Gökhan Güler,
KKTC Meclis Özel Kalem Müdürü
Türkiye Siyasi, Ekonomik, Kültürel bir kuşatma ile karşı karşıya. Soykırım gibi vahim bir insanlık suçunun işlenebilmesi için ‘’ O ‘’ milletin tarihinde bu suça yatkınlık olması gerekir. Bir şahıs için suça yatkınlık nasıl bir özellik ise, toplumlar için de öyledir. Türk tarihi incelendiğinde soykırıma ve asimilasyona rastlanamaz. Avrupa mezhepler mücadelesinin kanlı soykırımlarını yaşarken, Osmanlı’da her din ve mezhebin ibadethanesinde rahatça ibadet ediliyordu.
Osmanlı çekildikten sonra, kan gölüne dönen Balkanları, Yugoslavya’yı, Ortadoğu’yu yüzlerce yıl barış içinde yönetmesi Türk’ün hoşgörü anlayışının göstergesi değil midir? Fransa, İngiltere, İspanya, Hollanda vb ülkelerin sömürgelerinde halkın konuşma dili değiştirilirken, Osmanlı’da her halk kendi diliyle konuşuyordu.
Kendi ülkelerinde soykırıma baskıya uğrayanlar Türkiye’ye sığınıyorlardı.
Ermeni Meselesini anlamak için, Türkler ile Ermenilerin tarihsel geçmişine bakmak gerek…
Ermeniler, tarihte birçok egemenlik altında kaldıktan sonra 1071’de Türk hâkimiyetine girmişlerdir. Ermenileri Bizans zulmünden kurtaranlar Selçuklu Türkleri olmuştur. Fatih döneminde Ermeni cemaatine din ve vicdan hürriyeti tanınmıştır. 19’ncu Yüzyıla kadar Türk idaresinde altın çağlarını yaşayan Ermeniler, askerlikten ve bazı vergilerden muaf tutulmuş, ticaret ve devlet idaresinde önemli yer edinmişlerdi. Osmanlı Devletinin yıkılma sürecine girmesiyle birlikte, bazı Avrupa devletleri Ermenileri Osmanlıya karşı kışkırtmak ve örgütlemek suretiyle Osmanlının parçalanmasını hızlandırmak istediler.
1820’lerden sonra Kafkasya’daki Eçmiyazin Ermeni Kilisesinin tümüyle Rus nüfuzuna girmesi, Ermenileri kazanmak için Fransızların 1830’da Ermeni Katolik kilisesini, İngilizlerin 1847’de Ermeni Protestan Kilisesini kurması bu amacın bir parçasıdır. 1856 yılında Avrupalılarca hararetle desteklenen Islahat Fermanları sonucunda Ermeniler ayrıcalıklarını kaybetmişler ve yeni bir yapılanma çalışmasına başlamışlardı.
1877-1878 Osmanlı-Rus harbi sonucunda Doğu Anadolu toprakları kaybedilince, zaten Rus etkisinde olan Eçmiyazin Kilisesi buraların kendilerine verilmesini talep ettiler. Bu dönem Ermeni iddialarının siyasi anlamda da başlangıç noktasını oluşturdu. Balkanlardaki benzerleri gibi Doğu Anadolu’da da bağımsız bir Hıristiyan devleti kurmak isteyen Ermeniler, Anadolu’da Karahaç, Armenekan, Vatan Koruyucuları, Cenevre’de Hınçak, Tifliste Taşnak komitelerini kurdular. 1890 yılında ilk olarak Erzurum’da başlatılan isyanları diğerleri izledi ve binlerce Türk katliama uğradı.
Ermeni Komiteleri, I. Dünya Savaşı ile birlikte Ruslar hesabına casusluk yaparak, silahlarıyla Rus saflarına geçerek, Türk köylerini topluca yakıp, kadın çocuk demeden herkesi katletmişlerdi. İşgale karşı savaş veren Türk ordusunu arkadan vuran Ermenilere karşı acilen tedbir alınması gerekiyordu. 24 Nisan 1915 tarihinde, bu eylemleri gerçekleştiren Ermeni komiteleri kapatıldı ve 2345 kişi ise tutuklandı. Ancak bu önlem de Ermenileri durdurmaya yetmedi. Savaş bölgelerinde bulunanların casusluk ve ihanetlerine engel olunması için 27 Mayıs 1915te Tehcir Kanunu çıkarıldı.
Göçe tabi tutulan yaklaşık 700 bin kişi, yine Osmanlı toprakları içerisindeki güvenli bölgelere yerleştirildiler. Ancak sonraki yıllardaki Ermeni iddialarında bu göç sırasında 2-3 milyon kişinin öldürüldüğü iddia edilerek, Ermeni nüfusunun birkaç katını ifade eden gülünç rakamlar ortaya atıldı. Ermenilerin bağımsız Ermenistan hedefleri, Türkiye’nin Erzurum, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır ve Sivas illerini içine alıyor ve zaman içinde Adana, Halep ve Trabzon illerini de kapsaması planlanıyordu.
Osmanlı tarafından Teba-i Sadıka, yani sadık vatandaş olarak tanımlanan, her yerde Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan, Osmanlı yönetiminde çok sayıda Bakanı ve 20 bine yakın memuru bulunan Ermeniler, çeşitli ülkelerin Osmanlıyı parçalama emellerine alet olmuşlardı. Önceleri Ruslarla birlikte Gönüllü Alayları ile Osmanlıya karşı savaşan Ermeniler, Milli Mücadele döneminde Lejyonlar halinde İngiliz ve Fransızlarla birlikte hareket etmiş ve yabancıları bile hayrete düşürecek katliam örnekleri sergilemişlerdi. Bu savaş ve katliamlarda 2,5 milyon Türk öldürülürken, 200 bin Ermeni de hayatını kaybetmişti. Anadolu’nun en küçük yerleşim birimleri bile yakılıp yıkılmış, büyük vaatlerle kışkırtılan Ermeniler sonunda Batılılar tarafından da kaderlerine terk edilip onlarla birlikte ülke dışına kaçmışlardı…
* * *
Soykırım gibi vahim bir insanlık suçunun işlenebilmesi için ‘’ O ‘’ milletin tarihinde bu suça yatkınlık olması gerekir. Bir şahıs için suça yatkınlık nasıl bir özellik ise, toplumlar için de öyledir. Türk tarihi incelendiğinde soykırıma ve asimilasyona rastlanamaz. Avrupa mezhepler mücadelesinin kanlı soykırımlarını yaşarken, Osmanlı’da her din ve mezhebin ibadethanesinde rahatça ibadet ediliyordu…
1469 yılında İspanya ve Portekiz’den kaçan on binlerce Musevi ve Müslüman ; Avusturya – Macaristan imparatorluğundaki iç çatışmalar sonucu 1680 yılında Tökeli İmre ve adamları, 1711 yılında Rakoczi Ferençh ve adamları, 1849 yılında Layoş Kosuth ve 2000 kişilik Macar grubu; İsveç Kralı Demirbaş Şarl ve 2000 dolayında adamı; 1841 ve 1856 yıllarında Polonya’lı Prens Chartorski; 135 bin kişilik ordusuyla Ekim 1917’de Rus komutan Vrangel ve diğer Beyaz Ruslar, Troçki başta olmak üzere Stalin muhalifleri, Birinci dünya savaşı öncesi ve sonrası Balkanlardan ve Kafkaslardan farklı etnik ve dini gruplardan milyonlar Türkiye’ye göçmüştür.
1930’lu yıllardan itibaren Polonya ve Almanya kökenli on binlerce Musevi Türkiye’ye sığınmıştır. Sözde Ermeni soykırımının üzerinden 20-25 yıl gibi kısa bir süre geçmişken, soykırım yaptığı iddia edilen bir milletin, soykırımdan kaçanlar tarafından kurtarıcı olarak görülmesi bile soykırım iddiasının bir yalan olduğunu göstermeye kâfidir.
Batının Hıristiyanlık Adına Yaptığı Soykırımlar Haçlı Seferlerinde Müslümanlar yanında Ortodokslar toplu kıyıma tabi tutulmuştur. Endülüs’te, Sicilya’da milyonlarca Müslüman katledilmiştir. Engizisyon mahkemeleri din adına yüz binlerce insanı yakmıştır. Orta Çağ, batının dini katliamlar çağıdır.
Amerika’nın keşfi, aynı zamanda dünyanın en büyük katliamının başlangıcıdır. Amerika kıtasının sahipleri olan Kızılderililer kitleler halinde yok edilmiştir. Batılı, katliam yapmakla kalmamış, bu canileri filmleri ile çizgi romanları ile bize kahraman olarak empoze etmiştir. Ve Gaz odalarında, Fırınlarda Laboratuarlarda Temerküz Kamplarında Ari ırk adına, Hıristiyanlık adına katledilen 3 milyon insan.
Batılı bir milletin yaptığı bu soykırıma, batılı diğer milletler kendi toprakları işgal edilene kadar sessiz kalmıştır. SSCB’de Stalin Döneminde Ukrayna’da, Kırım’da, Sibirya’da katledilen milyonlar, 1954-1962 arasında Fransızların katlettiği yüz binlerce Cezayirli Müslüman, Endonezya’da, Kamboçya’da, Ruanda’da gerçekleşen soykırımlarda acımasızca yok edilen milyonlarca insan Vietnam’da yaşananlar. Daha dün Sırplarca katledilen on binlerce Hırvat ve Boşnak…
Türkiye’nin Mülteci cenneti olma özelliği Cumhuriyet’te de devam etmiştir. Kırım’da, Ahıska’da, Kerkük’de, Doğu Türkistan’da soykırım tehdidiyle karşı karşıya kalanların, Bulgaristan’da Jivkov’un, Irak’da Saddam’ın zulmüne uğrayanların sığınağı hep Türkiye olmuştur. Türk devlet geleneğinde “adalet” vardır, “kültürlerin yaşatılması” vardır; ancak, “katliam” ya da “soykırım“ yoktur.