Bir gün işten çıkmış, yorgun bir halde, eve gidebilmek adına metroya bindim. Akşam saatiydi, iş çıkışı ve dershane öğrencilerinin dağılma saatiydi. Doğal olarak ayakta gitmek durumundaydım. Karşıda yaşı seksenin üzerinde olduğu belli olan bir bayan oturuyordu. Her haliyle aydın bir insan olduğu görülüyordu, etkilemişti beni. Oturuşu, duruşu, insanlara sevgiyle bakan gözleri… Elimde olmadan sıcak bir tebessüm eşliğinde başımla selam verdim, karşılık verdi hemen ardından.
İlk durağa kadar sorunsuz gittikten sonra o durakta büyük olasılıkla 9-10 yaşlarında bir öğrenci bindi metroya. Ama kazağının bir kısmı pantolon içerisinde, bir kısmı dışarıda, montu neredeyse düşecek üzerinden ve son derece de bitkin, bezgin bir çocuk. Elinde kocaman ve ağır olduğu her halinden belli sırt çantasını yerde sürükleyerek bindi metroya.
Az önce selam verdiğim, yaşı seksenin üzerinde olan bayan çocuğu yanına çağırdı ve “Sen çok yorulmuşsun evladım gel, otur buraya” diyerek yerini ona verdi. Ben dahil metrodaki herkes şaşkınlık içerisindeydi. Yanına yaklaştım ve bu yaptığının nedenini sordum. Aldığım yanıt muhteşemdi: “Bak canım, ben geldim gidiyorum. Bu çocuksa bizim geleceğimiz. Ben sadece gelecek önünde ayağa kalktım.”
O bayan gerçek bir Atatürkçüydü bana göre. Zira Atatürk gibi geleceğin önünde ayağa kalmayı bilmişti. Atatürk 23 Nisan gününü çocuklara armağan ederken biliyordu onların değerini. Geleceği kuracak ve kurulan Cumhuriyeti yaşatacak olanlar onlardı çünkü. Çocuklar önemliydi. Onlar mutlu olmalı, iyi eğitim almalı, iyi bakılmalı, korunmalıydı. Ulu Önder bu günü onlara armağan ederek, vasiyet ediyordu bir anlamda “İyi bakın geleceğe” diye. Ama yerine getiremedik bu vasiyeti…
Çocukları sevmediler hiç. Atatürk çocukların önemine parmak bastığı halde sevmediler onları. Çünkü onların varlığından bile haberleri yok, olsa bile gözlerinin gördüğü yok zaten. Her zaman çok mühim başka işleri var, kimi güya vatanı milleti kurtarma peşinde, kimi dergi, gazete basıp gençleri coplatma işinde, kimi daha fazla rant elde etmek için şehirleri köstebek yuvasına çevirmek peşinde. Çocukları değil sevmeye, görmeye bile tahammülleri yok. Oysa çocuklar onların yüzünden ölüyor, onları sevmedikleri, onlara azıcık da olsa değer vermedikleri için ölüyorlar. Hepsi de suçludurlar. Suçlular. Çocukların küçücük elleri onların yakalarına yapışıp onları sanık sandalyesine oturtamayacaklar belki ama, onlar bu kadar büyüdükleri, çocukluktan bu kadar uzaklaştıkları için vicdanlarda hep suçlu olarak kalmaya mahkum olacaklar.
Bu kadar çabuk büyümeselerdi, belki emirlerindeki kurşunlar, bombalar ufacık çocukları delik deşik edemeyecekti. İçlerinde bir parça çocukluk kalmış olsaydı, rögarlardan içeri peş peşe çocukların düşüp ölmesine izin vermezlerdi. Bir an geçmişe dalıp çocukluk günlerinizi hatırlayabilselerdi, geçen yıllarda bir gezi sırasında ölen 30 çocuk belki bu yıl da kutlayabileceklerdi 23 Nisan’ı coşkuyla. Yanmış bir çocuk hastane kapılarında parası yok diye ağlar vaziyette bekletilmezdi.
Büyüklerin veya kendilerini çok büyük görenlerin bu bayramı kutlamaya hakları yok. Bu anlamda da ikiyüzlülük yapmamaları ve biraz olsun utanmaları varsa gidip kendileri hakkında suç duyurusunda bulunmaları gerekir. Ancak hala tüm bunlar onları rahatsız etmiyor ki rahat koltuklarında güle güle, izzet ve ikbal ile oturuyorlar. Ne diyelim; “ Buyurun devletlim, makam da sizin koltuk da! “ kullanın dilediğiniz kadar. Ancak unutulmamalıdır ki hiçbir şeyin garantisi yoktur. Devran dönebilir bir gün. Geleceğin sahibi çocuklar gün gelir sorar hesabını bu yaptıklarınızın.
Bu bayram da şarkılar söyleyecekler. Ancak lütfen büyük makam sahipleri; sakın ola ki onların şarkılarına katılmayın, hatta bayramlarını bile kutlamaya kalkışmayın! O sanki sonradan tutturulmuş iğreti gülüşlerinizle, o yapmacık sevgilerinizle ve yapmacık hareketlerinizle çocuklara yaklaşmayın. Zira sizler geleceğin önünde ayağa kalkmayı bilemediniz. İşte o nedenledir ki sizleri görünce değil bizlerin çocukların bile yüzü gülmüyor. Yani “Neşe dolmuyor insan.”
Bir yanıt yazın