özel, S. (2008). Heybeliada Ruhban Okulu. İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları.

Özel, S. (2008). Heybeliada Ruhban Okulu ve Patrikhane. İstanbul.

Özel, S. (2007). Heybeliada Ruhban Okulu ve Patrikhane. İstanbul: İstanbul Barosu Yayını.

Özyılmaz. (2000). Ankara.

Özyılmaz. (2000). Ankara.

Özyılmaz. (2000). Ankara.

Özyılmaz. (2000). İstanbul.

Özyılmaz. (2000). Ankara.

Özyılmaz. (2000). Ankara.

Özyılmaz. (2000). Ankara.

Özyılmaz. (2000). Ankara.

Özyılmaz. (2000). Ankara.

Özyılmaz. (2000).

Özyılmaz. (2000). Ankara.

Özyılmaz. (2000). Ankara.

Özyılmaz. (2000). Ankara.

Özyılmaz. (2000). Ankara.

Özyılmaz. (2000 ).

Özyılmaz, E. (2000). Heybeliada Ruhban Okulu. Ankara.

Özyılmaz, E. (2000). Heybeliada Ruhban Okulu. Ankara.

Özyımaz. (2000). Ankara.

Sofuoğlu. (1996). İstanbul.

Sofuoğlu. (1996). İstanbul.

 

KAYNAKÇA

1.ALKAN, Hakan; Geçmişten Günümüze Türkiye Patrikhaneleri 1, Fener Rum Patrikhanesi ve Türk Ortodoks Patrikhanesi, İstanbul 2003.

2.ATALAY, Bülent; Fener-Rum Ortodoks Patrikhanesinin Siyasi Faaliyetleri (1908-1923), Tarih ve Tabiat Vakfı, İstanbul 2001.

3.ATATÜRK’ÜN BÜTÜN ESERLERİ, c. 14 (1922-1923), Kaynak Yayınları, İstanbul 2004.

4.BENLİSOY, Yorgo/MACAR, Elçin; Fener Patrikhanesi, Ankara 1996.

5.BOZKURT, Gülnihal; Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerinin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu (1839-1914), Ankara 1996.

6.BURNETT, Maria/PULZETTI, Maria/YOUNG, Sean; “Turkey’s Complianca with İts Obligations to the Ecumenical Patriarchate and Orthodox Christian Minority” The Allard K.Lowenstein İnternational Human Rights Clinic, Yale Law School, Amerikan Rum Ortodoks Başpiskoposluğunun talebi üzerine hazırlanan 11.12.2004 tarihli rapor.

7.COŞAR, Ömer Sami; Patrikhane Dosyası, HÜRRİYET, 18 Ağustos 1976.

8.ÇELİK, Mehmet; Fener Patrikhanesinin Ekümenik İddiasının Tarihi Seyri (325-1453), Akademi Kitabevi, İzmir 2000.

9.ÇETİN, Fethiye; “Yerli Yabancılar”ın Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları, (hazırlayan: İbrahim Kaboğlu), İstanbul Barosu 2002, s. 71.

10.ERYILMAZ, Bilal; Osmanlı Devlet Sisteminde Millet Sistemi, İstanbul 1992.

11.GÖKÇEN, Salim; “Fener-Rum Patrikhanesindeki METROPOLİT Revizyonu Mevcut Statüye Rağmen Neden Yapıldı?” 2023, Mart 2004, s.73.

12.GÜLEN, Nejat; Heybeliada, İstanbul 1982.

13.KABOĞLU, İbrahim; “Kültürel Haklar ve Siyasi Haklar Kavşağında Azınlıklar” Anayasacılık: Eski Anlayışlar-Yeni Dünyalar konulu IV. Dünya Anayasa Kongresine sunulan metnin kısaltılmış biçimi. Santiago 12-16 Ocak 2004, Fransızcadan çeviren: Oya Boyar.

14.KENANOĞLU, Macit; Osmanlı Millet Sistemi, İstanbul 2004.

15.LOZAN BARIŞ KONFERANSI, Tutanaklar Belgeler Takım I, Cilt I, Kitap 1. Çeviren Seha L.Meray, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1969.

16.MACAR, Elçin; “Çözüm Gibi Çözüm Şart” www.bianet.org 13.7.2004.

17MACAR, Elçin; “Laik Türkiye’de Ruhban Yetiştirme Sorunu “www.bianet.org, 1.4.2005

18.MACAR, Elçin; Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi, İstanbul 2004.

19.MACAR, Elçin/GÖKAÇTI, Mehmet Ali; Heybeliada Ruhban Okulu’nun Geleceği Üzerine Tartışmalar ve Öneriler, Tesev yayınları, Dış Politika Programı Dış Politika Analiz Serisi-3, 2005.

20.ORAN, Baskın; Türkiye’de Azınlıklar-Kavramlar, Lozan, İç Mevzuat, Uygulama, Tesev Yayınlar. İstanbul 2004.

21.ORTAYLI, İlber; “Ortodoks Kilisesi” Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Hazıran 1987, S.87,s.17.

22.ÖZEL, Sibel; Heybeliada Ruhban Okulu, İstanbul Barosu Yayınları, İstanbul,Haziran 2008

23.ÖZYILMAZ, Emre; Heybeliada Ruhban Okulu, Ankara 2000.

24.PSOMİADES, Harry; “The Ecumenical Patriarchate Under the Turkish Republic” 1961, 2 Balkan Studies, s.47-70. Yeniden basım www.ortodoxshristianity.net (17.3.2006)

25.SOMUNCUOĞLU, Sadi; Patrikhane ve 551 Yıllık Hesap. İstanbul’da Yeni Roma İmparatorluğu, Ankara 2004.

26.SOYSAL, İsmail; Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, 1.Cilt (1920-1945) Ankara 1983.

27.ŞAHİN, Süreyya; Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İstanbul 1999.

28.TOROSLU, M; “Rum Azınlık Okulları” Türk Kültürü, S.40, Şubat 1966, s.401.

29.YAŞAR, Necdet; “Heybeliada Ruhban Mektebi”in Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, c.4, s .57

 

[1] Maltepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı.

ÖzHeybeliada Ruhban Okulu’ nun (kısaca HRO olarak anılacaktır) kapılarının öğrenime yeniden açılması meselesi, Fener Rum Patrikhanesi’nin (kısaca Patrikhane olarak anılacaktır) “ekümeniklik” iddialarıyla  birleşerek, son zamanlarda Türkiye üzerinde yoğun bir siyasal baskıya dönüşmüş bulunmaktadır. Bu iddialara göre; “… Lozan’da azınlık okullarına tanınan bir takım haklar zaman içinde Türk Hükümetleri tarafından geri alınmış; HRO kapatılarak ülkede yaşayan, üstelik sayıları son derecede azalmış Rum-Hıristiyan azınlığın ‘din özgürlüğü’ engellenmiştir... Bu durum insan haklarına ve evrensel hukuk normlarına aykırıdır… HRO derhal açılmalıdır… Öte yandan Fener Rum Patrikhanesi ‘tarihsel’ olarak ‘ekümenik’ tir. Bu özelliğinin de Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınması gerekmektedir…”. - ORHAN CEKIC maltepe kursu hbr4