Seçimler bitti, KKTC’de son 9 aydır süren siyasi çalkantı da beraberinde son buldu.
Halkın iradesi bir partiye kaybettirdi, diğer partiye üstünlük verdi.
Önemli olan bundan sonra ne yapılacağı ve ne yapılması gerektiğidir.
Meclise giren siyasi partiler koalisyona girip girmemeyi, hükümette yer alıp almamayı elbette kendi ilgili kurullarınca kararlaştıracaklardır. Buna hiç kimse karışamaz, müdahale de edemez.
Ama koalisyon hükümetini sandalyeye oturduğu vakit, hem içte, hem de dışta artık boyu dizi bile geçmiş, yılların verdiği ihmallerle kemikleşmiş ve kangren olmuş anayasa kökenli sorunların kendilerini beklediği de bir başka gerçek.
Bu nedenle de eğer hedef, sırf Bakanlık koltuklarında oturarak, günü gün etmek değilse ve KKTC’nin sağlıklı bir şekilde ayakta durması isteniyorsa, başta anayasamız olmak üzere, kamuda, tayin terfilerde, 3’lü kararnamede ve gelişmenin, ileri atılmanın önünü tıkayan diğer ilgili yasa ve tüzüklerde gerekli değişikliklerin yapılması da şarttır. Bu değişikliklerden bazılarının da birtakım kişilerin canını yakacağını ve bir takım menfaatlere son vereceğini söylemek de hiç yanlış olmaz.
Bu gerçekler ışığında geniş tabanlı bir koalisyona gereksinimiz olduğu da ortaya çıkmakta. Zaten böylesi bir koalisyonu siyasi partiler kendi gönüllerince kurmazlarsa, kendilerine bir şekilde kurdurtulacağı da bugün içinde bulunduğumuz siyasi ortamın bir başka gerçeği.
Ancak sağda ve solda yer alan siyasi partilerin asgari müştereklerde birleşerek geniş bir tabanı temsil edecek şekilde hükümet çatısı altında birleşmeleri, tüm bu sorunların üstesinden gelebilmek ve gerekli yasal reformları yapabilmek için ön koşul.
Dış siyasette de çok çetin günler bizi beklemekte.
Bu yılın sonbahar aylarından sonra ABD’nin, BM’nin ve AB’nin Kıbrıs sorunun çözmek için başımıza çörekleneceklerini ve boğazımızı öldüresiye sıkacaklarını söylemek için kahin olmaya hiç gerek yok. Bu cümle içinde kullandığım “bizim” kelimesinin içinde Kıbrıslı Türklerle, Kıbrıslı Rumlara ilaveten anavatanlar Türkiye ve Yunanistan da yer almakta.
Hepimizin başına çöreklenecekler ve önce iyilikle, vaatlerle ve iyi sözlerle bu sorunu çözmemizi isteyecekler, nasihatten anlamazsak, zorla ve baskıyla çözdürecekler, çözümün koşulları hoşumuza gitse de gitmese de.
Asıl ismi “Abdülhamid Ziyaeddin” olan Osmanlı dönemi yazarı, şairi ve devlet adamı Ziya Paşa sanki de bu günleri görüp, günümüz Türkçesi ile “Nasihatten anlamayanı azarlamalı, azardan anlamayanı dövmeli” şeklinde tanımlanabilecek ünlü “Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” beyitini kaleme almış. İleriki aylarda başımız bayağı sıkıya girecek.
Dışta bizi bunlar beklerken, içte bekleyen sorunlar daha büyük.
Özetle; Anayasamızı değiştirmenin zamanı geldi. Neredeyse 35 yıl önce el kaldırdığım bu anayasa o günün koşullarına göre idealdi ama o günden bu güne 4. kuşak hayata gözlerini açtı, birtakım kavramlar değişti, idealler şekil değiştirdi, teknoloji inanılmaz gelişti ve anayasamız, anayasayı yapan bizlerle birlikte çok yaşlandı. Değişim zamanı geldi, kapıya dayandı.
Sadece Anayasa’da değil, kamu ile ilgili yasa ve tüzüklerde de değişim yapmanın zamanı geldi. İnsanımız devlet dairelerinde işini yapmak veya da yaptırmak için inanılmaz sıkıntılar çekmekte. Hep birlikte, cesurca bu adımların atılması ve gerekli olan reformist kararların alınması gerekiyor bu dönem. Başka çaremiz yok…
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
31 Temmuz 2013