NECDET BULUZ
Suriye konusu daha çok baş ağrıtacak gibi görünüyor. Boğazına kadar bu batağa batan Türkiye, bu bataktan çıkmaya çalışsa da artın bundan sonra zor görünüyor. Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Davutoğlu da bunu gördükleri için “Suriye politikamızdan geri adım atmayacağız” diyorlar.
Suriye’de bütün hesaplar Devlet Başkanı Esad’ın devrilmesi üzerine kuruldu. Ancak, Esad’a birkaç ay ömür biçilmesine rağmen Suriye Devlet Başkanı iki yılı aşkın görevinin başında bulunuyor. Suriye’de Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) çatısı altında Esad’a karşı mücadele edenlerin çoğunun dışarıdan getirilen aşırı dinci gruplardan oluşması da iç çatışmaların daha da süreceğini gösteriyor.
SURİYE KONUSUNDA YANILDILAR
Başbakan ve Dışişleri Bakanı, Suriye konusunda yanıldılar ve baştan bu yana da hata üzerine hata yaptılar. Bunun başında şu görüş geliyordu:
“Suriye halkı Esad’ı istemiyor. 23 milyon nüfuslu ülke Halkının % 75’i Sünnilerden oluşuyor. Esad ve yönetim ise Alevi. Sünnilerin ayaklanması ile rejim bir iki ay içinde devrilir. Kaldı ki, askerlerin % 70’i de Sünnilerden kurulu, askerler de halkın ayaklanması ile halkın yanında yer alır. Esad karşıtı oluşacak blok da bu işi çabuklaştırır.”
Buradaki asıl yanılgı “Suriye halkının Esad’ın yanında olduğu” gerçeğini görmemek olmuştur. Eğer, denildiği gibi halk Esad karşıtı bir tutum izlemiş olsa, Suriye Devlet Başkanı’nın bugüne kadar ayakta kalması mümkün olmazdı. Halkın asıl korkusu bir mezhep çatışması ve bu çatışmada her iki tarafın da kaybedeceğidir.
AŞIRI DİNCİ GRUPLAR KORKU SALIYOR
Özellikle Suriye krizinin başlaması ile birlikte, Afganistan, Libya, Yemen, Mısır ve Çeçenistan gibi yerlerden getirilen ve silahlandırılıp Suriye’ye sokulan ithal aşırı Dinci grupların Esad rejiminden daha tehlikeli olabileceğini Suriye halkı görmüştür. “Ya Esad gider, aşırı İslamcılar gelirse” korkusu ve endişesi Suriye halkını Esad’a daha da yakınlaştırmıştır. Çünkü aşırı İslami grupları Suriye halkı istemiyor.
Kaldı ki, bugün Amerika, İsrail ve Batı ülkeleri de Esad sonrası değişiklikte aşırı grupların iş başına gelmesinden endişe ediyorlar. Bunun için de ÖSO’na olan destekleri sınırlı tutuyorlar. Kontrolü yitirmek de istemiyorlar.
Bütün bunlar işin bir yönü. Bir de işin daha ilginç yönü var. Suriye’nin Kuzeyindeki Rakka’daki El Thura petrol kuyularının aşırı İslamcı Liva el İslam’ın eline geçmesi, bu kuyulardan sağlanan ham petrolün de 13 Dolara Türkiye’deki kaçakçılara satılması Suriye krizine yeni bir boyut kazandırmıştır. El İslam’ın yerel liderlerinden Ebu Hamid’ın çıkarılan petrolün uluslar arası piyasaya vermek için çalışma başlatacaklarını açıklaması da dikkatleri bu yöne çekiyor.
MEZHEP ÇATIŞMALARININ ELİKULAĞINDA
Şimdi bu noktada karşımıza iki sorun çıkacak demektir:
1.- Aşırı Dinci örgütlere sıcak bakmayan Amerika, İsrail ve Batı dünyası, petrolün bu grupların eline geçmesine izin verir mi?
2.- Esad’ın devrilmesi sonrası Suriye’de mücadele eden diğer aşırı dinci gruplar, bu petrolü El İslam’a bırakır mı? Bunlar kendi aralarında çıkar kavgasına mutlaka tutuşacaklardır. İllegal örgütler petrol sahalarını kontrol etmek için aralarındaki mücadeleyi sürdüreceklerdir.
Görünen o ki, Esad’ın devrilmesi, ya da gitmesi ile Suriye sorunu bitmeyecek, daha da tehlikeli hale gelecektir. Bunu şimdiden görebiliyoruz. Ortadoğu uzmanları da yaptıkları analizlerde “ Bölge kaynıyor ve mezhep çatışmaları da hız kazanacak” görüşündeler.
Sorunun diplomatik yolu ile çözülmesi, bölgesel bir çatışmanın ve savaşın önünü alabilir. Türkiye, bu yolun dışına çıkarak, adeta hem savaş çığırtkanlığı yapıyor, hem diplomatik sürece balta vuruyor. Komşuda bir yangın var, bu yangını söndürme yerine yangının daha da artmasına çalışmak, günün birinde o yangının kendi evine de sıçrayacağını görmemek demektir.
e.mail: necdetes@mynet.com