Site icon Turkish Forum

80 ihtilalinden beri belki de ilk kez, örgütsüz halk kendi başına sesini yükseltiyor, meydanlara iniyor, düzene –daha doğrusu düzensizliğe- itiraz ediyor.

O iki elin birleşmesini istediğiniz gibi algılayabilirsiniz. Sağ-sol, laik-antilaik, Türk-Kürt… Kim hangi ayrışmadan muzdaripse onun yok olacağının sembolüydü. 70’li yıllarda kardefl kavgalarından canı yananların beklentisine verilen cevaptı. - kilicdaroglu partisinin grup toplantisinda konustu 111777 5
Bülent Pınarbaşı
FOTOĞRAF

80 ihtilalinden beri belki de ilk kez, örgütsüz halk kendi başına sesini yükseltiyor, meydanlara iniyor, düzene –daha doğrusu düzensizliğe- itiraz ediyor.
Bu güzel bir şey…
İçinde şiddet barındırmayan, bastırmak için şiddet kullanılmasına rağmen şiddet barındırmayan, pek çok irili ufaklı girişime rağmen herhangi bir aşırı ucun sahiplenmesine, öncü görevi üstlenmesine izin verilmeyen ‘gerçek demokratik’ bu eylem tarzı herkesi şaşırtıyor.

Doğaldır, iktidar gücü hangi partinin elinde ise, tepki ve eylem de o partiye bir karşı duruştur. Çünkü toplumu daha düzenli ve refah içinde yaşatma sözü vererek yetkiyi almıştır, toplum da bunun hesabını sormaktadır aslında.
Dolayısıyla yaşadığımız süreçte ne AKP aşırı üzülmeli, ne de meclisteki ve meclis dışındaki muhalif siyasi partiler sevinmelidirler.

Aslına bakarsanız, sessiz gibi görünen toplumun yıllardır vermeye çalıştığı bir mesaj, apolitik olmakla suçladığımız gençliğin –belki de farkında olmadan- gösterdiği bir duruş var.
Bunu anlayan var mı derseniz, o yok işte…

Şöyle bir yakın geçmişi tarayalım:
İhtilal sonrası, hem de egemen gücün gösterdiği hedef başka olmasına rağmen tek başına iktidarı yakalayan ANAP’ın tek sihiri vardı; Özal’ın kalıplaşmış siyasetçi formundan uzaklığı ve iki elini başının üstünde birleştirerek verdiği toplumsal uzlaşı mesajıydı.

O iki elin birleşmesini istediğiniz gibi algılayabilirsiniz. Sağ-sol, laik-antilaik, Türk-Kürt… Kim hangi ayrışmadan muzdaripse onun yok olacağının sembolüydü. 70’li yıllarda kardefl kavgalarından canı yananların beklentisine verilen cevaptı.

Ne zaman ki Özal (ANAP) hanedanı ayrıcalıklı bir zümre olarak toplumdan uzaklaşmaya başladı; büyü bozuldu ve ANAP siyasi tarihin tozlu raflarındaki yerine kaldırıldı.

Hemen ardından iktidar treninin lokomotifine geçen DYP-SHP koalisyonu ile başlayıp DSP-MHP ortaklığına kadar devam eden süreçte halk hep aynı mesajı verdi: ‘Kavga ve ayrışma istemiyorum.’
Ve fakat, siyasi partiler ve siyasiler değişse de zihniyet değişmedi bir türlü. Güç kimin elindeyse diğeri ezildi. Ezilen güce kavuştu, ezen olmayı seçti. Toplum siyasetten, siyasiler toplumdan uzaklaştı.

En son, mağdur görünümüyle AKP baş tacı edildi. İlk başlarda uzlaşmacı ve uysal tavrıyla, biraz da acemiliğine tanınan toleransla tek başına iktidar olarak bu güne kadar geldi.

Ancaak…

Geldiği noktayla AKP’yi iktidara taşıyan dinamikler arasındaki dağlar kadar fark, en son Gezi Parkı’ndaki patlamaya sebep oldu. 2003 yılında kimsenin özel yaşam sınırlarında gözü olmadığı, tek derdinin kendi inanışını özgürce yaşamak olduğu savıyla aldığı gücün etkisi kısa sürede AKP’yi de sarhoş etti.

Zaten suskun muhalefetin içinden çıkan bir kaç sesi de yok etmek üzere düğmeye bastığı an, AKP için de geri sayımın başladığı zaman oldu aslında. Suskunluğun giderek artışının aslında bu tavır değişikliğine tepki olduğunu anlayamadılar.
Sınırları zorladıkça insanlar sessizleşti, insanlar sessizleştikçe AKP snırları zorladı. Üç çocuk gibi masum sayılabilecek söylemden kürtaj yasağına, şarap yerine üzüm yenmesi tavsiyesinden sıkı alkol yasaklarına ve ayranın milli içki ilan edilmesine; hamile kadının sokakta dolaşmasından şort-etek boyuna kadar gelindi.
Süreci iyi okuyamayan ya da Başbakan’dan gizleyen danışman ordusu da (evet, neredeyse bir ordu kadar danışman kadrosu var hükümette) meselenin zurnanın zırt dediği yere, yani Gezi olaylarına ulaşmasında en önemli etkendi.

Diyeceksiniz ki ‘madem halk rahatsız, neden üç dönem üst üste yetki verdi?’

Çünkü halk çaresizdi, AKP alternatifsizdi. Çünkü AKP karşısında halka alternatif olarak gösterilenler, önceden denenmişler ve denendiği zamandan bu yana kendini geliştirememiş siyasal yapılardı.

Örgütlü yapıların meydanlarda attığı sloganlar hala 80 öncesini çağrıştıran, kavgacı ve ayrıştırıcı ideolojilerin üretimi.
Siyasi partiler kulüp tarzı, kapalı yapılarını sürdürmekte inatçı.
Genç, dinamik ve iş bitirici insanları desteklemek yerine ‘yılanın kafası küçükken koparılmalı’ şiarıyla kendini gösterenin dışlandığı, tutucu geleneksel siyasetten gram sapma yok.
Baykal gidiyor ekibiyle, Kılıçdaroğlu geliyor ekibiyle…
Bahçeli tek adam rolünde, asker disipliniyle astın üste itirazı imkansız…
BDP deseniz, eşbaşkan çok ama asıl merkez belli ve ellerine bulaşan kan gizlenemeyecek kadar bariz…
İşçi Partisi, toplumsal muhalefet nereden eserse rüzgara gore yön değiştiriyor. Dün tetöristbaşıyla yemek yerken bugün Türk bayrağıyla meydanlarda. Samimi değil.

Herkes; sağcısı solcusu, dincisi milliyetçisi bundan şikayetçiyken durumdan şikayet etmeyen tek kesim var: Siyasetçiler…

Meydanlarda atıp tutanlar, meclisten içeri adımını attığında birden unutuveriyor söylediklerini.Koltuğu kapanın aklına ne seçim sistemini değiştirmek geliyor, ne barajı indirmek için uğraş veriyor.
….
İşte bu nedenle, Gezi tek bir siyasi parti ve ideolojiye karşı değil, düzene karşı bir halk tepkisidir. İnsanların bütün kurumlardan umudu kestiğinin göstergesidir. Çünkü ne asker ne parti, ne sendika, ne gazete… toplumun sesine sözcü olamıyor. Olmuyor.

İşte bu nedenle, artık yeni bir siyaset anlayışı, yeni bir siyasetçi kimliği ve yeni bir siyasi parti arayışındadır halk. Bunun da sadece tabela değiştirerek olmayacağının bilincindedir.
Bu fotoğrafı doğru okuyamayan, değil Atatürk’ün partisi, allame-i cihan olsa yarının Türkiye’sinde yer bulamaz.
-Bülent PINARBAŞI-

Exit mobile version