ADI SURİYE’DİR

ADI SURİYE’DİR

HÜSEYİN MÜMTAZ

 

“Adı Suriyedir/Gülü çimendir/Giden gelmiyor/Acep nedendir” diye bir türkü elbette yok ama yine de bir şeyler “çağrıştırıyor”.

Hele yatıp kalkıp “Osmanlı bakıyyesi” rüyası görenlere fena halde çağrıştırıyor.

“Bakıyye”yi çift “y” ile ve şeddeli söyleyeceksiniz.

Biz yarısından fazlası kimliksiz/kayıtsız; yarısından azı “beyan usulüne göre” kimlikli 500.000 Suriyeliyi güneydoğunun her yerinde yersiz yurtsuz, yüzer gezer halde besler ve bakarken…

Esat dışındaki her gruba her türlü lojistik destek sağlarken…

ÖSO, PYD(Suriye’nin PKK’sı), EL KAİDE (Nurettin Zengi Tugayı), EL NUSRA gibi yeni yeni harf kümeleri ve isimleri öğrenmeye çalışırken…

Gaziantep’in Şehit Kâmil İlçesi’nde “70 komutan”ı “iftar vesilesiyle” bir araya getirir ve aynı anda “PYD lideri”ni İstanbul’da ağırlarken…

Yâni gırtlağımıza kadar Suriye açmazını “çözmeye” kendimizi angaje etmişken…

Dünya dönmeye devam ediyor…

Dönüyor da başka türlü dönüyor…

Konunun doğrudan sahibi (GOP) Amerika bile “top dolaştırıyor”.

Geçen hafta BBC’nin aktardığına göre ABD Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey Suriye’de güç kullanmanın ‘savaşa girmekten çok farklı olmayacağını’ ve ABD’ye milyarlarca dolara mâl olabileceğini vurguladı.

Washington şu ana dek Suriye’ye bir askeri müdahale olasılığına sıcak bakmadı.

Beyaz Saray’ın Suriye’deki çatışmalarda oynadığı rol, komşu ülkelerdeki mültecilere yardım dağıtmak ve Suriyeli muhaliflere ‘ölümcül olmayan’ yardımlarda bulunmakla sınırlı.

Dempsey, senatörlere yazdığı açık mektupta ABD ordusunun Suriye’de girişebileceği şu beş askeri seçenekten bahsetti; 1. Muhalifleri eğitmek, danışmanlık yapmak ve yardım etmek. 2. Kısıtlı saldırılarda bulunmak. 3. Uçuşa yasak bölge oluşturmak 4. Suriye’nin içinde tampon bölgeler oluşturmak 5. Şam’ın elindeki kimyasal silahları kontrol etmek.

Yâni ABD’nin Genelkurmay Başkanı senatörlerine mektup yazdı…

Ne biçim demokrasi bu yahu?

Dempsey, ilk seçeneğin ülkesine yılda 500 milyon dolara mal olacağını, diğer dört seçeneğinse ayda 1 milyar dolarlık bir mali yük getirebileceğini belirtti.

General Dempsey, ‘Güç kullanmak hiçbirimizin kolayca aldığı bir karar değil. Savaşta girmekten çok da farklı değil’ dedi.

Dempsey, bahsettiği seçeneklerin muhalifleri güçlendireceğini ve Cumhurbaşkanı Beşar Esad üzerindeki baskıyı kabul ettireceğini belirtti. Ancak ABD’nın Irak ve Afganistan’daki daha önceki müdahalelerinden ders alması gerektiğini vurguladı.  Dempsey, ‘Son 10 yılda öğrendiklerimiz, işleyen bir devleti muhafaza etmek için neler gerektiği konusunda dikkatli bir değerlendirme yapmadan, sadece askeri güç dengesini değiştirmenin yeterli olmadığını gösteriyor’ dedi.

Yâni “para babası” Amerika elini cebine atmakta zorlanıyor; bizim 600 yılını bir türlü doğru okuyamadığımız Osmanlı müktesebatına karşılık Irak ve Afganistan’dan ve özellikle son 10 yıldan ders aldıklarını söylüyor ve en önemlisi “işleyen bir devleti muhafaza etmek için neler gerektiği konusunda dikkatli bir değerlendirme yapmadan, sadece askeri güç dengesini değiştirmenin yeterli olmadığını gösteriyor” diyor.

“İşleyen devlet” diyor, “dikkatli değerlendirme” diyor, “askeri güç dengesini değiştirmek yeterli olmaz” diyor.

Diyor oğlu diyor..

Daha ne desin?

“Dünya gücü” Amerika “bölge” ile ilgilenmeye devam ediyor..

Gen.Kur.Bşk senatörlere Suriye konusunda hem de açık mektup yazarken Obama yönetimi de Mısır’la “ilgileniyor”.

Obama yönetimi, uzun incelemelerden sonra ABD kanunlarının, kendilerine, Mısır’a olanları “darbe” olarak tanıma yükümlülüğü getirmediğine kanaat getirerek, Mısır’a yönelik yardımlarını devam ettirebileceğinde karar kılıyor.

Dışişleri Bakanlığı ve diğer kurumlardan hukukçular tarafından, ABD’nın Mısır’a yardımlarının hukuki durumuna yönelik 3,5 hafta süren çalışma, geçen hafta Beyaz Saray’a sunulmuş.

Amerikan basınına konuşan Amerikalı bir yetkili de çalışmayı dayanak göstererek, kanunların, Mısır’da olanların darbe olup olmadığına yönelik resmi bir tanımlama yapmasını gerekli kılmadığını belirterek, “Bunun ne darbe olduğunu ne de darbe olmadığını söyleyeceğiz, birşey söylemeyeceğiz” demiş.

Dışişleri Bakanlığının günlük basın toplantısında sözcü Psaki, “Kanunlarımıza uygun şekilde Mısır’a yardımların devam etmesinin, demokratik hükümete sorumlu bir geçişin ilerletilmesi hedefimiz açısından önemli olduğuna ve bunun ulusal güvenlik çıkarlarımızla uyuştuğuna inanıyoruz” demiş.

Mısır’ın bölgenin barış ve güvenliği için bir “istikrar sütunu” olduğunu belirten Psaki, istikrarlı ve başarılı demokratik dönüşüm geçiren bir Mısır’ın ABD’nin çıkarına olduğunu kaydederken “Yaptığımız incelemelere göre, kanunlarımız, bize, resmi bir tanımlama yapma yükümlülüğü getirmiyor. Dolayısıyla, Mısır’daki geçiş hükümetini, istikrara, demokratik bir sivil yönetime ve kapsayıcı bir hükümete tekrar kavuşmak için hızlı ve sorumlu bir dönüşüm yaşanmasını teşvik etme bağlamında, Mısır’a yardımları en iyi ne şekilde devam ettireceğimiz noktasında Kongre ile çalışacağız” diye konuşmuş.

Amerika Suriye’de savaşa girmiyor, Mısır’daki olaya “darbe” demiyor ve yardımların devam edeceğini söylüyor.

Amerika’nın Sesi’nden Selin Süer Ünlü’nün sorularını yanıtlayan Washington Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Soner Çağaptay da, Amerika’nın yeni Ortadoğu politikasını şöyle özetliyor:

“Washington’da son yıllarda izolasyonist bir politika eğilimi ortaya çıktı. Nedir bu eğilim? Amerika’nın Ortadoğu ve özellikle Müslüman ülkelerle çok fazla iştigal etmemesi gerektiği yönünde bir kanı bu. Bu Amerikan sağında da solunda da paylaşılan bir
kanı. Soldaki tavır şu: Amerika’nın ‘kendi değerlerini Müslüman ülkelere empoze etmemesi gerektiği, insani sebeplerle de olsa içişlerine müdahale etmemesi gerektiği’. Amerikan sağında da yine izolasyonist bir akım var ama sebep şu: Amerika’nın kendi ekonomik sorunlarını halletmek için kendi içine yoğunlaşması gerektiği ve ‘kaynaklarını Müslüman ülkelerde israf etmemesi’ yönünde bir akım oluştu. Dolayısıyla Amerika mümkün olduğunca Ortadoğu’daki sorunların dışında kalmaya çalışıyor. Suriye’de Obama Yönetiminin yavaş adım atıyor olmasının sebebi de bu. Mısır’da da Amerika’nın ‘ne şiş yansın ne kebap’ demesi ve iki taraftan yana da tavır almamasında da bunun etkisi var.”

Soner Çağaptay’a göre Amerika bir süper güç ama artık kendisini bir böyle görmüyor. Çağaptay durumu şöyle özetliyor: “O yüzden de bölgedeki gelişmeleri belirleyici ülke konumunda değil. Dışarıdan takip eden, gelişmelere anlık, günlük olarak tepki veren ancak uzun vadede bunları belirleme yeteneğini kendisinde görmeyen bir aktör ve bence Amerika’nın Mısır’da şu anda ne Müslüman Kardeşler ne de ordu üzerinde telkin ve teskin kabiliyeti yok.”

Çağaptay, Obama Yönetimi’nin Suriye politikasının Türkiye’ye etkilerini de değerlendirirken de “Suriye konusunda Türkiye’deki beklentiler yüksek ama sayın başbakanın son ziyaretinden sonra bu beklentiler düştü. Çünkü buradaki havanın okunması açısından faydalıydı o ziyaret. Amerika’da Türkiye’deki beklentilerin aksine bir politika var. Amerika Suriye’de mümkün olduğunca az yükün altına girmek istiyor. Buradaki tabiriyle ‘Leading from behind’ yani önden gitme değil arkadan gitme stratejisi izliyor. Bu Amerika’nın yeni Ortadoğu politikasının özeti olabilir. Bu da tabii Türkiye’nin Amerika’dan beklentilerinin bir kısmının da karşılanmayacağı anlamına geliyor” dedi.

Bağış mıydı o hep “bir adım önde” diyen?

Yetmedi…

Yine geçen hafta NATO eski Genel Sekreteri ve AB eski Yüksek Temsilcisi Javier Solana, Mısır’daki darbe sonucunda kaybedenlerden birinin de Türkiye olduğunu ifade etti.

 

Solana, “Project Syndicate” sitesi için yazdığı makalede şu ifadeleri kullandı:

“Sık sık İslamcı demokratik modelinin, demokratik değişim arayışındaki diğer Müslüman ülkeler için bir hedef olduğunu iddia eden Türkiye, Mısır’daki darbe sonucunda kaybedenlerden biri oldu.  Türk dış politikası, diğer Sünni İslamcı rejimlerin de katılımıyla, kendi çıkarları doğrultusunda bir bölgesel düzen kurmayı amaçlıyordu. Mısır da şüphesiz bu stratejinin en önemli parçasıydı ve bu ülkedeki siyasi istikrarsızlık, Türkiye’nin siyasi modelliği konusundaki şüpheleri de beraberinde getirdi. Ayrıca Türkiye’nin ekonomik çıkarlarını da riske attı.”

Derken…

Dün, hem de Ramazan’da, hem de iftar saatine yakın Somali’nin başkenti Mogadişu’da Türk Büyükelçiliği ek binasına bombalı araçla saldırı düzenlendi.. Bir güvenlik görevlisi şehit oldu dört kişi yaralandı.

Hayrettir saldırıyı El Kaide bağlantılı El Şebab üstlendi. Örgütün Twitter adresinden paylaşılan mesajda, saldırıda Türk diplomatların hedef alındığı belirtildi.

Müslüman, Müslümanı öldürür mü?

Vesselâm…

Mümtaz Soysal’la bitirelim;

“Ne var ki Türkiye-Suriye ilişkilerini şimdiki biçimiyle daha fazla sürdürüp askıda tutmak her iki ülke için akıl kârı bir tutum olamaz. Çeşitli Kürt gruplarının sınır boyunca yarattıkları anarşik duruma göz yummak, ya bilinçli bir huzursuzluk yaratma niyetinin belirtisidir ya da Suriye üzerine bir ‘müdahale’ için Birleşmiş Milletler’i de harekete geçirip sorunu uluslararası düzeye taşıyarak Türkiye’nin başına yeni bir dert açmak demektir” . (27 Temmuz 2013)

Ne dersiniz, Yemen Türküsü’ne içinde “Vahid vahid Suri, Türki vahid” nakaratı da geçen yeni ve “çağdaş” bir güfte yazalım mı? 28 Temmuz 2013

 

57’İNCİ ALAY HER YERDE

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ

 

 

 

ADI SURİYE'DİR - nasaistanbul