Site icon Turkish Forum

Oya Bain : İstanbul’dan ve Washington’dan.

oya bain

Bir ay evvel  Washington Dulles havalimanından Türk Hava Yolları ile gece 12’de İstanbul’a uçtum. Uçak  Asya, Afrika, Balkanların çeşitli ülkelerine giden insanlarla doluydu. Gururla Türk Hava Yollarının 80.inci yıldönümünü okudum. Cumhuriyetimizin kurulusunun hemen 10 sene sonrası 5 uçakla kurulan Türk Hava Yolları bugün yeni ilavelerle 300 un üzerinde uçakla 100 memlekette 228 şehre uçuyor!

İstanbul’a gitmemin sebebi yeğenimin düğünüydü. Hakikaten üç hafta aile ve dostlarla  çok güzel geçti. Her gittiğim ve gördüğüm yerde gelişme vardı. Çevremdeki dostlarımın hükûmet hakkındaki kritiklerine cevap vermeye çalıştım. Büyük resme bakin dedim. Her projeye hayır demekle bir yere varılmaz dedim.

Maslaktaki her gün yenisi yükselen çeşitli binalara sevindim. Bir arkadaş buralarını simdi Anadolu Kaplanları dolduruyor deyince sevincim daha çok arttı.

Yıllar önce Amerikan Kız kolejinde öğrenci iken Anadolu’nun acı hakikatlerini Mahmut Makal ile keşfetmiştim. Aşağıda Vikipedia’dan Mahmut Makal’ın  Bizim Koy kitabi hakkında bilgileri veriyorum. 1950’de basılan bu kitap çağ açmıştı.

Bizim Köy /// Mahmut Makal /// LİTERATÜR YAYINLARI

Bizim Köy 1950’de yayımlandığında toplumun geniş kesimlerinde tam anlamıyla bir depreme yol açtı. Yazarın, 17 yaşında gencecik bir öğretmenken kaleme almaya başladığı “köy notları” kitap haline getirilip de basıldığı zaman önce iktidarın öfkesini üzerine çekti. Çünkü köyden yükselen yoksulluk çığlığı, kulaklarını ve gözlerini her türlü olumsuzluğa kapamak isteyenlere, köyleri yemyeşil, bereketli, güzel köylü kızlarının berrak pınarlardan su taşıdığı yerler olarak gösterme çabasında olanlara atılan bir tokattı. Köylerde hâlâ taş devrinin yaşandığı gerçeğini dile getirmenin bir cezası olacaktı elbette.

Her yer kar altındayken, köylere ulaşım sağlanamazken köyünde öğrencilerini “hayata hazırlamaya” çalışan genç öğretmenin haberi olmadı kitabının kopardığı gürültüden. Karlar erimeye başlayıp, yollar açılınca ilk ziyaretçileri jandarmalar oldu Makal’ın. Tutuklandı. Bizim Köy ise tam tersine çeşitli dillere çevrilip ülke sınırlarını aşmaya başladı.

Dönemin cumhurbaşkanı, yazarı Çankaya Köşkü’ne davet ettiğinde, bu tutum Demokrat Parti’nin köye ve köylünün sorunlarına önem vermesi olarak algılandı. Ama bu da uzun sürmedi. Önce çeşitli karalamaların boy hedefi haline gelen Köy Enstitüleri kapatıldı, ardından Enstitülü öğretmenlere baskılar başladı. Köye ve köylülerin içinde bulunduğu çağdışı koşullara değinen yazarlara, aydınlara karşı sistemli bir linç kampanyası başlatıldı.

Tahsin Yücel’in “Bizim Köy 1950’de bir başyapıttı. 1995’te de bir başyapıt” saptaması, aradan geçen yarım asırlık bir sürece rağmen, yazarın ve eserinin hâlâ güncelliğini koruduğunu göstermesi açısından son derece isabetli bir değerlendirme.

Bizim Köy, Türk edebiyatında köy gerçekliğine dayanan bir ilk kitap ve toplumcu gerçekçiliğin öncüsü olarak kabul edilmektedir. “SİTE:www.kitapyurdu.com

Vikipedia’dan Koy Enstitüleri hakkında bilgiler:

“Neredeyse tüm Anadolu’nun okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği göz önüne alınarak dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesiyle kuruldular. Geleneksel öğretmen okullarında yetişmiş öğretmenler için köylerde öğretmenlik yapmak, istenerek yapılacak bir görevden çok zorunluluk olarak algılanıyordu. Çalıkuşu romanındaki karakter gibi gönüllü ve özverili öğretmenlerin sayısı azdı.

Oysa okuma yazma oranı Cumhuriyet ilk kurulduğu yıllarda %5 bile değildi. Bunun yanında nüfusun %80’lik bölümü köylerde yaşıyordu.[4] Köy Enstitüleri’nin kurulması ve yaygınlaşması konusunda pedagoji uzmanı Halil Fikret Kanad’ın önemli çalışmaları vardı. Kanad, zorunluluktan değil özveriyle öğrenci yetiştirecek köye göre öğretmen fikrini savunmuştu.

1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Enstitüleri açıldı. Türkiye’de seçilen şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21 bölgede köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek üzere açılmıştı. Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretecekti. Öğretmenler gittiği yörelerde bilinmeyen tarım türlerini de köylülere öğretecekti. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50’lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi. “

Tam Anadolu uyanmaya ve bilinçlenmeye baslarken  “komünizm” korkusu, toprak ağalarının baskısı, Türkiye’nin yeni oluşan iki parti sisteminde dinin secim politikasına girmesi dolayısıyla bu son derece önemli proje, Koy Enstitüleri 1954’de kapatıldı.

Biz şehirliler gençliğimizde Anadolu’yu böyle tanıdık.  Anadolu ile en yakın temasımız evlerimize köyden hizmetçilik için gelen okuma yazma bilmeyen, sacları bitli genç evlatlıklar ve apartmanlarımızın  karanlık ve rutubetli bodrum katında oturan kapıcı aileleriyle  olurdu. Köylüler ikinci sınıf değil, dördüncü sınıf vatandaştı.

Ama biz bunun farkında değildik.

“Bizim Koy” şehirlilere inanılmaz bir sok oldu.

Simdi Wall Street Journal dünyada is ve ticaret alanında en başarılı ve hızla büyüyen gruplar arasında Anadolu is adamlarını “Anatolian Tigers” diye tanıtıyor.

Anadolu’daki büyüme ve gelişme olağanüstü.

Bence bu Türkiye’nin en büyük basarisi…

Bunları niye yazıyorum? Bugün Türkiye’de olan acı ve utanç verici olaylara bir denge bulmak için yazıyorum.

İstanbul’a dönelim. Türkiye’ye her gidişimde bütün başarılara rağmen Türkiye’nin acık yaraları-Ergenekon, Balyoz, en parlak insanlarımızın bir intikam mevhumu altında suçlarının ne olduğunu bilmeden zindanlarda çürütülmesi- devamlı kanamakta. Bu konuları en etraflı olarak araştırmış ve  sarih bir şekilde anlatan akademisyen Gareth Jenkins’in raporları web ‘den okunabilir.

İstanbul’da güzel aile faaliyetleri ile gece gündüz meşgul olduğum için yukardaki bahsettiğim acı konuları düşünmemeye çalıştım.

Ayrılacağım son gün arkadaşlarla yemek yerken bazilari sabahleyin Taksime gittiklerini ve oradaki gençlere  destek verdiklerini söylediler. İçimden her şey rağmen Türkiye hakikaten demokrasiye doğru gidiyor diye duşundum. Ertesi gün Washington’a geldiğimde acı haberler gittikçe çoğalmaya başladı. Günlerdir İnternet’e tutulu haberleri takip ettim.

Bati gazeteleri son bir kaç yılda her ne kadar Ergenekon, Balyoz hukuksuzluğunu  az yazdılarsa birden Türkiye’den olanlardan sayfa sayfa bahsetmeye başladılar. Haberler Radyo ve televizyonda  devamlı verildi. Sosyal medya her dakika olayları güncelleştiriyor ve bütün dünyaya yayıyor.

Bu arada CNN Türkün Türkiye’yi sarsan olaylar esnasında penguen belgeseli yayması hakikaten basın tarihinde utançlık rekoru kıracak.

Amerika’da ve Kanada’daki  Türk toplumu heyelana geldi. Tek bir ses oldular ve olmakta devam ediyorlar. Artık Kuzey Amerika’da bir Türk diasporası değil adeta bir “Türk milleti” var.

Aramızda Ermeniler, Rumlar bu gösterileri aleyhimize kullanacak diyen oldu. Birden Ermeni/Rum meseleleri son derece küçük kaldı.

Konu, Taksim meydani projesinden çok daha büyük, çok daha derin.

Son 10 senede Laik Türkiye Cumhuriyetinin temelleri ince ince kemiriliyor.

Kurulmuş temel üzerinde ileri gideceğimize marazi bir şekilde geçmişle uğraşıyoruz. Tabii ki bir millet olgunlaştıkça geçmişini iyisiyle, kötüsüyle daha iyi anlamaya çalışır.

Fakat Cumhuriyet tarihimizi bu kadar kötüleyip, asagilik ve nefret duyguları içinde kıvranmaya lüzum var mı?

Hükûmet ve protestocular arasında bir diyalog kurulabilir mi?

Türkler artık “siyah beyaz” ve kati bir yaklaşımı bırakıp, orta yolu bulabilir mi? Eğer uzun vadeli bir çözüm bulunabilirse Türkiye “medeni ülkeler” kulübüne gururla girebilir.

Yoksa hemen yani basımızdaki Suriye’den gelen yürek parçalayıcı imajları düşünelim…

Başbakana “75 milyonun başkanıyım hepinizi kucaklıyorum” sözünü hatırlatıyoruz ve kendisini “Demokrasi tramvayından inmemeye”  davet ediyoruz.

Oya Bain

Exit mobile version