Barış İçin Ön Şart: 8 Mayıs 9 Mayıs Gibi Kutlanmamalı

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş  geçen hafta PKK’nın  8 Mayıs’ta  Türkiye’den çekileceğini  duyurmuş ve “Geri çekilme resmen başlıyor. 3 -4 ay süreceğini tahmin ediyoruz. Bölge halkında duyarlılık var. Aynı duyarlılık ve dikkatin devletin ve askeri yetkililerde de olacağını tahmin ediyoruz” demiştir.

Öcalan’ın Nevruzda okunan mektubunda dile getirdiği “Artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir” çağrısının PKK tarafından kabullenilmesi ve 8 Mayıs‘tan itibaren bu sürecin başlaması çok önemlidir.

Basında yer alan haberlere göre daha önce PKK Türkiye Cumhuriyeti sınırlarından  çekilmeye başlamıştır  ama resmi çekilişi  8 Mayıs’ta Şemdinli’de başlatmıştır.

 

Acaba  8 Mayıs’ın  ve de Şemdinli’nin özel bir anlamı var mıdır?

 

Acaba PKK’nın ilk eylemi 29 yıl önce Şemdinli ve Eruh’ta  başlatmasından dolayı mı  çekilme 8 Mayıs’ta başlatılmıştır?

 

Acaba  8 Mayıs 9 Mayıs Avrupa Günü’nde olduğu gibi bir sembolizm midir?

 

Acaba barıştan sonra  8 Mayıs tıpkı Nevruz kutlamalarında olduğu gibi mi kutlanılacaktır?

Acaba 8 Mayıs belli çevrelerce kutlanırsa, bazıları da Abdullah Öcalan’ın yakalandığı tarihi kutlamak isterse, barıştan söz etmek mümkün olacak mıdır?

Samimi olalım ve kendimizi aldatmayalım.

Eğer 8 Mayıs bir sembolizm ise, bu çok yanlış olur ve barışı isteyenlerin samimiyetinin sorgulanmasına yol açar.

Geçmişteki ızdırapları hatırlayarak bir yere varılamayacağını, bu tür  hatırlamaları  “nekrofil” (ölümü yüceltme,  her hangi bir şey için ölmeyi kutsal addedenlerin marazı) zevke dönüştürmenin barışa hizmet etmeyeceğini hepimizin bir daha hatırlamasında yarar vardır.

Türkiye’de bu gelişmeler olurken, Avrupa Birliği de hareketlenmiştir. Bunun ilk örneğini geçen hafta  Antalya’da katıldığım uluslararası bir toplantıda tanık oldum.

Akdeniz Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi (AKVAM) tarafından  Antalya’da düzenlenen benim de konuşmacı olarak katıldığım bir toplantıda, eski Avrupa Parlamentosu üyesi ve Türkiye Raportörü Hollandalı Joost Lagendijk, “Dünden Yarına Avrupa’da Türkiye” konusunda bir konuşma yapmıştır.

Lagendijk, özellikle Kürt sorununa değinerek bu konuda  alınacak mesafe ile sivil anayasa yapma konusunda  ilerleme sağlanması durumunda, 2014 yılındaki İlerleme Raporu’nun bu yılki rapordan çok daha iyi olacağını söylemiştir.

İngiltere Başbakanı David Cameron, telefonla görüştüğü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı çözüm sürecinden dolayı kutlarken, İngiltere’nin Kuzey İrlanda tecrübesini   hatırlatarak Türk hükümetinin istemesi durumunda çatışmaların çözümlenmesi (conflict resolution) konusunda   işbirliği yapabileceklerini  açıklamıştır.

Avrupa Birliği’nin Ankara’da Büyükelçisi Jean-Maurice Ripert, AB’nin katılım öncesi mali yardımlarının (IPA) Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasını amaçlayan projelerde kullanılabileceğini söylemiş,   başlatılan  sürecin yazılmakta olan yeni anayasaya da olumlu etki yapacağını  dile getirmiştir.

AB Başkanı Herman von Rompuy‘un 23 Mayıs’ta yapacağı Türkiye ziyareti sırasında da benzer destek açıklamalarında bulunması beklenmektedir.

Ripert, çözüm süreci ile yeni anayasa arasında  bağ  kurarken, bu süreç sonunda Türkiye’nin demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi temel alanlardaki çıtasını yükseltmesini beklediklerini söylemiştir.

AB’nin  sürece ilişkin bir başka dikkat çektiği nokta, çözüm sürecinin başarıya ulaşması durumunda PKK’nın Avrupa ülkelerindeki faaliyetlerini de sona erdirebileceği ve Türkiye ile AB arasında yaşanan siyasi krizlerin ortadan kalkacağı beklentisidir.

Ripert, PKK’nın halen AB terör listesinde yer aldığını hatırlatırken, listeden çıkarılması konusunda henüz hiçbir üye ülkeden bir talep gelmediğini söylemiştir.

PKK, ABD ve Avrupa Birliği tarafından terörist bir örgüt olarak  tanınmasına rağmen ABD’nin  PKK’dan terörist bir örgüt değil de “ayrılıkçı grup” (Kurdish separatist group) olarak söz etmesi, acaba bir tesadüf müdür yoksa bilinçli bir politikanın uygulamaya konulması mıdır?

 PKK, Birleşmiş Milletler, NATO  ve Avrupa Birliği tarafından  terör örgütü olarak kabul edilmiş ve NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer tarafından  terör örgütü olarak tanımlanmıştır.

U.S. Departman of  State  tarafından da   PKK  en aktif  terörist örgüt olarak belirlenmiştir. (the most active terrorist organization in Turkey)

Şimdi ne değişti de Batılı dostlarımız tarafından PKK’lılar terörist değil “aktivist”, PKK’da terör örgütü de “ayrılıkçı grup” olarak tanımlanmaya başlamıştır?

Tüm bu gelişmeler, Suriye sorunu da dahil Türkiye dışından bir merkezden mi yönetilmektedir sorusunu insanın aklına getirmektedir.

Bu çelişkileri Âkil Adam’ların daha doğrusu “akıllı adamların-insanların-“ (wise men) dikkatine sunmak isterim.

Barış sağlandıktan sonra Newruz kutlamalarında olduğu gibi “8 Mayıs” bir propaganda konusu asla yapılmamalıdır.

Aslında Âkil Adam ifadesi de doğru değildir.  Murat Bardakçı, 27 Mart 2013 tarihinde  Habertürk‘teki köşesinde  âkil kelimesinin bilinenin aksine çok farklı bir anlamı olduğunu şöyle açıklamıştır: 

“Âkil adam demek obur ve yamyam demektir…Kürt meselesinin hallinde iş yapabilecek aklı başında isimleri belirlediklerini söylüyorlar ama Türkçeleri bu işe pek yetmediğinden olacak, ‘akıllı’ değil, ‘obur adam’ listeleri yapıyorlar!  Meselinin aslı şöyle; Bu şekilde listeler hazırlanırken ‘akıllı’ ve ‘bilge’ yerine kullanılması gereken kelime ‘âkil’ değil ‘âkıl’dır. ‘Âkil’ çok yemek yiyen ve obur demektir. ‘Âkil’ sıfatı yemek fiiilinin karşılığı olan ‘ekl’ sözünden, kullanılması gereken ‘âkıl’ ise ‘akl’dan yani bildiğimiz ‘akıl’dan gelir.”

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş  geçen hafta PKK’nın  8 Mayıs’ta  Türkiye’den çekileceğini  duyurmuş ve "Geri çekilme resmen başlıyor. 3 -4 ay süreceğini tahmin ediyoruz. Bölge halkında duyarlılık var. Aynı duyarlılık ve dikkatin devletin ve askeri yetkililerde de olacağını tahmin ediyoruz" demiştir. - ocalan