Değerli okurlar defaten vurguladığımız üzere Başbakan’ın yaptığı her eylem veya söylem öyle alelade gelişmiş değildir. Yani günümüzün moda deyimiyle spontane (kendiliğinden) veya tesadüfen gerçekleşen veya gerçekleştirilmek istenilen hiçbir şey yoktur. Her şey bir plan dâhilinde yürütülmektedir.
Bu bir yargı değil hemen herkesin vakıf olabileceği basit bir tespittir…
Geçenlerde görsel medyada çalışan bir okurum aradı. Biraz hasbıhal ettikten sonra bana dedi ki: “Abi sen köprü ve benzeri yerlere böylesi tartışmalı türden isim koymaların veya ‘Topçu Kışlasını yeniden yaparak eskiyi yeniden canlandırıyoruz’ demelerin bir amaca yönelik olduğunu muhakkak biliyorsundur.” demesi bile bu tespitin ne denli doğru olduğunu açıklar niteliktedir.
Altını kalın harflerle çizmek gerekir ki, iktidarın mağdur ve mazlum edebiyatının (2007 yılı sonu itibariyle) iflasından sonra yeni geliştirdiği stratejisi şudur:
İnsanlarımızı birbirleriyle hemen her alanda sürekli tartıştırıp, toplumun enerjisinin tükendiğini anladığı anda, kafasındaki projeyi uygulamaya yöneldiğini görmek gerekmektedir.
Bu stratejiyi özellikle son zamanlarda en şedit bir biçimde uygularken; diğer bir taraftan da, topluma “aman ufak, tefekler başta olmak üzere her şeyi tartışıp enerjimizi boş yere tüketmeyelim. Ne olur birbirimizi üzmeyelim.” Türünden lafları, etraflarında menfaat karşılığı kümelenmiş olan fakat gemi battığında ilk olarak terk edecek karakterdeki embesiller vasıtasıyla pompalamaktadır.
Bunları görüp yaşadıkça, yahu “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!..” demekten inanın kendimizi alamıyoruz.
Neyse işte işin aslını söyledik. Vakıa işler bu kurgular üzerine gelişmektedir. Toplumun kafasının bu taktikle karıştırılmasının ardından, öldürücü darbe muhakkak gelmektedir…
İşin bir başka boyutunda ise çoğu bakımdan örnek aldıkları ABD’den (ç)alıntı yaptıkları bir başka taktik ise “iyi polis, kötü polis” rolünü oynamaya çalıştıkları gözlemlenmektedir…
Yaptıkları bayat bir numara olmakla birlikte (bile bile yiyenler ayrık) halkımızın arasında hâlâ bu numarayı yiyenlerin olması gerçekten üzüntü verici…
Değerli okurlar son 10 yılda, fay hatları gibi sürekli stres yüklenen ve toplumun önemli bir kesiminin adeta deprem etkisiyle infiale dönüşen müthiş tepkisinin diğer bir adı olan “Gezi Parkı” olaylarında yukarıda anlattığımız oyunu yine gördük. Eylemcilerin yakma, yıkma ve çevreye zarar/ziyanlarının yanı sıra polisin de aşırı şiddet kullanmasını asla onaylamadığımız bu olayların patlamasının ardından, “mesaj alınmıştır bu nedenle eyleme katılanları anlamak gerekir” diyen Cumhurbaşkanı ile Bülent Arınç bahse konu rolde ilk anda “iyi adamı” oynarken. Her önemli olayda olduğu gibi bu olaylar yaşanırken, yine çareyi yurtdışında geçirmekte bulan Başbakan diğer tarafta yer aldı. Diğer taraf dediğimiz zaten Başbakan’ın asli tavrıdır… O nedenle bizim tarafımızdan bu tavrı hiç yadırganmamaktadır…
Ezcümle bu beyanların aksine alınan herhangi bir mesaj olmadığı gibi, hükümet halkın toplumsal infialine sebep olan olayı iyi teşhis edememiş, edemediği gibi yanlış uygulamalarıyla yangının büyümesine neden olmuştur…
Burada yine dikkat çekici bir husus çok yakında uyguladıkları taktiği yeniden tekrarlarıdır…
Şöyle ki:
AKP hükümeti, önce PKK’yı terörist listesinden fiilen çıkartmış ve ardından onun meclisteki uzantısı BDP ile kurduğu siyasi koalisyonuyla bebek katilinin taleplerini bir bir yerine getirirken toplumun dikkatlerini başka tarafa çekmek için “akil adamlar” heyeti kurmuştu.. Bu heyet toplumun kızgınlığını göğüslemek, hatta tabir yerindeyse hükümetin yerine (siyasi) dayak yemek üzere Anadolu yollarını arşınlamıştı…
Taksim’de yaşanan bu olay sonrası, Ankara Belediyesince (devlet kesesine yüklenerek) organize edilen ve Esenboğa Hava Limanı ile şehir merkezi arası yapılan 4 miting yetmemiş gibi. Şimdi de oynadığı dizide bazen mafyayı, bazen derin devleti, bazen de hükümeti temsil eden ve 10 yıldır binlerce kişiyi tek başına öbür dünyaya gönderen kahraman(!) olan nam-ı diğer Polat Alemdar, oluşan tepkileri “akiller” gibi kendi üzerine alma görevini üstlenmiş gözüküyor. Başbakan tıpkı onun gibi memleket meselelerine kel alaka bir şahsiyet olarak bildiğimiz, fakat bizim bildiğimizin aksine Türk toplumuna örnek olup, çeşitli alanlarda önemli katkılar sağladığı varsayılan sanatçı(!) Hülya Avşar’la da bir görüşme yaptı. Yaptı ve “bir yerlerin adamı” sıfatını layıkıyla yapan Necati Şaşmaz gibi bu hanım artisti de adeta bir paratoner olarak toplumun önüne attı…
Bu bağlamda okurlarıma buradan yapacağım âcizane çağrı şudur:
Bahse konu bu iki oyuncu ile bunlara heveslenip benzeri açıklamada bulunan Hasan Kaçan veya diğerlerinin söylediklerini dikkate almamaları yönünde olacaktır.
Çünkü çöreklendikleri maddi imkânların şehvetine kapılanlardan, menfaatlerini korumak adına her türlü şeyi yapmaları beklenir…
Fakat olayların ilk günü söylediğim gibi “korku dağları sarmış” ve “cin artık şişeden çıkmıştır.”
Bir hususa daha değinerek bu günkü yazıma son vermek istiyorum.
Ziyaret için gittiği Rize’de onuruna verilen yemekteki konuşmasını televizyondan izlediğim Cumhurbaşkanı Gül’ün “Kürt derken bile 10 sene önce zorlanarak söylenirdi.” Sözleri sonrası bende, “iyi güzel de siz ve içinden çıktığınız AKP sayesinde bu ülkede ‘Türk’üm’ demek neredeyse suç; Türk Bayrağını taşımak ise ‘tahrik unsuru’ sayıldığını unuttunuz galiba” demekten kendimi alamadım.
Yeni bir yazımızda buluşmak üzere esen kalınız…