(27 MAYIS 1915) HÜKÜMET NİHAYET TEHCİR KARARI ALDI

ERMENİLER İÇ BÖLGELERE GÖÇ ETTİRİLİYOR

Bu yazı serimizin altıncı ve son bölümünde sizlere Tehcir yani zorunlu göç kararının nasıl alındığını belgelerin ışığında anlatmaya devam ediyoruz. Ancak bu konuyu özellikle Türk aydınlarının nasıl ele aldığını, bundan sonraki faaliyetleri daha iyi açıklayabilmek için öğrenmek istiyoruz. Bu nedenle okurlarımızdan küçük bir katkı bekliyor ve elektronik posta adresimize okurlarımızın sadece; bu seriyi okudum, kısmen okudum veya hiç okumadım şeklinde varsa görüşlerini de ekleyerek bir not göndermelerini rica ediyoruz.
Van Bölgesinin isyancı Ermeniler tarafından ele geçirilip düşman ülke Rusya’nın Ordusuna teslim edilmesi ve Van’da Rusya’nın kontrolünde bir Ermeni Devletinin kurulması, bunun yanında bölgede yaşayan 500.000’i aşkın Türk ve Müslüman halktan sadece 1500 kişi kalıncaya kadar kırılması Osmanlı Hükümetini çok zor bir durumda bıraktı. Ermeniler için acil ve sert tedbirler tartışılmaya başlandı. 27 Mayıs günü toplanan hükümet üyeleri değişik olasılıkları tartıştıktan sonra, Harbiye Nazırlığının tavsiye ettiği Tehcir ( Zorunlu Göç) kararı aldı. Olaylar şöyle gelişti:
Göç Yasasının çıkarılmasının arifesinde, Doğu Anadolu’yu savunmadan sorumlu komutanların talebi üzerine, ön hazırlık mahiyetinde, Hükümet bölge yöneticilerine bazı direktifler göndermeye başladı. Osmanlı Devleti’nin zorunlu göç olayı ile ilgili verdiği direktiflerden bazıları aşağıya çıkarılmıştır. 23 Mayıs 1915 tarihinde, Erzurum’a 14, Van’a 21 ve Bitlis’e 14 sayılı şifre ile şu talimat veriliyordu:
“Vilayet içindeki Ermeniler, Van vilayeti ile hudut komşusu olan, kuzey kısmı hariç olmak üzere, Musul vilayetinin güney kesimi ile Zor sancağı ve Merkez kazası hariç, Urfa sancağında gösterilecek yerlere göç ve barındırılacaktır. Barındırılacak yerlere gelen Ermeniler, Köy ve kasabalarda inşa edilecek konutlara yahut mahalli hükümetçe gösterilecek yerlerde yeniden kuracakları köylere yerleştirileceklerdir. Göç ettirilmeleri gereken Ermenilerin gönderilme ve iskânları mahalli yöneticilere aittir. Göç ettirilen Ermeniler, tüm taşınır mallarını beraberlerinde götürebilir. Bu taşımalar, doğal olarak, harp harekâtının müsaade ettiği yerlerde yapılır.”
Aynı gün bir şifre de Musul Valiliği ile Urfa ve Zor mutasarrıflarına yollanıyordu. Bu mesajda şunlar isteniyordu.
“Van, Bitlis ve Erzurum vilayetlerinden o taraflara gönderilecek Ermeniler Urfa’da Ermenilerin barındıkları yerlere, Musul ilinde ise vilayetin güney kesimlerine ve mahalli hükümetçe gösterilecek yerlere nakil ve oralarda barındırılacaklardır.”
“Barınma bölgelerine gelecek Ermenileri, ya dağınık biçimde mevcut köy ve kasabalara inşa edecekleri konutlara, ya da mahalli hükümetçe gösterilecek yerlerde yeniden kuracakları köylere yerleştirileceklerdir. Ermeni barındırılacak köy ve kasabalarda yeniden kurulacak Ermeni köyleri sınırının Bağdat Demiryolu’na ve diğer demiryollarına en az 25 km. uzaklıkta bulundurulması gerekecektir. Barındırma yerlerine gönderilecek Ermenilerin can ve mal güvenlikleri ile iaşeleri ve dinlenmeleri yol boyunca görevli memurlara aittir. Göç ettirilen Ermeniler tüm taşınmaz eşyalarını beraberlerinde götürebilirler.” (1)

İstanbul’un Fransa Elçiliği İşgüderinin bir raporu üzerine düşman taraf olan 3’lü İttifak devletleri (İngiltere, Fransa ve Rusya) hükümetleri bir bildiri yayınlayarak Osmanlı Devleti’ni kınadılar. Bu devletleri böyle bir bildiriye zorlayan ana kaynak tabii ki İstanbul patriği, yani dinsel kaynaklar olmuştur. İngiltere, Fransa ve Rusya devletlerinin Ermenileri mağdur ve mazlum gösteren Nota’sı, 24 Mayıs 1915 günü Havas ajansı vasıtasıyla Osmanlı Devleti’ne verildi. Notanın özeti şöyleydi:
“Rusya, İngiltere, Fransa devletleri aşağıdaki beyanın yayınlanması konusunda ittifak etmişlerdir. Hemen bir aydan beri Türk –İslâm ahali Osmanlı Hükümeti memurlarıyla birlikte ve çok zaman bunların yardımıyla Ermenilere soykırım uygulamaktadırlar. Adı geçen katliamlar özellikle Nisan’ın yarısına yakın zamanda Erzurum, Tercan, Bitlis, Muş, Sason, Zeytun ve bütün Kilikya çevresinde olmuştur. Van çevresinde yüze yakın köylerin Ermenileri katledildiği gibi aynı zamanda Osmanlı Hükümeti İstanbul’da oturan zararsız Ermenilere de musallat oldu. Türkiye’nin insanlık ve medeniyete karşı (bu kelimeler Hıristiyanlık ve medeniyete karşı idi, Hıristiyan olmayan ülkelerden tepki alır diye insanlığa çevrildi) yapa geldiği bu yeni cinayetlerden ötürü gerek Osmanlı Hükümeti üyelerinin ve gerek bu gibi katliamlara katılmış ve katılacak olanların şahsen sorumlu olacakları itilaf hükümetleri Bâb-ı Aliye açıkça tebliğ eder.” (2)
Osmanlı Hükümeti bu Nota’ya derhal sert ve açıklayıcı bir cevap vermiş. Ermenilerin yaptıklarını ve alınan tedbirlerin her devletin kendi toprakları içinde yapmak mecburiyetinde olduğu polisiye tedbirler olduğunu belirtmeye çalışmıştır.(3)
Bu sözlerde çok açık mesajlar mevcuttur. Anadolu Ermenilerinin isyan ve ihanetini geçmiş bölümlerdeki yazılarımızda açıkça izledik. Bu tarihte yüz binlerce Türk ve Müslüman’ın kanları Ermeni çeteler tarafından oluk gibi akıtılırken Osmanlı Devleti’nin aldığı yasal emniyet tedbirleri bile haksız işlem kabul ediliyor ve suçluların yakalanması hemen en güçlü batılı ülkeler liderleri arasında bile “Soykırım” olarak adlandırılabiliyordu. Bu kelimenin dünyada “bu kadar ucuz bu kadar kasıtlı ” bir şekilde kullanıldığı, bir başka örnek göstermek mümkün değildir. Bundan böyle Türklerin yaptığı her hareket, her savunma tedbiri, haklı da olsa, haksız da olsa sadece ve sadece “soykırım” olarak adlandırılacaktır. Bu Ermenilere dış dünyanın desteğini sağlamanın ve savaş sonunda dev bir Ermenistan yaratabilmenin tek yoludur.
Bu konuda fazla bir şey söylemek istemiyoruz, o tarihte bu Nota’yı veren ülkeler Van’ın Ermeniler vasıtası ile Ruslara teslim edildiğini ve Van ili ve çevresindeki 509.707 Müslüman’dan (4) sadece 1500 kadın ve çocuğun kaldığını bilmiyorlar mıydı? Tabii ki biliyorlardı. Ama Nota’da Van için kullanılan “Van çevresinde yüze yakın köyde yaşayan Ermenilerin katledildiği” ifadesine dikkatinizi çekmek isteriz.
Bu Nota bize Talat Paşanın sözlerini hatırlatıyor: “Ordu Göç ettirme kanununun uygulanmasını yeniden gündeme getirdi ve ısrar etti. Ben yine karşı çıktım. Birçok acı durumlar bana göstermiştir ki, Hıristiyanların Müslümanlara yaptıkları zulümler Avrupa’da büyük bir hoşgörüyle, sessiz karşılandığı halde, Müslümanların en ufak bir hareketi gereğinden fazla büyütülüyordu. Bu bakımdan, Rusların bu savaşta Ermenilerin yanı başında bulunması yüzünden çıkacak olan düzensizliklerin bize karşı kötüye kullanılacağını önceden biliyordum.”(5)
Ermeni faaliyetleri Mayıs ayı sonuna doğru dayanılmaz bir seviyeye geldi. Başkumandanlık 26 Mayıs 1915 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na, Ermenilerle ilgili bir yazı göndererek, bir ay önce Rusların bölgede yaşayan 100.000’e yakın Türk ve Müslüman halkın Türk hudutlarından içeri sürülmesine benzer şekilde Ermenilerin Rusya’ya değil fakat Osmanlı sınırları içinde bir bölgeye göç ettirilmesini talep eden aşağıdaki yazıyı göndermiştir.
“Ermenilerin Doğu Anadolu vilayetlerinden, Zeytun’dan ve buna benzer yoğun bulundukları yerlerdeki Diyarbakır Vilayeti, güneyine, Fırat nehri vadisine, Urfa, Süleymaniye yakınlarına gönderilmeleri şifahen kararlaştırılmıştı. Yeniden fesat yuvaları meydana getirmemek için Ermenilerin göç ettirilmesinde şu düşünceler esas alınmalıdır:
1-Ermeni nüfusu, gönderildikleri yerlerdeki aşiret ve İslâm sayısının % 10 nispetini geçmemelidir.
2-Göç ettirilecek Ermenilerin kuracakları köylerin her biri elli evden çok olmamalıdır.
3-Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil suretiyle de olsa, yakın yerlere ev değiştirmemeli. Gereğinin yapılmasını ve sonucunun bildirilmesini rica ederim.” (6)
Bu gelişmeler üzerine Osmanlı Hükümeti; 14 Mayıs 1331 (27 Mayıs 1915) tarihinde geçici bir kanun çıkarmıştır. (Geçici denmesinin nedeni, Meclis’in o günlerde kapalı olmasıdır.)
Bu geçici kanun “Savaş zamanında Hükümete karşı gelenler için askeri birlikler tarafından alınacak tedbirlerle ilgili geçici kanun” adını taşımaktadır. Bu kanuna göre;
1-Savaş halinde Ordu, Kolordu, Tümen ve müstakil mevkii komutanları, yurt savunması, asayişin korunması ve hükümet emirlerine karşı halk tarafından karşı koyma, direnme veya silahlı tecavüz vaki olursa buna karşı derhal askeri kullanarak hareketi bastırmaya, tecavüz ve direnmeyi yok etmeye yetkili ve mecburdur.
2-Ordu, Kolordu ve Tümen komutanları askeri gerekler karşısında casusluk, hıyanet halinde görecekleri kasaba ve köy halkını, teker teker veya toplu halde diğer yerlere sevk ve iskân ettirebilirler.
3-Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.(7)
Bu kanunun kabul edildiği günlerde, 26 Mayıs 1915 tarihinde verilmiş olan bir teklif 30 Mayıs 1915’te Bakanlar Kurulu tarafından görüşülmüş ve kabul edilmiştir. Buna göre, savaş bölgelerinde bulunan Ermenilerden bir kısmının düşman saflarına katılmaları, Osmanlı askerini arkadan vurmaları ve casuslukta bulunmaları nedeniyle cephe gerilerine sevk edilmeye başlandığı, görevlilere yardımcı olunarak, Devlet’in menfaatlerine uygun olarak devam ettirilmesi istenmiştir. Bunun yanında göç ettirilen Ermenilerin iaşe ve iskân masraflarının göçmenler için ayrılan ödenekten sağlanması, mali ve ekonomik meselelerinin halli, Ermenilere ait gayrimenkul ve diğer değerlerin tespit edilip korunması İstenmektedir.” (8)
Yine Talat Paşa’nın anılarına dönüyoruz.
“Göç uygulamasına önce Erzurum’dan başlandı.(2 Haziran 1915) Erzurum Valisi Tahsin Bey, Dâhiliye Nezareti’ne, Ermenilerin gönderilmeleri sırasında Kürt aşiretlerin saldırısına uğradığını bildirdi. Vali’yi telgraf başına çağırarak yardım için orduya başvurmasını ve saldıranların şiddetle cezalandırılmasını emrettim. Nitekim Ordu Komutanlığı bir tabur asker gönderdi ve ele geçirilebilenler kurşuna dizilerek cezalandırıldılar.” (9)
Bu zorunlu göç olayının Osmanlı yöneticilerine çok pahalıya mal olacağı daha ilk andan, itibaren belli olmuştu. Dost, düşman binlerce gözetmenin denetiminde, savaşılan ülkelerin dışında, tarafsız kalmış ve müttefik diğer Hıristiyan toplulukların da dikkatle izlediği, en ufak bir sertlikte hemen “Soykırım” damgası vurulacak bir emniyet tedbiri almak bile neredeyse cesur, vatansever bir iki insan olmasa imkânsız hale gelecek gibi görünüyordu. Haksızlıkların önlenmesi, adil davranışlar, soygun, rüşvet, hırsızlık, intikam hırsı, Eşkıyalık ve hatta zalimlerin şerrinden kadın, erkek, çoluk, çocuk, yaşlı genç pek çok insanı mümkün olduğu kadar en az zararla gitmeleri gereken bölgeye ulaştırmak çok zor olacaktı.
Yine de Osmanlı devleti bundan sonra ard arda yayınladığı talimatlarla bu göç olayını emniyetle ve düzenli bir şekilde yapmaya çalıştı. İşte Ermenilerin günümüzde her fırsatta “1915 soykırımı” diye adlandırdığı olay bu “zorunlu göç” olayıdır. Aslında o güne kadar ve Osmanlı himayesinde, hemen hemen 800-900 yıldır savaş, kaçma, göçme gibi talihsiz olaylarla Türkler gibi karşı karşıya gelmemiş, çocuklarını savaşlara göndermemiş ve acısını tatmamış, ticaret ve sanayii elinde bulundurma nedeni ile daha müreffeh bir yaşam sürdüğü bilinen Ermeni Cemaati, ilk defa savaş ve getirdiği zorlukların gerçek yüzü ile karşılaşınca paniğe kapılmış ve bu olayı görüp gördükleri en büyük felaket olarak vasıflandırmışlardır. Göçmenlere her türlü yardım yapıldı, koruyucu, denetleyici, yerli ve yabancı yardım ekipleri yer yer onlarla beraber yürüdüler. Oysa daha bir ay önce Van ve çevresinden göçen yüz binlerce Türk ve Müslüman’ın yanında Tanrı’dan başka hiç kimse yoktu. Üstelik geçtikleri yollarda canlarını ve ellerinde kalan son mallarını çalmaya kararlı Ermeni cinayet örgütleri pusuda bekliyorlardı. Ayrıca Ermenilerin acısı, göç bölgesine vardıklarında bitiyor veya yeni şartlara adapte olabildikleri ölçüde yeni bir yaşama geçiliyordu. Türk ve Müslümanların acısı ise Ermenilerden evvel başlamasına rağmen bu bölgelerde 1921 yılı, Batı Anadolu ve Trakya’da 1922 yılı son aylarına kadar devam edecekti.
Ermeniler ve Ermeni taraftarı kişilerin “planlı ve kasıtlı olarak bir Toplumu toptan yok etme” amacı taşıdığı yolundaki iddialarını çürüten en önemli belgeler, Osmanlı Devleti’nin bu olayla ilgili değişik zamanlarda yayımladığı bildiriler ve verdiği talimatlardır. İkinci bir neden Ermenilerin en çok yaşadığı İstanbul – İzmir gibi büyük şehirlerde zorunlu göç olayı yaşanmaması ve bu kişilerin tehcir’e tabi tutulmaması ve en önemli belge de bizzat göçen insanların, büyük bir çoğunluğunun göç bölgesine ulaşıp, kendilerine sağlanan imkânlarla yaşamlarına devam etmeleridir.

DİPNOTLAR:
(1) Kamuran Gürün,Ermeni Dosyasıe., s.218-219( TTK Ankara-1983)
(2) A.Alper Gazigiray,Osmanlıdan Günümüze Vesikalarla Ermeni Terörünün Kaynakları, s.325( İstanbul-1982); Ermeni Komitelerinin Amal ve İhtilaliyesi., s.307( Ankara-1983)
Ulrich Trumpener, Germany and The Otoman, Empire 1914- 1918 adlı kitabının 210’ncu sayfa dip not 26. aynen şöyledir. “Rus Dışişleri tarafından hazırlanan memorandum Sır Edward Grey tarafından da onaylandı. Fransız hükümeti orijinal metindeki “Hıristiyanlık ve medeniyete karşı suç” ibaresini “insanlık ve medeniyete karşı suç” olarak değiştirilmesini istedi ve kolonilerdeki Müslümanları rahatsız etmemek için değiştirtti.
(3) Esat Uras: Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi., s.606-609( İstanbul-1987).
(4) Justin Mc Carthy The Population of The Otoman Armenians; Armenions in late Ottoman Period, s.70 (Edited by Türkkaya Ataöv, The Turkish Historical Society, Ankara – 2001).
(5) Talat Paşa’nın Anıları, s.82-83 (Bas. Haz. Mehmet Kasım, Say Yayınları, İstanbul – 1986).
(6) Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir olayı, s.110 (Van 100 ncü Yıl Üniversitesi -1990); Genelkurmay ATASE Arşivi, nu 1/1, KLS 44, Dos. 207. Fih. 2-3.
(7) Azmi Süslü, a.g.e., s.111; Cemalettin Taşkıran, Osmanlıdan Günümüze Ermeni Meselesi, s.215 (Editör, Hasan Celâl Güzel Yeni Türkiye yayınları, Ankara – 2001).
(8) A.Süslü, a.g.e, s.111.
(9) Talât Paşa’nın anıları, s.83.

Dr. M. Galip Baysan
mgalipbaysan@yahoo.com.tr


Yazıları posta kutunda oku