“ÇAT DİYE”
HÜSEYİN MÜMTAZ
“Benim” diyor..
Çoluk çocuk dahil 30 bine yakın Türk’ün katili, İmralı’da “ikamete memur” azılı terörist “Çat diye kalbim dursa ne olacak” diyor.
Vallahi bence en ufak bir mahzuru yok..
Hayırlara vesile olur inşallah..
Ama midem bulanıyor, artık kusmak istiyorum..
Devam ediyor;
“Benim gibi bir insan bu koşullarda, küçük bir hücrede böylesine önemli bir süreci yürütüyor. Sürecin merkezinde ben varım, çağrıyı ben yaptım, ben başlattım. Bu süreç selamete ulaşmadan benim burada çat diye kalbim dursa süreç ne olacak? Bu soruyu soruyorum bazen kendime. Dolayısıyla sağlığımla ilgili dile getirdiğim şeyler, benim kişisel kaygılarım değil, doğru anlaşılsın. Hükümete de mesaj verirken hep bu çerçevede veriyorum. Bu benim kişisel meselem değil, kişisel kaygım da değil. Pozisyonum bu kadar önemliyken süreç açısından herkesin dikkat etmesi gerekir”.
“Benim gibi bir insan” diyor..
“Bu koşullarda” diyor..
“Küçük bir hücrede” diyor..
“Önemli bir süreç” diyor, “Sürecin merkezinde ben varım” diyor, “Çağrıyı ben yaptım” diyor, “Ben başlattım” diyor..
“Sağlığımla ilgili dile getirdiğim şeyler, benim kişisel kaygılarım değil” diyor..
“Hükümete mesaj veriyorum” diyor.
“Bu benim kişisel meselem değil, kişisel kaygım değil” diyor..
“Pozisyonum bu kadar önemliyken” diyor..
Psikolojik, sosyolojik, fizyolojik ve de biyolojik olarak dikkatle incelenmesi gereken bir vak’a, bir ruh hali ile karşı karşıyayız.
Siz son zamanlarda bu kadar çok “BEN” diyen birini gördünüz mü?
Kendisini dünyanın merkezi olarak gören böyle “bencil”, “megaloman” birini duydunuz mu?
“Bağımsız doktorlar heyeti” istiyormuş..
Doktorlar hep “bağımlı” mıymış?
Ne bağımlısıymış doktorlar?
Biz kendimizi hep “bağımlı doktorlara” mı emanet ediyor muşuz?
Yardakçıları, suç ortakları da meydanı boş buldular ya, onun bıraktığı yerden devam ediyor;
Bilmem ne konseyi üyesi, “Herkes bilmeli ki önümüzdeki bir hafta çok ama çok önemlidir. Türk devletinin şu anki gibi tavrı devam ederse süreç tıkanır. Şu anda tıkanmamış ama tıkanma aşamasındadır” diye “muhtıra” veriyor; başka bir bilmem ne üyesi, “Süreci tıkatan Türk devlet ve hükümetidir. Herkes devletten ve hükümetten adım bekliyor. Süreci bitiren bizler değil devlet ve hükümet tarafıdır. Gerçeklik budur. Bundan dolayı onların adım atması lazım. Tam da burada demokrasi güçleri devlet ve hükümetten adım atmayı istemeliler” diye “nota” veriyor.
Utanmadan, sıkılmadan “demokrasi” diyorlar, “demokrasiden” bahsediyorlar..
Demokrasilerin gereği sandıksa, sandıkla ilgisi olmayan, silah zoruyla isteklerini dayatan dağdaki eşkıyayı neden adam yerine koyuyoruz?
Uyduruk tek tip elbiseleriyle, silahlarıyla düze inip Cizre ve Diyarbakır’da kolluk görevi yapıp; Faraşin yaylasında “cenaze töreni” düzenliyorlar.
“Silah gösterdikleri” o törende Nazmi Gür adlı şahıs, “Önümüzdeki yerel seçim sonrası” özerkliği kutlayacaklarını söylüyor. “Artık 4 parçadaki Kürt halkının birleşme zamanıdır. Kürt halkı, ulusal ittifakını pekiştirerek, özgürlüğe yol olacaktır. Artık 4 parçadaki Kürt halkının birleşme zamanıdır. Kürt halkı, ulusal ittifakını pekiştirerek, özgürlüğe yol olacaktır” diyor.
Dolmuşta, çarşıda, pazarda, sokakta, kahvede kavga çıkarmayı, ortamı germeyi; bakkala, kapıcıya, profesöre, veterinere, doktora, kasaba, çiftçiye, gazeteciye, garsona, bulaşıkçıya her fırsattan istifade ile bağırıp çağırmayı, ters bakmayı, iteleyip kakalamayı biliyoruz da bu hastalıklı uzuvlara neden “tık” demiyoruz?
Neden ağzımızdan tek kelam çıkmıyor?
Başka bir bilmem ne üyesi; (İmralı’dakinin) “Ağzında yaralar çıkmakta, gün içerisinde gözlerinde yanmayla birlikte sıklıkla akıntı olmakta, burnunda ve boğazında yanmalardan kaynaklı ciddi sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır. İmralı Cezaevi’nin insan haklarına aykırı yoğun tecrit koşulları ve Ada’nın çürütücü iklim koşulları, 14 yıldır son derece rahatsız etmekte, ciddi sağlık sorunları yaşamasına neden olmaktadır. Net bir biçimde ifade etmek gerekir ki sağlığı ile Kürt sorunu iç içedir. Sağlık, güvenlik ve özgürlük koşulları, mevcut süreçle birlikte ele alınmak zorundadır. Zaten hukuken de sağlık koşullarının sağlanması, bağımsız bir doktor heyeti tarafından muayene ve tedavi edilmesi gerekmektedir” diyor..
Devleti tehdit ediyor.
Aynı iklim kuşağında, aynı sahillerde yaşayan benzer yaştaki milyonlarca insanımız hep beş yıldızlı otel koşullarında mı “barınmaktadırlar”?
Hiçbiri “bağımsız doktorlar heyeti” istememekte, “aile hekimi” ile idare etmektedir. ”Gün içerisinde gözlerinde yanmayla birlikte sıklıkla akıntı olan, burnunda ve boğazında yanmalardan kaynaklı sağlık sorunları” olan yine milyonlarca vatandaşımız “sorunlarına” aspirin ile derman bulmaya çalışmaktadır.
Hep “ben”, daima “ben” diyen bu hastalıklı ruh, bu hastalıklı kafa yapısı kaderimiz mi?
Eğer öyleyse kader utansın..
Bir de ve bütün bunlar yaşanırken de..
2000 yılının başındaki o meşhur 7.5 saat toplantıdan sonra kesinleşen yargı kararını göz ardı ederek, yok sayarak, meclise göndermeyerek sümen altına atanlar;
Atıp da sonradan meydanlarda ip at(lay)anların “sürece” katkıları da unutulmasın lütfen, sonra gönül koyarlar..
Onlar da utansın.. 12 Temmuz 2013
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ