2003 yılının ilkbaharında bir konferans için Yunanistan’a gitmiştim. Konferans Selanik şehrine yakın olan Halkidiki’deydi. Ben hafta sonunu da değerlendirecek şekilde birkaç gün evvelden gitmiştim Yunanistan’a. İşime geldiği içinde İzmir üzerinden, Atina’ya uçmuştum. Niyetim birkaç gün Atina’da kalıp, Parthenon’u, şehir merkezini ve Pire’yi görmekti. Pire zaten Atina’dan bir taş atımı uzakta olan çok güzel bir kent. Sonra’da otobüsle Selanik’e gidip konferansa katılma planını yapmıştım. Sokak Rumcasını bildiğim ve Yunan harflerini büyük, küçük okuyabildiğim için dil sorunum zaten olmayacaktı. Nitekim olmadı.
Vize için başvurduğum Lefkoşa’nın Rum kesimindeki Yunan Büyükelçiliği uzun zamandan beri beni bekletiyordu vize vermek veya vermemek için. O sıralarda Yunanistan’da hükümet değişmiş ve yeni başbakan ilk ziyaretini Kıbrıs Rum tarafına yapmıştı. Ben tam vizeden ümidimi kesmişken yeni Başbakan Konstantinos Simitis’in ara bölgede yer alan Ledra Palas’ta Birleşmiş Milletlerin organize ettiği bir resepsiyona katılacağı gazetelerde yer aldı. Bunu bir fırsat bilip Türkiye Cumhuriyeti pasaportumu etkinliğe katılacak olan dönemin CTP genel Başkanı, sonradan da hem Başbakan olacak, hem de Cumhurbaşkanı seçilecek Sn. Mehmet Ali Talat beye verdim, “bir akademisyen olarak Yunanistan Elçiliği bana bize vermiyor, vize almam konusunda bana yardımcı olması için lütfen pasaportumu Başbakan Simitis’e verebilecek fırsatı yaratırsan çok sevinirim” diyerek.
Belli ki Sayın Talat pasaportumu hem Başbakan Simitis’e vermiş ve hem de biraz sitem etmiş olmalı ki sonucu inanılmaz oldu. Ertesi gün sabah saat daha dokuz olmadan Yunanistan Elçiliğinden beni aradılar, karşılıklı geçişler daha başlamamış olduğu için de pasaportumu, içinde vizesi ile birlikte Ledra Palas kapısına kadar gönderdiler.
Aradan kısa bir müddet geçtikten sonra kapılar açılmıştı ama ben zaten vizemi almış, sorunu halletmiştim.
İzmir üzerinden THY ile gittiğim Atina havaalanına indiğimde beni ufak yollu kibarca sorguya çekmelerinin ardından Atina’daki otelime gidip yerleştim. Ertesi gün şehri gezmek için otelden çıktım. Otelin karşısındaki meydanı, bir boydan diğerine geçmek için trafik ışıklarında bekledikten sonra yayalar için yeşil yanınca ana caddede yürümeye başladım. Tam yarı yola geldiğimde aklıma otelde kimliğimi bıraktığım geldi ve geri döndüm. Aynı anda benim arkamdaki kalabalıktan üzerinde kırmızı montu olan birisi daha geri döndü. O önde ben arkada caddeyi geçtik. Ben doğru otele gittim ve kimliğimi aldım. Onun ise nereye gittiğine dikkat bile etmedim. Zaten beni hiç ilgilendirmezdi nereye gittiği.
Öğleye kadar şehri dolaştım, Parthenon’a gittim, kafelerde oturup çay, kahve içtim. Öğleden sonra Pire’ye giden otobüse bindim. Yerime otururken arkamdan otobüse binmiş olan kırmızı montlu adamı ön sıralarda ayakta dururken gördüm. Pire’yi de dolaştıktan sonra dinlenmek için bir kafeye oturduğumda aynı kişi gene oradaydı. O anda jetonum düştü. Kırmızı montlu kişi sivil polisti ve beni takip ediyordu. Sonraları birkaç kez selamlaştık ama arkadaş olamadık…
Aradan geçen 10 yılda belli ki hem Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler değişmiş hem de kavramlar. Geçen hafta içinde Ege’de, Yunanistan’a bağlı Sakız adasının yakınlarında, Türkiye’de silahlı eylem gerçekleştirmek isteyen 3 kişinin şişme bir bot içinde silah ve cephane ile yakalanması, iki ülke arasındaki terörle mücadele ittifakının oluştuğunun mükemmel bir ispatı oldu.
Bu ittifakın boyutu sadece her iki ülkenin Sahil Güvenlik kuvvetlerinin işbirliği düzeyinde değil. Daha da ötesi var bunun. Terörle mücadelede sorgulama ve istihbarat uzmanı olan 5 kişi ile MİT’den 2 kişi Atina’ya gidip hem ellerindeki bilgileri Yunanistan’ın anti terör ekibi ile paylaştılar hem de bu kişilere sorular yönelttiler. İşin ucu ABD Elçiliğine yapılan canlı bomba saldırısına kadar uzandığından da sorgulamada FBI ve CIA’de yer aldı.
Şimdi uzun bir dönem kanlı bıçaklı olan iki komşu ülke Yunanistan ve Türkiye arasında gelinen nokta ve yaratılan işbirliği çok farklı boyutlarda.
Daha on sene evvel beni bile takip etmek gereğini duymuş olan Yunan İstihbaratı, şimdi Türkiye’nin MİT’i, diğer istihbarat kuruluşları, Terör ve anti terör birimleri ile yakın bir işbirliği içine girmiş. Ege’de ortak petrol ve doğalgaz aranması gündemde. Karşılıklı Ege ordularının azaltılması veya da lav edilmesi görüşülüyor. Türk ve Yunan şirketleri evlilikler yapıp, her iki ülkeyi kapsayan yatırımların peşinde. Geçmişe kıyasla farklı bir gidiş ve farklı bir işbirliği var. Yılların düşmanca duyguları yerini dostça ilişkilere bırakmış…
Umarım anavatanların bu işbirliği bizlere de bulaşır ve Kıbrıs adasında 1955 yılından beri süregelmekte olan huzursuzluk, silahlı çatışma ve egemenlik kavgası son bulur…
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
12 Ağustos 2013