Son bilgilere göre; Türkiye’nin bugünkü nüfusu yaklaşık 75 milyon. Bu nüfusun %88’i, soy olarak Türk’tür(1). Bazı yazarlar ise bu oranı (kendisini Türk olarak tanımlayanlardan hareketle %85 olarak vermektedir(2). ABD´de bulunan Ethnologue data from: Languages of World isimli kuruluş adına 2001 yılında bir çalışma yapan P.A. Andrews isimli araştırmacıya göre ise Türkiye’nin toplam nüfusu içinde Türk soylu olanların oranı %86.21’tir(3).
Biz, bizi bizden daha iyi tanıyan ve çok daha objektif ve tarafsız olduklarına inandığımız yabancı yazarların vermiş oldukları bilginin doğru olduğu kabul ederek ve iki yabancı kaynakta bulunan oranların ortalamasını alarak toplam Türkiye nüfusu içinde Türk soylu olanların oranını %87 olarak kabul ediyoruz! Bu orana göre; 75 milyonluk Türkiye nüfusunun yaklaşık 65 milyonu Türk soylu insanlardan teşekkül etmektedir.
Nüfusumuzun 10 milyonu ise başta Kürt soylu vatandaşlarımız olmak üzere farklı etnik gruplardan oluşmaktadır. Örneğin, Türklerin oranını %86.21 olarak veren Ethnologue data from: Languages of World isimli kuruluşa göre Kürtlerin toplam nüfus içindeki oranı %8.36’dır. KONDA isimli araştırma şirketi ise 2007’de yapmış olduğu araştırmada Kürtlerin toplam nüfus içindeki oranını %9.02 olarak vermektedir(4).
KONDA’nın vermiş olduğu yüksek oranı doğru kabul etsek bile bugün Türkiye’de yaşayan toplam nüfusun sadece 6.75 milyonu Kürt kökenlidir. Türklüklerini unutarak kendilerini Kürt olarak tanımlayanları, kendisini Kürtçülük albenisine kaptıranları, bu ülkede Kürtçülüğün prim yaptığına inanarak kendisini Kürt kimliği altında gizleyenleri hesaba katsak bile bu ülkede Kütlerin nüfusu taş çatlasa 10 milyonu geçmez. 2007 yılından sonra nüfus planlaması konusunda Türklerin frene, Kürtlerin ise gaza bastıklarını kabul etseniz bile bu rakam yine de en yüksek rakamdır!
Birkaç gün önce Cizre’deki dükkânlarına Türk Bayrağı asan Kürt kardeşlerimizi ve daha dün Akil Adamlar Marmara Grubu’nun toplantısında Kürt kökenli olmakla birlikte “Ne mutlu Türk’üm diyene” diye haykıran Kürt kardeşlerimizi de unutmamak gerekiyor. Yani bugün, Lâik Türkiye Cumhuriyeti’nden intikam almak maksadıyla Kürtçülük yapan aklıevvel ve haince duygular besleyen Türkler olabildiği gibi, bu ülkenin birlik ve beraberliğinden yana tavır koyan vatansever Kürtler de bolca bulunmaktadır bu ülkede, elhamdülillah…
Bugün “Barış ve Kardeşlik Süreci” adı altında ortalığı velveleye verenler ve meydanları tozu dumana katanlar, işte bu 6.75 milyonun, hatta onların içinde oldukça marjinal bir grubun dayatmasına boyun eğmiş gözüküyorlar. Kürt kimliği altına saklanan birkaç milyonluk ayrılıkçı, asi ve şovenist grubun koparmış olduğu fırtınada Türkiye’ye yön vermeye çalışıyorlar. Bereket versin, Türkler ve Türk Devleti’ne ve Türk Bayrağına bağlı olan Kürt kardeşlerimiz, seslerini yükseltmeye başladılar da bizim de yüreğimiz soğumaya başladı. “Âkil Adam” adı altında Türkiye’ye salınan şu 63 besili tosunun, gittikleri her yerde otellerinden dışarı çıkamıyor olmaları ve halkın içine ancak polis kordonu eşliğinde çıkabiliyor olmaları, istikbalimiz için gerçekten de umutlarımızın yeşermesine sebep olmaktadır.
Hele hele, bir avuç mankurta karşılık, sayıları milyonları bulan Bozkurtların da sahaya inmiş olmaları, Türk Milleti’ni ziyadesiyle sevindirmiş bulunuyor. Dolayısıyla; 65 milyonluk Türk’ü ve etnik kökeni ne olursa olsun bu ülkenin vatanseverlerini hesaba katmayan hiçbir plan ve proje bu ülkede tutmaz ve tutmayacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu gerçeği hesaba katmadan yapılacak planlar ve anayasalar, yarın öbürgün nasıl olsa çöpe atılacaktır. Bu tür plan sahiplerinin bunları iyi hesap etmeleri, milletimizin de bu konuda asla ye’se düşmemesi gerekiyor.
Anadolu’nun kapısını Türklere Kürtler mi açmıştır?
Sözüm ona günümüz Kürt aydınlarının, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üniter yapısını bozmaya yönelen ayrılıkçı fikirlerine dayanak olması bakımından ileri sürdükleri uçuk, kaçık ve elbette temelsiz fikirleri artık had ve hudut tanımaz boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Doğrusu bu tür temelsiz ve temelsiz olduğu için de iftira ve inkâr niteliğinde olan fikirler, beni ziyadesiyle rahatsız etmektedir. Hatta rahatsız etmekten de öte bilimsel araştırma ve objektivite ardına beni utandırmaktadır. Hele hele bu insanların, orta doğudaki Kürt varlığını temellendirmek için ortaya koydukları iddialar, komik olmaktan da öte utanç verici boyutlara ulaşmış bulunuyor.
Bazı sözde Kürt aydınlarının, Kürtlerin tarihin çok önceki devirlerinde milletleşme sürecini tamamladıklarını iddia etmek adına ve onlara tarihi ve kültürel temel oluşturmak ve ayrı bir milli kimlik vermek için Eyyubileri, hatta Kardukları Kürt kabul ettikleri öteden beri bilinmektedir. Elbette bunlar birer iddiadır ve maddi delillerle ispatlanması gerekir. İspatlamak da herhalde bu tür iddiaları ileri sürenlere düşer.
Ancak bu sözde Kürt aydınlarının ileri sürdükleri bir iddia vardır ki; bu iddia, bizim bu konuya burnumuzu sokmamıza sebep olmuştur. Çünkü katlanılacak türden bir iddia değildir bu. İddianın sahibi sözde Kürt aydını Altan Tan, iddiası ise “Anadolu’nun kapısını Türkler’e açanlar Kürtlerdir. Dağdan gelen Türkler bağdaki Kürtleri kovamazlar…” şeklindedir(5).
Bu iddianın anlamı şudur: Kürtler, Anadolu’ya Türklerden çok daha önceleri gelmişlerdir. Ya da Kürtler, Anadolu’nun yerleşik kavimlerindendir, Türkler ise bu bölgeye çok sonraki devirlerde gelmişlerdir. Örneğin, Kardukların Kürt olduklarını kabul eden teze göre Kürtler, en azından Asurlular döneminden beri (M.Ö. 4-5. yüzyıllar) sürekli bağlı ulus durumunda da olsalar, bulundukları bölgede varlıklarını devam ettire gelmişlerdir(6).
Yine bu tür iddia sahiplerine göre; Selahaddin Eyyubi tarafından M.S.1174 yılında kurulan ve 1524 yılına kadar şu veya bu şekilde varlığını devam ettiren Eyyubiler ise Kürtlerin tarihte kurdukları devletlerden birisidir. Bu tür iddiaları belgeleriyle ispat etmek, elbette iddia sahiplerine düşer ama biz onlara zahmet vermemek için konuyu bir miktar araştırdık ve Selahaddin-i Eyyûbi’nin Türk olduğunu ve kurmuş olduğu devletin de Türk töresine ve türk devlet geleneğine göre hüküm sürdüğünü daha önceki yazılarımızda belgeleriyle ortaya koyduk(7).
Bunlara ilave olarak söyleyelim ki; bugün İsrail’in ablukası altında yaşayan Filistinlilerin bile, vaktiyle Selahaddin-i Eyyûbi tarafından getirilip bu bölgeye yerleştirilen ve sonraki tarihlerde Araplaşan Türkler olduğunu ileri sürenler bir hayli çoktur bu ülkede. Bu iddia sahiplerine göre; Selahaddin-i Eyyûbi, Mescid-i Aksa’yı koruma konusunda Araplara güvenmediği için, Kudüs ve çevresine Türk(men) aşiretlerini yerleştirmiş ve bu insanlar zaman içinde büsbütün Araplaşmışlardır. Yeni Şafak yazarı ve Milletvekili Resul Tosun, M. Ertuğrul Düzdağ’ın Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar-3” isimli eserinin 262-263 sayfalarından şu şekilde aktarıyor yazısında. Ertuğrul Düzdağ’a göre Ali Ulvi Kurucu, konuyu Şeyh Şamil’in torunu Said Şamil’den bizzat dinlemiş. Anlattıkları şöyle Ali Ulvi Kurucu’nun:
“Said Şamil bey Ortadoğu halklarını tarihini çok iyi bilirdi. Tarihi hakikatlere dayanarak, Filistin halkının menşeini şöyle izah ederdi: Filistin halkı hakikaten kahraman bir halktır. Bunlar haçlılara karşı cenk eden ve Filistin’i tekrar fetheden kahramanların özbeöz torunlarıdır. Bunların yüzde 80’i Anadolu ve Irak’a gelip yerleşen Selçuk Türkmenleridir. Yüzde 20’i de Selahaddin-i Eyyubi’nin davetine icabet eden Kafkasyalılarla Kürtlerdir. İlk olarak Türkmen muhariplerini Suriye’ye götüren ve Haçlılara karşı en evvel onları savaşa sokan zat, Alpaslan ile Ferruh şaha lalalık eden Musul ve el-Cezire mıntıkaları Atabek’i İmaduddin Zengi’dir. Haçlılara karşı onun başlattığı muharebeleri, oğlu Halep Atabek’i Nureddin Zengi devam ettirdi. Takriben 35 yıl süren Zengiler savaşı müddetince Anadolu ile Irak’ın kuzeyinden Suriye’ye Türkmen akını devam etti.
Zengilerin yerini Salahaddin-i Eyyubi alınca, Suriye’deki Türkmen mücahitlere Mısır’daki Memluk muhariplerini ilave etti. Kendisi Kafkas Kürtlerinden olması hasebiyle(*), Kafkasyalılardan Kürtlere yardım çağrısında bulundu. Her taraftan derlenen bu kuvvetlerle Salahaddin-i Eyyubi Haçlılara ezici darbeler indirme kudretini gösterdi. Akabe’den Tarsus’a kadar uzanan Filistin’i, Lübnan’ı Suriye’nin kuzey kısmı ile sahil mıntıkalarının ve Anadolu’nun güney sahillerini havzasına alan dört ayrı emanet halinde hakimiyetlerini kuran Haçlılar, işgalleri altındaki sahanın şehirlerinde ve köylerinde kılıçtan geçirmedik bir Müslüman bırakmamışlardı.
Bundan dolayı, Salahaddin-i Eyyubi Filistin’i geri alıp Haçlıları atınca, şehir ve köyler boş kaldı. Suriye ve Lübnan’dan Haçlılar daha atılmadıkları için Araplardan kimse Filistin’e gidip yerleşmek istemedi. Bunun üzerine Salahaddin-i Eyyübi, yardımına gelen mücahitleri taltif etmek suretiyle buralara yerleştirmeye mecbur oldu. Bu tarihi bir hakikattir. Bu hakikati bizim kadar Filistinli tarihçiler de bilir. Bizzat Filistin Müftüsü Emin el Hüseyni hazretleri de bilirdi. Sırası geldikçe, ‘Filistin Türk olduğu halde Türkiye Filistin’le alakadar olmuyor.’ diye sitem ederdi.”(8). Bugün Ürdün’de, önemli derecede kafkas asıllı insanın, hassaten Çerkez nüfusun yaşadığı ve bunların 10’uncu asrın ikinci yarısından itibaren buralara gelip yerleştirkleri bilinmektedir.
Esasen bizim işimiz, bu tür lokal konular değildir. Bizim asıl işimiz ve uğraş alanımız, Kürtleri de içine alacak şekilde (ve onları inkâr etmeyen) Umum Türk Tarihi ile ilgilidir. O zaman bu noktada sorumuzu sorarak asıl konumuza girebiliriz:
Acaba Türkler Anadolu’ya ne zaman geldiler?
Bilindiği gibi Hititler ve Frigyalılar gibi Milattan çok çok önceki zamanlarda Anadolu’da devlet kuran ya da Sümerler gibi yakın bölgelerde egemenlik kurmakla birlikte şu veya bu şekilde Anadolu coğrafyasını da etkileyen kavimlerin aslında Türk kökenli oldukları şeklinde ciddi iddialar, hatta tespitler bulunmaktadır. Bunlar bir yana, öncelikle söylemek gerekir ki; Hz. Peygamber’in hadislerinde Türklerden de bahsediliyor olması, hatta Türklerle ilgili başlı başına bazı hadislerinin bulunuyor olması bile Hz. Peygamber döneminde Arapların Türklerin varlıklarından haberdar olduklarını göstermektedir. Bu demektir ki; küçük unsurlar halinde de olsa Türkler, ta Hz. Peygamber döneminden (M.S.570-632) beri Ortadoğu’da varlıklarını hissettirmişlerdir. Hatta bu hissettirme, İslam Peygamberi’nin hadislerine konu olacak derecede kuvvetli olmuştur.
…
Sürecektir
_____________
(*) 2003 yılında yayınlanan “Çöldeki Osmanlı ve Kavm-i Necip/Türk-Arap İlişkilerinin İçyüzü” isimli kitabımızdan istifade ile hazırlanan(bk. s, 161-186) bu yazı, ilk defa 24 Aralık 2010 tarihinde yayınlanmış ve o tarih itibarıyla alıntı yapılmak suretiyle pek çok internet sitesinde de paylaşılmıştır (Örn. Bk. . Bu kez yayına hazırlarken yeniden gözden geçirilerek bazı ilaveler yapılmıştır
1-Helen Chapin Metz, ed. Turkey: A Country Study. Washington, D.C.: GPO for the Library of Congress, 1995,
2- Prof. Dr. Ahmet Buran, Berna Yüksel Çak, Türkiye’de Diller ve Etnik Gruplar, Akçağ, Ankara 2012, s. 38-39 (1 ve 2 nolu dipnotlar ‘de_ya%C5%9Fayan_etnik_gruplar internet adresinden alınmıştır)
3-Prof. Dr. Nurullah Aydın, “Türkiye’nin Etnik yapısı” başlıklı makalesi, ,
4- Nurullah Aydın, agm.
5- Bkz. Doğan Heper, “Bin yıl önceki dağ, bağ hesabı” başlıklı yazısı, Milliyet, 16.12.2010.
6- Büyük Larousse, c, 12, s, 6421.
7-bk.“Selahaddin-i Eyyûbî üzerinden Kürtlere yapay tarih oluşturmak!” başlıklı yazımız, ,
(*) Selahaddin-i Eyyubi’nin, Arap asıllı bir soydan geldiğini, ancak bu insanların sonraki tarihlerde önce Kürtleştiğini, arkasından büsbütün Türkleştiklerini, hatta kardeşlerinin tamamının Türk ismi taşıdığını ve kurmuş olduğu devletin tamamıyla Türk karakterli olduğu daha önce dile getirmiştik. Bk. “Selahaddin-i Eyyûbî üzerinden Kürtlere yapay tarih oluşturmak!” başlıklı makalemiz.
8-Resul Tosun, “Filistin halkının aslı Türk’tür” bayşlıklı makalesi,