Fransa’nın 1980’li yıllarda Ermeni terör örgütleri ile ilişkisi
Degerli meslekdaslarim, dostlarim
Fransa’nin 1980’li yillarda Ermeni teror orgutleri ile iliskisi konusunda yazilmis bir kitap (bolumu) ceviri ozetini ekte sunuyorum.Aslinda bu kitap (bolumu) ozetleri dort tane. İlk ucu bilgisayar ortaminda degildi. ( O cevirileri yaptigim donemde bilgisayar yoktu) Ermeni Arastirmalari Enstitusu ilk uc yaziyi simdi bilgisayara gecirecek ve peyderpey yayimlayacak. Ekteki ceviriye 20 kusur yil once baslamisim. Simdi bitirdim. Bunu da yayimlanmak icin “Enstituye” veriyorum. Ama yayimlanmasini beklemeden, bir kac arkadasimla paylasmak istedim. Zira aradan yaklasik 30 yil gecmesine ragmen, bugun de tuylerimi diken diken eden bir anlati bu.
Fransa b ASALA’ya “Amerikali ve İsrailli diplomata ve Fransa cikarina dokunma” Gerisine atis serbest.” diyor Sonunda ,Orly katliami yapilinca “dur bakalim” diyorlar. Ama cepheyi Avrupa Parlamentosuna ve kendi parlamentolarina taşiyorlar.
Bir devlet nasil olur da boylesine canavarlasabilir? Hakli olarak “n e beklemekteydin ?” diye soraniniz olacak. Ben, o donemi , -isin bu derecede vahim oldugunu bilmeden- alanda mucadele yuruten biri olarak, -meslekdaslarimiz, arkadaslarimiz, vatandaslarimiz, teker teker sehit edilirken-, Fransa Hükumetinin ASALA ile yaptigi anlasmalarin boylesine gozu kara ve insafsiz olabilecegini tahmin edemedim. Oysa, Buyukelcimiz ismail Erez’in katlinden, Baskonslosluk saldirisindan ve diger suikastlerden sonra tahmin etmem gerekirdi.( Suikastten sonra, Buyukelcinin vuruldugu yerden hastahaneye ve morga naklinin ve kullanilan malzemelerin parasini da bizden istemisti Fransa.)
Biz buna karsi ne yaptik, ne onlem aldik ? Diger muttefikler ne yaptilar? konulari ayri burada ayrintisina girmeyecegim)
Olayları alanda bizzat yasadim, zira o sirada her ay, bir haftami Avrupa Parlamentosunda, Strasbourg’da geciriyordum. Fransizlarin A.P.na sundugu soykirimi tasarisi icin Flaman asiri milliyetci (sarhos) Vandemeulebroucke rapor hazirlamaktaydi ve kendisinin yaninda surekli olarak bir ASALA militani “parti komiseri” olarak bulunuyordu. Her gorusmemize katiliyordu ve susuyordu bu militan . Yunan istihbarat servisi ajanlari da yanimizdan ayrilmiyordu. (Benimle gelen yigit arkadasim Buyukelci Cetiner Karahan’in yaptiklarini anlatsam cok sasirirsiniz)
Hazirlanan karar tasarisi once Komisyonda iki kez oylandi ve iki kez reddedildi. Sonra baskani degistirdiler ve parasutle yeniden ayni komisyona tum kurallar cignenerek yeniden getirdiler tasariyi (Oysa oylanarak reddedilen bir tasari yeniden getirilemezdi tuzuge gore). Ama kural tanimayan, gozu donmus bir gucle karsi karsiyaydik. Buna ragmen, tum “soykirimi” atiflari yogun calismalarimiz sonunda metinden Komisyon gorusmelerinde cikarildi (Bunu anlatan Le Monde gazetesi kupurleri elimde)
Genel Kurulda ise Avrupa Parlamentosu binasi fiilen Ermeniler tarafindan kusatildi. Parlamentonun icinde bulunan bir Alman milletvekili silahla tehdid edildi.Adi gecen bunu parlamento kursusunde dile getirildi. Fransiz baskan kendisine guldu.Teror tehdidi karsisinda lehimizde oy verecek parlamenterler kactilar. Karar Fransizlarin istedigi gibi yeniden degistirildi …Veee butun bunlar Fransa Hükumeti tarafindan organize edildi.
O donemde Avrupa parlamenterlerine yazdigimiz yazilar ve Fransizca-İngilizce olarak dagittigimiz raporlar bir cilt kitabi doldurabilir. Bu ugrasilarimiz nedeniyle, ben ve oraya gelen arkadaslarimiz hakkinda “infaz” kararinin neden alinmadigina simdi bile sasarim. Hakkimizda o karari almis olsalardi, kendilerini engelleyecek bir sey yoktu. Tavuskusu gibi ortadaydik, yani kolay hedeftik. Anlasilan , Fransa bu meseleyi siyaseten cozecegiz sozunu verdi ve karsiliginda Fransa topraklarinda suikast yapmalarini engelledi.
Ben dosyalarimda duran bu calismalari yayimlama kararini , bir ay kadar once Ankara’da sehitlikteki torende , sehit edilerek aramizdan kopartilan sevgili meslekdaslarimi dusunurken verdim. Orada, biz Monser Dinozorlar ile bir sehit ailesi mensuplari – torenin- yan tarafinda oturmaktaydik. ABD Buyukelcisi v e bazi diplomatlar karsidaydi. Fransiz sefirini goremedim.On- yirmi santim kadar onumuze konuslanan ve elbette “bizi koruımak icin duvar oren” degerli medya mensuplarinin “neticeleri ile” neredeyse temas halindeydik. Vatan , Millet, Sakarya konusmalari yapildi. “Dinozor Monserler” adina orada bulunan en yaslimiz Ertugrul Ciragan celenk koyacakti. Herhalde fazla goruldu, yani rahatsiz olmasin diye dusunulmustur. “Oraya, biri sizin adiniza birakir” demislerdir. Sarik Ariyak’in mezari sehitlige ilk gelen oldugu icin farkli. O kadar soyledik, yaptiramadik. İlahi sevgili Sarik, mahsus yapiyorsundur….
İste biz de gecmisi boyle hatirlayalim ve ” unutmayalim” dedim ; paylasmak istedim. Ben gittiken sonra elbette cope atilirdi bu kagitlar ve anilar..
Vaktiniz olursa ekteki metni okuyun derim…
Hosca kalin.
Pulat Tacar
==================================
Pulat Tacar
Kitap Özeti
Jacques-Marie Bourget ve Yvan Stefanovitch adlı Fransız gazeteciler, 1986 yılında, başlığının çevirisi “Çok Özel İşler”[1] olan bir kitap yayımladılar. Kitabın “Ermenilerle yakın dostluk döneminin sonu” bölümü, Fransız Hükumetinin Ermeni teroristlere 1980’li yıllarda verdiği ödünlere ayrılmış . Bu bölümün çeviri geniş özetiini ASALA teroristleri tarafından şehit edilen meslekdaşlarımızı, ailelerini ve vatandaşlarımızı saygı ile anarak sunuyorum.
Giriş bölümü ; Sahife : 17(Çeviri özeti)
“ Bazen, Başbakanlığın ve İçişleri Bakanlığının yaptığı tercihler, ASALA tarafından Orly havaalanında 15 temmuz 1983 günü yapılan terör saldırısında oldugu gibi acaip sonuçlar da verdi. O saldırıda 8 kişi ölmüş, 54 kişi yaralanmıştı.
O baskını izleyen ginlerde polis tarafından yapılan baskınlarda Ermeni asıllı elli bir kişi göz altına alındı. Dördü dışında serbest bırakıldılar; ikisi hakkında saldırıya katıldıkları gerekçesi ile dava açıldı. Türk asıllı olan, ancak dosyalarında bir şeye rastlanamayan öbür iki Ermeni hakkında ne yapılacağı bilinemedi. Bunlar zorunlu ikamete bağlandı. Bu iki genç adam ve dokuz polis müfettişi, (şarabı ile tanınan) Quincie -en- Beaujolais’de iki yıldızlı Mont-Brouilly otelinde kaldılar. 1983 yılı sonunda, bu iki “zorunlu” turistin konumu sorun oluşturdu. Zira, Sosyalist Partinin kongresi Bourge en Bresse kentinde yapılacaktı. Bunların oraya yakın bir yerde kalmaları mümkün değildi. Ermenilerden bir tanesi serbest bırakıldı; ikincisi başka bir “şarap bölgesine ” Courcelles-en- Beaujolais’ye götürüldü ve polislerin kendisinden sıkılmaya başlayacakları günü beklemeğe başladı…..”
“Ermenilerle “yakın dostluk” (idil) döneminin sonu”[2] Sh: 115-135
(Çeviri özeti)
1981 yılının sonbaharında…. Beyrut’taki çatışmalar nisbeten azalmıştı…. Oraya yollanmış gazeteciler ülkelerine dönmeğe başlamışlardı; orada tüm sene nöbet tutan gazeteciler kalmıştı ve Agence France Presse bürosunu merkez tutmuşlardı….
Benim Beyrut’a gitmemin nedeni Lübnan iç savaşı değil, Fransa’yı ilgilendiren ve (kendi) savaşını Fransada sürdürmeye karar vermiş olan ASALA (Ermenistan’ın Kurtarılması Gizli Ordusu) idi. Bu yer altı ordusunun şefleri ve askerleri Lübnan’da bulunduğundan, onlarla görüşmek amacı ile Beyrut’taydım.
Geçen 24 Eylül 1981 günü sabahı, Van adını kullanan ve dört kişiden oluşan bir komando grubu, Paris’te Hausmann Bulvarında, dairelerin açılma saatinden hemen sonra, Türk Konsosluğuna saldırmışlardı. Saldırganlara karşı koymağa kalkan bir güvenlik görevlisi kısa mesafeden atılan bir kurşunla öldürülmüştü. Konsolos göğsünden yaralanmış, altmış iki kişi bütün gün rehin alınmıştı; o gençler daha sonra teslim olmaya karar vermişlerdi.
Olay yerindeki polis güçleri, Broussard ve Leclercq adında iki komiserin emrindeydi ve bu ikisi, sosyalist hükumet tarafından atanmış olan yeni patronlarının emirleri gereğince basının o güne kadar pek alışık olmadığı bir sabır ve nezaketle hareket ediyorlardı.
Polis, bu olaydan iki ay geçmeden…. Orly Havalimanında Dimitriu Georgiu adında Kıbrıs pasaportlu bir Ermeniyi yakaladı. Bu ASALA militanı kendi iradesi dışında kıstırılmıştı. Bindiği uçak bir arıza nedeni ile zorunlu iniş yapmıştı. İşte, transit yolcusu bu Ermeninin yakalanması Hükumet ile polis arasındaki büyük bir kavganın başlangıcı oldu.
Aslında, görevliler, Dimitriu Georgiu’yu raslantı sonucu değil, bir yabancı polis servisinden gelen ihbar üzerine yakalamışlardı. Polisler genç adamın bir Ermeni militanı olduğunu biliyorlardı. Paris’te Türk Konsolosluğuna yapılan saldırıdan beri ASALA Avrupa’da saldırılarını sürdürmekteydi. Bundan bir ay önce, bir ASALA tetikçisi, Roma’da görevli bir Türk diplomatını (Gökberk Ergenekon, Ç.N.) katletme girişiminde bulunmuştu. Saldırıya uğrayan diplomat kendisini savundu ve saldırganı yaraladığını söyledi….Interpol’den gelen bir teleks tüm polis örgütlerini uyarmıştı.
Havalimanında bir restoranda yemek yerken göz altına alınan Georgiu, Hava Sınır Polisi karakoluna götürüldü ve orada ASALA militanı olduğunu derhal kabul etti. Adı geçen, bu itiraf üzerine elinde Interpol’den gelen teleksle kendisini bekleyen Komiser Marcel Leclercq’in bulunduğu, Paris’te 36, Quai des Orfevres adresindeki Polis Merkezine sevkedildi.
Georgui’dan soyunması istendi. Bu zorunlu yaprak dökümü, polislerin varsayımını doğruladı: Ermeni kolundan yaralanmıştı. Polisler, bu kişinin Roma ‘da öldürülmek istenen Türk diplomatı olayının faili olduğuna kanaat getirdiler. Uzman bir doktor, yaranın ateşli silahtan kaynaklandığını doğruladı.
Aynı zamanda, pasaportunun incelenmesi, Suç Bürosunda çalışan aynasızlara (fransızcası: flic”) yeni bir ipucu verdi: Georgiu’nun belgesi, Paris’te 30 Ekim 1980 tarihinde Copernic sokağındaki sinagog saldırısının faillerinden biri olan Alexander Panadryu’nun pasaportunu anımsatmaktaydı. Bu pasaport ta 300.000 seri numarası taşıyordu. Bir yıl süren araştırma sonucunda, polisler, bu belgenin Atina’nın kenar mahallelerinden birindeki bir kaçak basım evinde imal edildiğini saptadılar. Kaçakların çoğu ve bazı gangsterler buradan beslenmekteydi. Komiser Leclercq bu bulguları amirlerine aktardı.
Ermeni’nin yakalandığı duyurulan Başsavcı Pierre Arpaillange, dava açmamaya karar verdi. Savcılıktaki diğer meslekdaşları gibi, onun da kendisine manevra alanı bırakan bir “siyasal takdir” yetkisi vardı. Savcı, bir adam hakkında açılacak davanın, adaletin yerine gelmesinin sağlayacağı yarardan daha fazla sorun çıkaracağını düşünürse, gözlerini yumabiliyordu.
Tesadüf ya, danıştığı, Başbakanlıktaki nöbetçi görevli de, Hükumetteki en üst hiyerarşik âmirine sorduktan sonra aynı kanıyı paylaşmıştı. Paris civarındaki Créteil savcılığı , Orly, kendi görev alanında bulunduğundan, polislerin hazırladığı dosyayı dolaba kaldırmağa karar verdi ve Dimitriu Gerorgiu’yu serbest bıraktı. Bu kişi 13 Kasım tarihinde salıverildi. Beyrouth’a gidiş bileti vardı, ama o saatte o yöne bir uçak yoktu. Ermeni, bir sonraki uçuşu beklemek üzere Orly’de geceledi. Gözaltı sırasında emanete alınan 10.000 İsviçre Frangı kendisine iade edildi. ASALA’nın mücadelelerini anlatan belgelerle dolu olan bavulu geri verildi. Adının Avedesiyan Haçik olduğunu, Türkiye’de doğduğunu ve Lübnan’da yaşadığını söyleyen kaçak adam rahatça uykuya daldı.
Ancak, o sırada Kriminal Polis bürolarında bir iç isyan başlamıştı. Leclercq ve ona bağlı “aynasızlar”,Paris’teki Copernic sokağı sinagog saldırısına bizzat katılan biri olmasa bile, devleti sarsan bu konuda çok şey bilen bir kimsenin çekip gitmesine izin verildiği kanısındaydılar.
Bir grup polis müfettişi bu dosyayı basına “sızdırmağa” karar verdi. Ve, o Cuma gecesi saat 22’de Agence France Presse, Georgiu olayı ile ilgili polis görüşünü özetleyen bir haberi yayımladı.. Başbakanlık’ta (Matignon’da) ve Adalet Bakanlığında görevli olan nöbetçiler o gece dinlenemediler. “Yeni devlet” ile polisler arasındaki bu takışmaya onurlu bir çözüm bulmak gerekiyordu.
Çözüm, geri adım atmaktı. Georgiu ne olup bittiğini hiç anlayamadan, kendini yeniden Orly’den alınmış ve Créteil Mahkemesi hakiminin karşısına çıkarılmış buldu. Mahkeme ilk aşamada, zanlı hakkında sahte pasaport kullanmaktan dava açtı ve yargıç Bayan Bregnan sanığın tutuklanmasına karar verdi. Ermeni Fresnes hapishanesine yollandı.
Başsavcı Pierre Arpaillange bir kez daha harcandı. Cumatesi günü saat 11.50 de Adalet Bakanlığı atılan geri adımı bir basın bildirisi ile izah etmeğe çalıştı:” Georgiu’nun serbest bırakılmasından sonra yapılan incelemeler ve dosya içeriği, tutuklanmasını gerekli kılmıştır”.
……Polis müfettişlerinin çoğunluğunun üyesi olduğu SNAPC sendikası bir karşı bildiri yayımladı: “ Sendikamız, silahlı ya da silahsız teroristlerin ulusal topraklarda dolaşmaları konusunda sağlanan kolaylığı protesto eder. Yasal ve idari yönergelerin uygulanmasına sahip çıkacağız. Mevzuata riayet edilmemesinin, 1978 yılındaki Irak Büyükelçiliği olayında arkadaşımız Jacques Capella’nın ölümüne neden olduğunu anımsamaktayız.” ( Müfettiş Capella, Irak Büyükelçiliğindeki rehin alma olayında Irak Büyükelçiliğinin diplomatik dokunulmazlığa sahip güvenlik görevlilerince öldürülmüştü)
Başsavcı, “bir gün önce”-yani Georgiunun serbest bırakıldığı 13 Kasım günü- “henüz yapılmamış olan bir sentezden” söz ederek gerginliği azaltmağa çalıştı. Başsavcı , polisleri görevlerini ihmal etmekle suçlamadı; zira Kriminal Polisteki bazı aynasızların “Georgui’yu serbest bıraktıran yüksek düzeydeki kişilerin” adlarını açıklamağa hazırlandıkları öğrenilmişti.
Başbakanlıkta, Başbakan Pierre Mauroy’nın -Adalet,Kamu özgürlükleri ve İnsan hakları- danışmanı olan Louis Joinet birden bire güç durumda kalmıştı. Hükumet sosyalistlerin iktidara gelmesinin otomatik olarak terör tehlikesini ortadan kaldıracağı varsayımından hareket ederek, (Başbakanlığa) Matignon’a bağlı savcıları, şiddet hareketlerine başvurabilecek çeşitli gruplarla diyalog kurma konusunda görevlendirmişti. Cumhurbaşkanlığına (Elysee’ye) bağlı başkaları ise , “Action Directe” (Doğrudan Eylem) terör örgütü ile temas kurmuşlardı ve bunların Ermenilerle konuşarak, Ermeni komandolarının Fransa’yı teröre eylemlerinin dışında bırakmalarını sağlamalarını istemekteydiler.
Çok daha sonra, 7 Aralık 1983 tarihli, Quotidien gazetesinden öğrenildiğine göre, Jean-Louis Remilleux ( gazeteci), adını vermeyen önemli bir Ermeni militanla görüşmüştü. Görüşme konusu ASALA ile Fransız Hükumetinin ilişkileriydi. Gazeteci, militanın ağzından şunları yazdı:“ Bir gün Başbakan Pierre Mauroy’nın danışmanı Louis Joinet benimle temasa geçti; bu kişi, ciddi, zeki ve açık bir görevliydi; Ermeni arkadaşlarımla bir anlaşma yapılması olasılığından söz etti”. Remilleux’ün anlattığına göre, bu ayrıcalıklı muhatap, daha sonra gizli Ermeni hareketinin tanınmış bazı liderleri ile görüştü ve Pierre Mauroy’nın sağ koluna Ermenilerin isteklerini aktardı. Başlangıçta çok basit bazı talepler söz konusuydu; bu istekler, Paris’teki Türk Konsolosluğu baskınında tutuklanan dört Ermeninin Fleury-Merogis hapishanesindeki koşularının düzeltilmesindan başlıyor , lehlerine “siyasal tutuklu statüsü” yaratılmasına kadar uzanıyordu. Yavaş, yavaş, (Başbakanın danışmanı) Joinet ile sürekli temas halinde bulunan Ermeniler, Fransa’nın 1915 soykırımının tanınması (Türkler birbuçuk milyon Ermeniyi katletmişti) konusunda tutum almasını istediler . Bunun üzerine, Resmi Gazetede Claude Cheysson’un, Ulusal Parlamentoda Gaston Deferre’in ve başka Bakanların aynı mealde, karmaşık beyanatları ortaya çıkmağa başladı. Ama o sırada Marsilya’da Kevedjian hadisesi oldu. (Bu kişi İsviçre yargısı tarafından, Bern’deki Türkiye Büyükelçisine yöneltilen suikastın failleri,nden biri olarak aranmaktaydı). Ermenilerle temas kuran kişi, Joinet’den “siyasal yönü ağır basacak bir dava” düzenlenmesini ve zanlının hafif bir ceza almasının sağlanmasını, yoksa “barutun altına ateş atılacağını” belirtmişti. Bunun üzerine, “akıllı” bir mahkeme başkanı arandı. Bulundu ve Kevedjian davası mutlu sona bağlandı. Savcı sekiz yıl hapis cezası istedi; sanık iki yıl hapse mahkum edildi ve serbest bırakıldı. Ancak, Hükumet Joinet’nin müzakereleri yürütme görevini sona erdirdi, zira, basın bu kişinin gizemli faaliyetlerini açıklamıştı.
O sırada, merkezi Beyrut’ta olan ASALA’nın lideri Agop Agopyan, 2 Ağustos 1982 tarihinde, Matin gazetesine verdiği bir mülakatta, Fransa ile kendileri arasında yapılan pazarlıklar hakkında şu bilgileri verdi : “ Fransa ile yapılan anlaşmaya gelince, Orly Grubunun bu kadar ayrıntılı açıklamalar yapmasından üzüntü duyuyoruz (Orly Grubu, Paris Havaalanında Georgui Dimitriu’nun tutuklandığı gün kurulmuştu) Bir Fransız yetkilisi, Fransız-Ermeni uzlaşmazlığının çözümünde büyük bir rol oynamıştır. Biz bu konuda tarihe hesap veririz. Dimitriu Georgiu’nun tutuklanmasından üç-dört gün sonra, bu kişi bizimle hala Paris’te bulunan bir Ermeni arkadaş vasıtası ile temasa geçti. İlk temasımız Kasım 1981 de oldu. Orly (grubu) hiç bir zaman doğrudan temas ihtiyacını duymadı. Tüm telefon görüşmeleri tarafımızdan ses bandına alındı; bunların kopyaları Orly’e verildi. Fransız yetkilisi ile son temasınız 13 Temmuz 1982 günü oldu; bu Viken Çarkhutyan davasından on gün önceydi. (Çarkhutyan Pariste Roissy’de 6 Haziran 1982 günü yakalanmış olan Amerikan asıllı bir Ermenidir) Fransız Hükumeti bu kişiyi serbest bırakma sözünü vermişti; sözünü tutmadı…”
Hukumet üyeleri arasından,Fransız Devletinin Ermeni davası ile dayanışma içinde olduğunu açıklayan ilk şahıs Charles Hernu’ dür. Savunma Bakanı olan bu zat, 10 Ekim 1981 tarihinde Rhone Vilayetinde Decines’de Ermeni Kültür Evinde, Ermeni toplumuna Türk servisleri tarafından yapıldığı iddia edilen bazı saldırılardan sonra söz alarak şunları söyledi:
“Kendilerinin Avrupa’ya at olduğunu söyleyen ve benim NATO’ya maalesef üye olduklarını belirteceğim kimselerden aldığınız tehditler karşısında, onurlu ve disiplinli toplumunuz içinde kendinizi savunma komiteleri oluşturmayın , zira tırmanmaya yönelmek tehlike yaratır….. Saldırı olunca, her zaman, saldırıyı kimin yaptığını sormak gerekir. Soykırımından kurtulan halk mıdır Türklere saldıran, yoksa Türkler midir saldırgan? Yahudiler konusunda bir Alman Başbakanı Nazi suçları konusunda özür dilemek için diz çökmüştü…..”
Fransa’da, özellikle Alfortville’de, Issy les Moulineaux’da, Lyon ve Marsilya bölgelerinde üçyüz bin kadın ve erkek Ermeni yaşıyor. Bu toplum, seçmen potansiyeli açısından önemli bir gruptur. Charles Hernu’den bir kaç ay sonra, Gaston Deferre’de Ermeni mücadelesinin destekçiliğine soyundu ve şunları söyledi:” Fransa, davanızda galebe çalmanızı sağlamak için size yardım edecektir. Fransa, kendi yönünden, Ermeni halkının maruz kaldığı soykırımını tanır”.
İçişleri Bakanı, ayrıca, Türkiye tarafından 1915’te yapılan soykırımının anısına Paris’te bir anıt dikilmesini desteklediğini de söyledi. Bu talep, ASALA ile Matignon (Başbakanlık Ç.N.) arasında yapılan anlaşmada da yer alıyordu. Bu gizli ordu, anıtın Champs Elysees ’de dikilmesini talep etmişti. Hükumetin Ermeni dramı konusundaki duyarlılığı, Fransız İstihbarat Teşkilatının ( Renseignement Généraux) Fransa’daki ASALA’ya destek hareketine dahil olan Şahin adında bir Mısırlı’yı kullanmasını engellememişti. ASALA genç Fransız Ermenileri suikast düzenlemeğe sevkediyordu.
Fransız Hükumetinin köşeye sıkışmış olduğu, bu kararsız ve biraz muğlak dönemde Beyrut’a ulaştım. Fransa Hükumetinin ASALA ile yaptığı anlaşma ve Ermeni toplumu ile iyi ilişkileri, polisin Dimitriu Georgiu’u mahkun ettirme isteği nedeni ile tehlikeye girmişti. ASALA’nın Lübnan’da bir eğitim kampı ve muhtelif büroları bulunduğu söylenmekteydi, ama örgütün yeri belli değildi; gizliydi. ASALA militanları ile temas etmek için iz sürmek gerekiyordu ve en önemli silah , sabırdı.
Kaldığım Commodore Otelinde gazete bayii iri yarı, nazik bir Ermeniydi. Ona ASALA ile nasıl temas kurabileceğimi sordum. Bana, her hafta “gizli” elemanlarından birinin uluslararası gazeteleri satın almak için geldiğini söyledi. Bir mektubumu onlata iletmeyi kabul etti.
Öte yandan, Agence France Presse’in Beyrut’taki Bürosunun patronu Xavier Baron, ASALA’nın, Lübnan’ın aşırı sol eğilimli radyosu olan ve Marksist Leninist lider Zuheyr Alkatip tarafından yönetilen İşçilerin Sesi Radyosunda bir yayın dilimine sahip olduğunu söyledi. Yürüyerek, deniz kenarında, bir Peugeot garajının ardındaki çıkmaz sokakta, radyonun bulunduğu binaya gittim. Esmer bir hanım beni karşıladı. Eğitimini Fransa’da yapmış. Masasının üstünde kalaşnikoflu ihtilalci posterleri duruyordu. Randevu talebimi “ASALA’lı Kardeşlere” ileteceğini söyledi.
Çeşitli temas zillerinin çalmasını beklerken Beyrut’ta Ermenilerin çoğunlukla yaşadığı Burc Hammud’a gittim. ….Burası karanlık sokakların olduğu ve pencerelerinde bekleyen silahlı kişilerin her geçene ateş ettikleri şoförüm tarafından belirtilen bir muhitti. 1915 katliamını takiben , Suriye ve İran’da dolaştıktan sonra, hayatta kalan Ermeniler denize ulaşmışlardı. Bu Hristiyanlar, Maruni topraklarımna yerleşmişler ve bir küçük Ermenistan kurmuşlardı…..Oraya Pazar günü gittim ve kilisedeki ayine katıldım…..
Kilise ile Sosyal Demokrat Daşnak Partisi burada Hükumetin yerini dolduruyordu. Dar yollardan “Kilikya’mı yeniden görmek istiyorum” veya “Seneye Erivan’da” gibi şarkılar yükseliyordu; bunlar kaybedilmiş bir ülkeye geri dönmenin rüyasının görüldüğüne işaret etmekteydi. Konuştuğum ileri gelenler aynı söylemi paylaşıyorlardı : “Basit bir şeyi bilmeniz lazım. Bir sokağın köşesinde öldürülmüş bir Türk bulursanız, bu bir Ermeninin eylemidir.Ama Fransa’da bir bomba patladığında, bunu üstlenen Ermeniler sadece gaspedicidirler. (usuppateur). Onlar bizim halkımızdan değil”,
Nihayet, yerel Ermenistan’da bir hafta kadar süren etnografik gezintimden sonra , adını vermeyen biri otelime telefon etti ve “Burc Hammud’daki reaksiyoner Ermenilerle görüşmeyi kesmemi “ benden istedi. Ben de “ İyi, o halde zaman kaybettirmek yerine, bana bir randevu tesbit edin. Nihayet sizinle görüşeyim” dedim. “Size daha sonra telefon ederiz” cevabını verdiler.
Ertesi gece, karanlık sokaklardan geçerek İşçilerin Sesi radyosuna yollandım. Oradan biri beni yönlendirecekti. Beni 4 L tipi bir araba ile Loulou lakaplı biri beklemekteydi. İngilizcesi de arabası gibi kötü durumdaydı.
Benimle birlikte gelen fotografçı William Stevens ile birlikte arabaya bindik. Loulou, içi silah dolu bu araba müsveddesini deli gibi, kullanıyordu. … Yoldaki barajları güçlük çekmeden geçtik: herkes şoförümüzü tanıyordu. Adeta yıkıntı haline gelmiş olan binalarla dolu bir sokakta durduk. ASALA’nın binası, önünde yanyana sıralanmış merdivenli itfaiye arabalarının bulunduğu itfaiye binasının karşısındaydı. Binanın girişinde patates çuvalları vardı ve bunların ardında silahlı adamlar duruyordu. Meşalelerin aydınlattığı merdivenlerden yedinci kata çıktık. Girdiğimiz yerde silahlar, kahramanların portreleri, afişler, üstüste yığılmış kitaplar, el yapımı telefonlar, ….radyolar…üç ayaklı iskemleler vardı. Ev sahiplerimin başında siyah kukuleta bulunuyordu Sadece fotografını gördüğümü anımsadığım Alex Yenikomşuyan’ın sakallı yüzü açıktı. Bir İsviçre otelinde bomba yaparken, bomba elinde patlamış , genç Ermeninin bir kolunu koparmış, ayrıca onu kör etmişti. Bu kimse hapishaneden çıktıktan sonra Beyrut’taki Ermeni toplumunun kahramanı olmuştu.
Sinirli bir adam telefonda, uzaklarda olduğu anlaşılan muhatabı ile bağırarak konuşurken yarım saat kadar bekledik. Daha sonra kukuletalı üç kişi ile Yenikomşuyan uzun bir masanın başına geçtiler. Biz karşılarına oturduk. Söyleşi başladı.
Önce bana, bir gazetecinin ilk kez ASALA merkezine ayak bastığı anlatıldı; tüm konuşmalarımız ses bandına alınacaktı, fotograflarımız çekilecekti ve bunlar ASALA dergisinde yayımlanacaktı.
Fiiliyatta sadece Agop Agopyan konuştu , Yenikomşuyan ise çevirmenlik yaptı.
– Son Eylül ayında, Türk Konsolosluğuna komando saldırısı yapmak için neden Paris seçildi? Bu Fransa ile olay çıkarmak istemek anlamınan geliyordu.
– Cevabı hayır. Biz bu operasyonu planladığımız zaman, bir intihar komandosu olarak düşündük. Yolladıklarımızın Konsolosluktan canlı çıkmaları ihtimalinin çok düşük olduğunu biliyorduk. Yani, Fransa ile problem çıkarma niyetimiz yoktu. Adamlarımız Paris’te ölecekti. Operasyon yapıldığında, beklenmeyen bir şey oldu; Fransa arkadaşlarımıza siyasi iltica hakkı vermeyi önerdi ve bunun üzerine dört arkadaşımız teslim oldular. Böyle bir vaat yapılmamış olsaydı, bugün Fransız makamları ile ilişkilerimizde hiç bir sorun bulunmazdı. Oysa, o insanlar (Fransız makamları Ç.N:) şeref sözü v erdiler ve sonra komandoları hapse atarak sözlerine ihanet ettiler. Şimdi Fransa’ya çok ağır bir darbe vurabiliriz. Sedat’a ne olduğuna bir bakın…. Hükumetinizin ilk adımı hapishanedeki arkadaşlarımızın röportaj yapmalarına izin vermek olmalı. Onların bütün öyküleri gün ışığına çıkmalı. Ama Hükumetiniz korkuyor.
– Fransa’ya karşı misilleme mi yapma hazırlığında mısınız ya da Fransa ile müzakere mi ediyorsunuz?
– Bizim,hiç bir hazırlık yapmağa ihtıyacımız yok, zira sürekli olarak istediğimiz zaman ve istediğimiz yerde vuruyoruz … Kimileri bize arkadaşlarımızın yakın zamanda serbest kalacağını ima ediyor… Maalesef Fransız makamları çok daha ileri gittiler . Yoldaşımız Dimitriu Georgiu’u da tevkif ettiler.
– Neden Georgiu, Paris’te Copernic sokağındaki sinagogun önüne bomba koyan adamınkine benzeyen bir pasaport sahibiydi?
– Bu sahte pasaportlar her yerde satılıyor. Beyrut’ta, Fransa’da, Türkiye’de, Almanya’da, İtalya’da. Bu pasaporta sahip olmak çok kolay. Beyrut’taki fiatı 200 frank. Bir örgüte dahilseniz, siz de bulabilirsiniz.
– O halde, Copernic saldırıısını yapanlar, ihtilalci bir hareketin elemanları mıydı?
– Biz Copernic olayını iyi biliyoruz; o iş sizin bildiğinizi sandığınızdan çok daha karmaşık. Fransa’da Copernic konusunda kuram oluşturanlar alandaki manipülasyonlar hakkında ne biliyorlar ki? Konu bizi ilgilendirmiyor. O hadise ile hiç bir ilgimiz yok bizim.
Saat 04 ‘te top atışlarının gürültüsü devam eder ve gün aydınlanırken ASALA merkezinden ayrıldık. Agopyan bana Fransa Hükumetine iletilmek üğzere bir mesaj verdi; bu polis ve jandarma yetkilierine karşı yapılacak bir saldırı tehdidiydi.
Üç gün sonra ekibimizin fotografçısı William Stevens, ASALA ‘nın Lübnan’da bulunan ve kırk komandonun sürekli olarak hazırlık yaptığı beş kamptan birinde röportaj yapma iznini aldı.
Paris’ten ayrılacağım günün sabahı, benimle ASALA adına temas kuran biri otele telefon etti. Bana bir militanın uğrayacağını ve küçük bir paket vereceğini bildirildi. Bir saat sonra ulak otelin lobisindeydi. Bana kocaman bir bavul gösterdi. İtiraz edecek zaman bulamadan kaçtı, gitti. Bu bavulu odama çıkardım ve açtım. Fişler, kilolarca kağıt, çeşitli dokümanlar, fotograflar, planlar, çizimler ve çok sayıda ses kaseti içeriyordu. Ne anlama geldiğini bilmediğim bu kağıtları Paris’e taşımam söz konusu olamazdı. Beyrut’tan ayrılmadan bu koca valizi Commodore otelindeki Ermeni gazete bayiine bıraktım; o ASALA’ya iade edecekti.
Lübnan uluslararası hava limanını, Fransız Hükumetinin ASALA liderleri ile doğrudan doğruya pazarlık yaptığı konusunda kesin kanaat sahibi olarak terkettim[3]. 24 Eylül günü Paris’teki Türk Konsolosluğuna saldırmış olan Van Komandosuna verilen söz, siyasal sığınma verme vaadi, açıkça şaşkınlık vericiydi (ébouriffante). Bu vaad, Ermenilere teslim olmalar sırasında yazılı olarak yapılmış, sonradan belge ellerinden geri alınmıştı.
Paris’e avdetimden bir kaç gün sonra, 9 Aralık tarihinde, Créteil’deki , 13 sayılı mahkeme, Dimitriu Georgiu’yu dört ay hapse mahkum etti ve cezasını tecil eyledi. Roma’da bir ASALA üyesinin saldırısına uğrayan Türk diplomatı Georgiu’yu olası saldırgan olarak teşhis etmemişti. Öte yandan, Copernic saldırısını yapan komandonun bir üyesinin pasaportunun aynı olan pasaport meselesi de şimdi açıklığa kavuşmuştu: her iki belge de bütün Orta Doğuda dolaşan belgelerden biriydi. Georgiu dosyasının farklı bir özelliği yoktu.
Georgiu, mahkemede adının Avedisyan Haçig , yaşının 29 olduğunu söyledi ve görkemli bir uslupla şunları dedi :”Benim durumum Ermeni halkının içinde yaşadığı çelişkili halin bir örneğidir. Bütün Ermenilerin belgesi sahtedir. Kimilerinin Fransız, diğerlerinin Lübnan başkalarının Amerikan veya Kıbrıs pasaportu vardır. Ama bir insanın gerçeği, kağıtlarında değil, o kişinin içindedir. Bu nedenle Ermeni halkı tarihsel Ermeni toprakları üzerinde yani Turkiye ve SSCB’de kendi kaderlerini kendileri tayin etmek için mücadele ediyor.”
Beyrut’a dönen Georgiu gerçek kimliğini açıkladı: Monte Melkonian. ABD vatandaşı olan bu genç adam, Agop Agopyan ile birlikte ASALA’nın gerçek patronuydu. Şimdi Lübnan’a yerleşmişti ve Orly grubunun saldırılarını organize ediyordu . Fleury-Merogis hapishanesinde bulunan Van grubuna mensup dört kişinin serbest bırakılması için de mücadele ediyordu.
Nihayet, Fransız adaleti bu dört tutuklunun koşullarını iyileştirdi ve Ermeni davasını Birleşmiş Milletlerde öylesine kesin bir şekilde savunma konusunda ısrarcı olmaya karar verdi ki, 29 Ocak 1982 tarihinde ASALA, Fransa ile barış yaptığını resmen açıkladı . Paris Ermenilere şunu söylemekteydi: “ Ne isterseniz yapın, ama ne Fransız çıkarlarına ve İsrailli ya da Amerikalı diplomatlara dokunmayın”
Böyle bir uzlaşma, NATO üyesi olan ve Batı dünyasının Sovyetler Birliği sınırındaki tamponu işlevini gören Türkiye’yi mutlu etmedi. Ayrıca , aynı dönemde, Türkiyenin askeri diktatörleri ülkenin güney doğusunda 800 kişiyi tutuklamışlardı. Bunlar, Ankara rejiminin dengesini bozmak amacıyla hayata geçirilmek istenen büyük bir Ermeni komplosuna katılmakla suçlanıyorlardı. Gaziantep, İskenderun ve “Famagusta’da” göz altına almalar birbirini izlemekteydi. İşbirliği yapan görevliler Kürt kırsalına kaçıyorlardı. Türkler, Kıbrıs’ta, Overco Norethern Cyprus şirketinin patronu olan armatör Musa Koyluyan’ı tutukladılar. Bu kişi, Hollanda’dan başlayan, Lübnan ve Suriye’den geçerek, -Türkiye’deki bir Ermeni dağ komando örgütüne- silah sağlama işini organize etmekle suçlanmaktaydı
Ankara’da solcu bir gazete olan Cumhuriyet şunları yazdı: Fransa’daki Ermeni lobisi, ABD’deki Yahudi lobisi kadar etkili hale gelmiştir. Türkiye’deki tüm olaylar, Fransa basınına Türkiye’ye saldırma vesilesi olmaktadır. Tarihsel öc alma hakkı talep eden bu ortaçağ tutumunu, hele bu tutumun batı zihniyeti ile nasıl bağdaştığını anlamak güçtür”
Ermeni ateşkesi kısa ömürlü oldu: Polis, 4 Haziran tarihinde ABD’den gelerek, Lübnan’a gidecek olan Irak pasaportlu bir genci Roissy havalimanında yakaladı. Bu adamın adı Vicken Çarkutyan’dı.
Bundan beş gün önce, Los Angeles’te bir Air Canada uçak hangarında bomba patlamıştı. ASALA hemen bu saldırının faili olarak tanımlandı, zira, bundan bir kaç gün önce bir Amerikalı yargıç o örgüte üye olan dört kişiyi hapse atmıştı. FBI, aylardır Çarkutyan’ın faaliyelerini ve ilişkilerini izlemekteydi. Ermenice yapılan bir telefon konuşmasının içeriğini inceleyen polisler, Çarkutyan’ın mezkur bombanın yapılmasına ilişkin ayrıntılardan bahsettiğini saptadılar.
Ancak bu konuda tetiğe geç basıldı…. Bu “aktivist” 28 Mayıs’ta ABD’den uçakla ayrıldı. Paris’ten transit geçiş yapacaktı. Fransız güvenlik görevlileri, ABD’li aynasızların isteği üzerine, Doğu’ya gidecek turisti transit salonunda yakaladılar. Bu şahıs, Air Canada hangarında patlayan bombanın yapımcısı olmakla , ayrıca, 26 Mayıs tarihinde Los Angeles’te Swiss Bank’a yerleştirilen bir bombayı koymakla suçlamaktaydı.
Orly grubu, derhal harekete geçti. Paris’te Saint Michel mahallesinde Sanit Severin kahvesinde bir bomba patlatıldı; bunu Saint Germain ‘deki bomba izledi. Hükumetin danışmanları ile Cumhurbaşkanlığının danışmanları da ASALA örgütünün üyelerinin tutuklanmasını onaylamamaktaydılar ve Beyrut’ta gölgede yaşamakta olan bu ordu ile diyalogu yeniden nasıl başlatacaklarını bilemiyorlardı.
İlk muhatap olan Louis Joinet’nin adı ortaya çıkmıştı. Başbakan Pierre Mauroy’nın yakınında bulunan bu kişi vasıtasıyla Başbakanlıkla yapılan anlaşmanın içeriğini Orly Grubu açıklamıştı. Bunu, Quotidien gazetesinden Jean-Louis Remilleux adlı bir gazeteci gerçekleştirdiği bir röportajda belirtti.. Gazeteci, Fransız uyruklu bir Ermeni lideri konuşturmuştu. Bu kişi, Louis Joinet ile Agop Agopyan arasındaki bağlantıyı sağlayan kişiydi:
“ 1982 Temmuz ayında, Orly Grubu yeniden tehdit edince, yeni bir “müzakerecinin” beni ziyaret etmesine şaşırdım. Bu kişi, Paris’teki İstihbarat Teşkilatının müdürü olan Mösyö Maguier’di. Bu adam bana kartını bıraktı ve Çarkutyan’ın hiç bir zaman sınır dışı edilmeyeceğini[4]” belirtti. Nihayet, bu kişi , benden, Güvenlik İşlerinden Sorumlu Devlet Sekreteri (Kamu Güvenliği Müsteşarı) Joseph Franceschi’nin Özel Kalem Müdürü Frederic Thiriez’e telefon etmemi talep etti.. Hoş bıyıklı bu kişi benimle muhakkak buluşmak istediğini söyledi. Bu yüksek dereceli memurla, farklı bir müzakere başladı; bu kişi ASALA konusunda gerçek anlayış sahibiydi. Bana gelince, ASALA’nın sürekli artan ve olağandışı ısrarlı istekleri nedeni ile müzakerelerin dışında kalmak istedim ve Thiriez’den doğrudan doğruya Gizli Ordu ile temas kurmasını istedim.”
“ İşte o andan itibaren, durum çığrından çıktı! ASALA artan bir şekilde talepkâr oldu Kamu Güvenliği Müsteşarlığının sekreterliği ise gittikçe daha fazla ödün verdi. ASALA’nın benim bilebildiğim son talebi, kendilerine Fransa’da bir transit alanı verilmesiydi; burası, silahları ve tüm müştemilatı ile örgütün bir arka plan üssü olacaktı: burası kamu güçleri tarafından görece görmezden gelinecekti; kendileri de bunun karşılığında Fransa’yı cezasız bırakacaklardı. Bir yıl sonra Mösyö Thiriez’in içine düştüğü bu korkunç girdabı gören yanında çalışan görevliler , dehşete doğru yapılan bu koşuyu durdurmak için beni görmeğe geldiler. O münasebetle, bunların büyük deneyimsizliğini ve verdikleri sözleri tutmayarak çok sayıda masum insanı ne büyük risklere attıklarını ölçme olanağını buldum. Bu dönem, Mösyö Thiriez’in Kamu Güvenliği Müsteşarı Joseph Franceschi’min maiyetinden dışlanmasın ile sonuçlandı..”
Ermeni sorunları, bundan böyle “özel işaretli” bir dosya haline dönüşmüştü. Artık, polisin inisyatif alma yetkisi kaldırılmıştı. Harekete geçmeden önce, hesap (haber) vermek zorundaydı. Aynasızlar denetim altındaydı. Böylece Şubat 1983 ‘te, Kasım 1981 ‘de Beyrut’ta tanıdığım kuru ve söylemi son decerede şiddet içeren Agop Agopyan, Fransa’ya geldiği zaman, Fransa İstihbarat Örgütü (DST) onu izledi , ama yakalamadı. Oysa, bu kişi Fransa’ya karşı gerçekleştirilen yirmi kadar suıikastın emrini veren insandı. Bu hususlar polis veya istihbarat raporlarında kayıtlıyıdı, ama adalet önünde kanıt değerini taşımıyordu.
Agopyan Fransa’daysa, ASALA içinde isyan homurtuları var demekti. Agopyan sertlik yanlısı kanadın temsilcisiydi. Her şey için veya bir hiç için suikast yaptırmaktaydı. Herhangi bir ulusa karşı düzenlenebilen suikastlerdi bunlar. Agopyan aşırı kör terorizm taraftarıydı. Aslında, Suriye için çalışan bir ajan olmuştu.
Karşısında, “Ermenistan Ermenilerindir” söyleminin taraftarları bulunuyordu: bunların lideri ise “Dimitriu Georgiu” takma adlı Monte Melkonian’dı. Bunlar sadece Türklere ya da
Türk çıkarlarına saldırı çizgisini savunuyorlardı. Böylece ASALA hareketi ikiye bölündü. Beyrut’ta bir seri hesaplaşma ve örgüt içi “yargılama” yapıldı; bunu izleyen infazlar “gizli orduyu” böldü. ASALA binasında yaptığım görüşmeye beni götüren Loulou takma adlı şoför öldürüldü. Bir ara Agopyan da kendini ölmüş gösterdi ve kendi cenazesini düzenledi. Bu kendisi için gerçekten ağlayanları herhalde saptama anı olmuştur. Yeniden kaçak hayata doğmak. Fransa’da ASALA’ya ait eski lojistik üslerinden mahrum kalan Agopyan, özellikle Marsilya’da yaşayan Ermeni toplumuna dayanarak kendisine sadık bir ağ oluşturmak amacı ile Fransa’ya bizzat gelmişti.
1982 yazında Fransa’da gerçekleştirilen ve Orly Grubu imzasını taşıyan suikastlar Agopyan ile Melkonyan arasındaki kopmanın işareti olmuştu. ASALA ile Fransız taraftarları, altı ay boyunca, adeta ittifakla gazetecilere sürekli olarak şunu söylediler: “ Orly Grubu bizim irademize itaat etmeyen ve girişilerini bazen reddettiğimiz genç Ermeniler tarafından oluşturulmuştur.”
Bunların hepsi yalandır. Orly ve ASALA tek ve aynı şeydir. O söylem, terorizmi gizlemek için uydurulan bir bahanedir. 30 Temmuz 1982 günü, Oaris yakınında Gagny’de Beyrut doğumlu Fransız – Lübnanlı Pierre Gününyan hazırladığı bomba ile havaya uçtuktan sonra, kimse Orly Grubu ile ASALA’nın birbirinden farklı olduğunu ileri süremez, zira Gülünyan çok tanınan ve Agop Agopyan’a yakın olan bir militandı.
Lübnan’da, Melkonyan söyleşiler yapıyor ve orada Orly Grubunu yani ASALA’li kardeşlerini, “faşist eğilimli aşırı sağcı grubu” olarak tanımlıyordu. Aslında, Melkonyan’ın eleştirilerinin hedefi Orly Grubunun büyük şefidir. Şimdi, topraklarının kurtarılması görüşünün savunucusu olan ve Suriye hesabına gözü kör terör eylemi yapmayı reddeden Melkonyan ASALA-MR ‘ın şefi oldu ve Fransa’nın ayrıcalıklı muhatabı haline geldi.
28 Şubat 1983 tarihinde Agopyan Fransada bir ağ kurduğunu isbatlama yoluna gitti. Komandolarından biri, 8 Rue Boudreay adresinde bir seyahat acentesine bomba yerleştirdi. Renée Morin adında bir sekreter, patlama anında öldü, tavandan düşen bir parça başını kopardı. Tesadüf mü? Bu saldırının tarihi Agopyan’ın transit geçerken Fransa’ya uğradığı güne rastlamaktaydı. Radikal lider ( İsrail güçlerinin Beyrut’u istilasından sonra ASALA’nın kuramsal olarak bir araya geldiği) Şamdan gelmekteydi ve Bulgaristan ile Yunanistan üzerinden oraya dönecekti.
Üç hafta sonra, 21 Mart tarihinde Agopyan – Ulusal Ermeni hareketinin kurucusu olan ve eski ASALA destekçisi- genç Fransız Ara Toranyan’ın otomobilinin kaputunun altına bir bomba koydurmuştu. Toranyan, Boudreau sokağındaki turizm bürosuna yapılan suikasta karşı olduğunu açıklamıştı; öyleseyse o da havaya uçmalıydı. Toranyan kurulan tuzağın ışığının daha fazla yanması sayesinde suikasttan kurtuldu.
Valli Haddad adında olan ve dünyanın neresinde olursa olsun saldırı eylemi düzenleyecek komandolar eli ile suikast yapma politikasını savunan Filistinli, 1967 yılında Beyrut’ta Agopyan ile tanışmıştı. Irak’ta doğan ve orada uzun zaman yaşamış olan bu kişinin o dönemdeki adı Bedros Havanasyan’dı…. Bu adam o sırada yaklaşık yirmi yaşlarındaydı Beyrut’un deniz kenarı caddesi olan Korniş’te dehşet saçan bir grup serserinin lideri rolünü oynamaktaydı. Şiddet kullanma taraftarı, cesur bir kişi olan geleceğin Agopyan’ı, Filistin Komandolarına katıldı. Kendisinin “Kara Perşembe” tarafından gerçekleştirilene benzer ilk uçak kaçırma olayına karıştığı söylentisi ortalarda dolaşıyordu. 1976 yılında, Münih’te İsrail atletlerini kaçıran komando grubuna dahilmiş. Bilinen gerçek ise, bu kişinin, Kızıl Ordu üyelerinin serbest bırakılmasını zorlamak amacı ile Kuveyt’teki Japon Büyükelçiliğinde yapılan rehin alma olayını yönettiğidir. Bu son derecede şiddetli, soğukkanlılıkla ve dakik askeri bir zamanlama ile uygulanan bir darbe olmuştu.
Agopyan, 20 Ocak 1975 tarihinde ASALA’yı kurduktan sonra bile, Filistin Kurtuluş Halk Cephesinin (FPLP) ve onun lideri George Habbaş’ın yol arkadaşlığını sürdürdü. 1976 yılında, ( bir bombanon tesadüfen patladığı) Paris’te 17 Rue Bleu adresinde ikamet eden genç Ermeni, (Lübnan’da) Habbaş’ın Askeri Akademisine katılmıştı. 1982 yılında, Filistinliller Beyrut’tan ayrıldıktan sonra bu okulu ziyaret ettim. Okul, onu tanımayanlar tarafından “ terorizmin yuvası” olarak tarif edilmekteydi ve pek çok umut ışığının yanmasına neden olmuştu. Bu Akademi, Burc-el Brajniyeh’nin kuzeyinde, bir teknik okulun karşısındaydı….. Akademin binaları yere gömülüydü. Sınıflar halkların kurtuluşuna ilişkin yayınlarla doluydu; çok sayıda Marksist- Leninist yayın vardı, Sol tarafta bomba yapımı, bomba kullanımı, tuzak yapım ve bina maketleri gibi pratik çalışmalara ilişkin malzemeler duruyordu.
Ermeni Carlos’u burada yetiştirilmişti. Yaklaşık on yıl en üst düzeydeki lider olmuştu. Agopyan’in sadece şef olmak üzere yaratıldığını anlamak için onu tanımak lazım. İlk bakışta bile inanılmaz derecede yoğun şiddeti temsil ettiği görülüyor; bu haliyle gerçek bir devrim savaşına girmeye karar vermiş olan gençleri, bu biraz çılgın gücüyle etkilediği anlaşılıyor. İçinde bulunduğu ruhsal duruma bağlı olarak onlara gidip Papayı öldürmelerini, ya da Paris metrosuna bir bomba koymalarını veya bir uçağı alaşağı etmelerini isteyebiliyor. Bu megaloman, uluslararası düzeyde uzlaşmazlıklar yaratma rüyası içinde. Örneğin, 1983 başında, Irak’ta birErmeni-Kürt kırsal savaş grubunu oluşturdu ve bunlara güney Lübnan’da Sayda da hazırlık yaptırdı. Bu gerilla Türkiye’yi hedef alan bir Kürt isyanı çıkarmayı öngörmekteydi. Hazırlıklar sahada yapıldı, ancak, İsrail Mossad örgütü kendi muhatabı MIT’i uyardı. Irak, Ankara’nın ordu ve polisinin kendi toprakları üzerinde operasyon yapmasına izin verdi. CIA tarafından desteklenen bu plan uygulandı. Agopyan’ın gerillaları katledildi.,
Agopyan’ın Fransa’da bir gerilla oluşturma planı da akamete uğradı. Anlaşılan Orly Hava limanı ASALA örgütünü çok celbediyor ki, 15 Temmuz günü, oradaki Türk Hava Yolların kontuarında bir bomba patlatıldı. Sekiz yolcu öldü. Elli dört kişi yaralandı. Bu katliamı Agopyan’ın hareketi üstlendi.
Bu saldırı Fransız Askeri İstihbarat servisi DGSE için bir sürpriz değildi; bunların Atinada’ki bağlantısı Fransa’da yeni bir Ermeni saldırısının hazırlandığı bilgisini iletmişti. DST ise şaşırmıştı, zira bunlar altı aydan fazla bir zamandır Agopyan’ı ve onun yeni örgütünü izlemekteydiler. DST durumu kontrol altında tuttuğuna inanmaktaydı. Öte yandan, müdahelede bulunmak ta imkansızdı; zira Hükumetin içinde Agopyan’ı koruyanlar vardı. Bu nedenle izleme nisbeten gevşekti. Saldırıdan kırk sekiz saat önce, 13 Temmuz tarihinde, DST bombayı patlatacak olanları takiğ eden elemanlarını uykuya yatırmıştı. Tatil dönemiydi, ertesi günü ulusal bayramdı, elde mevcut elemanlar yetersizdi, zaman zaman ayak gaz pedalinden çekilmeliydi.
François Mitterand (Orly suikastına) kızdı ve Kamu Güvenliği Müsteşarı Joseph Frranceschi’ye “ Ama, bu polis te ne yapıyor? Öğrendiğime göre siz bu Ermeniler hakkın da herşeyi biliyor muşsunuz “ dedi. Harekete geçildi; Hazırlanan toplu göz altına alma hareketi hakkında Hükumet üyelerinin basını ve hatta Ermenileri haberdar etmelerini önlemeye yönelik “haber sızmasını” engelleyecek bir sistem oluşturuldı. 16 Temmuz günü DST’nin izlemeleri sonucunda saptanan 51 kişi göz altına alındı.
Bu gözaltına almalar sonunda iki Ermeni hakkında dava açıldı: Ohannes Semerci ve Varoujan Garbicyan. Suriye doğumlu Garbicyan ASALA’nın Avrupa’daki askeri patronuydu. Orly’deki bombayı yerleştirdiğini itiraf etti. Bu itirafın yalnış olduğu sonradan anlaşıldı. Garbicyan herhalde hazırlığı yapmış v e bombayı imal etmişti. Fransa’lı bir Ermeni olan Semerci ise uzun süre Garbicyan’ın avullarını evinde saklamıştı. Bu bavullar silah doluydu. Kudüs’te din okuklunda öğrenci olan Soner Nayir aranmağa başlandı. DST bu kişiyi 8 Ekim tarihinde Marsilya’da yakaladı. Soner Nayir, bombanin patlamasında kullanılan kamping tipi gaz tüplerini satın alan kişiydi.
Paris yakınında Creteil’de Şubat 1985’te görülen davada, Garbicyanın avukatı ünlü Jacques Verges, François Mitterand’ın, Gasgton Deferre’in Joseph Francschi’nin, Louis Mermaz’ın ve Haroun Tazief’in tanık olarak dinlenmesini talep etti. Bunlar mahkemeye gelmediler. Avulat Verges bunun üzerine mahkemede şöyle konuştu:” Bu insanlar, yaptıkları gizli müzakerelerden söz ettiğimizde, yokluklarından yararlanarak onları suçladığımızı bize söylemeğe kalkışmasınlar”.
Agopyan’ın sadık adamları artık kovalanmaktayd. Ama, Orly’de Dimitriu Georgiu takma adıyla yakalanan Amerikalı mimar Monte Melkonian hakkındaki dokunulmazlık konsensüsü sürmektedir. Melkonian, Fransa’ya zarar verecek hiç bir şey yapmama sözü vermişti. Adı geçen, 1984 Temmuz ayında Bask ülkesinde, Ermenileri, Kürtleri, Filistinlileri ve Baskları bir araya getiren bir toplantıya katıldı. 27 ve 28 Temmuz’da Aix en Provence kentinde, Ulusal Ermeni Hareketi bürosu üyesi olan Levon Minasyan’la buluştu ; bu kişi Aix kenti öğrenci derneğinin eski başkanlarından biriydi, Hür Radyo da çalışmıştı, sosyoloji doktorasını bitirmek üzereydi. Oysa, Minasyan, o 28 Temmuz tarihinde bir posta kamyonuna baskın düzenlemekle itham edilmekteydi. Onu,bir cürüm ortağı ele vermişti. Melkonyan, Fransız adaletine mektup yazdı ve serbest bırakılması karşılığında Minasyan lehinde tanıklık yapacağını bildirdi.
1985 yılı sonbaharında, Adalet Bakanı Fransa’da sembolik olarak yer altı statüsünde yaşayan Melkonian’ın öneridiği pazarlığı kabul etti. Bir yargıç ve yargı katibi, başları kukuleta ile örtülü adamlar tarafından Melkonyan’ın tanık ifadesini vereceği, gizlendiği yere götürüldü. Tüm yargı kademeleri adalet mekanizmasının bu şaşırtıcı yolculuğundan haberdardır.
Kasım 1985 sonunda, Melkonyan hala Fransa’da bulunmaktadır. 28 Kasim tarihinde Paris’in 14. bölgesinde bulunan Alesia meydanından geçerken DST kendisini yakalanır. Yanında Benyamin Keşiyan bulunmaktadır; bu kişi ASALA’nın tarihsel gazetesi Haybaykar’ın gazetecisi olan bir militan Ermenidir.
Polisler, Melkonyan’ın oturduğunu bildikleri Sain Mandé’deki evde, bir tabanca, mermiler ve bir infila geciktirme aygıtı bulurlar. Bu ev yirmi dört yaşında Zibur Kaspar adlı bir Suriyeliye aittir. ASALA-MR ‘ın şefi, Boulouque adlı yargıç tarafından silah ve patlayııcı madde bulundurmaktan tutuklanır.Melkonyan’ın eşyaları arasında ayrıntılı bir inceleme yapan DST, Türk Büyükelçisi Adnan Bulak’ın resmine ratlar. Ayrıca, Fransız limanlarına uğrayan Türk gemilerinin listesi de bulunur. Polislerin ASALA-MR’ın Türklere karşı bir suikast hazırladığı konusunda bir kuşkusu yoktur.
Hükumet içinde Ermeni davasına destek veren odaklar tek tek düşmüştür. Tutulamayacak sözler verilme zamanı geçmiştir. Dünkü dostlar terkedilmektedir. Terk mi? DST’nin patronları masaya yumruk indirmiştir. Hem de güçlü bir yumruk. Askeri İstihbarat teşkilatından gelen bilgilere göre, Sovyetler ASALA ‘yı Türkiye’ye karşı harekete geçirmiştir. Uyuşmazlığın sebebi bellidir: Sovyetler, Amerikalıları Istanbul’a, Boğaz’dan geçen Rus gemilerinin “röntgenini” çekebilecek bir elektronik izleme sistemi yerleştirmekle suçlamaktadır. Sovyetlerin Ermeni komandolarını kendi üzerlerine salmaları Türkler için gerçek bir kâbustur. DST açısından bakıldığında, verilen bu bilgiyi doğrulamak çok güçtür. Farketmez. Zaman artık affetme zamanı değildir. İktidar, önleme amacı ile Melkonyan’ı tevkif etme konusunda polislere yeşil ışık yakmıştır. Ermenilerle barış , böylece yeniden bozulmuştur.
+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
[1] “Des Affaires Tres Spéciales”, Plon yayınevi, Paris,1986
[2] “Fransızcası : “ Fin de l’idylle avec les Arméniens”
[3] Kalın harfle vurgulama çeviren tarafıondan yapıldı
[4] Amerikalılar iadesini istemekteydiler (Ç.N:)