AB IRKÇILIK KARARI

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞI İLE MÜCADELE İLE SOYKIRIMININ VE İNSANLIĞA KARŞI SUÇLARIN İNKÂRININ CEZALANDIRILMASINA İLİŞKİN ÇERÇEVE KARARI
PULAT TACAR2

I-Giriş

Fransa Anayasa Konseyi, Fransız Parlamentosu tarafından 2012 Ocak ayında  kabul edilen, Ermeni soykırımını yadsıyanların  mahkum edilmesine dair kanunu  anayasaya ve düşünceyi ifade özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesi ile  iptal etti.  2012 yılında seçilen Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, aynı tasarıyı yeniden Parlamento gündemine taşıyacaklarını  açıklamıştı.   6 Nisan 2013 tarihinde basına yansıyan haberlerde [2], Fransa’nın  bu alanda  -orta yol sayılabilecek-  yeni  bir yasal düzenleme yapacağı ve bunun Avrupa Birliği Konseyinin  Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadele ve Soykırımı ile İnsanlığa Karşı Suçların İnkarının Cezalandırılmasına ilişkin Çerçeve Kararından esinleneceği   belirtiliyor. Yazılanlar doğru ise, tasarıda  “Ermeni soykırımı” terimi bulunmayacakmış; sadece  “soykırımının inkarından” söz edilecekmiş.

Soykırımı suçu  1948  Soykırımının Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ile hukuken[3] uluslararası suç olarak tanınmıştı.  İkinci Dünya Savaşı sırasında  Yahudilere ve  Romlara karşı işlenen kırım  (Holokost) “insanlığa karşı suç” olarak Nürnberg Mahkemesi tarafından cezalandırılmıştı. Böylece -Soykırımı Sözleşmesi onaylanmadan önce işlenmiş olan- Holokost suçu,  “varlığı mahkeme kararı ile saptanmış  tartışılamaz bir tarihsel gerçek” niteliğini kazanmıştı. Holokost’un inkâr edilmesi pek çok ülkede ceza yasalarına ya da özel yasalara konulan hükümlerle cezalandırılmaktaydı.

Son yıllarda,  İkinci Dünya Savaşında işlenen Holokost  suçu dışında diğer soykırımı ve insanlığa karşı suçlarının ve  savaş suçlarının inkârının da  cezalandırılmasına ilişkin yasal düzenleme çalışmaları hızlandı. Bu bağlamda, hangi olaydan söz edildiği açıklanmadan, soykırımı veya insanlığa karşı suçun inkârı –İsviçre örneğinde olduğu gibi genel bir ifade ile– cezalandırma kapsamına alındı.  Benzer şekilde, Sovyetler Birliğinin boyunduruğundan kurtulan ülkelerin yasama meclisleri  Demir Perde döneminde ülkelerinde yapılan katliam ya da insan hakları ihlallerini   insanlığa karşı suç  olarak niteleyen kararlar aldılar.

Bu çerçevede, Avrupa Birliği  2008 yılında bir Çerçeve Kararı kabul ederek, Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Suçları ile Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsünde anılan Uluslararası Suçların İnkârının Cezalandırılması konusunda,   AB Üyesi Devletlerin yasaları arasında uyumlaştırma (harmonizasyon) sağlamak istedi.

AB dışındaki kimi ülkeler de hukuk sistemlerinde, inkâr suçu kavramına yer verdiler, ancak, bunlardan bir bölümü   çelişkili uygulamalar içine girdi. Örneğin İsviçre : 09.03.2007 tarihinde İsviçre’nin Lozan Mahkemesi ve 19.06.2007 tarihinde    Vaud Kantonu  Mahkemesi Doğu Perinçek’i Ermeni soykırımı  savını reddetmek suretiyle   ırk ayrımcılığı yapmaktan  mahkum etti; bu mahkumiyet İsviçre  Federal Mahkemesi tarafından 12.12.2007 tarihinde onaylandı.  Ancak, bu karardan bir kaç yıl önce, İsviçre’nin Bern- Laupen mahkemesi Ermeni soykırımı savını reddeden 17 Türk vatandaşını  aklamıştı [4].

Aslında, Doğu Perinçek, Birinci Dünya Savaşının ilk yıllarında  Osmanlı Ermenilerinin can ve mal kayıplarına uğradıklarını  ( latince:actus reus’u) yadsımamış, o  eylemlerin  1948 Soykırımının Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin öngördüğü  soykırımı çerçevesine   girmediğini, özel kasıt (Roma Hukuku diliyle dolus specialis) öğesinin, yani suçun (latince:mens rea)  denilen -kasıtla ilgili manevi- ögesinin var olduğunun hukuken saptanmadığını, “Ermeni soykırımı iddiasının yalan olduğu” söylemi ile  vurgulamıştı.  Doğu Perinçek 1915-1916 olaylarının  soykırımı  olduğuna dair yetkili bir  yargı kararı  bulunmadığını, gerçekte Osmanlı yurttaşı çeşitli etnik ve dinsel gruplar arasında  karşılıklı katliam yapıldığını belirtmişti. Doğu Perinçek,  mahkumiyet  kararına karşı  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde   dava açtı; Türk Hükumeti de  davaya  katılma hakkını kullandı [5]; AİHM önündeki dava bu makalenin yazıldığı tarihte sonuçlanmamıştı.

II-Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Alanında bazı Uygulama ve Söylemlerle Mücadele Konusunda  AB   Çerçeve Kararı”   

Avrupa Birliği Konseyi, yaklaşık sekiz yıl süren bir müzakere süreci sonucunda  hazırlanabilen “Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadele” konulu   2008/913/JHA  sayılı  Çerçeve Kararını (Ç.K.) 28 Kasım 2008 tarihinde  kabul etti.  AB Konseyi bir ay daha beklemiş olsaydı, AB Lizbon Anlaşması yürürlüğe girecekti ve  Çerçeve Kararı düzenlemeleri   Lizbon Anlaşması tarafından öngörülmediği  için, Ç.K.   dosyası  ya arşive kalkacak ya da  yeniden  -örneğin bir AB Direktifi olarak- yeniden başka hukuksal şekil ve içerikte  gündeme gelebilecekti.

AB Konseyi, daha önce  1996 yılında,  Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı konusunda bir Ortak Eylem Planını kabul etmişti[6]. Bu ortak eylem planı  ceza yasaları arasında uyum sağlama konusunda istenilen sonucu verememişti. Bir kısım AB ülkesinin -örneğin, Fransa’nın ve Avusturya’nın- ceza kanunu  Yahudi kırımının (Holokost’un) inkârını  cezalandırmayı zaten öngörüyordu. Diğer ülkeler inkâr suçunu  “nefret uyandırıcı söylem” veya “ırk ayrımcılığı” başlığı  altında dolaylı olarak ele alıyorlar.

Çerçeve Kararı taslağı, hazırlık safhasında  AB  çerçevesinde sivil toplum örgütleri, akademisyenler ve medya tarafından yeterince  tartışılmadı.

Ancak, Çerçeve Kararının (Ç.K.) bazı maddelerinin  ifade özgürlüğüne aykırı olduğu ve özellikle  bilimsel  araştırmaları engellediği  eleştirileri  yaygındı. Bu eleştirileri karşılamak için, Ç.K. metnine pek çok “hafifletici” hüküm yerleştirildi; bunları aşağıda  irdeleyeceğiz. Ancak  bu “garantiler”  bile anılan Kararın iptalini isteyen  odakları tatmin etmedi.  İtirazlar daha ziyade  Avrupa’nın sağcı kesimlerinden kaynaklanmaktaydı [7]. “Liberté pour l’Histoire” (Tarihe Özgürlük Girişimi) etrafında toplanmış olan   akademisyen, tarihçi ve diğer liberal aydın çevreler de  eleştirilere katıldılar[8].

III. AB Çerçeve Kararında Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı suçları ve bu Suçları İnkâr Edenlerin Cezalandırılması[9].

AB Çerçeve kararının  bu araştırmamızda değinilen  maddelerinin çevirilerine   dipnotlarda yer verdik[10].  Bu maddelerle ilgili  görüşlerimiz  aşağıda  sunulmuştur.

 

1)Suç sayılan eylemler

Çerçeve Kararının 1.maddesi suç sayılan ve cezalandırılması talep edilen eylemleri sıralıyor:  bunlar , –Irk,renk, din, soy veya ulusal ya da etnik kökeni ile tanımlanan  insan grubuna veya gruba mensup bir kişiye  şiddet kullanımını veya nefret çağrısını  alenen kışkırtmak ;

(Şiddet kullanımının ve nefret çağrısının  bir gruba mensup tek bir bireye yöneltilmesi cezalandırma için yeterli sayıldığının altını  çizmelim)

 

-Irk, renk, din, soy veya ulusal ya da etnik kökeni ile tanımlanan bir insan grubuna ya da o grubun bir mensubuna yönelik olan ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsünün 6,7 ve 8. maddelerinde tanımlanan soykırımını, insanlığa karşı suçları ve savaş suçlarını, aşağıda anılacak davranışların   şiddeti  körükleyebilecek veya nefreti celbedebilecek biçimde yapılması şartıyla ,alenen (bağışlamakgöz yummak), inkâr etmek ya da kabaca küçümsemektir  .

2)Irkçılık ve yabancı düşmanlığının “ciddi biçimi” ile mücadele edileceği

Kararın Giriş bölümünün 6. fıkrasını ayrıca ele almalıyız. AB ülkeleri  burada “ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının  özellikle ciddi  biçimleri  ile  mücadelenin öngördüğünü”  vurguluyorlar. Bu ifadeden, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelenin   yüzeysel  gözüken  ve “hafif” sayılabilecek bazı biçimlerinin  hoşgörülebileceği  sonucu çıkmaz mı?   Gerekçe olarak, “Üye Devletlerin  özellikle bu alandaki  kültürel ve hukuksal geleneklerinin bir ölçüde  farklı olduğu, bu açıdan, ceza yasalarının tam uyumlaştırılmasının halihazırda  mümkün olamayacağı”  belirtilmiştir[11]. Irkçılığın ve yabancı düşmanlığının “ciddi biçiminin” ne olduğunu, herhalde AB ülkelerinin savcı ve yargıçları  takdir yetkilerini kullanarak  yorumlayacaklar[12]. Böylece, savcı veya yargıç isterse -İsviçre/Perinçek  örneğinde görüldüğü  gibi- ırkçılığı çağrıştıracak hiç bir söz  ya da davranış bulunmamasına rağmen-  zanlıyı  ırkçı ilan edebilecektir. Özetle,  bir çeşit “kurtla kuzu öyküsü” tekrarlanabilecektir.

3)Korunan grupların sayısının  arttırılması

Çerçeve Kararının Giriş bölümünün 10 maddesine göre, “Üye devletler, ulusal yasalarında, ırk, renk, din, nesil veya ulusal ya da etnik köken dışında, örneğin sosyal statü veya siyasal  inançlarıyla  tanımlanan gruplara yönelik suçları da  kapsayan  hükümler kabul edebileceklerdir.” Bu kural, Üye Devletlere, Soykırımı Sözleşmesi ile   korunan grupların çerçevesini  genişletme     imkanını  tanıyor.   Soykırımı suçu söz konusu olduğunda, Soykırımı Sözleşmesi   uzun müzakereler sonunda  bu çerçeveyi daraltmıştı : sadece “ulusal, etnik, ırksal ve dinsel” gruplar koruma altına alınmıştı. Uluslararası Ceza Divanını  kuran Roma Statüsündeki “İnsanlığa Karşı Suçlar “ tanımında   ise,   “herhangi bir sivil grup” biçiminde daha geniş bir  kapsama alanı  var[13]. Çerçeve Kararı, yukarıda    altı çizili olarak  belirttiğimiz grupları da  koruma alanına alarak, 1948 Sözleşmesinin  alanını  res’en genişletmiştir. Bunun sonucunda, siyasal gruplara soykırımı suçu işlendiğini yadsıyan kişi de  inkar suçu işlemiş  sayılabilecektir.

4)Kasıt ve aleniyet

Çerçeve Kararında  suç teşkil eden davranışın    kasıt içermesinin ve eylemin aleniyetinin  gerekli olduğu belirtilmiştir. Ayrıca,  inkâr eylemi -tek başına-  ceza vermek için yeterli değildir. Eylemin cezalandırılması için şiddeti  alenen körükleyebilecek veya nefreti celbedebilecek biçimde yapılması icab ediyor; kararda sayılan suçlardan“küçümseme fiilinin” “kabaca yapılması  koşulu  da  getirilmiştir. Yani,  kapalı kapılar ardında, az sayıda kişinin duyabileceği şekilde  ve –tabii- nazik bir biçimde  yapılacak  “küçümseme”  yargı tarafından  hoşgörülebilecek,cezalandırılmayabilecektir.

Bu bağlamda  Soykırımı Sözleşmesinin ve bu Sözleşmeyi uygulamaya koyan Bosna/Sırbistan davası kararının,  bir  eylemin soykırımı sayılması için  özel kasıt içermesi gerektiğinin altını çizdiğini     burada  tekrarlayalım. Ç.K.nın yazılış biçimi ise, sadece kasıt  öğesini  içermekte,  latince dolus specialis  denilen özel kasıtı unsurunu  ihmal etmektedir

5) Göz yummak (condoning) eylemini  uygulamada arka plana atan  değişiklik

Burada  -sorgulayarak- altını çizmek istediğimiz   husus, Çerçeve Kararının 1(4) maddesinin, 1 (c) ve (d) maddesinden farklı  yazılmış bulunmasıdır. Bu konuya açıklık kazandıralım:   cezalandırılacak davranışlar,  Çerçeve Kararının 1 (c) ve 1 (d) maddelerinde alenen bağışlamak veya göz yummak (condoning); inkâr etmek ya da kabaca küçümsemek olarak  belirtilmiştir. Çerçeve Kararının  aşağıda dipnotta verilen ve yetkili mahkeme ile ilgili 4. madde metninde ise   sadece “inkâr etmek ve kabaca küçümsemek”  eylemleri metinde  kalmış,  göz yummak   -(İngilizcesi:condoning) metinden çıkarılmıştır.

Her kelimesi uzun yıllar müzakere edilen bir metinde  “göz yummak” fiilinin sehven  unutulmuş olması mümkün değildir. Bu değişiklik, büyük olasılıkla,  Ç.K. metnine itirazları karşılamak  için önerilen bir uzlaşma formülüdür. Metni müzakere edenler,  sadece isteyen Üye Devlete kendi ceza yasasında “göz yummak” fiilini  de cezalandırma olanağını tanımak istemiş olabilirler; bu nedenle 1(c) ve 1 (d) maddelerine bunu yazmışlar. Ancak, daha aşağıda  4. maddede “göz yummak” fiilini  suç olmaktan çıkararak, isteyen Devlete farklı davranma  kapısını açık bırakmışlardır.  Bunu tipik bir AB müzakere ve oydaşma arama alışkanlığı saymalıyız. Oysa,  konuyu irdeleyenler[14],  “göz yumanın”, “inkârdan” daha  ağır bir davranış olduğunu belirtirler. Zira, “alenen göz yuman”    eylemin yapılmış olduğunu kabul etmektedir; buna karşılık  “inkâr  eden”   suç olan  eylemin  vuku bulduğunu da  reddetmektedir.

6)Söylemin, tehdit,küfür,hakaret içermesi

Kararın ikinci maddesi, Üye Devletlere, 1. fıkra bağlamında, ya sadece kamu düzenini bozması muhtemel olan davranışları  ya da  söylemi, tehdit, küfür veya hakaret içermesi durumunda   cezalandırma olanağını tanımaktadır. Bu kural Çerçeve Kararının  daha da  sulandırılması  sonucunu vermiştir. Bu modele Alman ve İngiliz hukuk   sistemlerinde rastlanılmaktadır[15].

7)Suçun kesinleşmiş mahkeme kararı ile saptanmış olması

Çerçeve Kararına göre,  Üye Devletler, inkârı veya kabaca küçümsemeyi  cezalandırmayı, (yukarıda belirttik:  göz yumma davranışı metinden çıkmıştır) kesinleşmiş bir mahkeme kararı ile varlığı saptanmış bir  suç  ile sınırlamayı  yeğleyebilirler [16].(Burada işaret ettiğimiz  Madde 1.4. kuralının uluslararası hukuka aykırı olup olmadığı veçhesine aşağıda 9. maddede   ayrıca değineceğiz).

Fransa, AB Çerçeve Yasası konusunda  suçun yetkili bir uluslararası mahkeme tarafından saptanmış olması koşulunu tercih ettiğini açıklayan ilk ülke olmuştu[17]. Daha sonra -Fransa Anayasa Konseyi tarafından iptal edilen-  Boyer yasası ile  dönüş yapmayı denediler, ancak bu  girişim  de başarısız kaldı. Gazete haberlerine göre şimdi Fransız Hükumeti soykırımı suçunun yetkili uluslararası mahkeme tarafından saptanması  şartından

-Ermenileri tatmin etmek için- vazgeçecekmiş.

8)Çerçeve Kararı Devletlerin anayasal ilkelerine aykırı olamaz

Çerçeve Kararının  içeriğini ve uygulamasını  sınırlayan  bir başka kural  anılan Kararın 7. maddesinde  kayıtlıdır[18]. Bu kısıtlama  Ç.K.nın, Avrupa Birliği Andlaşması ile Üye Devletlerin  anayasal ilkelerinde kayıtlı  temel özgürlükleri, özellikle ifade ve dernek kurma özgürlüğünü, basın özgürlüğünü  etkilemeyeceğini kayda geçirmektedir. Benzer şekilde, Ç.K.nın Giriş bölümünün aşağıda  dipnotta  çevirisi sunulan 14 ve 15. maddeleri Ç.K.nın uygulanma alanını sınırlaması bakımından  önemlidir[19]. Tüm Üye Devletler açısından zaten geçerli olan bu hükümlerin   -hukukî bir zaruret olmadan-  Çevre Kararında tekrarlanmasının  nedeni, Üye Devletlerden pek çoğunun, Çerçeve Kararının  düşünce özgürlüğünü- sağcı kesimler için: yabancı düşmanlığı ile anti semitizm  eğilimlerini– kısıtlayıcı, hatta cezalandırıcı  etkisi  konusunda ciddi çekinceleri bulunmasıdır[20].

9) i)Çerçeve Kararının, uluslararası hukuk açısından en tartışmalı  hükmü  1.Maddenin 4. fıkrasıdır.

Bu madde şöyledir “ Her Üye Devlet, işbu Çerçeve Yasasını kabul ettiği sırada veya daha sonra, Madde 1.Fıkra 1 (c) ve /veya (d)  de  yazılı suçları inkâr etme  veya kabaca küçümseme eylemini,  bu suçlar ya bir  Üye Devletin ulusal mahkemesinin ve/veya uluslararası mahkemenin  vereceği kesinleşmiş bir kararla  ve / veya münhasıran bir  uluslararası mahkemenin vereceği kesinleşmiş kararla saptanması durumunda cezalandıracağı konusunda beyanda bulunur.

Görüldüğü gibi bu madde   Üye Devlete üç seçenek sunuyor. Bunlardan biri,  ulusal mahkemeye soykırımı konusunda karar yetkisini vermektedir. Soykırımı suçu o ülkede işlenmiş ise  sorun yoktur; 1948 Sözleşmesi zaten bunu öngörüyor. Soykırımı zanlısı bireyi yargılama konusunda yetkili Mahkeme konusu Soykırımının Önlenmesi ve Cezalandırılmasına ilişkin 1948 Sözleşmesi  Uluslararası Hazırlık Konferansında  görüşülmüş  ve  anılan  Sözleşmenin VI . maddesi ile çözümlenmişti. Anılan madde şöyledir : “ Soykırımı suçu veya  3 maddede kayıtlı diğer suçlarla itham edilen kişiler, soykırımının gerçekleştiği ülkenin yetkili mahkemesi tarafından veya uluslararası bir ceza mahkemesinin yargı yetkisini kabul eden Taraf Devletler için o mahkeme tarafından yargılanırlar

İkinci ve üçüncü seçenekler, uluslararası mahkemeye yollama yapmaktadır. Bu da yazım farkı ile 1948 Sözleşmesi  çizgisindedir.

 

ii)AB Çerçeve Kararı ile 1948 Sözleşmesinin VI maddesi arasındaki en önemli  fark nedir?

1948 Sözleşmesi “ Soykırımının gerçekleştiği ülkenin yetkili mahkemesi veya Tarafların üzerinde mutabık kalacakları  bir uluslararası ceza mahkamesi ” diyor. Çerçeve kararı ise,  sadece“Üye Devletin mahkemesinin kesinleşmiş kararından”  söz  ediyor.

1948 Sözleşmesine göre, soykırımı  suçu bir başka ülkede işlenmiş ise,  diğer bir ulusal mahkemenin  o soykırımı  zanlısını   yargılama yetkisi yoktur. Fark  buradan kaynaklanıyor. Ç.K. metninde “Soykırımının gerçekleştiği ülkenin ulusal mahkemesi” denilseydi  1948 Sözleşmesinin kuralını   arka kapıdan girerek değiştirme girişiminden söz edilmezdi.

iii) “Evrensel yargı yetkisi” [21]1948 Sözleşmesi Hazırlık Konferansında reddedildi

Yukarıda da değinildiği gibi, bu konu 1948  Sözleşmesinin Hazırlık Konferansında “evrensel yargı yetkisi” başlığı altında görüşülmüştü.  (Bakınız: Konferans  Zabıtları:  5.4.1948  ( Doc-E/794) ss. 29.33;  9.11.1948 97.Oturum,ss.360-373; 10.11.1948, 87-99 oturumlar,  ss.373-393; 11..11.1948, 99 oturumun devamı, ss 393-407) Yapılan oylama sonucunda  suçun işlendiği ülkeden başka ülkenin yargısına, soykırımı  zanlısını yargılama yetkisini vermeyi öneren teklif   reddedilmişti.  Red gerekçesi olarak  şu hususlar kaydolunmuştu: “Evrensel yargılama yoluyla cezalandırma geleneksel hukukun ilkelerine aykırıdır ; buna izin vermek, bir başka ülkede bir yabancı tarafından işlenen suçların farklı ülkede cezalandırılması sonucunu verir; soykırımı genel olarak suçun işlendiği ülkenin Devletinin sorumluluğunu da kapsadığından, evrensel cezalandırma  ilkesi ulusal mahkemelerin yabancı hükumetleri yargılamaları sonucunu getirir ki bu tehlikeli uluslararası gerginlikler  doğuracaktır”

iv) Başka ülkede işlenmiş bir suçun zanlısını yargılama  yetkisini ulusal mahkemesine tanıyacak olan   AB Üyesi Devlet,  1948 Sözleşmesinin yetkili Mahkemeye ilişkin VI. maddesini  ihlal etmiş  sayılır mı?

Yukarıda da belirtildiği gibi, bir ülkenin ulusal  yargısına başka bir ülkede işlenen soykırımı eylemini yargılama yetkisini vermeyi öngören “evrensel yargı yetkisi”, Hazırlık Konferansında  oylamaya sunulmuş ve  reddedilmişti. Şimdi, AB Üyesi Devlet, Çerçeve Kararında zikredilmemiş olan “soykırımının gerçekleştiği ülke” sözcüklerinin silinmesi, nedeniyle oluşan boşluktan  yararlanarak, ülkesinde böyle bir uygulamaya yer verirse, kanımızca  o ülke   1948 Sözleşmesini yalnış yorumlamış ve yalnış uygulamış olacaktır.

Başta Belçika olmak üzere Almanya gibi AB ülkeleri bu uygulamaları başlatmışlardır.Bunun sonucu olarak, örneğin Almanya’da görülen bir davada, Ruanda’lı bir zanlı soykırımı suçundan mahkum olursa,   bunu inkâr eden veya kabaca küçümseyen kişi de  inkâr suçundan  yargılanacak ve mahkum edilebilecektir.

v) Ulusal yargıya “evrensel yargılama yetkisi” sağlama girişim ve uygulamaları

1948 Soykırımı Sözleşmesi Hazırlık Konfrensında, reddedilen  evrensel yargılama yetkisini genelleştirmeye yönelik  çabalar  sürdürülmektedir.  Aslında, bu Uluslararası hukukun  babası sayılan Hugo Grotius [22]  döneminden beri  gündemde olan bir konudur.

Hatta, Fransa  ile Türkiye arasında UAD’de  görülen ve 1927 tarihinde karara bağlanan Lotus  davası da evrensel yargı yetkisi alanına giren bir örnek olduğunu söylemek yalnış olmaz[23]. O davada  uluslararası sularda  bir Türk gemisini batıran Fransız bayraklı Lotus gemisinin kaptanının Türkiye tarafından yargılanması  UAD tarafından  uluslararası hukuka uygun bulunmuştu.

-Evrensel yargı yetkisi konusunda  önemli  olan bir başka  dosya da  Şili diktatörü Pinochet’nin kendi ülkesi dışında (İngiltere’de)    yargılanmasıdır.

-Bundan başka, İsviçre’nin Lozan Askeri mahkemesi, 30 Nisan 1999  tarihinde –1996 yılında İsviçre’ye gelen ve sığınma hakkı talep eden-Ruanda’lı Belediye Başkanı Fulgence Niyonteze ‘yi savaş suçundan  yargılamış ve hayat boyu hapise  mahkum etmiştir. (İsviçre Askeri Ceza Yasası, başka ülkede işlenen suçları yargılama yetkisini tanıyor).

-ABD’deki Vaşington Mahkemesi  ise Mart  2001’de,   (işkenceci olarak tanınan) Endonezya Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri  General Jhony Lumintang’ı – gıyabında- zarar -ziyan ödemeğe mahkum etmiştir.

-Evrensel yargılama yetkisini tanıma  alanında en önde giden ülkelerden biri  Belçika’dır. Belçika 1999’da tadil edilen 1993  yasası ile  ulusal yargısına  mutlak evrensel yargılama yetkisini tanıdı. Bunun üzerine Belçika’da çok sayıda dava açıldı. Bu bağlamda  dört Ruandalı  2001 yılında, 1949 Cenevre Konvansiyonları ile  bunun I ve II Ek Protokollerine  aykırı davranma iddiası ile  Brüksel Asliye Ceza Mahkemesine  sevkedildiler ve 1994 Ruanda soykırımına katılmaktan oniki ile yirmi yıl arasında hapis cezasına  mahkum edildiler;

– Belçika’da evrensel yargılama yolu açılınca, bu kez Filistinliler Ariel Sharon hakkında, 1982 yılında Lübnan’da Sabra ve Şatila kamplarında yapılan katliamlar konusundaki sorumluluğu gerekçesi ile   Belçika’da dava açmak istediler;

-Fildişi Sahilinde 26 Ekim 2000 tarihinde yapılan Yopugon katliamındaki sorumlulukları gerekçesi ile Fildişi Sahili Başkanı ve İçişleri Bakanı hakkında  dava açılması talep edildi;

-2001 yılında Saddam Hüseyin hakkında da Iraklı Kürtler tarafından dava açılmak istendi.

-ABD’deki Kübalı sığınmacılar da  Fidel Castro’ya karşı dava açmak için   Belçika yargısına  başvurdular.

Benzer dava girişimlerinin sayısı  artınca ve sorun içinden çıkılamaz bir yöne sürüklenmeğe başlayıp ta  bu girişimler  ülkenin  çıkarlarını  zedeleyince, Belçika  bu davaları  frenleme  ihtiyacını duydu  ve  yasa değişikliği yapmayı  planladı. Aşağıda  Çerçeve  Kararı vesilesi ile  Belçika uygulamasında da belirttiğimiz gibi, o ülkedeki Hükumet krizi, bu alandaki çalışmaları şimdilik durdurdu.

– Almanya’da  ulusal yargıya Almanya dışında işlenmiş soykırımı, insanlık suçu ve savaş suçu  eylemlerini yargılama yetkisini veren 30.6.2002 tarihli Völkerstrafgesetzbuch yasası  ile    evrensel  yargı yetkisini tanımıştır; anılan suçlardan hiçbirine zaman aşımı uygulanmaz. Ancak Almanya dışında işlenmiş suçlar için dava açılması, Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 153(f) maddesi gereğince,   Federal Savcının iznine bağlanmıştır. Bu madde  Federal Savcıya çok geniş yetki tanımaktadır. Şimdiye kadar savcıya intikal eden 128 talep olmuştur.  Bunlardan  iki Ruanda vatandaşı  (Ignace Murwanashyaka ve Straton Musoni) hakkında Mayıs 2011’de Stuttgart Oberladesgericht mahkemesinde dava açılmıştır. Anılan Alman mevzuatının uygulanması çerçevesinde Frankfurt mahkemesinde de  bir dava açıldığını  internet ortamında yaptığımız araştırmada saptadık.

Bu örnekler,   “evrensel  yargı” alanındaki  gelişmelerin zemin kazandığına işaret etmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi,  Çerçeve Kararı  çeşitli hükümlerle yumuşatılmış ve anayasal haklar  garanti altına alınmak istenmişse de, sonuçta  savcı ve yargıçlara tanınan geniş  takdir hakkı,  bu alanda  adalet ve hakçalık duygusunu  zedeleyebilecek  beklenmedik kararlarla karşılaşılması  sonucunu verebilecektir.

10)Çerçeve Kararına uymamanın yaptırımı yok

Nihayet, AB hukuk sisteminin, bir üye  Devletin   Çerçeve Kararına uymaması  durumunda herhangi bir yaptırım  öngörmediğini  de  belirterek[24] bu bahsi kapatalım..

IV) Çerçeve Kararına veya AB Üyesi Devletin  taraf olduğu bir Sözleşmeye  aykırı  mevzuatına   karşı  başvurulabilecek hukuk  yolları

1)      AB hukuku çerçevesinde Çerçeve Kararının İptali veya Yorumu  mü ?

AB Çerçeve kararının iptali veya  yorumlanması için  AB Lüksemburg Adalet Divanına bir AB ülkesi mahkemesi tarafından  başvurulması mümkündür.

Avrupa Birliği Anlaşmasının 35. maddesi, AB Adalet Divanının  “işbu Maddede belirtilen  koşullar çerçevesinde,  Çerçeve Kararlarının geçerliliği ve yorumlanması  hakkında  hüküm vereceğini” belirtir.  Ancak,  Üye  Devletler yargının  kararını kabul etmek zorunda değildirler; bu konudaki  iradelerini bir bildiri ile  Konseye iletebilirler; ayrıca bildiride,  konunun Avrupa Adalet Divanına, herhangi bir  ulusal mahkeme tarafından mı,  veya sadece en üst (ulusal) mahkeme tarafından mı  intikal ettirilebileceği  hususundaki  kararlarını   bildirebilirler (Madde 35, 2ve3 fıkralar.)

Bu bağlamda,  Çerçeve Kararının, o ülke mevzuatının ayrılmaz parçasını oluşturan Soykırımı Sözleşmesi  arasındaki  kural çelişkisi nedeniyle  zarara uğrayan  kişi veya kurumlar,   davanın görüldüğü mahkeme yoluyla, Çerçeve yasasını  AB Adalet Divanına taşıyabilirler.

Anılan Anlaşmanın 34. maddesi, polis, hukuksal işbirliği ve cezai konularda Üye Devletler arasında işbirliği yapılabileceğini,  Çerçeve Kararı kabul edebileceğini  öngörmektedir. Bu Çerçeve Kararları  Üye Devletler açısından bağlayıcıdır. Ancak, uygulamaya ilişkin  biçim ve yöntem konuları Üye Devletlerin yetkisine bırakılmıştır.  Çerçeve Kararı   doğrudan sonuç doğuramaz.

2)AB Çerçeve Kararı 1948  Soykırımı Sözleşmesini tadil ediyor mu?

Yukarıda da açıkladığımız gibi, AB Çerçeve Kararı, kendi başına 1948 Sözleşmesini tadil etmiyor. Ancak, soykırımı suçu başka bir ülkede işlenmiş ise ve AB Üyesi Devletin ulusal  yargısı  anılan eylemin zanlısını yargılar ise,  Çerçeve Kararı, 1948 Sözleşmesinin VI. maddesini çiğnemeye olanak tanıyan bir seçenek sunuyor. Özetle, bu alandaki hukuksal  sorumluluk ihlali yapacak olan Üye Devlete ait olacaktır.Ayrıca, yukarıda III.3 maddesinde de belirtildiği gibi, -soykırımı suçu söz konusu olduğunda-   korunan grupların kapsamının  genişletilmesi de  1948 Sözleşmesine  aykırıdır.

Ancak,   Belçika ve Almanya örneğinde olduğu gibi bir Devlet   bu konuda  siyasal tercih yapmış ve evrensel yargı yetkisini  kabul  etmiş ise,  devletin egemenliği söz konusu olacağı için hukuksal  durum daha karmaşık bir hal alır.

Uygulamada, onayladıkları uluslararası sözleşmelerin kurallarından farklı ulusal yasa maddeleri kabul etmiş olan  devletlerin bulunduğuna burada işaret edelim. 1948 Sözleşmesi bağlamında Türkiye de  bunların arasındadır [25].

3) 1948 Sözleşmesinin IX. maddesi

1948 Sözleşmesine Taraf olan  bir Devlet, Sözleşmenin yalnış yorumlandığı, uygulandığı veya icra edildiğini ileri sürerek   1948 Sözleşmesinin IX. maddesini  dermeyan edebilir  ve Uluslararası Adalet Divanına  (UAD)   doğrudan başvurma  koşullarını  oluşturulabilir.

“Madde IX :  Sözleşmeye Taraf  Devletler arasında, bir Devletin soykırımından ya da Sözleşmenin III. maddesinde belirtilen eylemlerden  herhangi birinden sorumluluğu konusu da dahil olmak üzere, işbu Sözleşmenin yorumu, uygulanması veya icrası ile ilgili uyuşmazlıklar, bu uyuşmazlığa taraf olan Devletlerin herhangi biri tarafından Uluslararası Adalet Divanına sunulabilir.”

Sözleşmeye aykırı kural bilfiil uygulamaya sokulmadan UAD nezdinde açılacak bir dava  -Sözleşmeye aykırı sayılan kuralın iptali sonucunu getirmez; zira UAD  bir başka ülkenin mevzuatını değiştirmesi konusunda  karar verme yetkisine sahip değildir.

UAD’na başvuru yapılması için,  iki Devlet arasında  bir  ihtilaf  bulunması -veya oluşturulması- gerekir. İhtilafın var olup olmadığına UAD karar verecektir.

4) Ulusal parlamentoların  yetkili mahkemenin kararı bulunmadan bir başka ülkedeki soykırımını tanıma kararına karşı yargıya başvurma  beklenen sonucu  sağlar mı?

Beklenen sonuç ne olabilir?  a)Tanıma kararının iptali; b) O Devletin kınanması.

Bir ülkenin yasama organının, -yetkili mahkemenin kararı olmaksızın- bir başka ülkedeki bir eylemi   soykırımı olarak tanıması, -örneğin   2001 yılında Fransa’da olduğu gibi  “Fransa Ermeni soykırımını tanır” şeklinde bir cümlelik  iş’ari  (declaratoire) bir yasa kabul etmesi-  siyasal nitelikli bir adımdır.  Bu kararın alındığı 2001 yılında Fransa  Anayasası  parlamentonun  “karar kabul etmesine” olanak tanımıyordu; yasama organı sadece yasa kabul edebiliyordu. Bu anayasa kuralı daha sonra değiştirildi. Simdi Fransa Parlamentosu yasa niteliği bulunmayan  kararlar   da  alabiliyor.

Bu örnekten hareket edersek, Fransa’nın 2001 tarihli    yasasına karşı,   UAD nezdinde  açılacak “Sözleşmenin  yalnış uygulanması veya yorumu”  gerekçesi ile açılacak bir  davanın o yasanın iptali sonucunu vermeyeceği kanısındayız.

Siyasal  bildirim nitelikli  bir yasaya karşı, UAD nezdinde   açılacak bir davada, herşeyden önce iki ülke arasında ihtilaf bulunduğuna ilişkin  usul  engelinin aşılması gerekecektir.  Fransa, bu  yasanın Türkiye Cumhuriyetine yönelik olmadığını  resmen  de vurguladığı cihetle, iki ülke arasında ihtilaf  bulunmadığını ileri sürebilecektir.

Kuramsal  olarak, usul engelinin aşıldığını varsaysak  bile,  böyle bir davanın Fransa’nın mahkumiyeti ile sonuçlanmayacağı  kanısındayım.  Zira ,   a)1948 Sözleşmesi “tarihin her döneminde   soykırımı suçu işlendiğini”  Giriş bölümünde  beyan  etmektedir. Sözleşmeyi onaylayan her ülke bu beyanı kabul etmiştir. Soykırımı sayılan olay  1948 Sözleşmesi yürürlüğe girmeden önce  vuku bulmuş ise, Sözleşme  tarihte hangi olayların soykırımı sayıldığı hakkında bir  açıklık getirmediğinden, taraf  Devletin parlamentosu, Sözleşmenin Giriş bölümündeki o ifadeyi  yorumlayan siyasal nitelikli bir   karar almış sayılır; Uluslararası Adalet Divanı yasama meclisinin  siyasal nitelikli kararını hukuken değerlendirmez.

Parlamentonun  soykırımı olarak nitelediği olay, Sözleşme yürürlüğe girdikten sonra vuku bulmuş ise, o olayın soykırımı olup olmadığına zaten Sözleşmede belirtilen yetkili mahkeme karar verecektir.

V. AB  Üyesi Devletler Çerçeve Kararına uyum sağladılar mı?

Çerçeve Kararı uyarınca, AB Üyesi Devletler, Kasım 2010’ a kadar  kendi ulusal  ceza yasalarını Karar esaslarına göre değiştireceklerdi.  Az sayıda  AB ülkesi anılan tarihe kadar kendi ceza mevzuatını AB çerçeve yasası ile uyumlu hale  getirebildi[26]. Birleşik Krallık,  genel olarak ırksal nefreti tetikleyecek  eylemlerin cezalandırılmasına ilişkin 1986 tarihli Kamu Düzeni Yasasının yeterli olduğu görüşünü açıkladı. İrlanda[27], Hollanda[28],Danimarka[29] ve İsveç[30] te  mevcut yasalarının yeterli olduğunu belirttiler. Bu ülkeler Çerçeve Yasasının ifade özgürlüğünü tehdid ettiği gerekçesi ile  karşı çıkmışlar ve ırkçılıkla mücadele yasalarının geniş  bir şekilde yorumlanması sureti ile Ç.K. esaslarını uygulayabileceklerini vurgulamışlardı.

 

Malta, AB ülkeleri arasında  ilk olarak, 17 Temmuz 2009 tarihinde Ceza Yasasının 82.B maddesini Ç.K. esaslarına uyum sağlayacak şekilde  değiştirdi.

 

Almanya, 1994 ‘ten beri, Ceza Yasasının 130.3 maddesi gereğince, Nazi rejimi sırasında işlenen suçları öven, inkâr eden ya da küçümseyen kişileri beş yıllık bir cezaya çarptırmaktaydı.

Ulusal yargıya Almanya dışında işlenmiş soykırımı, insanlık suçu ve savaş suçu  eylemlerini yargılama yetkisini veren 30.6.2002 tarihli Völkerstrafgesetzbuch yasası  gereğince Almanya    evrensel  yargı yetkisini tanıdı ve Alman mahkemeleri başka ülkelerde yabancılar tarafından işlenmiş suçları   yargı gündemine aldı. Hangi olayın dava konusu yapılacağı konusundaki kararı Savcı vermektedir. Bu yasanın uygulanmasından olmak üzere Frankfurt, Stuttgart ve Münih mahkemeleri   Ruanda’da işlenmiş suçlar nedeni ile  zanlıları  2011 yılından bu yana yargılamağa başlamışlardır.

Avusturya, 1992 yılında çıkarılan Verbotgesetz yasasına göre, Nazi suçlarını inkar edenler, kabaca küçümseyenler, onaylayanlar ve Nazi soykırımını haklı gösterenler on yıla kadar – ağır hallerde yirmi yıla kadar- cezalandırılacaklardır..  Avusturya, son olarak Naziler tarafından işlenmiş  suçlar dışında, ırkçı veya  yabancı düşmanlığına ilişkin  söylemlerin inkarını cezalandıran bir yasayı      Ekim 2011’de kabul  etti.

Avusturyalı  sağcı politikacılar ve  dernekler  bu  yasayı şiddetle eleştirdiler[31].  Daha önce de vurgulandığı gibi, AB Çerçeve kararının   ifade özgürlüğünü  zedelediği görüşü daha ziyade  Avrupa’daki sağcı parti ve isimlerden kaynaklanmaktadır. Bunlar, ülkelerindeki yabancılara karşı hoşgörüsüzlükleri  ağır basan, İslam karşıtı olduklarını  saklamayan, hatta zaman zaman antisemit  görüşleri nedenile eleştirilen  oluşumlardır. Avusturya ceza yasasında yapılan değişiklik sonucunda  Hazreti Muhammed’e hakaret eden bir kişi mahkum edilmiştir[32].

 

Kıbrıs Rum Kesimi  Çerçeve Kararını  ceza yasası çerçevesine ithal eden 134(I)2011  sayılı  yasayı 21.10.2011 tarihinde   kabul etmiştir.Yasaya göre Kıbrıs  polisi , inkâr  suçu kuşkusu bulunması halinde , bir şikayet olmasa bile, soruşturma dosyasını açmağa yetkili kılınmaktadır; ayrıca  davayı gören mahkeme  ırkçı ve yabancı düşmanlığına ilişkin motivasyonu  gözönüne alacaktır[33].

Belçika, 1995 yılından bu yana “Alman Nasyonal Sosyalist rejimi tarafından işlenen soykırımı suçunun inkârı, küçümsenmesi, haklı gösterilmesi ya da onaylanmasını” suç saymakta ve cezalandırmaktadır.  Yasada tekil olarak geçen   “soykırımı” teriminin tanımı açık değildir. Burada sadece Yahudi soykırımına mı, yoksa Nazi rejiminin  uyguladığı – Roma halkı dahil-  tüm kıyımlara  mı yollama yapılmaktadır? Belçika  Senatosu  1998 yılında Ermeni soykırımını  tanımış, ancak  2005 yılında  bunun cezalandırılmasına dair bir öneriyi kabul etmemiştir.  Belçika’nın  evrensel yargı yetkisini kabul ettiğine yukarıda  değindik. Belçika Hükumeti Çerçeve Kararının esaslarını   Belçika  Ceza Yasasına  ithal etmek için bazı çalışmalar yapmış, ancak ülkedeki Hükumet krizi nedeni ile  bunlar sonuçlanmamıştır[34].

 

Fransa, Gayysot yasası Nazi suçlarını inkâr edeni para cezası yanında bir ay-bir sene arasında hapis cezasını öngörmektedir. Bu yasa gereğince  mahkum edilen bazı Fransız vatandaşlarının  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde  açtıkları davalar, her bir  duruma göre farklı  sonuçlar vermiştir[35]. Fransa 2001 yılında  iş’ari bir yasa ile Ermeni soykırımının varlığını tanımıştı. Fransa Parlamentosu, Ermeni soykırımını  yadsıyanların  cezalandırılmasını öngören  bir yasa  çıkarmış, ancak bu  yasa Fransa Anayasa Konseyi tarafından   anayasaya aykırılık  gerekçesi ile  iptal edilmiştir.  Çerçeve Kararının esaslarını   Fransız Ceza Yasasına ithal etme çalışmaları   henüz sonuçlanmamıştır. Fransa,  2008 yılında, Çerçeve Kararının yargı yetkisi hakkında tanıdığı üç seçenekten  “suçların inkârını ve kabaca küçümsenmesini, bu suçlar bir uluslararası mahkemenin nihai kararı ile   saptandığı takdirde cezalandırma seçeneğini”  yeğlediğini   açıklamıştı.   Basına yansıyan haberlere dayanılarak yukarıda  belirtildiği  gibi,   Fransa, şimdi bu kararını  değiştirmeyi düşünüyormuş.

 

Romanya, 2002 yılında ırkçılıkla mücadele konusunda bir yasa kabul etti ve Holokost’u, Roma’lara karşı Nazilerin uyguladığı soykırımını inkâr edenleri  altı ay ile beş yıl arasında hapisle cezalandırmayı öngördü.Romanya Adalet Bakanı, Ç.K. esaslarının   Romen ceza hukukuna ithali konusunda başka bir şey yapılmasına gerek kalmadığını açıkladı.

 

İspanya,  1996 yılında Ceza Yasasının 607.2 maddesi ile herhangi bir soykırımını “inkâr edeni” ya da “haklı göstereni” bir ilâ iki yıl hapisle cezalandırmayı kararlaştırdı.Ancak 2007 yılında, İspanya Anayasa mahkemesi “inkâr” kavramının anayasaya aykırı olduğuna hükmetti; sadece  “haklı gösterme” fiilinin cezalandırılabileceğini belirtti. İspanya  Ç.K. konusunda hukuksal  sorunlarla karşı karşıya olduğu için  ceza hukukunda  Ç.K.na uyum  sağlayacak değişiklikleri şimdiye kadar yapamadı[36].

 

Portekiz  2007 tarihli ceza yasasının 240 maddesi  ırkçı, dinsel ce cinsel ayrımcılık konusundadır ve “savaş suçlarını, insanlığa karşı suçlar ile barışa karşı suçları inkâr etme dahil”  grupları  veya bireyleri  ırksal,dinsel ve cinsel gerekçelerle  karalayanları ya da zarar verenleri, altı ay ile beş yıl arasında hapisle cezalandırmayı öngörür. Portekiz makamları  anılan yasa kuralının Ç.K.  kapsadığını ve ayrıca bir işlem yapılmasına gerek görmediklerini  belirtmişler[37].

 

Litvanya,  15 Haziran 2010 tarihinde  ceza yasasının 170-2 maddesini kabul ederek, Avrupa Birliğinin bir resmi belgesi ile veya Litvanya mahkemesi tarafından tanımlanmış  soykırımı, insanlığa karşı suç ve savaş suçlarının  onaylanması, inkarı ya da kabaca küçümsenmesini azami iki yıla kadar  hapisle cezalandırmayı kabul etmiştir. Bu bölüm, açıkça,  1990-1991 yılları dahil olmak üzere, Litvanya  topraklarına ve yurttaşlarına   karşı gerçekleştirilen Nazi ve Sovyet saldırılarını ve cürümlerini kapsamaktadır.

 

Letonya  Çerçeve Kararının müzakereleri sırasında  Letonya, Komünist dönemi cürümlerinin Karar çerçevesine alınmasını istemiş ve nihai zabıtlara bu konuda bir bildiri  eklemiştir. 21 Mayıs 2009 tarihinde kabul ettiği  ceza yasasının 74-1 maddesinde anılan  eylemlere açıkça yer verilmemiş ve komünist döneminde işlenen cürümleri de içine alan  genel  ifadeler kullanılmıştır; bu madde, soykırımının, insanlığa karşı suçların, barışa karşı suçların ve savaş suçlarının (public glorification) “alenen övülmesini” asgari beş yıl hapisle  veya kamu hizmetinden mahrumiyetle cezalandırmaktadır . Çerçeve yasasında öngörülen “ övme, inkâr veya kabaca küçümseme” (condoning,denying or grossly trivialising) terimleri  yasada  “alenen övme” terimi ile  tanımlanmıştır.

 

Macaristan  Ç.K. içeriğini merkez sol hükumet döneminde, Ocak 2010 tarihinde,  Ceza Yasasının 269-C maddesine  kısmen ithal etmişti.Yasaya göre, Holokost’u  inkâr eden, bu  cürümü  sorgulayan ya da küçümseyen  söylemler üç yıl hapisle cezalandrılmaktaydı. Ceza Yasasında  Holokost dışındaki suçlardan söz edilmiyordu.  2010 seçimlerinde sağ  cenah iktidara geldi ve   derhal Holokost’a yapılan yollamayı  -daha genel olan-  “soykırımlar” terimi ile değiştirdi;   ayrıca, insanlığa karşı  suçlar  metne eklenerek Naziler tarafından işlenen suçlara, komünist rejimler tarafından işlenen suçlar ilave edildi. Bu suçların işlendiğini hangi makamın   tesbit edeceğine dair yasada bir  açıklık  yok.

AB dışında bazı inkâr suçu örnekleri

 

Ukrayna  1932-1933 yıllarında ülkede yaşanan ve Holodomor   olarak adlandırılan “açlık kırımının ” Sovyet rejimi tarafından uygulamaya konulmuş bir soykırımı olduğu hususunu tartışmaya devam ediyor. 2006  yılında Viktor Yuşenko’nun  partisinin teklifi üzerine, Ukrayna parlamentosu Holodomor’u  soykırımı olarak niteledi ve bunun inkârını yasaya aykırı eylem saydı. Yuşenko’dan  Başkanlığı devralan Yanukoviç mahkemeye verildi, ancak  aklandı. Yanukoviç  “Büyük Açlık” olarak  adlandırılan  Holodomor olaylarının, soykırımı olarak nitelendirilebilecek koşulları bir araya  getirmediğini, gelişmelerin sadece Ukrayna’ya değil Volga bölgesine  de yayılmış bulunduğunu ve Stalin’in Ukraynalıları hedef almadığını  belirtmişti. Gerek Avrupa Parlamentosu, gerek Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi, o olayları   soykırımı değil, ama insanlığa karşı suç olarak tanımlamıştır[38].

 

Ruanda’da inkârcılık, siyasal muhaliflere karşı bir silah olarak kullanılmaktadır. 1994 yılında Tutsi’lerin maruz kaldığı soykırımı suçunu  küçümsediği gerekçesi ile Victoire Ingabire   hapse atılmıştır. Bayan Ingabire, “Tutsiler’in  de  savaş suçu işlediklerini ve yargılanmaları gerektiğini”  belirtmişti.

 

İsviçre 1995  yılında  Ceza Yasasının  261(mükerrer)-bis(4)  maddesini halk oylaması sonucunda kabul ederek,  soykırımının veya diğer insanlığa karşı suçların inkârını, küçümsenmesini veya haklı gösterilmesini cezalandırmayı  öngörmüştür. Bu madde uyarınca Bern-Laupen  Mahkemesinde 17 Türk vatandaşı aleyhine açılan  Ermeni soykırımını inkâr davası, 2001 yılında zanlıların beraati ile sonuçlanmıştı. Daha sonra  2007 yılında Lozan Mahkemesi  Doğu Perinçek’i Ermeni soykırımını inkâr suretiyle ırk ayrımcılığı yapma suçundan mahkum etti. Bu mahkumiyet kararından sonra,  İsviçre’nin Winterthur mahkemesi  de  Ermeni soykırımını  yadsıyan üç Türk vatandaşını daha mahkum etti . Mahkumiyet kararı veren İsviçre mahkemeleri -çok özetle- soykırımı suçunun varlığının saptanması için yetkili bir mahkeme kararı bulunmasına gerek olmadığını, -farklı görüşler olsa bile- Ermeni soykırımının tarihsel bir gerçek sayıldığı konusunda  İsviçre’de bir oydaşma bulunduğunu,  bu  nedenle, anılan suçun inkârının  ırk ayrımcılığı sayıldığını , bu kararı veren  yargıcın  takdir  yetkisini kullandığını  belirmişlerdir. Doğu Perinçek, kesinleşmiş olan bu mahkumiyet kararını ifade özgürlüğünün ve adil yargılama ilkesinin çiğnendiği gerekçesi ile  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşımıştır. Dava [39] sonuçlanmamıştır.

VI. AB Çerçeve Kararına Türkiye’nin tepkisi

Türkiye, yukarıda da değinilen AB Çerçeve Kararının, 4. maddesinin  1948  Soykırımının Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin,  soykırımının varlığını tesbit konusundaki  yetkili mahkemenin saptanmasına ilişkin  VI. Maddesinin  tadili sonucunu vereceği görüşünü savunmaktadır. Bir bölgesel örgüt kararı ile Uluslararası Sözleşme kuralı değiştirilemez. Konu AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonunun (KPK)  gündemine Türkiye tarafından 2010/2011 döneminde getirilmiştir[40]. Bu karar hakkında  KPKnın İngiliz üyesi ile Ms. Marlene McCarty ile Türk üyesi  Şükrü Elekdağ’a bir rapor hazırlama görevi verilmiştir; ancak bunların  hazırladığı rapor, KPK’nın Yunan ve Kıbrıs Rum kesimi temsilcileri tarafından sunulan 39, diğer üyelerce teklif olunan 7  (toplam 46)  değişiklik önerisi ile sulandırılmak istenmiş, fiilen  bloke edilmiş,  Türkiye de bu durumda  teklifini 2011  ilkbahar  toplantısında  geri çekmiştir.

Bu konuda eklemek isteyeceğimiz  husus,  1948 Sözleşmesinde   soykırımı suçunun bireyler tarafından işlenebileceğinin belirtilmiş olduğudur.  Herhangi bir mahkeme  bir   zanlıyı  savunma ve adil yargılanma  hakkına da saygı gösteren, usulüne uygun bir yargı  süreci ile yargılamakla mükelleftir.  Anadolu’da vuku bulan müessif olaylardan bu yana yaklaşık bir yüz yıl geçtiği cihetle, artık yargılayabilecek zanlı kalmamıştır. 1948 Sözleşmesi, -zanlı yargılanmadan- bir olayın soykırımı olup olmadığının tesbiti yetkisini herhangi bir mahkemeye  vermiş değildir. Bu nedenle Ermeni militanlar, hukuksal değil, siyasal bağlamda  soykırımından söz eder olmuşlardır. Öte yandan, Soykırımı Sözleşmesinin  Giriş Bölümünde  “ tarihin her döneminde soykırımı işlendiği” yazılı olmakla birlikte,  hangi olaylarım bu suç çerçevesine girdiği kayıtlı değildir; bu konu Sözleşmenin Hazırlık Konferansında da  hiç görüşülmemiştir. Bu durumda bazı ülke parlamentolarının  aldıkları – tarihte yaşanmış olayların soykırımı olduğuna dair – kararlar siyasal niteliktedir. Avrupa Birliğinin  Lüksemburg Adalet Divanı da Türkiye ile üyelik müzakerelerinin Ermeni soykırımı tanınmadan başlayamayacağı konusunda Ermeni militanlar tarafından açılan bir davada,  Avrupa Parlamentosunun  Ermeni soykırımına ilişkin kararının  siyasal nitelikli olduğunu belirtmiş,  siyasal kararların farklı  dönemlerde  değişebildiğinin  altını çizmiştir.

VII)Çerçeve Kararı  2013 Yılında Gözden Geçirilecek

Ç.K. 10 (2) maddesi, AB Konseyi Genel Sekreterliğinin Üye Devletler tarafından kendisine ulaştırılacak uygulama raporlarını inceleyerek  bir rapor hazırlamasını, AB Komisyonun da bir yazılı rapor sunmasını ve  AB Konseyinin 28 Kasım 2013 tarihine kadar  Üye Devletlerin Ç.K.nı ne  derecede uyguladıklarını  belirlemesini öngörmektedir .  Ç.K. nın 10(3)   maddesi Konseyin 28.Kasım 2013 tarihinden önce Çerçeve Kararını  gözden geçirmesini  amirdir. Konsey bu gözden geçirmeyi yaparken,  Ç.K.’nın 1 (1) maddesinin uygulanması hakkında yargısal işbirliği konusunda güçlük yaşayıp yaşamadıklarını soracaktır. Konsey, buna ek olarak   Eurojust örgütünden, Üye Devletlerin mevzuatı arasındaki farkların, bunlar  arasında  -anılan alanda-  işbirliği konusunda sorun çıkarıp çıkarmadığı hakkında bir rapor sunmasını isteyebilecektir.

Şimdilik,  17-18 Ocak 2013 tarihinde Dublin’de bir araya gelen AB Adalet ve İçişleri Bakanları  Konseyi toplantısında, Çerçeve Kararının 2013 Kasım ayında Gözden Geçireme  Toplantısının yapılmasının beklendiği,  anılan Çerçeve Kararının son durumu hakkında bir  belge hazırlanacağı   vurgulanmakla yetinilmiştir[41].

VIII.  SONUÇ

 

Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile mücadeleyi ve soykırımı ile insanlığa karşı suçların inkarını cezalandırmayı öngören  AB Çerçeve Kararı uzun müzakereler sonunda çok zayıflatılmış bir metindir.

AB Lizbon Anlaşmasının   onaylanma sürecinin bitimine bir ay kala, son dakikada  hayata geçirilen bu  Karar, bir ay daha gecikseydi  artık kabul edilemeyecekti; zira Lizbon Anlaşması AB  dahilinde Çerçeve Kararı kabulü sistemine son vermekteydi; bu durumda  hazırlanan  taslak, sonuçlanmamış işler dolabına kaldırılacaktı. Buna rağmen Ç.K. kabul edildiyse  nedenlerini irdelemek gerekir.

Bu bağlamda,  gerek Avrupa’da, gerek  dünyada  ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve inkarcılık eğilimlerinin  artmasından duyulan rahatsızlık  göz ardı edilmemelidir.

Bunun yanında, Avrupa Birliğine  Üye Devletlerin,   önem vermedikleri konularda  karar metinlerinin içine zayıflatıcı ve muğlaklaştırıcı  hükümler yerleştirerek,  AB düzenlemelerini   kendilerine zarar vermeyecek metinler haline dönüştürme eğilimlerinin  altını çizmeliyiz. Bu durumda, bir kısım AB üyesi zaten  aynen uygulamayı düşünmediği, -mevzuatının zaten kapsadığı kanısında bulunduğu- kendi açısından yaptırımı  da bulunmayan bir metnin  konsensüs ile kabulünü   engellemek istememiş, bunun yerine  -büyük olasılıkla- farklı alanlarda bazı ödünler  sağlamayı yeğlemiş olabilir.

Öte yandan,  evrensel yargı  kuralının  mevzuata  sokulmasını  çeşitli nedenlerle benimseyen AB  üyesi  devletler de  var. Konumuza açıklık kazandırmak için, önce,  evrensel yargı yetkisinin tanımı üzerinde kısaca duralım[42] :” evrensel yargı yetkisi ,ortak kültür değerine yönelik  olarak işlenen bir suçun insanlık yararına cezasız kalmaması için, mülkilik, kişisellik veya gerçeklik (korunma) ilkelerine göre yetkili sayılmayan bir  Devletin, salt adaleti sağlamak amacıyla, suç dünyanın neresinde, kim tarafında, kime karşı işlenmiş olursa olsun, bu suçu yargılama konusunda  kendi kendisini yetkili kılmasını ifade eder”.

Halen, Almanya ve Belçika  gibi  Devletler  ceza yasalarına  yıllar önce  evrensel  yargı yetkisini   yerleştirmişlerdir. Okyanusun öbür yanında, ABD’de Yabancı Devletlerin Dokunulmazlığı Yasasının (Foreign Sovereign Immunities Act) uygulanmasından olmak üzere,  ABD Yüksek Mahkemesi Altmann/Avusturya  (Klimt Resimleri) davasında  -geçerli uluslararası hukuk kurallarına  göre Avusturya’nın yargı yetkisinde bulunması gereken bir davada- bir ABD mahkemesinin   verdiği bir kararı  onayladı ve Avusturya Devletine ait olan  çok değerli  altı  tablo  Altman ailesine  verildi[43].

Bu örnekleri, uluslararası camiaya -yavaş ta olsa- yerleşmeye başlayan, katı  biçimselcilikten   uzaklaşan  “adalete uygun davranış” eğiliminin güçlendiğine, “onarıcı adalet”  ilkesinin yerleşmekte ve  insancıl hukuk ilkelerinin öne çıkmakata olduğuna  işaret etmek için sunduk[44].

Bugüne kadar sıkı sıkıya sarıldığımız, -ancak kendimizi oldukça yalnız hissettiğimiz- “davayı görmeye  yetkili olan  mahkemenin  olayın vuku bulduğu ülke mahkemesi olduğu”  ilkesinin mutlak gücü -1948 Sözleşmesinde yer almasına rağmen-   zemin kaybetmekte,   özellikle  insanlığa karşı işlenmiş ağır  suçlar ile  insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda, bunları  “cezasız bırakmama”  eğilimi  ağır basmakta[45], ya bunu sağlayacak yeni formüller oluşturulmakta, ya da  res’en uygulamaya geçirillmektedir. Bu eğilimin göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz.

Avrupa Birliği Çerçeve Kararının dayandığı değerler, özetle, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele, insanlık suçlarının inkarının cezalandırılması ilkeleri  aslında Türkiye’nin savunduğu -savunması gereken-  esaslardır. Yukarıda da değinildiği gibi,  Ç.K. nda Türkiye’yi rahatsız  eden husus, 1948 Sözleşmesinin  yetkili  mahkeme kuralının  -üçüncü ülkelerin  ulusal yargısını içine alacak şekilde- genişletilmesidir. Bir başka ülkenin  taraflı  ulusal yargısının  tarihte  yüz yıl önce  vuku bulmuş olan 1915-1916 tehcirini  gündeme getirerek  Türkiye’yi mahkum etme olasılığından  endişe edilmektedir.   Bir ülkenin ulusal yargısı,  Türkiye aleyhine bu yolda  siyasal ağırlıklı  bir karar almak isterse, bunu  AB Çerçeve Kararına istinad etmeden   bugün  de yapabilecektir.

Öte yandan,  Çerçeve Kararını (Ç.K.) ve   eldeki verileri dikkatle  irdelediğimiz takdirde, Ç.K nın.  tarihte 1948 öncesinde vuku bulmuş  olayları kapsayacağına  dair hiç bir işaret  görememekteyiz . Tarihteki olayların  siyasal  bağlamda değerlendirilmesi  hukuk  değil, siyaset alanına  girer.

Ç.K.  metninin  kaypaklığı, AB içinde  uygulama birliğini zedeleyecek boyuttadır. Bu nedenle  Ç.K. bağlamında  açılacak bir davada dosyayı inceleyecek olan savcılar ile davayı görecek olan yargıçlar takdir haklarını  kullanarak  -hiç kuşkusuz kendi kültür ve  eğilimlerinin  etkisinde kalarak-  sübjektif ve çelişkili  sonuçlara  varabileceklerdir.

AB ile üyelik müzakerelerini yürüten bir aday ülke – adaylık yolundaki çabasını sürdürecek ise-  AB yasa ve kurallar demeti ile birlikte yaşamayı  öğrenmekten, mevzuatın boşluk ve olanaklarından  yararlanmayı bilmekten ve o müktesebata  uyum sağlamaktan başka  seçeneği  yoktur.

Bu  çerçevede siyasal ağırlıklı yargı kararları ile karşılaşılması durumunda,bunlarla mücadele  etmek için,  AİHSözleşmesinin ifade özgürlüğü başta olmak üzere çeşitli  hükümleri dayanak oluşturacaktır. Hak ihlali halinda,    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulabilir.  Ayrıca,   1948  Soykırımı Sözleşmesi  kuralları  ülke çıkarlarına zarar verecek şekilde  ihlal edilirse, Uluslararası Adalet Divanına  müracaat   imkanı da  vardır.

[1] Emekli Büyükelçi

[2] Hürriyet Gazetesi,  5 Nisan 2013,Arzu Çakır Morin’in haberi

[3] 1948 Sözleşmesinin Giriş Bölümü  Tarihin her döneminde soykırımı suçu işlendiğini  vurgulamıştır.

[4] Aynı İsviçre mahkemesi  hukuken kesinleşmiş olan Srebrenitsa soykırımı suçunu inkâr edenlere  dava açmadı.  Örneğin, 2010 yılında, İsviçre’de  La Nation gazetesine yazan iki kişi, Bosna’da yaşanmış olan  ( ve Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi tarafından  soykırımı sayılan, ayrıca, 27 Şubat  2007 tarihinde   Uluslararası Adalet  Divanının  nihai kararı ile kesin olarak  soykırımı  olduğu teyid edilen)   Srebrenitsa soykırımının  “ bir sözde katliam “ olduğunu belirtti. Bunun üzerine, -SPM-Société des Peuples Menacés) (Tehdit altındaki Halklar Derneği) ile  “Track Inpunity Always”   (Cezasız Bırakma Eylemini Daima İzle)  Girişimi  o iki kişi aleyhine suç duyurusunda bulundu.  Perinçek’in mahkum edildiği Vaud kantonundaki   savcı yardımcısı  Jean Treccani ise,  08.03.2011 tarihinde  Pe10.009990-jtr  sayılı kararla,  anılan eylemde  “ırkçı saik  bulunmadığı” gerekçesi  takipsizlik kararı verdi. Bunun üzerine anılan dernekler, 19 Nisan 2010 tarihinde  “İsviçre  Srebrenitsa Soykırımını inkâr ediyor” başlıklı  bir bildiri yayımladılar.  İsviçre yargısının bu davranışı ve çelişkileri, ırkçı öğeler     içeren tehlikeli- bir emsaldir. Bu yaklaşım yayılma eğilimi  de taşıyabilir.

[5] Pulat Tacar, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Doğu Perinçek-İsviçre Davası. Bir Düşünceyi İfade Özgürlüğü Sorunu ve Adil Bellek Talebi”  Kaynak Yayınları, 2012

[6] Joint Action/96/443/JHA.15 July 1996,O.J.L 185, 24.07.1997 (Joint Action)

[7] Lars Hedegaard, Trykkefriedsselskabet  (İsveç)  “A  call for the abolition of all hate speech and blasphemy laws”  March, 2009.   Bu  bildiride   eleştirilen  hususlar arasında  “ Kararın dine özel koruma sağlaması” da geliyor: “Din ile ideoloji arasındaki ayrım nasıl yapılacak? Din olduğunu ileri süren her ideoloji otomatik olarak eleştiriye ve  alay edilmeğe karşı korunacak mı?”

[8] “Tarihe Özgürlük Girişimi Blois Çağrısı”  hakkında bakınız  Pulat Tacar, “ AİHM nde Doğu Perinçek İsviçre Davasi-Bir Düşünceyi İfade Özgürlüğü Sorunu ve Adil Bellek Talebi”.  S.220-223. Kaynak Yayınları,2012

[9] EU Council Framework Decision 2008/913/JHA .  28 November 2008  on combatting certain forms and expression of racism and xenophobia by means of criminal law. =.J. 328/55,6.12.2008

[10] Madde 1

Her Üye Devlet, aşağıda yazılı  kasıtlı   davranışların cezalandırılmasını sağlamak için gereken önlemleri alacaktır

a)Irk,renk, din, soy veya ulusal ya da etnik kökeni ile tanımlanan bir insan grubuna ya da o grubun bir mensubuna yönelik  şiddet kullanımını veya nefret çağrısını  alenen kışkırtmak ;

b) (a) fıkrasında belirtilen bir eylemi, duyurmak  ya da broşür,resim veya başka malzemeler dağıtarak yapmak;

c) Irk,renk, din, soy veya ulusal ya da etnik kökeni ile tanımlanan bir insan grubuna ya da o grubun bir mensubuna yönelik olan ve,    Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsünün 6,7 ve 8. maddelerinde tanımlanan soykırımını ,insanlığa karşı suçları ve savaş suçlarını, –  aşağıda anılacak davranışların   şiddeti  körükleyebilecek veya nefreti celbedebilecek biçimde (in a manner likely to incite violence or hatred)   yapılması şartıyla- alenen  -gözyummak, inkâr etmek ya da kabaca küçümsemek  ( publicly  condoning,denying or grossly trivalising …) ;

d) Irk,renk, din, soy veya ulusal ya da etnik kökeni ile tanımlanan bir insan grubuna ya da o grubun bir mensubuna yönelik olan ve 8 Ağustos 1945 tarihli Londra Anlaşmasının ekimi oluşturan Uluslararası Askeri Mahkeme Senedinin 6 maddesinde tanımlanan suçları, aşağıda  anılacak   davranışların  şiddeti  körükleyebilecek veya nefreti celbedebilecek biçimde yapılması şartıyla- alenen  bağışlamak, inkâr etmek ya da kabaca küçümsemek .

2. Üye Devletler, 1. fıkra bağlamında ya sadece kamu düzenini bozması muhtemel olan davranışları  ya da  tehdit , küfür veya hakaret içeren bir  eylemi   cezalandırmayı  tercih edebilirler.

[11]   Para 6. “ Member States acknowledge that combatting racism and xenophobia requires various kinds of measures in a comprehensive framework and may not be limited to criminal matters. This Framework Decision is limited to combatting particularly serious forms of racism and xenophobia by meaans of criminal law.Since the member States cultural and legal traditions are, to some extent, different, particularlşy in this field, full harmonisation of criminal laws is currently not possible”

[12] Mesela: Almanca “Kümmeltürke” (Kimyon Türk)  diye seslenmek , “Fransızca  Tête de Turc”  (Türk Kellesi) benzetmesini  yapmak herhalde hafif bir aşağılama  sayılacaktır.  (Tete de Turc: köy panayırlarında, köy gençlerinin, göbek bölümüne  yumruk atarak  güçlerini denedikleri ve  sarığını düşürmeğe çalıştıkları  bir kukla / manometredir)

Buna mukabil KRY’de  kimilerinin giydiği,  “En iyi Türk – Ölü Türktür”  sloganı yazan T-shirt,  herhalde (KRY dışında)  şiddet kullanımını  körükleyen  eylem  çerçevesine girer.

[13] Uluslararası Ceza Divanını kuran Roma Statüsünün 7 maddesi ise bir eylemin insanlığa karşı  suç  sayılması için,    “herhangi bir sivil gruba, saldırma bilinci ile yöneltilen sistematik saldırı” olması gerekir.

[14] Yaşar Yakış,  “ European Union Framework decision of the Offence of Denying a Crime ,Review of Armenain Studies, No.23, July 2011. pp.63-92

[15] Paolo Lobba, Some Comments on the EU Framework Decision 2008/913/JHA on Racism and Xenophobia. (Internet ortamında  Çerçeve Kararı  ana başlığı altında  okuduğumız bir inceleme.)

[16]  Çerçeve Kararı Madde 4

Her Üye Devlet, işbu Çerçeve Yasasını “kabul ederken” veya daha sonra, Madde 1.Fıkra 1 (c) ve /veya (d)  de  yazılı suçları inkâr etme  veya kabaca küçümseme eylemini,   bu suçlar ya bir  Üye Devletin ulusal mahkemesinin ve/veya uluslararası mahkemenin  vereceği kesinleşmiş bir kararla  ve / veya münhasıran bir  uluslararası mahkemenin vereceği kesinleşmiş kararla saptanması durumunda cezalandıracağını beyan edecektir

[17] Yaşar Yakış, “Fransa’nın Soykırımı Çelişkisi” Ermeni Araiştırmaları dergisi  Sayı 40/2011  Sh.78

[18] Madde 7

Anayasal hükümler ve temel ilkeler

1.Bu Çerçeve Kararı, Avrupa Birliği Andlaşmasının 6. maddesinde yerini bulan  ifade özgürlüğü ve dernek kurma özgürlüğü dahil, temel haklara ve temel hukuk ilkelerine saygıyı etkileyecek ya da bunları değiştirecek bir sonuç  doğuramaz.

2.Bu Çerçeve Kararı,   Üye Devletlerin  dernek kurma özgürlüğü  ve ifade özgürlüğüne ilişkin  temel ilkeler ile çelişen önlemler almasını talep etme sonucunu vermez; bu, özellikle, basın ve diğer medyaya ilişkin  anayasal geleneklerden veya haklara ve sorumluluklara ilişkin kurallardan kaynaklanır  ve  basının  ve  diğer medyanın sorumluluklarını tesbit  ile  bunu sınırlayan usule ilişkin güvencelerin bir sonucudur

[19]   Giriş: Madde 14.  Bu Çerçeve Kararı  temel haklara saygı gösterir  ve Avrupa Birliği Anlaşmasının 6. maddesi ile  ve Avrupa İnsan Haklarını ve Temel Özgürlüklerini Koruma Avrupa Sözleşmesini, özellikle  anılan Sözleşmenin 10 ve 11  maddesinde kayıtlı ilkeleri ve Avrupa Birliği Temel Haklar Senedini (Şartını), özellikle anılan Senedin II ve VI maddelerini kabul eder

Giriş: Madde  15.  Dernek kurma ve ifade özgürlüğüne , bilhassa basın özgürlüğü ile diğer medyada ifade özgürlüğüne ilişkin mülahazalar, pek çok Üye Devleti, sorumlulukların saptanması ve sınırlandırılması konusunda  ulusal yasalarında özel hükümler kabul etmeğe yöneltmiştir.

[20] AB ülkesi olmasa bile,   yabancı düşmanı  ve  anti semitik  elemanları içine alan  bir partinin başkanı da olan İsviçre Adalet Bakanı A. Blocher, hem İsviçre’de, hem de Türkiye’yi ziyaretinde verdiği demeçlerde, İsviçre’de referandumla kabul edilmiş olan İsviçre Ceza Yasasının  yabancı düşmalığını ırkçılığı ve soykırımının inkârını öngören  Ceza Yasası 261  maddesini – ifade özgürlüğünü kıstladığı  gerekçesi ile –  eleştirmiş ve bu maddeyi kaldırtacağını  açıklamış ve –kanımızca-  Doğu Perinçek’i İsviçre’de Ermeni soykırımı savını  alenen  reddetme konusunda   özendirmiştir.

[21] Evrensel Yargı Yetkisi konusunda  ayrıntılı bilgi için  bakınız:  Prof.Dr. Durmuş Tezcan,Do.Dr.Mustafa Ruhan Erdem, Yrd.Doç.Dr R. Murat ÖnokUluslararası Ceza Hukuku   Sh. 148-162, “Evrensel Yetki (Adalet ) İlkesi,  Ankara, Seçkin Yayınları 2009

[22] Hugo Grotius,De jure belli al pacis “(1625) in  Louis Joinet, “Lutter contre l’impunité” (Suç işleyenin cezasız kalması ile mücadele etmek), La Decouverte, Paris,2002  ,Sh.86

[23] Uluslararası Daimi Adalet Divanı, Fransa ile Türkiye arasında Lotus davası, 7 Eylül 192 tarihli  9 sayılı karar.CPJI Serie A.No.10

[24] Treaty on the Functionning of the European Union, (Avrupa Birliğinin Yönetinine İlişkin  Andlaşma; 36 sayılı Protokole ilişkin Madde 258-260; Bölüm VII,  9 ve 10

[25] Örneğin, Türk Ceza Yasasında  kayıtlı Uluslararası Suçlar (Md.76 ve Md. 77) bakımından  durum böyledir.  Ceza yasamızın  76. maddesi, soykırım suçunun maddi unsurunu saptama  bakımından,  1948 Sözleşmesinin II. maddesinde belirtilen beş kategori eylemi  kabul etmekle birlikte, bu alanda bir vasıflandırma yapmıştır. Buna göre, soykırımı  suçunun oluşması için, suçun  “bir planın icrası suretiyle”  gerçekleştirilmesi  gerektiği koşulu  yasaya konulmuştur.  Oysa  1948 Sözleşmesinde böyle bir koşul yoktur. (Bakınız: Turgut Tarhanlı:  “Adalet Politikalaı ve Ermeni Sorunu” ; Imparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Etrmenileri, Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” Sh.574, Istanbul Bilgi Üniversitesi  yayınları

Benzer şekilde,  1948  Sozlesmesinde kayitli  ( Uluslararası Adalet Divanının Bosna/Sırbistan Şubat 2007 kararına  göre,  soykırımı suçunun oluşması için olmazsa olmaz koşul olan)  “as such” terimi,  Sozleşmenin  dilimize çevirisinde    Türkçe  metne yansıtılmamıştır)  .   Sayın  Em..Büyükelçi Şükrü Elekdağ  bu  konuda TBMM  çatısı altında, yasama erkinin  hatasını önlemeğe yönelik- başarısız kalan- girişimlerini  birlikte katıldığımız bir toplantıda  nakletmişti.

[26] Luigi Cajani, Adoption of the E.U.Framework Decision, 17 May 2011 www.lhp

asso.fr/index.php?option=com.content&view article &id=162.adoption-de-la-decision-cadre-europeenne-au-17-Mai-2011&catid-53:actualites&ltemid=170

[27] İrlanda:  1989 tarihli  Nefret  Eyleminin Yasaklanmasına ilişkin yasa

[28] Hollanda Ceza Yasasının 137 maddesinin c,d,e fıkraları

[29] Danimarka Ceza Yasasının 266.b. maddesi

[30] İsveç Ceza Yasasınıalt bölümn 16.bölüm.8

[31] “The End of Freedom of Expression in Europe”  Gates of Vienna  29.10.2011 (Bu sitenin başlığında şunlar yazılı: “At the siege of Vienna in 1683 Islam seemed poised to overrun Christian Europe.We are in a new phase of a very old war” ( 1683’te Viyana kuşatmasında Islam  Hristiyan Avrupayı işgal etmeye hazır gibiydi.Şimdi çok eski bir savaşın yeni safhasındayız.)

[32] Örneğin,  Avusturya’da Hazreti Muhammed’in Hazreti Ayşe ile evliliği hakkında   Müslümanlar tarafından kabul edilemeyecek hakaret içeren sözleri , sağcı Özgürlük Partisi için düzenlediği bir seminerde   gizlice kaydeden bir gazetecinin  şikayeti üzerine  Sabatich-Wolf  adlı bir  öğretim görevlisi,  20 Aralık 2011 tarihinde  hukuken tanınan bir dini lekelemek suçundan mahkum edilmiştir. .)

[33] Red Network : “Council Framework Decision.Law came into effect in Cyprus”( internet ortamından)

[34] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız:  Durmuş Tezcan, “Ulusal Mahkemelerin Evrensel Yargı yetkisi ve Belçika Evrensel Yetki Kuralı”;  Hukuk Kurultayı 2004, Ankara Barosu yayını, Ankara, 2004 c.II,s.128

[35] Yaşar Yakış,  “A European Union Framework Decision on the Offence of Denying a Crime”  , Review of Armenian Studies, Sayı 23/2011   ss. 63.92.  AİHM  önünde açılan  Garaudy, Lebideux? (Doğrusu  Lehideux olacak) ve Chauvy   davaları bu  makalenin 88-90  sahifelerde irdelenmiştir.

[36] Luigi Cajani, yukarıda anılan makale Sh.3

[37] Luigi Cajani, yukarıda anıla makale  Sh.3

[38] Avrupa Parlamentosu kararı, 23.10.2008  Sayı P6_TA  , paragraf 1(a); Avrupa Konseyi Parlamenter (2008) 0523Asamblesi   28.04.2010, Sayı 1723 (2010)  paragraf 11.

[39] Bu konuda  aşağıdaki yayında  ayrıntılı bilgi verilmiştir: Pulat Tacar,” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Doğu Perinçek-İsviçre Davası. Bir Düşünceyi İfade Özgürlüğü Sorunu ve Adil Bellek Talebi”. Kaynak Yayınları, Eylül 2012

[40] Yaşar  Yakış,   Review of Armenian Studies’in 23/2011 sayısında yayımlanan ve yukarıda  anılan makale. S.84

[41] 17 Ocak 2013 tarihli  İrlanda Dönem Başkanlığı  tarafından hazırlanmış  çalışma belgesi, Internet ortamında  Çerçeve Kararı başlığı   altında  okunabilir.

[42] Prof.Dr.Durmuş Tezcan, Doç.Dr.Mustafa R uhan Erdem,Yrd.Doç.Dr.R.Murat Önok : 20 sayılı dipnotta anılan  eser. Sh.148

[43] United States Court of  Appelas for the Ninth Circuit: Altmann v Republic uf Austria No. 01-56003  December 12, 2002, Affirmed on writ of certiorari 2 June 2004. United States Supreme Court, 541 us 677 (2004)

[44]  T urgut Tarhanlı“Adalet politikaları ve Ermeni Sorunu” , İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri-Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” Sh. 573-580.Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

[45] Louis Joinet, Lutter contre l’impunité” ( Suçu Cezasız Bırakmaya Karşı Mücadele Etmek) ,  2002, Paris La Decouverte  Sh.53-57


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir