Çağdaş devletler rejimleri ve işleyişlerinde sınırsız uygarlık için oluşturdukları sistematiklerle vicdan ve düşünce özgürlüklerini amaçlayan özgür insanlar yetiştirmeyi planlıyor.
Din’in toplumsal bir bağ ve duyarlık yarattığı kabul ediliyor ama toplumsal davranışı ve sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olmasına izin verilmiyor.
*
O yüzden -şimdilerde,Türkiye’den milyonlarca insan iktidarın devletin rejiminde ve işleyişinde getirdiği ve yavaş-yavaş geliştirilen bir sistematikle vatandaşlık yerine din, eşitlikler yerine din birliği, adalet yerine insan olmayı öngören -sonuçta,
Oluşturulmak istenen ekonomik ve siyasal yönetim anlayışına ve bunun dinamik bir toplumsal yapının inşa edilmesine olanak tanımayan politikalarına direniyor.
*
İşte Taksim Gezi Parkı eylemlerinde polisin göstericilere müdahalesini protesto etmek için Kadıköy’de “1. Gazdan-Adam Festivali” düzenlenmiştir.
Festival’de, yüzbinleri bulan kalabalıklar bir ağızdan Rock grubu Duman’ın müziğinden Eş Başkan Erdoğan ve iktidarına gazlıyor.
Biberine gazına, jopuna sopasına/ tekmelerin hasına, eyvallah eyvallah/ saldır bana utanmadan, sıkılmadan/gözlerim yanar ama ezilmedim, azalmadım / özgürüm dedim hâlâ haklıyım dedim / hâlâ sana, sanaa insanız dedik hâlâ vazgeçer miyim söyle bana /oooo..
*
O sıralarda yüzbinlerce Mısırlı da Müslüman Kardeşler örgütünün,”İslam tarihinin ışığında müminler, kendi sorunlarını ancak İslami diriliş yani şeriatın tesisi aracılığıyla oluşacak ve onunla başarı şansı bulacak bir İslami ideoloji oluşturmak suretiyle çözebileceklerdir” zan’nının oluşturduğu devlet rejimi ve işleyişinin;
Ne kendilerini küresel siyasi ve ekonomik kriterler dengesinde tutabileceğine -ne de, aklı hür-vicdanı hür Mısırlılar yetiştireceğine yitirdikleri inançla meydanları “Firavun Mursi İstifa “sloganlarıyla inletmektedir-ki,
Erdoğan’ın küresel İslami siyasetinin amaçlarında güç birliğinde olduğu Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler örgütünün Hürriyet ve Adalet Partisi henüz bir yıllarını doldurmadan iktidardan indirili_veriliyor!
*
Şimdi Erdoğan ve İslamcı siyaseti -hem,Türkiye’de -hem,yurt dışında-mesela,Mısır’da;
Toplumlarının öncü kesimini oluşturan,entelektüel sermayeleri ile üretim faktörlerinin önüne geçtiklerinin bilincinde ve daha çok entelektüel sermaye üretmenin heyecanında aktif orta sınıf, gençler ve şehir sakinlerinin geliştirdiği lidersiz ve belli bir ideolojinin olmadığı protestoların bir adım sonrasında tükeneceği çıkmazdadır.
*
Erdoğan, aleyhindeki iki gelişmeye, “milletin iradesinin demokratik süreci sekteye uğratacak ya da askıya alınacak biçimde kaldırılmasına karşı herkesin düşünce,vicdan ve din hürriyeti vardır” yargısını BM İnsan Hakları prensiplerini şahit tutarak küresel boyutta tepki veriyor!
*
Halbuki -bir tarafta, Türkiye’de Erdoğan’ın -diğer tarafta, İslam ülkelerinde Müslüman Kardeşler örgütünün aynı kanala açılmak kaydıyla yılların içinden muhtelif alanlarda oluşturdukları insan sermayesi yatırımı, bu insanlar arasında kurulan ilişkilerle aynı hedefe yönelişlerinden sağlanan sosyal sermaye yatırımından gelişen ve İslam Birliğini amaçlayan felsefe;
Aslında, BM merkezinde temsil edilen uluslararası hukukun ve İnsan Hakları prensiplerinin bu güne ulaşmasına neden olan gelişimine ters düşüyor.
*
Bu gelişim “insanların politik kapasitesi gelişime açıksa,devleti doğanın yüce bir gerekliliği olarak ele alması gerekir. İnsanın bir medeniyet kurma olasılığı,gücünün sınırıyla birlikte bahşedilen akla da bağlıdır” felsefesiyle başlamış,
Giderek insanların,”Din’in” özel bir mesele olduğu düşüncesinde yetkinleşmesi,
Vicdan özgürlüğü adına inananların inanmayanlar aleyhine sahip oldukları tüm kamusal ayrıcalıkların kaldırılması ve din’in devlet içinde egemen güç haline gelmesinin reddedilmesi -ardından,
Çağdaş devletin kanun çıkarmasının günahkâr insan işi olduğunun kabulü ve Tanrı’nın devlet hayatında ortaya çıkan tarafsız ve görünür iradesine saygının kalkmasıyla insan aklı ve vicdanının özgürleşmesi sürecidir.
*
Bu sergüzeştin hilafına İslam dininin demokrasiye aykırı olmadığı savında İslam Birliğini amaçlayan siyasi ve dini liderlere verilen ödünler -bugün, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde meşruiyeti ve güvenilirlik sorunu ile tartışılan,uluslararası hukukun üstünlüğünü rencide eden mevcut statükoyu – bunun sonucunda,
Dünyada yaşanan krizde bir sektörde ya da bir ülkede yaşanacak krizin kolayca komşu ülkelere,bölgeye -hatta,dünyaya yayılma olasılığının kuvvetlenmesiyle -şimdi,verilen ödünlerin geri alınması süreci işletiliyor.
Bu süreçte edinilen birikimlerin uluslararası hukuka ve küresel sistem ağlarına yansımasıyla İnsan Hakları prensiplerinin de aklı hür-vicdanı hür insan tipine çekilmesinin sırası geliyor.
*
Öyleyse, Türkiye’nin yeni anayasasını İslamcı değil muhafazakar Liberal AKP, sosyal demokrat CHP ve demokratikleşme talebinde BDP’nin yapacağını görmek gerekiyor.
Demokratikleşmenin sonucunda yeni anayasada; Laik’liğin toplumsal hayatın ve kültürün bir kesiminde tarikatlar,cemaatler ve dini kurumlar vasıtasıyla dini ritüellerle bezeneceği fakat din siyasetinin yapılmayacağı bir anlayışa çekileceği,
Toplumsal hayatın,siyasetin ve kültürün bir kesiminde Kürtlerin statüleşeceği,
Devletin ise bu toplumu küresel siyasi ve ekonomik kriterler dengesinde tutacağı bileşkesinde oluşturulacaktır- ki,
Bu hal-bugün, devletin merkezi, yerel ve özerk idarelerinin bütün kurumlarında,üniversite,medyada ve her yerde kadrolanmış Gülen Cemaati adamlarına,Türk ve Atatürk Milliyetçilerine -rağmen;Türkiye’nin ileriye doğru tek bir adım dahi atamaması demektir!
*
Erdoğan 10 yıllık iktidarında hem kendini hem Türkiye’yi çıkmaza sürüklemiştir.
Hâlâ havarileri Gezi Parkı eylemlerinin merkezi Taksim Meydanı’nda Ramazan’ı karşılıyor, “Yeryüzü Sofrası”ndan İslamcı siyasetin defterini dürmeye kalkan çağdaş dünyaya sözde kardeşlik,sevgi ve barış selamı çakılıyor -ki, sadece yandaşları yiyor!
10.7.2013