DOĞMAMIŞ BEBEK ÜZERİNDEN EMPERYALİST PROPAGANDA

Doğmamış Bebek Üzerinden Emperyalist Propaganda
Liseli bir kız, mahalli tarzıyla TV muhabirine ateş püskürmüştü: “Hakkari deyince haberlerde hep terör, hep olaylar.. Halbuki bizim bunlardan haberimiz bile olmuyor. Bu şehirde de bir sürü başarılar var, haber olması gereken güzellikler var. Niçin bunları görmezsiniz?..”
Sadece Hakkari mi? Edirne’den Karsa kadar haber bültenlerinde Türkiye demek, siyaset atışmalarından sonra kadına karşı şiddettir, trafik kazalarıdır, hırsızlıklardır, yangınlardır, doktora karşı şiddettir.. Mesela Ramazan vesilesi ile bir sürü iyilikler, ihsanlar, hayır sahiplerinin yardımları vardır. Bunlar ise makarna dağıtılan kamyonun önünde insan yığınlarının birbirini ezmesiyle ekranlarda yer bulabilir. Sadece Türkiye mi? Bütün İslam dünyası veya Türk dünyası haberlerinde mutlaka ölü bulunmalıdır. Terör saldırısı, iç savaş, fevkalade cinayetlerle bu ülkelerin isimleri duyulabiliyor.
Avrupa’nın son deliği, yamalı bohçaya dönmüş ada devletinin sarayından doğacak çocukla ilgili haberler aylar öncesinden başladı. Bebeğin kız mı erkek mi olacağından, saçının rengi, isminin ne olacağı… Sanki bütün dünyanın tek kaygısıymış gibi tatlı bir merak ve zarif bir sunuşla her gün gazeteler, haber bültenleri meşgul oldu. Günahsız bebeğin doğumu, hastanedeki günleri, evine doğru yola çıkışı ve ismi.. Bu konular bir İngiliz vatandaşı açısından magazin tartışması, merak veya bahis konusu olabilir.
Doğacak bebek veya evlenecek prens-prenses sanki bizim ülkemizin de kralı, kraliçesi olacak. Verilen her ayrıntı onların buna layık olduklarını bilinçaltına yerleştirir. Gelinlik pahalı, süslü, olduğu zaman da sempatiyle duyurulur, sade olduğunda ayrı bir sempatiyle. Ama daima yapılanlar en güzeldir, en makuldür, herkesin hayranlığına layıktır. Asırların krallığı üzerine bina edilen bu davranışlar karşısında bizim de asil Osmanlı hanedanımız akla gelir. Son Sultan’ın İngiliz zırhlısıyla ülkeyi terkettiği şayiası iki de bir tedavüle çıkar da kendisini tanımayan yönetime karşı ülkede kardeş kanı döktürmediği dile getirilmez. Hatta Ulu Hakan Abdülhamid’in muhafız alayı komutanı, şehre yaklaşan isyancı Hareket Ordusu’nu durdurmak için izin istemesine karşın Büyük Sultan’ın kardeş kanı dökülmesine müsaade etmeyip tahtı bırakmayı göze aldığı asil davranışı hatırlanmaz bile.
Dünyanın üç kıtasında asırlarca sadece adalet ve hakkaniyetle değil aynı zamanda sanat ve imaret eserleriyle hüküm sürmüş hanedanın ahfadı olarak Osmanlı’nın fevkalade nizam, intizam ve zarafetinden bahsetmek bir dönem suç sayıldı. Kazara bir habere konu olduğunda arkasından “ama” ile başlayan iftira veya cehalet bulaşıkları halen eklenir. Bir tarihçi Osmanlı vakıflarının devleti soyduğu üzerine araştırmasını kurgularken bir başka ilahiyatçının Âl-i Osman idaresinin İslam dairesi dışına çıktığı üzerine tez sahibi olduğunu görüyoruz. Mesela bu vakıfların Osmanlı sosyal sistemindeki asırları aşan olağanüstü fonksiyonu, bugünkü sosyal devlet sistemlerinin dahi ulaşamadığı başarısı oryantalist bir körlükle geçilir. Hemen her bültende prensesiyle, görkemli şatolarıyla, ışıltılı atlı arabalarıyla, hatta kedi-köpeğinin maharetleriyle İngiltere haberlerdeki yerini alırken ülkemizde ve bölgemizde sürekli şiddet, terör, kan, hırsızlıklar vardır. Ama Ortadoğu’nun birbirinin kanını içmekten doymayan diktatörlerinin İngiliz işgali sayesinde işbaşına geldiği ise bilinmez, gündeme gelmez.
Tüketim ürünlerini pazarlamak için bunların kaliteli olması yetmez. Reklam tekniğiyle tanıtmak, onları uygun ambalaj ve ulaşım imkanlarıyla tüketiciye sunmak gerek. Kendi ürününü pazarlamakla beraber rakiplerinin önünü kesmenin yolları vardır, bu yolda kullanılan ajanlar bulunmaktadır. Hemen her gün İngiltere’nin bir şehrinden, bir üniversitesinden, hatta bir evinden fevkalade bir haberin bültenlerimizi işgal etmesi sinsi bir pazarlama tekniği sonucudur. Hiçbir şey bulunamazsa maharetli bir kedi veya köpeğin, ama mutlaka İngiliz sahibi eşliğinde maskaralıklarının servisi de. Bütün bunlar yapılırken Londra merkezli ada devleti hak etse de etmese de asalet, estetik, bilim ve dehalarıyla bilinç altına yerleştirilir. Bilinçaltındaki bu veriler, turizmde, eğitimde, yatırımda ülkeye ekonomik güç yanında siyasi prestij olarak döner. Rakiplerinin asalet, zarafet ve deha ürünleri ne derece zengin olsa da onları tüketici gözünde yok etmenin planları da sinsice uygulanır.
İngiliz işgalinden sonra iflah olmayan Suriye’nin, Irak’ın, Mısır’ın ölü sayılarıyla, kendi ülkemizin şiddet haberleriyle İngiltere’nin ise masum, mütevazi, prensesleri ve sevimli bebekleriyle ekranlara gelmesi geniş çaplı kamuoyu bombardımanın bir parçasıdır. Her ülkenin kendi prestijini artırma, başkalarınınkinden üstün gösterme hakkı vardır. Vatandaşlarının da bu yönde görevleri bulunmaktadır. Ama bizdeki medyanın büyük kısmının sanki ülkemizin güzelliklerini yok sayma, hatta negatife indirme görevi var. Batıda cinayet veya şiddet haberleri genellikle mahalli kalıyor veya münferit bir olay gibi sunulurken bizdekiler bütün toplumun benimsediği, önüne geçilmeyen bir alışkanlık gibi duyuruluyor. Dolayısıyla bu yazının konusu İngiliz düşmanlığı değil. Fakat kendi medyamızın ülke çıkarlarına karşı tutumudur.
Daha bebek doğmadan önce sadece magazin haberlerinde yer alabilecek bir konunun bütün topluma mal edilmesi, buna karşın kendi toplumunun güzelliklerinin haber değeri olmaması derin bir medya sorunu olarak karşımızda durmaktadır. Medya, kısa vadede reyting değeri olan habere bakar, ancak uzun vadede hangi haberlerin ilginç hale geleceğine kendisi karar verir ve uygular. Aynı durum diziler için, hatta bütün tüketim maddeleri için sözkonusudur.
alaeddin.yalcinkaya@marmara.edu.tr


Yazıları posta kutunda oku