KIBRIS/MAYIS 2013

KIBRIS/MAYIS 2013 - rekor tazminat

 

KIBRIS/MAYIS 2013

HÜSEYİN MÜMTAZ

“Kıbrıs” deyince gönlümden hepsinin geçtiğini okuyucu biliyor da “şimdilik” kast ettiğim sadece “kuzey”i.

Temmuz 1974’de “kurtarıldı”, Şubat 1975’de KTFD idi, Kasım 1983’de KKTC oldu.

Nereden baksanız 39 yaşına geldi..Seneye 74’ün 40’ıncı yılı..

Bu yıl da 1963 KANLI Noel’inin 60’ıncı yılı.. (Hatırlayan var mı?)

74’den beri “kurtardık”, kurtarıyoruz”, “besledik”, “besliyoruz”, “büyütüyoruz”…

Anavatan’dan adayı su yolu yapan etkili, yetkili, görevli ve siyasiler ile anavatanın adadaki etkili, yetkili temsilcilerine sorarsanız;

a)Ekonomik, b)toplumsal, c)sosyolojik, d)psikolojik… bütün branşlarda her şey çok düzgün, tıkırında.

İç siyasette “hükümet” “Ankara’nın şekillendirdiği ekonomik ve siyasi plana” aynen uyuyor; dış siyasette Ankara’nın çizdiği “yol haritası” aynen uygulanıyor.

Güllük gülistanlık, dikensiz gül bahçesi..

Öyle olmasa zaten güneyin “battığı” bir konjonktürde kuzey böyle ayakları üzerinde hem de 4X4 durabilir miydi?

Bu; Türk siyaseti ve ekonomisinin zaferi değil midir?

Değildir efendiler..

Kazın ayağı hiç de öyle değildir.

Bir kere “devlet” siyaseten dünyada tanınmamıştır, iki; tanınması için de kimse kılını kıpırdatmamaktadır, üç; tam tersine bütün görüşmeler tanınma için değil, Rum’a yamanma için yapılmaktadır.

Rum’a yamanınca “çözüm” olacak ortada Kıbrıs Türkü filan kalmayacaktır.

Örnek; Batı Trakya ve Adalar’daki “Müslüman Yunanlılar”..

Sıkıysa çözümden sonra derneklerinize “Türk”lü tabelalar asın bakalım.

(O zamana kadar anavatanda da anayasadan TÜRK kavramı çıkarılmazsa tabii).

Magosa Türk Gücü, Türk Ocağı Limasol, Baf Ülkü Yurdu…

Eski fotoğraflarda kalacak.

TMT amblemleri her yerden sökülecek..

Neyse.. Oralara fazla girmeden kuzeyin “kanaat önderleri”nin olayı nasıl gördüğüne bakalım..

Uzun olacak ama sıkılmadan okumaya gayret edin, “durum”u derinliğine anlamanıza büyük yardımı dokunacak..

a)“Geçenlerde ülkede, çoğunluğu İngiliz, bazı yabancı vatandaşlarla sohbet ettim.

Devletle ilişkilerinde yaşadıkları sorunları aktardılar…

‘Hava güzel, insanlarınız şahane, eskiden yollar dardı ama otomobiller ve nüfus da azdı’nın dışında bir şey söylemediler… Çevreniz pis, devlet işleriniz alakasız, bürokrasi hantal, ilaçlar parayla dediler…

İlla ki yabancıların söylemesi mi lazım? Değil elbette.

Bu ülkede sağlık sistemi yok… Sağlık can bile çekişmiyor…

Bu ülkede eğitim yerlerde cirim cirim cirilenir vaziyette! Sürünüyoruz… Sonunculuklar alıyoruz artık…  Sosyal güvenlik bitirildi. Kişiler artık emekli olup olmayacağını tam olarak bilemiyor ki bunun adı geleceğin belirsizliğidir. İşsizlik had safhada…

Uyuşturucu, hırsızlık, fuhuş aldı başını gidiyor.

‘Hayvancılık, tarım, narenciye, zeytin, harnup’ demeyeceğim!

Devlet, devletliğini gösteremediği için, yediklerimize güvenemiyoruz.

Devletin laboratuvarı analiz yapsa da, ‘garanti torpilli’ diyeceğiz… Güven sıfırlanmış durumda… İçtiğimiz hiç belli değil!

Baz istasyonları zararlı mı değil mi; bu devletin bu konuda fikri yok!

Kimse kimseye güvenmiyor. Kimse devlete güvenmiyor. Kimse meclise güvenmiyor

Kimse hükümetçilik oynayanlara güvenmiyor.

Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete! Çökme ve kokma o kadar kötü bir noktada ki, ‘herkes haklı olduğuna inanıyor!’ En acı nokta da bu!

Herkes haklı olabilir mi?  Evet bizde öyle! Herkes haklı!

Bir acı nokta daha alın;herkes her şeyi en iyi biliyor! Hele siyasetçiler!Hele eski siyasetçiler!

Bu batmışlığın, bu kokuşmuşluğun sebebi olanlar; hep koltuklarında kalabilmek adına her türlü oyunu rahatlıkla oynayabiliyor. Gitmek bilen yok… Bırakın yeni nesil, yeni insanlar da bir şeyler yapsın! Yok! En iyi onlar bilir!

Topluma, devlete hizmet diye bir kavram yok. Peki ne var?

‘Göreve geleceğiz, korumalarımız, şoförlerimiz, sekreterlerimiz, sevgililerimiz, önde noni noni giden eskortlarımız, arkadan gelen kuyruğumuz, ihalelerimiz ve müsteşarlarımız olacak’ var!

‘Türkiye’ye mutlak itaat; gelsin gitsin paralar’ var…

‘Biz dağıtalım. Kazanalım. Oynayalım… Hükümetmiş gibi davranalım’ var…

‘Biri sizi eleştiriyor mu? Saldıracaksınız’ var… Üstelik, ortada fikir falan üreten de yok!

Tam bir bitmişlik hali…” (Serhat İncirli)

b)”Bizim meclisin çalışmamasını, herkes eleştirir… Ama neden ve niçin çalışamadığını sorgulamak, çok az kişinin aklına gelir.

Öncelikle anayasamızda yasanın nasıl yapılacağı tarif edilirken, hükümetin getirdiklerine öneri, milletvekillerinin getirdiklerine ‘tasarı’ denilir. Elbette ki öncelik önerilerdedir! Bu yetmez bir de hükümet her getirdiği yasaya ‘öncelik’ alır… Bu durumda muhalefet partisinin veya sade bir milletvekilinin yazıp önereceği bir ‘tasarı’, listenin en dibine konulur ve dönem bitene kadar, görüşülemez! Kadük olur… Bunu bile bile yasa yazmaya kalkan milletvekili, ya akıldan yoksundur; veya şov yapmaktadır!

Yetti mi? Hayır! Meclis İç Tüzüğü de bunun üstüne tuz biber eker… Öneri yapamıyorsan, kalk getirileni eleştir ya da ekler öner, değil mi? Hayır… İç tüzüğe göre, yasalar komitede görüşülürken, her milletvekili gidip bunu yapabilir ama hangi gün, hangi komitede, hangi yasa önerisinin görüşüleceğini, size kimse bildirmez!

Napacaksın? Yerine oturacaksın ve kendi partinin her önerisine ‘evet’, karşı partinin her önerisine de ‘hayır’ diyeceksin… Kaldır parmağı, indir parmağı… Çok iyi bildiğin bir konuda, düzeltme bile yapmaya kalksan, ‘disiplin’ elden gider…

Bizde yasaları milletvekilleri değil, memurlar yazar; haberiniz olsun… Onun için de aday olmak için yasa yapmak konusunda herhangi bir bilgi ve beceri, ne gerekir ne de aranır…

Gelelim, meclisin Yasama’dan sonraki, ikinci görevine: Denetim…

Yahu, zaten Yürütme; meclis çoğunluk grubunun elinde… Kim neyi denetleyecek? Nasıl denetleyecek? Dünyanın en büyük yolsuzluğu, en aşikâr biçimde yapılsa, mecliste onu tespit etmenin yolu var mı? Yürütmenin başındaki kişi, meclis çoğunluk grubunun da başkanı! Kendi yönettiği hükümetin, kendi atadığı ve hukuksal sorumluluğunu da taşıdığı bir bakanının yolsuzluğunu; kendi yönettiği meclis çoğunluk grubunun kabul etmesine ve dolayısıyla kendisini de hukuksal sorumluluk altına sokmasına, nasıl izin verecek? O kadar akıl fukarası olsa, o makamda olmazdı!

Meclis çalışmıyor!

E, çalışmıyor… Çalışmasın diye kurulmuş, çalışmıyor…

Çalışsın diye ne yaptınız? Ne söylediniz? Ne önerdiniz? Güneş de hergün doğudan doğar, batıdan batar… Bunu temcit pilavı gibi söylemek, bilim yapmaksa eğer; ‘çalışmıyor’ demek de siyaset yapmaktır!

Seçime bir yıl kaldı… Anayasa, Meclis İç Tüzüğü, Siyasi Partiler Yasası ve Seçim ve Halkoylaması Yasası düzeltilmeden, seçim yapmanın bir anlamı yoktur bu ülkede, haberiniz olsun… Gelen de bir iş yapamaz…” (Nazım Beratlı)

Bu iki acı fotoğrafa geçenlerde altını çizdiğim şu üçünü de eklemem lâzım ki “yapboz” tamamlansın:

c)“1974 sonrasının ganimet, yağma, talan ortamında palazlanan ve daha çok çıkar odaklı eğilimlerle toplumda belirli bir konuma ‘yükselen’, Köşklüçiftlik-Kumsal’da gösterişli malikâneler edinerek buralara yerleşen gözü dönmüş sonradan görme bir ticaret burjuvazisinin;

Surlar içinden Köşklüçiftlik-Kumsal’a dahi ‘taşmayı başaran’ kontrolsüz nüfusla adeta ortaklaşa yarattığı bir çoraklık ve vizyonsuzluk;

Ve bunun sonucunda oralarda yaşayan kök Lefkoşalıların daha çok Gönyeli-Yenikent ve Girne’ye püskürtülmeleri;

Köşklüçiftlik ve Kumsal’ın seçim sonuçları üzerindeki belirleyici etkisini iyice azalttı.

Karmaşık, giderek arabesk varoş kültürüne yakınlaşmakta olan ve seçimlerde artık ‘Kıbrıslı Türk seçmeninin iradesinin’ göstergesi olmaktan hızla uzaklaşan bir Köşklüçüftlik-Kumsal var artık…” (Ali Tekman)

d)“30-35 senedir sık sık gelip gittiğim bu cennetin son hâli şöyle…

Okuma yazma ve yüksek tahsil oranı çok yüksek ama çalışılacak iş yok. Yolunu bulan İngiltere’ye veya başka yerlere göçüyor.

Kumarhânelerde ister istemez fuhuş da başını almış gidiyor; âdeta koca bir kârhâne olmuş her taraf. Uyuşturucu işi de gırla gidiyor. Uçakalanında (burada öyle derler) sizi strip-girls karşılıyor filânca kumar oteline götürmek üzere…

Türkiye’den farklı olarak, burada Karadeniz mafyası duruma hâkim.

Esnafın başlıca geçim kaynağı haftada üç gün çarşı iznine çıkan Mehmetçik’ten ve eskisine göre çok daha az gelen turistlerden aldıkları para.

Maaşlar gittikçe eriyor ve memur da, işçi de, sâbit gelirli herkes de bıkmış vaziyette. Tek güvenceleri her şeye rağmen anavatan, yâni Türkiye.

Türkiye’yi bilmem ama burada, bu felâket böyle sürerse, meselâ bir referandum yapılsa, balık hafızalılar Rum’la birleşmeyi tercih edebilir. Zâten KKTC sâhillerinde fazla balık da yoktur.

Bunun, Girit’te olup bitenlerden hiçbir farkı olmadığının müdrik değiller” (Recep Doksat).

                e)Kıbrıs Türk toplumu 1974’ten 2013 yılına kadar çok büyük değişimler geçirmiştir. Bu değişimler, toplumun kendi doğal süreçleri içinde olmamıştır. Toplum bireyleri, yakınlarını savaşta yitirmiş, aileler dağılmış, evlerini, yurtlarını terk etmiş, aynı adada olsa da başka yerlerde yaşamaya mecbur olmuştur.

Bu gerçekler toplumun kültürel bütünlüğüne ilk darbeyi vurmuştur. Tabii en büyük darbe, zaman içinde, Türkiye’nin burayı bir alt birimi haline getirmesidir. Kıbrıslılar yönetim ve irade kullanma yönünde yetkisiz hale getirilince, toplumdaki siyasi ilişkiler bambaşka bir hal almıştır. Buraya kontrolsüz nüfus aktarılması ve bitmek tükenmek bilmeyen ve kriterleri belirsiz ‘yurttaş yapma’ girişimleri Kıbrıslıtürk toplumunu toplum yapan karakteristik özelliklerini silip süpürmüştür. Ancak, ekonomik durumu zayıf, TC yardımlarıyla ayakta durduğu söylenen bu ülkede bazı kişi ve klikler tonla para kazanabilmektedir.

                Toplum, hiçbir dönemde anılmadığı biçimde ‘fuhuş ve kumar’ cenneti olarak tanıtılmaktadır.

Her geçen gün, burada yaşayan insanların bütününe toplum demek zorlaşıyor. Kültürel, ahlaki özellikleri yitirilmiş ve her gün bir müdahale ile başka bir biçime sokulmak istenen insanlar kalabalığı haline gelmiştir”. (Fatma Azgın)  

Farklı uçlardaki beş kişinin hemen hemen aynı örneklerle aynı noktada buluşmuş olmaları tabloyu yeterince ortaya koymuyor mu?

Yukarıda çizilen tablonun doğru olmadığını iddia, ifade eden; ileri süren, yıldızlı/yaldızlı tablolar çizen/çizecek olan toplum mühendislerine de kapımız açık..

Yazın, tartışalım..Neyi nasıl yapabileceğimizi kararlaştıralım..

Süreçten memnunsanız, hiç kaşımayalım..

Ama ben bu pişmanlık/bıkkınlık/lânet olsun düzenine bilerek ve isteyerek sokulduğumuzu…

Çünkü önümüze uzatılacak yeni referandum havucuna “yeter be annem, artık yes yahu” cevabının verilmesi istendiğini düşünüyorum..

Başka türlü kırk yıllık “marksistkıprıslıtürklinobambakiler” hiç “gizlin gizlin” Ankara’yı alkışlarlar mı?

Kırık yıllık isimlerini değiştirip bir gecede ansızın “Kâni” olamazlar ya.11 Mayıs 2013

57’İNCİ ALAY HER YERDE

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ

Yazıları posta kutunda oku

KIBRIS/MAYIS 2013 - fft99 mf2219178