ABD İle Ticaret ve Siyaset
ABD gezisinde müzakere edilen ekonomik işbirliği konuları gündemdeki yerinden çok daha önemli ve kalıcıdır. Bu gezinin AB ile ABD Serbest Ticaret Anlaşması çerçevesindeki görüşmelere tesadüf etmesi de önemli bir fırsat. 1996 başından beri Gümrük Birliği bağımızın buluduğu AB, ABD ile Serbest Ticaret Alanı statüsünde Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’nı (TTYO) müzakere etmektedir. Öncelikle Serbest Ticaret Anlaşması ve Gümrük Birliği üzerinde bir miktar duralım:
İki veya daha fazla ülke, ticari ürünlerin gümrüksüz geçişleri konusunda mutabakata varmaları halinde Serbest Ticaret Bölgesi (Free Trade Are: FTA) oluşturmuş olurlar. Bunun en başarılı örneği ABD, Kanada ve Meksika’nın oluşturdukları NAFTA’dır. Latin Amerika ülkelerince oluşturulan LAFTA, Avrupa ülkeleri arasında bir dönem Türkiye’nin de dahil olduğu EFTA da önemli örneklerdendir. ABD-İsrail Serbest Ticaret Antlaşması on yıllardır yürürlüktedir. Bu çerçevede taraf ülkeler kendi aralarında gümrük veya kota uygulamazken üçüncü ülkelere karşı ortak bir tarife yoktur. Gümrük Birliği’nde ise üçüncü ülkelere karşı da ortak tarife uygulanır. Türkiye 1996 başından beri AB ile Gümrük Birliği içindedir. Belirtmek gerekir ki Gümrük Birliği, Serbest Ticaret Alanı’ndan daha ileri bir entegrasyon türüdür.
AB, ABD ile TTYO’yu imzalarken Türkiye’nin dışarıda bırakılması Gümrük Birliği mantık ve hukuku ile çelişmektedir. AB’nin her fırsatta Türkiye’ye karşı hukuksuzluğunun bir örneği ile daha karşı karşıya bulunmaktayız. Biz ise AB’nin bu çirkin siyasetini Washington üzerinden halletmek yolunu seçtik ancak bu konuda sesimiz biraz cılız çıktı. Toplantılardan temenni ötesinde bir şey duyulmadı. Bu tür niyet beyanları günü kurtarmaya yaramakta olup kısa bir süre sonra unutulabilmektedir. Fırsat geçmeden Türkiye’nin bütün diplomatik kapasitesini gerek AB gerekse ABD üzerinden devreye sokması gerekmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının bu yöndeki temenni ve çıkışlarının da yetersiz kaldığını görmekteyiz.
AB’nin doğrudan ABD ile böyle bir anlaşma imzalaması ve iki taraf arasında serbest ticaret alanı oluşturulması durumunda ABD’den Türkiye’ye gelecek olan ürünler gümrüksüz girecektir. Buna karşın Türkiye’den ABD’ye başta tekstil ve imalat sektörü ürünleri olmak üzere yüzde 40’a varan tarife uygulaması devam edecektir. Bu durum Türk sanayi ve istihdamına büyük darbedir. Halen ABD ile ticaret Türkiye’nin aleyhine olup 2012’de 5.6 milyar ihracata karşılık 14.1 milyar ithalat yapmışız. TTYO yürürlüğe girerse bu makas daha da açılacaktır.
ABD-İsrail Serbest Ticaret Anlaşması, İsrail ekonomisine önemli destek sağlamaktadır. Birçok Türk şirketi İsrailliler ile ortaklık kurarak ABD’ye daha uygun fiyatlarla mal satmakta ve İsrail küçümsenmeyecek bir komisyon veya kar kazanmaktadır. TTYO ile İsrail’in bu avantajı zayıflayacaktır. Türkiye de böyle bir anlaşmaya katılırsa durum İsrail için daha kötü olacaktır. Türkiye’nin bu safhada hedefi İsrail’e giden avantayı kesmek olmayıp kendi sanayii, istihdamı ile halkının refahını yükseltmektir. Bundan dolayı ticari ilişkilerin masaya yatırıldığı, transatlantik entegrasyonların şekillendiği bu dönemde ilgili bakanlar, müsteşarlıklar ile sivil toplum kuruluşları AB ile Washington zeminlerinde bütün kapıları zorlamalıdırlar.
Siyasi konulara gelince ziyaret sonrası memnuniyet verici neticeleri görmeye çalışıyoruz. ABD ile Rusya’nın uzlaştığı konular dışında bir şey beklemek zaten abesle iştigal olurdu. ABD’nin doğrudan askeri müdahalesi başından beri beklenmemeliydi. Böyle bir müdahale zaten bölge için felaket olurdu. Çok şükür müdahale yorgunu ABD’nin böyle bir riske girmeye hiç te niyeti yok. Saddam’ın gitmesi Irak’a ne kazandırdıysa Esed’in gitmesine odaklanan politika da Suriye’ye onu kazandırırdı. Uçuşa yasak bölge başlangıçlı Suriye’nin fiilen bölünmesine yol açacak konularda suyun üflenerek içilmesini öteden beri savunuruz. Bu konuda da ABD topu Cenevre müzakerelerine attı. Türkiye de çözüm için Rusya ve Çin’i de dikkate almak gerektiğini kabul etti. Böylece Suriye’de çözüm konusunda sihirli bir formülün olmadığı görülmüş oldu. Netice itibariyle Ankara ile Beyaz Saray her konuda mutabık kalmış oldu. Suriye’de sürüp giden katliam mı? ABD’nin bölgedeki gerçek müttefiki İsrail için bundan daha avantajlı durum olabilir mi?
Başbakan ve yanındaki heyet Ankara’ya dönmeden Suudi Veliaht Prensi Türkiye’ye gelerek Suriye’de çözüm için muhaliflerle Şam yönetiminin müzakere masasına oturmaları gerektiğini söyledi. Böylece Suudiler dahi Suriye diplomasisinde bir adım öne geçmiş oldu.
Refahiye katliamından sonra Şam’ın suçluları birlikte araştırma teklifi ciddiye alınmalıdır. Hatırlanacağı üzere Baba Esed, terörist başının Şam’da ikamet ettiğini inkar ettiğinde biz “buyrun beraber adresine gidelim” dedik. Şimdi ise el-Muhaberat’ın böyle bir katliamı yönettiğini katillerin ağzından duyuyoruz ve bu katillere inanarak ülke güvenliğini belirliyoruz. İşbirliği sonucu bu cinayetin başında el-Muhaberat’ın varlığının kesinleşmesi durumunda bundan sonraki adımlarda diplomatik olarak Suriye karşısında elimiz güçlenecektir. Böylece canileri yönlendirenlerin, arkadaki daha büyük şebekenin ortaya çıkmasını bizzat kontrol etmiş olacağız. Siyaset izin verdiği takdirde iki istihbaratın katliam sorumlularını araştırıp ortaya koymasından daha normal ne olabilir. Gözünü kan bürümüş, para için herşeyini feda eden örgüt mensuplarının ifadelerine nereye kadar güvenebiliriz. Türkiye ile Suriye arasına demirperde örmek isteyen daha büyük bir şebekenin oyununu da dikkate almak gerek. Şehit cenazelerini önlemek için İmralı ile işbirliği yapıldığı gibi yeni Refahiyeleri önlemek için de böyle bir temas gereklidir. Üstelik Şam diktatörü ile herkesin işbirliği yapmak gerektiğini anladığı bir dönemde komşumuzdaki gelişmelerin içinde olmamız için bu fırsat kaçırılmamalıdır.
alaeddinyalcinkaya@gmail.com