TÜM PARLAMENTERLERE “23 NİSAN 2013”

           Sayın Milletvekilim,

 

TBMM’nin 93 Açılış Yıldönümünde, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayram’ımızın sonsuza tadar kutlanması dileğimle sevgi ve saygılarımı sunarım.

Yıllardır ülke yönetimiyle ilgili görüş ve düşüncelerimi parlamenter dostlarıma iletmeyi, Türk Demokrasi Tarihi’nin önemli bir bölümünü – 1956 ‘dan itibaren gazeteci 1969’dan itibaren parlamenter olarak – izlemenin bana yüklediği bir görev saydım.

Bugün de aynı duyarlılık ve duygularımla bazı değerlendirmelerimi size sunmak istiyorum:

Öncelikle Milletvekili kimliği konusundaki İnancımı bir kere daha belirtmeliyim. “Her bir milletvekili, şerefli yemin metninin bağlayıcılığıyla Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün önde gelen güvencesi olma sorumluluğunun bilincindedir. Milletvekilinin seçiliş şartları ve seçilme beklentilerinin oluşturduğu tüm zorluklara karşı, TBMM’nin kahramanlık ruhuna ve yemin onuruna bağlılığı, her türlü sadakat duygusunun önünde gelir.” Daha önceki yazılarımda size ilettiğim bu anlayışı bugün de aynen koruyorum. Başka bir siyaset anlayışının etik temelden yoksun olduğuna inanıyorum.

 

Sayın milletvekili,

Toplumumuz, günümüzde anlamlandırmakta ve yorumlamakta güçlük çektiği bazı kaygılarla karşı karşıyadır. Kaygılar giderek derinleşmekte, belirsizlikler birer bunalım kaynağına dönüşmektedir.

Binlerce yılın birikimi olan ortak ilke ve değerlerimizin aşınmasına yol açan bir yönetim anlayışıyla mı yönetiliyoruz? İktidar odakları bu gidişin planlayıcısı mı, uygulayıcısı mı, seyircisi mi? Bu gelişmeler bazı çevrelerin dayatmalarının kaçınılmaz sonucu mudur? Bazı iktidar yöneticilerinin ülke-dünya dengelerindeki temel algılamaları bir yenilmişlik değerlendirmesine mi dayanmaktadır? Belgeli tarihi binlerce yıl olan Türk Devletinin yalnız kendisi için değil komşuları ve diğer ülkeler için de savunduğu egemenlik ve bağımsızlık esasına dayalı, karşılıklı saygı ile yürütülen dış ilişkiler ilkeleri hangi zorunluluklarla gölgelenmektedir? Bazı uluslar arası kuruluşlar, devletler ve bunların temsilcileri mütekabiliyet ve kendi yükümlülüklerine eş zamanlı sadakat ilkelerini söz konusu Türkiye olunca neden kolayca ihmale yeltenmektedirler? Müttefikimiz ülkelerle mevzuat birliğimize rağmen asker gönderme ve kabulde neden farklı usuller uyguluyoruz? Yürütme ve yargının uygulamalarında Anayasa’ya, kanunlara ve özellikle hukuk devletinin temel ilkelerine aykırılıklar zaman zaman tersinden bir sıkıyönetim, olağanüstü hal veya kriz yönetimi anlayışıyla mı yaygınlık kazanmaktadır? Devletin kanun hâkimiyetini, kamu düzenini, kamu güvenliğini ve hukuk istikrarını sağlama görevi hangi anayasal yetkiye dayanarak belirsizlik süreçlerine sokulabilmektedir. Türkiye Anayasa metninin yargıçlarla yazıldığı tek hukuk devleti, Cumhurbaşkanı statüsünün seçim yerine yasa yorumlarıyla gerçekleştiği tek cumhuriyet durumuna nasıl sürüklenmiştir?

Bu sorular ve benzerleri birçoğuna katıldığım, bizzat tespit ettiğim ve somut örnekleri çokça yaşanan olaylardan doğmuştur. Sorunları yeni sorunlarla perdelemek, müsaadeli düşmanlıklarla gerilimler, sahicileştirilmiş başarılarla zaferler sahnelemek bazı güçlerin yönetme ve yönlendirme metodu olsa da, bizim ülkemizin insanlarının irfanını doyurmamaktadır. Durum başka türlü olsaydı halkımız, güç sahiplerinin gücü arttıkça alkışlamakta gönülsüz, güç sahibine yaklaşanları değersizleştirmekte aceleci davranmazdı.

Milletimiz tarihte hep kendi azim ve kararıyla yol almıştır.

Türk Milleti 93 yıldan beri de huzuru ancak, TBMM’nin devlet idaresinde millet iradesini etkin olarak uygulatabildiği dönemlerde bulmuştur. Kaygı, huzursuzluk ve bunalımlar işlerin TBMM’nin etki, gözetim ve denetimi dışına çıktığı veya öyle algılandığı süreçlerde doğmuştur. Günümüzde TBMM’yi yasa yapma, yasaların uygulamalarını denetleme, halkı bilgilendirme ve halkın taleplerini siyasi alana taşıma konularında sıradanlaştıran kaynağı belirsiz oldubittiler, toplumda karşılığını puslu bir ortam ve yön duygusunu yitirmişlik olarak bulmaktadır.

 

Sayın Milletvekili,

Ülkemizdeki puslu ortam bir yandan siyasi, sosyal ve etik bunalımı beslerken diğer yandan marazi ve sapkın bir anlayışla Türk düşmanlığı zemininde buluşanların (ki bunlar herhangi bir milliyete bağlanamazlar, milliyetçi her ulusa saygılıdır, hatta kendi ırklarını üstün görme maluliyeti taşıyan ırkçılardan bile değildirler, ırkçılar hiç olmazsa başkalarının direktifiyle değer düşmanlığı yapmazlar) ölçüsüz taleplerle ortaya dökülmesine yol açmaktadır… Yeni Haçlılık’ın kanlı araçları olan EOKA, ASALA ve PKK gibi örgütlerin lobilerine dayananlar adeta kamu yetkileri kullanmaktadırlar.

Türkiye sanki bir savaş kaybetmiş, Türk milleti sanki kayıtsız şartsız teslim olmuş, Türk devleti sanki yeniden kuruluyormuş gibi Anayasa taslaklarının propagandası yapılmaktadır. İkinci Dünya Savaşının kayıtsız şartsız teslim olan mağlupları Almanlar, İtalyanlar ve Japonlar bile bu tadar ahlaksız tekliflere muhatap kılınmadılar.

Galipler, yendikleri hemde insanlık dışı ırkçı uygulamalarla suçladıkları Almanlar’ın, İtalyanlar’ın ve japonlar’ın Milli adlarını Anayasadan çıkarmalarını istemek cüret’ini göstermediler.

Galip işgalcilerin yazdığı Alman Anayasası Madde:116 vatandaşlığı “ Alman Kavmiyeti” bağlantılı olarak hükme bağlamıştır.

İtalyan Anayasası Madde: 51/2 “Etnik İtalyanlığı” bile vatandaşlığa bağlamıştır. “Güneşin Oğlundan” insan kimliğine dönüşen Japon imparatoru HİRO HİTO bile işgalcilerin yazdığı Anayasayı 3 Kasım 1946 günü yeni bir Anayasa olarak değil “ Japon İmparatorluk Anayasasının DEĞİŞİKLİĞİNİ yayınlıyorum” ibaresiyle yürürlüğe koymuştur.

 

Sayın Milletvekili,

Gerçekleri örtmekte sınır tanımayanlar Osmanlı Devletinin yapısı ve kimliği hakkında da tarihi inkâr etmektedirler, Osmanlı Devleti Aliyesi Kadim Asya İmparatorluklarının ve Selçukluların devamı olarak milli, merkezi ve üniter bir devlet anlayışını hayata geçirmiştir.

1876 Anayasasının Osmanlı kimliğini esas alan hükümleri içinde madde: 18 “hidamatı devlette istihdam olunmak için devletin lisanı resmisi olan Türkçeyi bilmek şarttır” ibaresi yer almaktadır.

Aynı şekilde 57. Maddede “ Heyetlerin (Heyeti Ayan ve Heyeti Mebusan) müzakeratı lisan-ı Türki üzere cereyan eder” hükmü yer almaktadır. 68. maddede “Osmanlı tebhası olmayan, ecnebi hizmetinde olan ve Türkçe bilmeyenlerin” heyetlere seçilemeyeceği hükme bağlanmış, yeniden aday olabilmek için “Türkçe okumak ve mümkün metreme yazmak şart olacaktır” hükmü yer almıştır.

Bu gerçekleri görmezlikten gelenlerin tarih tahrifatçılığı tescillenmiştir.

Bir başka tarih yalanı da Türklük kavramının 1924 Anayasasıyla ihdas edildiği iddiasıdır. Halbuki TBMM 02.11.1922 tarihli kurucu anayasa hükmündeki 308 numaralı kararında “tarihe intikal etmiş olunduğu bir anda Osmanlı İmparatorluğunun Müessis ve sahibi hakikisi olan Türk Milleti Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş, hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan saray ve babi ali aleyhine  mücadeleye atılarak TBMM ve onun hükümet ve ordularını biteşkil … bugünkü halas gününe vasıl olmuştur” ibarelerini tarihe silinmez harflerle kazımıştır.

 

Sayın Milletvekili,

Batıda bazı sapkın çevrelerde görülen ırkçılığı Türk Milliyetçiliğine yöneltmek aşağılık bir işbirlikçiliktir. Türk Milliyetçiliğini ırkçılıkla suçlamak bir nefret suçudur ve milleti tarih içinde aşılan geri yapılara doğru çözme amaçlıdır. Türk Devletinin kimliğini tartışanlar, yönleri emperyalizmin Sevr’ine ve 1071 Bizans’ına dönük olanlardır. Ayetleri eksilterek, Hadis’lere ekleme yaparak bu gerçekler örtülemez, olsa olsa sahiplerini kutsalların tahrifçisi yapar

 

Sayın Milletvekili,

Milletimiz kaygı ile izlediği ve bilinç ile kaydettiği her Türlü hukuksuzluğun hesabını elbette soracak kararlılığa sahiptir. Milletteki kaygının temel sebeplerden biri kendi hukuk dışı konumları tescillenenlerin TBMM üyelerini de aynı gayrı meşru zemine çekme gayretleridir.

TBMM’nin Anayasa değişikliği yapma yetki ve sınırları TC Anayasasında açıkca belirlenmiştir. TBMM elbette yeminlerine onurla bağlı üyeleri eliyle yasama organını kendi meşrutiyetini çiğneyecek konuma düşürmeyecektir.

1971’de Anayasanın 147. Maddesini bizzat kaleme alan, Partiler arası Anayasa Komisyonunun başkanı olarak, şanlı TBMM’nin değerli üyelerinin, milletin verdiği kutsal yetkiye hiçbir gücü ortak etmediğinin ve kendi tercihlerini hukuk çizgisinden asla taşırmama kararlılığının tanığıyım.

Milleti şerefle temsil edenlerin kopamayacakları öncelikli ilke yeminlerine sadakat dır. Bunun yerine getirilmediği süreçte vatandaşın, millet, ülke ve milletine sadakat’i devreye girer.

Sizlerin de yüce Türk Milletinin beklediği gibi TBMM’nin tarihsel bilincini gelecek kuşaklara şerefle aktaracağınızdan kimse şüphe edemez.

Bu kutlu günde başta TBMM’nin kurucusu ve ilk başkanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere ebediyete uğurladığı bütün millet temsilcilerini rahmetle anıyorum. Yaşayan bütün parlamenterlerimize esenlikler diliyorum.

 

En yürekten saygılarımla…

 

Hasan KORKMAZCAN

 

Denizli 14.15.19.20. Dönem Milletvekili

TBMM E. Başkanvekili

TPP Onursal Başkanı

 

EK: 1,

Türk Parlamenterler Birliği 33. Yıl kitabı 215 ve 254 sayfalarındaki metinler

           Sayın Milletvekilim, - think tank dusunce kurulus

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir