Site icon Turkish Forum

İSLAMCILIKTA SONA DOĞRU

17.8.2013 - islam 1663703 640

Türkiye’de din ve siyaset üzerindeki tartışma diğer Müslüman ülkelerin aksine,Türkiye’nin anayasal açıdan lâik bir devlet oluşu üzerinde keskinleşti.
Bir kutupta Kemalist bir esas olan ve nihai amacı dini bireyselleştirmek ve kamusal hayatta görünürlüğünü sınırlamak anlamında dayatmacı lâiklik,
Diğer kutbunda merkez sağ partilerin sahip çıktığı devletin çeşitli dinlere karşı tarafsızlığı ve dinin kamusal alanda görünürlüğüne izin veren pasif lâiklik tartışmalarıyla bugüne gelindi.

*
Ne ki, bu tartışmanın merkezinde AKP;Türkiye’nin kendisini Batı’nın bir parçası olarak gören bir siyasal elitin bu tanımlamasını reddeden ve ülkelerini Müslüman Ortadoğu’nun bir parçası olarak gören Türk toplumunun geniş kesimleri arasında bölünmüş, parçalanmış toplum olmasının bir sonucudur.
Programı, “Lâiklik her türlü din ve inanç mensuplarının ibadetlerini rahatça ifade etmelerini, dini kanaatlerini açıklayıp bu doğrultuda yaşamalarını, ancak inançsız insanların da hayatlarını bu doğrultuda tanzim etmelerini sağlar. Bu bakımdan lâiklik, özgürlük ve toplumsal barış ilkesidir” ifadesi doğrultusunda olmasına karşın,
İslamiyet’in sadece bir din değil topyekün bir hayat tarzı olduğu algısı, onun emirlerinin ancak mutlakiyetçi bir yönetimle uygulanabilirliği ve bir yöneticiye itaatin isyan ya da iç savaşın doğuracağı acılara tercih edilmesi gerekliliği ile her türlü muhalefetin yasaklanması düşüncesinden geliyor.
O yüzden AKP, İslam hukukuna ve Allah’ın egemenliğine dayalı bir devlet kurma fikrinden uzak olduğu iddiasında olsa da ,Müslüman dünyasının -hem radikal -hem, reformcu kanadının lideridir…

*
O yüzden Başbakan Erdoğan Mısır’da yaşananlara sert tepkisini İslamiyet’in topyekün hayat tarzı idealine, mutlakiyetçiliğine ve yöneticiye itaata işaret eder bir uslûpta gösteriyor.
“Şehadete inanmış bu insanlar, er veya geç Mısır’da bu demokratik haklarının neticesini de alacaklardır. Mısır’ın darbeci yöneticilerin, bu dünyanın kudretli gibi görünen firavunlara dahi kalmadığını bilmeleri gerekir ki onlar bunu çok iyi bilirler.Bir Musa çıkar, zulmün hesabını sorar. Batı bunu anlamak durumundadır.Nitekim bu konuda Batılı ülkeler -eğer, samimi davranmazlarsa artık demokrasi dünyada sorgulanmaya başlanacaktır. BM Güvenlik Konseyi süratle toplanmalıdır”diyor!

*
Doğrusu bu eleştiri ya da sorgulamanın muhatabı Batı ülkelerinin kültürü, Aristoteles’in “insanların politik kapasitesi gelişime açıksa, devleti doğanın yüce bir gerekliliği olarak ele alması gerekir. İnsanın bir medeniyet kurma olasılığı, gücünün sınırıyla birlikte bahşedilen akla da bağlıdır” mantığından geliyor.
Uzun süreçte insanlar “Din’in” özel bir mesele olduğu düşüncesinde yetkinleşirken -işte, vicdan özgürlüğü adına inananların inanmayanlar aleyhine sahip oldukları tüm kamusal ayrıcalıklar kaldırılmış, din’in Devlet içinde egemen güç haline gelmesi reddedilmiştir.
Sonra modern devletin kanun çıkarmasının günahkâr insan işi olduğu kabullenilmiş, Tanrı’nın devlet hayatında ortaya çıkan tarafsız ve görünür iradesine sorgusuz biat kalkarken -sonuçta, Batı özgür akıl ve vicdan üzerinden Çağdaşlığın ve Özgürlüğün temsilcisi olmuştur.
Bugün, Batılı devletlerin ezeli karakterini bu birikiminden demokrasi kültüründe pekişmiş insanların yasal teşkilatı olan milletler oluşturuyor.

*
Bu çerçeveden iki sonuç beliriyor – birincisi,devletler yaşamı olanaklı kılmak için yasal biçimde oluşturulmuş insanlar topluluğu olarak devam ederken eşit derecede bağımsız güçlere karşı kendisini ortaya koymak için kesinlikle güçlü olmak zorundadır – bu nokta, milletlerin sürekli çatışması, düşmanlıkların bastırılması arzusundan doğan tarihin büyüklüğünü gösteriyor.
İkincisi, milletlerin doğasını oluşturan var olmak,geleceğe sahip olmak hakkı tarih boyunca dünya imparatorluğuna karşı verilen doğal tepkidir -ki, bu nokta da evrensel bir egemenliğin oluşamayacağını,uluslararası çelişkilerin çözülmesinin nihai olanağının bulunmadığını,millet fikrinin baskın bir politika olduğunu,milletlerin medeniyetlerinde yükselme eğiliminin milletler arasındaki farkı kesin olarak belirleyen unsur olduğu sonucudur.

*
Madem devletler yasal açıdan üzerindeki herhangi bir güce tahammül edemeyeceği kadar mutlak bir ahlaki üstünlüğe ve düşmanca etkilerden korunmak için türlü kaynakları gerektiren esnek ve göreceli yasal egemenliğe sahip ve bunu temel standart haline getirmiştir – bu noktada, iki ayrı fikir mevcut olmaz ve tarihinde hiçbir siyasi, ekonomik ve sosyal birikimi olmayan İslamcılığın demokrasi kültürüne sahip olduğu boş bir iddia olmaktan ileri gitmez.
Bu yüzden hiç bir devlet ve millet geleceğini bu tür boş iddialarla bir diğerinin ipotek kurmasına izin veremez, hiç bir hakemi de kabul edemez.

*
O nedenle Başbakan Erdoğan’ın “Batılı ülkeler samimi davranmazlarsa artık demokrasi dünyada sorgulanmaya başlanacaktır. BM Güvenlik Konseyi süratle toplanmalıdır” ifadesi boştur.
Tam aksine Batılı ülkeler dünyada yaşanan krizde bir sektörde ya da bir ülkede yaşanacak krizin kolayca komşu ülkelere,bölgeye -hatta,dünyaya yayılma olasılığı yüzünden birbirlerinin çabalarını gölgelemek yerine birbirlerini tamamlayıcı politikalar geliştirmeye, fikir ayrılıklarını barış görüşmeleriyle çözmeye yönelmiştir.

*
İşte- bir yanda, sosyal ve ekonomik gelişme konularında pozisyonlarını uyumlaştırma yönünde küresel ekonomik büyüme ile istihdamı teşvik etme, küresel mali ve borçlanma krizine yol açan dengesizliklerin ortadan kaldırılması gibi konularda ilerlenilirken,
Öte yanda Ortadoğu’da istikrar ve güveni teminen Suriye iç savaşının komşu ülkelere, bölgeye ya da dünyaya yayılma potansiyelinin önünü kesmek, Suriye sorununu çözümlemek,Suriyelilere istedikleri değişiklerde yardımcı olmak kararını sürüklüyorlar.

*
Geçici bir yönetimi sağlayacak Cenevre sürecini desteklemek -o sırada, muhtelif biçimlerde bölgede Yemen,Tunus,Libya,Mısır’ı ve Türkiye,Suriye ve Irak’ı İslamcı aşırılık yanlılarından,İslamcı dini ve siyasi lider ve kadrolardan arındırmaya çalışıyorlar.
Sonuçta kimi diğer uluslararası sorunların da çözülmesi ardından meşruiyeti ve güvenilirlik sorunu ile tartışılan BM Güvenlik Konseyinde ulusal çıkarları için ayrıcalıklı pozisyonlarını dünya siyasetinin belirleyicisi yapan mevcut statükonun değişmesine işbirliği yapılıyor.
Çağdaş ve özgür dünya demokrasiyi Başbakan Erdoğan’ın ifadesinin aksi yönünde çoktan sorgulanmaya başlamıştır, İslamcı siyaset revizyona tabi tutuluyor, İslamcı demokrasi mavrasına takılanlar tasfiye ediliyor, dünya bu yolda çeşitleniyor…

17.8.2013

Exit mobile version