AVRUPA BİRLİĞİ’NİN IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞI İLE MÜCADELE İLE SOYKIRIMININ VE İNSANLIĞA KARŞI SUÇLARIN İNKÂRININ CEZALANDIRILMASINA İLİŞKİN ÇERÇEVE KARARI
I-Giriş
Fransa Anayasa Konseyi, Fransız Parlamentosu tarafından 2012 Ocak ayında kabul edilen, Ermeni soykırımını yadsıyanların mahkum edilmesine dair kanunu anayasaya ve düşünceyi ifade özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesi ile iptal etti. 2012 yılında seçilen Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, aynı tasarıyı yeniden Parlamento gündemine taşıyacaklarını açıklamıştı. 6 Nisan 2013 tarihinde basına yansıyan haberlerde [2], Fransa’nın bu alanda -orta yol sayılabilecek- yeni bir yasal düzenleme yapacağı ve bunun Avrupa Birliği Konseyinin Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadele ve Soykırımı ile İnsanlığa Karşı Suçların İnkarının Cezalandırılmasına ilişkin Çerçeve Kararından esinleneceği belirtiliyor. Yazılanlar doğru ise, tasarıda “Ermeni soykırımı” terimi bulunmayacakmış; sadece “soykırımının inkarından” söz edilecekmiş.
Soykırımı suçu 1948 Soykırımının Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ile hukuken[3] uluslararası suç olarak tanınmıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilere ve Romlara karşı işlenen kırım (Holokost) “insanlığa karşı suç” olarak Nürnberg Mahkemesi tarafından cezalandırılmıştı. Böylece -Soykırımı Sözleşmesi onaylanmadan önce işlenmiş olan- Holokost suçu, “varlığı mahkeme kararı ile saptanmış tartışılamaz bir tarihsel gerçek” niteliğini kazanmıştı. Holokost’un inkâr edilmesi pek çok ülkede ceza yasalarına ya da özel yasalara konulan hükümlerle cezalandırılmaktaydı.
Son yıllarda, İkinci Dünya Savaşında işlenen Holokost suçu dışında diğer soykırımı ve insanlığa karşı suçlarının ve savaş suçlarının inkârının da cezalandırılmasına ilişkin yasal düzenleme çalışmaları hızlandı. Bu bağlamda, hangi olaydan söz edildiği açıklanmadan, soykırımı veya insanlığa karşı suçun inkârı –İsviçre örneğinde olduğu gibi genel bir ifade ile– cezalandırma kapsamına alındı. Benzer şekilde, Sovyetler Birliğinin boyunduruğundan kurtulan ülkelerin yasama meclisleri Demir Perde döneminde ülkelerinde yapılan katliam ya da insan hakları ihlallerini insanlığa karşı suç olarak niteleyen kararlar aldılar.
Bu çerçevede, Avrupa Birliği 2008 yılında bir Çerçeve Kararı kabul ederek, Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Suçları ile Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsünde anılan Uluslararası Suçların İnkârının Cezalandırılması konusunda, AB Üyesi Devletlerin yasaları arasında uyumlaştırma (harmonizasyon) sağlamak istedi.
AB dışındaki kimi ülkeler de hukuk sistemlerinde, inkâr suçu kavramına yer verdiler, ancak, bunlardan bir bölümü çelişkili uygulamalar içine girdi. Örneğin İsviçre : 09.03.2007 tarihinde İsviçre’nin Lozan Mahkemesi ve 19.06.2007 tarihinde Vaud Kantonu Mahkemesi Doğu Perinçek’i Ermeni soykırımı savını reddetmek suretiyle ırk ayrımcılığı yapmaktan mahkum etti; bu mahkumiyet İsviçre Federal Mahkemesi tarafından 12.12.2007 tarihinde onaylandı. Ancak, bu karardan bir kaç yıl önce, İsviçre’nin Bern- Laupen mahkemesi Ermeni soykırımı savını reddeden 17 Türk vatandaşını aklamıştı [4].
Aslında, Doğu Perinçek, Birinci Dünya Savaşının ilk yıllarında Osmanlı Ermenilerinin can ve mal kayıplarına uğradıklarını ( latince:actus reus’u) yadsımamış, o eylemlerin 1948 Soykırımının Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin öngördüğü soykırımı çerçevesine girmediğini, özel kasıt (Roma Hukuku diliyle dolus specialis) öğesinin, yani suçun (latince:mens rea) denilen -kasıtla ilgili manevi- ögesinin var olduğunun hukuken saptanmadığını, “Ermeni soykırımı iddiasının yalan olduğu” söylemi ile vurgulamıştı. Doğu Perinçek 1915-1916 olaylarının soykırımı olduğuna dair yetkili bir yargı kararı bulunmadığını, gerçekte Osmanlı yurttaşı çeşitli etnik ve dinsel gruplar arasında karşılıklı katliam yapıldığını belirtmişti. Doğu Perinçek, mahkumiyet kararına karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde dava açtı; Türk Hükumeti de davaya katılma hakkını kullandı [5]; AİHM önündeki dava bu makalenin yazıldığı tarihte sonuçlanmamıştı.
II-“ Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Alanında bazı Uygulama ve Söylemlerle Mücadele Konusunda AB Çerçeve Kararı”
Avrupa Birliği Konseyi, yaklaşık sekiz yıl süren bir müzakere süreci sonucunda hazırlanabilen “Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadele” konulu 2008/913/JHA sayılı Çerçeve Kararını (Ç.K.) 28 Kasım 2008 tarihinde kabul etti. AB Konseyi bir ay daha beklemiş olsaydı, AB Lizbon Anlaşması yürürlüğe girecekti ve Çerçeve Kararı düzenlemeleri Lizbon Anlaşması tarafından öngörülmediği için, Ç.K. dosyası ya arşive kalkacak ya da yeniden -örneğin bir AB Direktifi olarak- yeniden başka hukuksal şekil ve içerikte gündeme gelebilecekti.
AB Konseyi, daha önce 1996 yılında, Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı konusunda bir Ortak Eylem Planını kabul etmişti[6]. Bu ortak eylem planı ceza yasaları arasında uyum sağlama konusunda istenilen sonucu verememişti. Bir kısım AB ülkesinin -örneğin, Fransa’nın ve Avusturya’nın- ceza kanunu Yahudi kırımının (Holokost’un) inkârını cezalandırmayı zaten öngörüyordu. Diğer ülkeler inkâr suçunu “nefret uyandırıcı söylem” veya “ırk ayrımcılığı” başlığı altında dolaylı olarak ele alıyorlar.
Çerçeve Kararı taslağı, hazırlık safhasında AB çerçevesinde sivil toplum örgütleri, akademisyenler ve medya tarafından yeterince tartışılmadı.
Ancak, Çerçeve Kararının (Ç.K.) bazı maddelerinin ifade özgürlüğüne aykırı olduğu ve özellikle bilimsel araştırmaları engellediği eleştirileri yaygındı. Bu eleştirileri karşılamak için, Ç.K. metnine pek çok “hafifletici” hüküm yerleştirildi; bunları aşağıda irdeleyeceğiz. Ancak bu “garantiler” bile anılan Kararın iptalini isteyen odakları tatmin etmedi. İtirazlar daha ziyade Avrupa’nın sağcı kesimlerinden kaynaklanmaktaydı [7]. “Liberté pour l’Histoire” (Tarihe Özgürlük Girişimi) etrafında toplanmış olan akademisyen, tarihçi ve diğer liberal aydın çevreler de eleştirilere katıldılar[8].
III. AB Çerçeve Kararında Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı suçları ve bu Suçları İnkâr Edenlerin Cezalandırılması[9].
AB Çerçeve kararının bu araştırmamızda değinilen maddelerinin çevirilerine dipnotlarda yer verdik[10]. Bu maddelerle ilgili görüşlerimiz aşağıda sunulmuştur.
1)Suç sayılan eylemler
Çerçeve Kararının 1.maddesi suç sayılan ve cezalandırılması talep edilen eylemleri sıralıyor: bunlar , –Irk,renk, din, soy veya ulusal ya da etnik kökeni ile tanımlanan insan grubuna veya gruba mensup bir kişiye şiddet kullanımını veya nefret çağrısını alenen kışkırtmak ;
(Şiddet kullanımının ve nefret çağrısının bir gruba mensup tek bir bireye yöneltilmesi cezalandırma için yeterli sayıldığının altını çizmelim)
-Irk, renk, din, soy veya ulusal ya da etnik kökeni ile tanımlanan bir insan grubuna ya da o grubun bir mensubuna yönelik olan ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsünün 6,7 ve 8. maddelerinde tanımlanan soykırımını, insanlığa karşı suçları ve savaş suçlarını, aşağıda anılacak davranışların şiddeti körükleyebilecek veya nefreti celbedebilecek biçimde yapılması şartıyla ,alenen (bağışlamak–göz yummak), inkâr etmek ya da kabaca küçümsemektir .
2)Irkçılık ve yabancı düşmanlığının “ciddi biçimi” ile mücadele edileceği
Kararın Giriş bölümünün 6. fıkrasını ayrıca ele almalıyız. AB ülkeleri burada “ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının özellikle ciddi biçimleri ile mücadelenin öngördüğünü” vurguluyorlar. Bu ifadeden, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelenin yüzeysel gözüken ve “hafif” sayılabilecek bazı biçimlerinin hoşgörülebileceği sonucu çıkmaz mı? Gerekçe olarak, “Üye Devletlerin özellikle bu alandaki kültürel ve hukuksal geleneklerinin bir ölçüde farklı olduğu, bu açıdan, ceza yasalarının tam uyumlaştırılmasının halihazırda mümkün olamayacağı” belirtilmiştir[11]. Irkçılığın ve yabancı düşmanlığının “ciddi biçiminin” ne olduğunu, herhalde AB ülkelerinin savcı ve yargıçları takdir yetkilerini kullanarak yorumlayacaklar[12]. Böylece, savcı veya yargıç isterse -İsviçre/Perinçek örneğinde görüldüğü gibi- ırkçılığı çağrıştıracak hiç bir söz ya da davranış bulunmamasına rağmen- zanlıyı ırkçı ilan edebilecektir. Özetle, bir çeşit “kurtla kuzu öyküsü” tekrarlanabilecektir.
3)Korunan grupların sayısının arttırılması
Çerçeve Kararının Giriş bölümünün 10 maddesine göre, “Üye devletler, ulusal yasalarında, ırk, renk, din, nesil veya ulusal ya da etnik köken dışında, örneğin sosyal statü veya siyasal inançlarıyla tanımlanan gruplara yönelik suçları da kapsayan hükümler kabul edebileceklerdir.” Bu kural, Üye Devletlere, Soykırımı Sözleşmesi ile korunan grupların çerçevesini genişletme imkanını tanıyor. Soykırımı suçu söz konusu olduğunda, Soykırımı Sözleşmesi uzun müzakereler sonunda bu çerçeveyi daraltmıştı : sadece “ulusal, etnik, ırksal ve dinsel” gruplar koruma altına alınmıştı. Uluslararası Ceza Divanını kuran Roma Statüsündeki “İnsanlığa Karşı Suçlar “ tanımında ise, “herhangi bir sivil grup” biçiminde daha geniş bir kapsama alanı var[13]. Çerçeve Kararı, yukarıda altı çizili olarak belirttiğimiz grupları da koruma alanına alarak, 1948 Sözleşmesinin alanını res’en genişletmiştir. Bunun sonucunda, siyasal gruplara soykırımı suçu işlendiğini yadsıyan kişi de inkar suçu işlemiş sayılabilecektir.
4)Kasıt ve aleniyet
Çerçeve Kararında suç teşkil eden davranışın kasıt içermesinin ve eylemin aleniyetinin gerekli olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, inkâr eylemi -tek başına- ceza vermek için yeterli değildir. Eylemin cezalandırılması için şiddeti alenen körükleyebilecek veya nefreti celbedebilecek biçimde yapılması icab ediyor; kararda sayılan suçlardan“küçümseme fiilinin” “kabaca” yapılması koşulu da getirilmiştir. Yani, kapalı kapılar ardında, az sayıda kişinin duyabileceği şekilde ve –tabii- nazik bir biçimde yapılacak “küçümseme” yargı tarafından hoşgörülebilecek,cezalandırılmayabilecektir.
Bu bağlamda Soykırımı Sözleşmesinin ve bu Sözleşmeyi uygulamaya koyan Bosna/Sırbistan davası kararının, bir eylemin soykırımı sayılması için özel kasıt içermesi gerektiğinin altını çizdiğini burada tekrarlayalım. Ç.K.nın yazılış biçimi ise, sadece kasıt öğesini içermekte, latince dolus specialis denilen özel kasıtı unsurunu ihmal etmektedir
5) Göz yummak (condoning) eylemini uygulamada arka plana atan değişiklik
Burada -sorgulayarak- altını çizmek istediğimiz husus, Çerçeve Kararının 1(4) maddesinin, 1 (c) ve (d) maddesinden farklı yazılmış bulunmasıdır. Bu konuya açıklık kazandıralım: cezalandırılacak davranışlar, Çerçeve Kararının 1 (c) ve 1 (d) maddelerinde alenen bağışlamak veya göz yummak (condoning); inkâr etmek ya da kabaca küçümsemek olarak belirtilmiştir. Çerçeve Kararının aşağıda dipnotta verilen ve yetkili mahkeme ile ilgili 4. madde metninde ise sadece “inkâr etmek ve kabaca küçümsemek” eylemleri metinde kalmış, göz yummak -(İngilizcesi:condoning) metinden çıkarılmıştır.
Her kelimesi uzun yıllar müzakere edilen bir metinde “göz yummak” fiilinin sehven unutulmuş olması mümkün değildir. Bu değişiklik, büyük olasılıkla, Ç.K. metnine itirazları karşılamak için önerilen bir uzlaşma formülüdür. Metni müzakere edenler, sadece isteyen Üye Devlete kendi ceza yasasında “göz yummak” fiilini de cezalandırma olanağını tanımak istemiş olabilirler; bu nedenle 1(c) ve 1 (d) maddelerine bunu yazmışlar. Ancak, daha aşağıda 4. maddede “göz yummak” fiilini suç olmaktan çıkararak, isteyen Devlete farklı davranma kapısını açık bırakmışlardır. Bunu tipik bir AB müzakere ve oydaşma arama alışkanlığı saymalıyız. Oysa, konuyu irdeleyenler[14], “göz yumanın”, “inkârdan” daha ağır bir davranış olduğunu belirtirler. Zira, “alenen göz yuman” eylemin yapılmış olduğunu kabul etmektedir; buna karşılık “inkâr eden” suç olan eylemin vuku bulduğunu da reddetmektedir.
6)Söylemin, tehdit,küfür,hakaret içermesi
Kararın ikinci maddesi, Üye Devletlere, 1. fıkra bağlamında, ya sadece kamu düzenini bozması muhtemel olan davranışları ya da söylemi, tehdit, küfür veya hakaret içermesi durumunda cezalandırma olanağını tanımaktadır. Bu kural Çerçeve Kararının daha da sulandırılması sonucunu vermiştir. Bu modele Alman ve İngiliz hukuk sistemlerinde rastlanılmaktadır[15].
7)Suçun kesinleşmiş mahkeme kararı ile saptanmış olması
Çerçeve Kararına göre, Üye Devletler, inkârı veya kabaca küçümsemeyi cezalandırmayı, (yukarıda belirttik: göz yumma davranışı metinden çıkmıştır) kesinleşmiş bir mahkeme kararı ile varlığı saptanmış bir suç ile sınırlamayı yeğleyebilirler [16].(Burada işaret ettiğimiz Madde 1.4. kuralının uluslararası hukuka aykırı olup olmadığı veçhesine aşağıda 9. maddede ayrıca değineceğiz).
Fransa, AB Çerçeve Yasası konusunda suçun yetkili bir uluslararası mahkeme tarafından saptanmış olması koşulunu tercih ettiğini açıklayan ilk ülke olmuştu[17]. Daha sonra -Fransa Anayasa Konseyi tarafından iptal edilen- Boyer yasası ile dönüş yapmayı denediler, ancak bu girişim de başarısız kaldı. Gazete haberlerine göre şimdi Fransız Hükumeti soykırımı suçunun yetkili uluslararası mahkeme tarafından saptanması şartından
-Ermenileri tatmin etmek için- vazgeçecekmiş.
8)Çerçeve Kararı Devletlerin anayasal ilkelerine aykırı olamaz
Çerçeve Kararının içeriğini ve uygulamasını sınırlayan bir başka kural anılan Kararın 7. maddesinde kayıtlıdır[18]. Bu kısıtlama Ç.K.nın, Avrupa Birliği Andlaşması ile Üye Devletlerin anayasal ilkelerinde kayıtlı temel özgürlükleri, özellikle ifade ve dernek kurma özgürlüğünü, basın özgürlüğünü etkilemeyeceğini kayda geçirmektedir. Benzer şekilde, Ç.K.nın Giriş bölümünün aşağıda dipnotta çevirisi sunulan 14 ve 15. maddeleri Ç.K.nın uygulanma alanını sınırlaması bakımından önemlidir[19]. Tüm Üye Devletler açısından zaten geçerli olan bu hükümlerin -hukukî bir zaruret olmadan- Çevre Kararında tekrarlanmasının nedeni, Üye Devletlerden pek çoğunun, Çerçeve Kararının düşünce özgürlüğünü- sağcı kesimler için: yabancı düşmanlığı ile anti semitizm eğilimlerini– kısıtlayıcı, hatta cezalandırıcı etkisi konusunda ciddi çekinceleri bulunmasıdır[20].
9) i)Çerçeve Kararının, uluslararası hukuk açısından en tartışmalı hükmü 1.Maddenin 4. fıkrasıdır.
Bu madde şöyledir “ Her Üye Devlet, işbu Çerçeve Yasasını kabul ettiği sırada veya daha sonra, Madde 1.Fıkra 1 (c) ve /veya (d) de yazılı suçları inkâr etme veya kabaca küçümseme eylemini, bu suçlar ya bir Üye Devletin ulusal mahkemesinin ve/veya uluslararası mahkemenin vereceği kesinleşmiş bir kararla ve / veya münhasıran bir uluslararası mahkemenin vereceği kesinleşmiş kararla saptanması durumunda cezalandıracağı konusunda beyanda bulunur.
Görüldüğü gibi bu madde Üye Devlete üç seçenek sunuyor. Bunlardan biri, ulusal mahkemeye soykırımı konusunda karar yetkisini vermektedir. Soykırımı suçu o ülkede işlenmiş ise sorun yoktur; 1948 Sözleşmesi zaten bunu öngörüyor. Soykırımı zanlısı bireyi yargılama konusunda yetkili Mahkeme konusu Soykırımının Önlenmesi ve Cezalandırılmasına ilişkin 1948 Sözleşmesi Uluslararası Hazırlık Konferansında görüşülmüş ve anılan Sözleşmenin VI . maddesi ile çözümlenmişti. Anılan madde şöyledir : “ Soykırımı suçu veya 3 maddede kayıtlı diğer suçlarla itham edilen kişiler, soykırımının gerçekleştiği ülkenin yetkili mahkemesi tarafından veya uluslararası bir ceza mahkemesinin yargı yetkisini kabul eden Taraf Devletler için o mahkeme tarafından yargılanırlar”
İkinci ve üçüncü seçenekler, uluslararası mahkemeye yollama yapmaktadır. Bu da yazım farkı ile 1948 Sözleşmesi çizgisindedir.
ii)AB Çerçeve Kararı ile 1948 Sözleşmesinin VI maddesi arasındaki en önemli fark nedir?
1948 Sözleşmesi “ Soykırımının gerçekleştiği ülkenin yetkili mahkemesi veya Tarafların üzerinde mutabık kalacakları bir uluslararası ceza mahkamesi ” diyor. Çerçeve kararı ise, sadece“Üye Devletin mahkemesinin kesinleşmiş kararından” söz ediyor.
1948 Sözleşmesine göre, soykırımı suçu bir başka ülkede işlenmiş ise, diğer bir ulusal mahkemenin o soykırımı zanlısını yargılama yetkisi yoktur. Fark buradan kaynaklanıyor. Ç.K. metninde “Soykırımının gerçekleştiği ülkenin ulusal mahkemesi” denilseydi 1948 Sözleşmesinin kuralını arka kapıdan girerek değiştirme girişiminden söz edilmezdi.
iii) “Evrensel yargı yetkisi” [21]1948 Sözleşmesi Hazırlık Konferansında reddedildi
Yukarıda da değinildiği gibi, bu konu 1948 Sözleşmesinin Hazırlık Konferansında “evrensel yargı yetkisi” başlığı altında görüşülmüştü. (Bakınız: Konferans Zabıtları: 5.4.1948 ( Doc-E/794) ss. 29.33; 9.11.1948 97.Oturum,ss.360-373; 10.11.1948, 87-99 oturumlar, ss.373-393; 11..11.1948, 99 oturumun devamı, ss 393-407) Yapılan oylama sonucunda suçun işlendiği ülkeden başka ülkenin yargısına, soykırımı zanlısını yargılama yetkisini vermeyi öneren teklif reddedilmişti. Red gerekçesi olarak şu hususlar kaydolunmuştu: “Evrensel yargılama yoluyla cezalandırma geleneksel hukukun ilkelerine aykırıdır ; buna izin vermek, bir başka ülkede bir yabancı tarafından işlenen suçların farklı ülkede cezalandırılması sonucunu verir; soykırımı genel olarak suçun işlendiği ülkenin Devletinin sorumluluğunu da kapsadığından, evrensel cezalandırma ilkesi ulusal mahkemelerin yabancı hükumetleri yargılamaları sonucunu getirir ki bu tehlikeli uluslararası gerginlikler doğuracaktır”
iv) Başka ülkede işlenmiş bir suçun zanlısını yargılama yetkisini ulusal mahkemesine tanıyacak olan AB Üyesi Devlet, 1948 Sözleşmesinin yetkili Mahkemeye ilişkin VI. maddesini ihlal etmiş sayılır mı?
Yukarıda da belirtildiği gibi, bir ülkenin ulusal yargısına başka bir ülkede işlenen soykırımı eylemini yargılama yetkisini vermeyi öngören “evrensel yargı yetkisi”, Hazırlık Konferansında oylamaya sunulmuş ve reddedilmişti. Şimdi, AB Üyesi Devlet, Çerçeve Kararında zikredilmemiş olan “soykırımının gerçekleştiği ülke” sözcüklerinin silinmesi, nedeniyle oluşan boşluktan yararlanarak, ülkesinde böyle bir uygulamaya yer verirse, kanımızca o ülke 1948 Sözleşmesini yalnış yorumlamış ve yalnış uygulamış olacaktır.
Başta Belçika olmak üzere Almanya gibi AB ülkeleri bu uygulamaları başlatmışlardır.Bunun sonucu olarak, örneğin Almanya’da görülen bir davada, Ruanda’lı bir zanlı soykırımı suçundan mahkum olursa, bunu inkâr eden veya kabaca küçümseyen kişi de inkâr suçundan yargılanacak ve mahkum edilebilecektir.
v) Ulusal yargıya “evrensel yargılama yetkisi” sağlama girişim ve uygulamaları
1948 Soykırımı Sözleşmesi Hazırlık Konfrensında, reddedilen evrensel yargılama yetkisini genelleştirmeye yönelik çabalar sürdürülmektedir. Aslında, bu Uluslararası hukukun babası sayılan Hugo Grotius [22] döneminden beri gündemde olan bir konudur.
Hatta, Fransa ile Türkiye arasında UAD’de görülen ve 1927 tarihinde karara bağlanan Lotus davası da evrensel yargı yetkisi alanına giren bir örnek olduğunu söylemek yalnış olmaz[23]. O davada uluslararası sularda bir Türk gemisini batıran Fransız bayraklı Lotus gemisinin kaptanının Türkiye tarafından yargılanması UAD tarafından uluslararası hukuka uygun bulunmuştu.
-Evrensel yargı yetkisi konusunda önemli olan bir başka dosya da Şili diktatörü Pinochet’nin kendi ülkesi dışında (İngiltere’de) yargılanmasıdır.
-Bundan başka, İsviçre’nin Lozan Askeri mahkemesi, 30 Nisan 1999 tarihinde –1996 yılında İsviçre’ye gelen ve sığınma hakkı talep eden-Ruanda’lı Belediye Başkanı Fulgence Niyonteze ‘yi savaş suçundan yargılamış ve hayat boyu hapise mahkum etmiştir. (İsviçre Askeri Ceza Yasası, başka ülkede işlenen suçları yargılama yetkisini tanıyor).
-ABD’deki Vaşington Mahkemesi ise Mart 2001’de, (işkenceci olarak tanınan) Endonezya Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri General Jhony Lumintang’ı – gıyabında- zarar -ziyan ödemeğe mahkum etmiştir.
-Evrensel yargılama yetkisini tanıma alanında en önde giden ülkelerden biri Belçika’dır. Belçika 1999’da tadil edilen 1993 yasası ile ulusal yargısına mutlak evrensel yargılama yetkisini tanıdı. Bunun üzerine Belçika’da çok sayıda dava açıldı. Bu bağlamda dört Ruandalı 2001 yılında, 1949 Cenevre Konvansiyonları ile bunun I ve II Ek Protokollerine aykırı davranma iddiası ile Brüksel Asliye Ceza Mahkemesine sevkedildiler ve 1994 Ruanda soykırımına katılmaktan oniki ile yirmi yıl arasında hapis cezasına mahkum edildiler;
– Belçika’da evrensel yargılama yolu açılınca, bu kez Filistinliler Ariel Sharon hakkında, 1982 yılında Lübnan’da Sabra ve Şatila kamplarında yapılan katliamlar konusundaki sorumluluğu gerekçesi ile Belçika’da dava açmak istediler;
-Fildişi Sahilinde 26 Ekim 2000 tarihinde yapılan Yopugon katliamındaki sorumlulukları gerekçesi ile Fildişi Sahili Başkanı ve İçişleri Bakanı hakkında dava açılması talep edildi;
-2001 yılında Saddam Hüseyin hakkında da Iraklı Kürtler tarafından dava açılmak istendi.
-ABD’deki Kübalı sığınmacılar da Fidel Castro’ya karşı dava açmak için Belçika yargısına başvurdular.
Benzer dava girişimlerinin sayısı artınca ve sorun içinden çıkılamaz bir yöne sürüklenmeğe başlayıp ta bu girişimler ülkenin çıkarlarını zedeleyince, Belçika bu davaları frenleme ihtiyacını duydu ve yasa değişikliği yapmayı planladı. Aşağıda Çerçeve Kararı vesilesi ile Belçika uygulamasında da belirttiğimiz gibi, o ülkedeki Hükumet krizi, bu alandaki çalışmaları şimdilik durdurdu.
– Almanya’da ulusal yargıya Almanya dışında işlenmiş soykırımı, insanlık suçu ve savaş suçu eylemlerini yargılama yetkisini veren 30.6.2002 tarihli Völkerstrafgesetzbuch yasası ile evrensel yargı yetkisini tanımıştır; anılan suçlardan hiçbirine zaman aşımı uygulanmaz. Ancak Almanya dışında işlenmiş suçlar için dava açılması, Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 153(f) maddesi gereğince, Federal Savcının iznine bağlanmıştır. Bu madde Federal Savcıya çok geniş yetki tanımaktadır. Şimdiye kadar savcıya intikal eden 128 talep olmuştur. Bunlardan iki Ruanda vatandaşı (Ignace Murwanashyaka ve Straton Musoni) hakkında Mayıs 2011’de Stuttgart Oberladesgericht mahkemesinde dava açılmıştır. Anılan Alman mevzuatının uygulanması çerçevesinde Frankfurt mahkemesinde de bir dava açıldığını internet ortamında yaptığımız araştırmada saptadık.
Bu örnekler, “evrensel yargı” alanındaki gelişmelerin zemin kazandığına işaret etmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi, Çerçeve Kararı çeşitli hükümlerle yumuşatılmış ve anayasal haklar garanti altına alınmak istenmişse de, sonuçta savcı ve yargıçlara tanınan geniş takdir hakkı, bu alanda adalet ve hakçalık duygusunu zedeleyebilecek beklenmedik kararlarla karşılaşılması sonucunu verebilecektir.
10)Çerçeve Kararına uymamanın yaptırımı yok
Nihayet, AB hukuk sisteminin, bir üye Devletin Çerçeve Kararına uymaması durumunda herhangi bir yaptırım öngörmediğini de belirterek[24] bu bahsi kapatalım..
IV) Çerçeve Kararına veya AB Üyesi Devletin taraf olduğu bir Sözleşmeye aykırı mevzuatına karşı başvurulabilecek hukuk yolları
1) AB hukuku çerçevesinde Çerçeve Kararının İptali veya Yorumu mü ?
AB Çerçeve kararının iptali veya yorumlanması için AB Lüksemburg Adalet Divanına bir AB ülkesi mahkemesi tarafından başvurulması mümkündür.
Avrupa Birliği Anlaşmasının 35. maddesi, AB Adalet Divanının “işbu Maddede belirtilen koşullar çerçevesinde, Çerçeve Kararlarının geçerliliği ve yorumlanması hakkında hüküm vereceğini” belirtir. Ancak, Üye Devletler yargının kararını kabul etmek zorunda değildirler; bu konudaki iradelerini bir bildiri ile Konseye iletebilirler; ayrıca bildiride, konunun Avrupa Adalet Divanına, herhangi bir ulusal mahkeme tarafından mı, veya sadece en üst (ulusal) mahkeme tarafından mı intikal ettirilebileceği hususundaki kararlarını bildirebilirler (Madde 35, 2ve3 fıkralar.)
Bu bağlamda, Çerçeve Kararının, o ülke mevzuatının ayrılmaz parçasını oluşturan Soykırımı Sözleşmesi arasındaki kural çelişkisi nedeniyle zarara uğrayan kişi veya kurumlar, davanın görüldüğü mahkeme yoluyla, Çerçeve yasasını AB Adalet Divanına taşıyabilirler.
Anılan Anlaşmanın 34. maddesi, polis, hukuksal işbirliği ve cezai konularda Üye Devletler arasında işbirliği yapılabileceğini, Çerçeve Kararı kabul edebileceğini öngörmektedir. Bu Çerçeve Kararları Üye Devletler açısından bağlayıcıdır. Ancak, uygulamaya ilişkin biçim ve yöntem konuları Üye Devletlerin yetkisine bırakılmıştır. Çerçeve Kararı doğrudan sonuç doğuramaz.
2)AB Çerçeve Kararı 1948 Soykırımı Sözleşmesini tadil ediyor mu?
Yukarıda da açıkladığımız gibi, AB Çerçeve Kararı, kendi başına 1948 Sözleşmesini tadil etmiyor. Ancak, soykırımı suçu başka bir ülkede işlenmiş ise ve AB Üyesi Devletin ulusal yargısı anılan eylemin zanlısını yargılar ise, Çerçeve Kararı, 1948 Sözleşmesinin VI. maddesini çiğnemeye olanak tanıyan bir seçenek sunuyor. Özetle, bu alandaki hukuksal sorumluluk ihlali yapacak olan Üye Devlete ait olacaktır.Ayrıca, yukarıda III.3 maddesinde de belirtildiği gibi, -soykırımı suçu söz konusu olduğunda- korunan grupların kapsamının genişletilmesi de 1948 Sözleşmesine aykırıdır.
Ancak, Belçika ve Almanya örneğinde olduğu gibi bir Devlet bu konuda siyasal tercih yapmış ve evrensel yargı yetkisini kabul etmiş ise, devletin egemenliği söz konusu olacağı için hukuksal durum daha karmaşık bir hal alır.
Uygulamada, onayladıkları uluslararası sözleşmelerin kurallarından farklı ulusal yasa maddeleri kabul etmiş olan devletlerin bulunduğuna burada işaret edelim. 1948 Sözleşmesi bağlamında Türkiye de bunların arasındadır [25].
3) 1948 Sözleşmesinin IX. maddesi
1948 Sözleşmesine Taraf olan bir Devlet, Sözleşmenin yalnış yorumlandığı, uygulandığı veya icra edildiğini ileri sürerek 1948 Sözleşmesinin IX. maddesini dermeyan edebilir ve Uluslararası Adalet Divanına (UAD) doğrudan başvurma koşullarını oluşturulabilir.
“Madde IX : Sözleşmeye Taraf Devletler arasında, bir Devletin soykırımından ya da Sözleşmenin III. maddesinde belirtilen eylemlerden herhangi birinden sorumluluğu konusu da dahil olmak üzere, işbu Sözleşmenin yorumu, uygulanması veya icrası ile ilgili uyuşmazlıklar, bu uyuşmazlığa taraf olan Devletlerin herhangi biri tarafından Uluslararası Adalet Divanına sunulabilir.”
Sözleşmeye aykırı kural bilfiil uygulamaya sokulmadan UAD nezdinde açılacak bir dava -Sözleşmeye aykırı sayılan kuralın iptali sonucunu getirmez; zira UAD bir başka ülkenin mevzuatını değiştirmesi konusunda karar verme yetkisine sahip değildir.
UAD’na başvuru yapılması için, iki Devlet arasında bir ihtilaf bulunması -veya oluşturulması- gerekir. İhtilafın var olup olmadığına UAD karar verecektir.
4) Ulusal parlamentoların yetkili mahkemenin kararı bulunmadan bir başka ülkedeki soykırımını tanıma kararına karşı yargıya başvurma beklenen sonucu sağlar mı?
Beklenen sonuç ne olabilir? a)Tanıma kararının iptali; b) O Devletin kınanması.
Bir ülkenin yasama organının, -yetkili mahkemenin kararı olmaksızın- bir başka ülkedeki bir eylemi soykırımı olarak tanıması, -örneğin 2001 yılında Fransa’da olduğu gibi “Fransa Ermeni soykırımını tanır” şeklinde bir cümlelik iş’ari (declaratoire) bir yasa kabul etmesi- siyasal nitelikli bir adımdır. Bu kararın alındığı 2001 yılında Fransa Anayasası parlamentonun “karar kabul etmesine” olanak tanımıyordu; yasama organı sadece yasa kabul edebiliyordu. Bu anayasa kuralı daha sonra değiştirildi. Simdi Fransa Parlamentosu yasa niteliği bulunmayan kararlar da alabiliyor.
Bu örnekten hareket edersek, Fransa’nın 2001 tarihli yasasına karşı, UAD nezdinde açılacak “Sözleşmenin yalnış uygulanması veya yorumu” gerekçesi ile açılacak bir davanın o yasanın iptali sonucunu vermeyeceği kanısındayız.
Siyasal bildirim nitelikli bir yasaya karşı, UAD nezdinde açılacak bir davada, herşeyden önce iki ülke arasında ihtilaf bulunduğuna ilişkin usul engelinin aşılması gerekecektir. Fransa, bu yasanın Türkiye Cumhuriyetine yönelik olmadığını resmen de vurguladığı cihetle, iki ülke arasında ihtilaf bulunmadığını ileri sürebilecektir.
Kuramsal olarak, usul engelinin aşıldığını varsaysak bile, böyle bir davanın Fransa’nın mahkumiyeti ile sonuçlanmayacağı kanısındayım. Zira , a)1948 Sözleşmesi “tarihin her döneminde soykırımı suçu işlendiğini” Giriş bölümünde beyan etmektedir. Sözleşmeyi onaylayan her ülke bu beyanı kabul etmiştir. Soykırımı sayılan olay 1948 Sözleşmesi yürürlüğe girmeden önce vuku bulmuş ise, Sözleşme tarihte hangi olayların soykırımı sayıldığı hakkında bir açıklık getirmediğinden, taraf Devletin parlamentosu, Sözleşmenin Giriş bölümündeki o ifadeyi yorumlayan siyasal nitelikli bir karar almış sayılır; Uluslararası Adalet Divanı yasama meclisinin siyasal nitelikli kararını hukuken değerlendirmez.
Parlamentonun soykırımı olarak nitelediği olay, Sözleşme yürürlüğe girdikten sonra vuku bulmuş ise, o olayın soykırımı olup olmadığına zaten Sözleşmede belirtilen yetkili mahkeme karar verecektir.
V. AB Üyesi Devletler Çerçeve Kararına uyum sağladılar mı?
Çerçeve Kararı uyarınca, AB Üyesi Devletler, Kasım 2010’ a kadar kendi ulusal ceza yasalarını Karar esaslarına göre değiştireceklerdi. Az sayıda AB ülkesi anılan tarihe kadar kendi ceza mevzuatını AB çerçeve yasası ile uyumlu hale getirebildi[26]. Birleşik Krallık, genel olarak ırksal nefreti tetikleyecek eylemlerin cezalandırılmasına ilişkin 1986 tarihli Kamu Düzeni Yasasının yeterli olduğu görüşünü açıkladı. İrlanda[27], Hollanda[28],Danimarka[29] ve İsveç[30] te mevcut yasalarının yeterli olduğunu belirttiler. Bu ülkeler Çerçeve Yasasının ifade özgürlüğünü tehdid ettiği gerekçesi ile karşı çıkmışlar ve ırkçılıkla mücadele yasalarının geniş bir şekilde yorumlanması sureti ile Ç.K. esaslarını uygulayabileceklerini vurgulamışlardı.
Malta, AB ülkeleri arasında ilk olarak, 17 Temmuz 2009 tarihinde Ceza Yasasının 82.B maddesini Ç.K. esaslarına uyum sağlayacak şekilde değiştirdi.
Almanya, 1994 ‘ten beri, Ceza Yasasının 130.3 maddesi gereğince, Nazi rejimi sırasında işlenen suçları öven, inkâr eden ya da küçümseyen kişileri beş yıllık bir cezaya çarptırmaktaydı.
Ulusal yargıya Almanya dışında işlenmiş soykırımı, insanlık suçu ve savaş suçu eylemlerini yargılama yetkisini veren 30.6.2002 tarihli Völkerstrafgesetzbuch yasası gereğince Almanya evrensel yargı yetkisini tanıdı ve Alman mahkemeleri başka ülkelerde yabancılar tarafından işlenmiş suçları yargı gündemine aldı. Hangi olayın dava konusu yapılacağı konusundaki kararı Savcı vermektedir. Bu yasanın uygulanmasından olmak üzere Frankfurt, Stuttgart ve Münih mahkemeleri Ruanda’da işlenmiş suçlar nedeni ile zanlıları 2011 yılından bu yana yargılamağa başlamışlardır.
Avusturya, 1992 yılında çıkarılan Verbotgesetz yasasına göre, Nazi suçlarını inkar edenler, kabaca küçümseyenler, onaylayanlar ve Nazi soykırımını haklı gösterenler on yıla kadar – ağır hallerde yirmi yıla kadar- cezalandırılacaklardır.. Avusturya, son olarak Naziler tarafından işlenmiş suçlar dışında, ırkçı veya yabancı düşmanlığına ilişkin söylemlerin inkarını cezalandıran bir yasayı Ekim 2011’de kabul etti.
Avusturyalı sağcı politikacılar ve dernekler bu yasayı şiddetle eleştirdiler[31]. Daha önce de vurgulandığı gibi, AB Çerçeve kararının ifade özgürlüğünü zedelediği görüşü daha ziyade Avrupa’daki sağcı parti ve isimlerden kaynaklanmaktadır. Bunlar, ülkelerindeki yabancılara karşı hoşgörüsüzlükleri ağır basan, İslam karşıtı olduklarını saklamayan, hatta zaman zaman antisemit görüşleri nedenile eleştirilen oluşumlardır. Avusturya ceza yasasında yapılan değişiklik sonucunda Hazreti Muhammed’e hakaret eden bir kişi mahkum edilmiştir[32].
Kıbrıs Rum Kesimi Çerçeve Kararını ceza yasası çerçevesine ithal eden 134(I)2011 sayılı yasayı 21.10.2011 tarihinde kabul etmiştir.Yasaya göre Kıbrıs polisi , inkâr suçu kuşkusu bulunması halinde , bir şikayet olmasa bile, soruşturma dosyasını açmağa yetkili kılınmaktadır; ayrıca davayı gören mahkeme ırkçı ve yabancı düşmanlığına ilişkin motivasyonu gözönüne alacaktır[33].
Belçika, 1995 yılından bu yana “Alman Nasyonal Sosyalist rejimi tarafından işlenen soykırımı suçunun inkârı, küçümsenmesi, haklı gösterilmesi ya da onaylanmasını” suç saymakta ve cezalandırmaktadır. Yasada tekil olarak geçen “soykırımı” teriminin tanımı açık değildir. Burada sadece Yahudi soykırımına mı, yoksa Nazi rejiminin uyguladığı – Roma halkı dahil- tüm kıyımlara mı yollama yapılmaktadır? Belçika Senatosu 1998 yılında Ermeni soykırımını tanımış, ancak 2005 yılında bunun cezalandırılmasına dair bir öneriyi kabul etmemiştir. Belçika’nın evrensel yargı yetkisini kabul ettiğine yukarıda değindik. Belçika Hükumeti Çerçeve Kararının esaslarını Belçika Ceza Yasasına ithal etmek için bazı çalışmalar yapmış, ancak ülkedeki Hükumet krizi nedeni ile bunlar sonuçlanmamıştır[34].
Fransa, Gayysot yasası Nazi suçlarını inkâr edeni para cezası yanında bir ay-bir sene arasında hapis cezasını öngörmektedir. Bu yasa gereğince mahkum edilen bazı Fransız vatandaşlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açtıkları davalar, her bir duruma göre farklı sonuçlar vermiştir[35]. Fransa 2001 yılında iş’ari bir yasa ile Ermeni soykırımının varlığını tanımıştı. Fransa Parlamentosu, Ermeni soykırımını yadsıyanların cezalandırılmasını öngören bir yasa çıkarmış, ancak bu yasa Fransa Anayasa Konseyi tarafından anayasaya aykırılık gerekçesi ile iptal edilmiştir. Çerçeve Kararının esaslarını Fransız Ceza Yasasına ithal etme çalışmaları henüz sonuçlanmamıştır. Fransa, 2008 yılında, Çerçeve Kararının yargı yetkisi hakkında tanıdığı üç seçenekten “suçların inkârını ve kabaca küçümsenmesini, bu suçlar bir uluslararası mahkemenin nihai kararı ile saptandığı takdirde cezalandırma seçeneğini” yeğlediğini açıklamıştı. Basına yansıyan haberlere dayanılarak yukarıda belirtildiği gibi, Fransa, şimdi bu kararını değiştirmeyi düşünüyormuş.
Romanya, 2002 yılında ırkçılıkla mücadele konusunda bir yasa kabul etti ve Holokost’u, Roma’lara karşı Nazilerin uyguladığı soykırımını inkâr edenleri altı ay ile beş yıl arasında hapisle cezalandırmayı öngördü.Romanya Adalet Bakanı, Ç.K. esaslarının Romen ceza hukukuna ithali konusunda başka bir şey yapılmasına gerek kalmadığını açıkladı.
İspanya, 1996 yılında Ceza Yasasının 607.2 maddesi ile herhangi bir soykırımını “inkâr edeni” ya da “haklı göstereni” bir ilâ iki yıl hapisle cezalandırmayı kararlaştırdı.Ancak 2007 yılında, İspanya Anayasa mahkemesi “inkâr” kavramının anayasaya aykırı olduğuna hükmetti; sadece “haklı gösterme” fiilinin cezalandırılabileceğini belirtti. İspanya Ç.K. konusunda hukuksal sorunlarla karşı karşıya olduğu için ceza hukukunda Ç.K.na uyum sağlayacak değişiklikleri şimdiye kadar yapamadı[36].
Portekiz 2007 tarihli ceza yasasının 240 maddesi ırkçı, dinsel ce cinsel ayrımcılık konusundadır ve “savaş suçlarını, insanlığa karşı suçlar ile barışa karşı suçları inkâr etme dahil” grupları veya bireyleri ırksal,dinsel ve cinsel gerekçelerle karalayanları ya da zarar verenleri, altı ay ile beş yıl arasında hapisle cezalandırmayı öngörür. Portekiz makamları anılan yasa kuralının Ç.K. kapsadığını ve ayrıca bir işlem yapılmasına gerek görmediklerini belirtmişler[37].
Litvanya, 15 Haziran 2010 tarihinde ceza yasasının 170-2 maddesini kabul ederek, Avrupa Birliğinin bir resmi belgesi ile veya Litvanya mahkemesi tarafından tanımlanmış soykırımı, insanlığa karşı suç ve savaş suçlarının onaylanması, inkarı ya da kabaca küçümsenmesini azami iki yıla kadar hapisle cezalandırmayı kabul etmiştir. Bu bölüm, açıkça, 1990-1991 yılları dahil olmak üzere, Litvanya topraklarına ve yurttaşlarına karşı gerçekleştirilen Nazi ve Sovyet saldırılarını ve cürümlerini kapsamaktadır.
Letonya Çerçeve Kararının müzakereleri sırasında Letonya, Komünist dönemi cürümlerinin Karar çerçevesine alınmasını istemiş ve nihai zabıtlara bu konuda bir bildiri eklemiştir. 21 Mayıs 2009 tarihinde kabul ettiği ceza yasasının 74-1 maddesinde anılan eylemlere açıkça yer verilmemiş ve komünist döneminde işlenen cürümleri de içine alan genel ifadeler kullanılmıştır; bu madde, soykırımının, insanlığa karşı suçların, barışa karşı suçların ve savaş suçlarının (public glorification) “alenen övülmesini” asgari beş yıl hapisle veya kamu hizmetinden mahrumiyetle cezalandırmaktadır . Çerçeve yasasında öngörülen “ övme, inkâr veya kabaca küçümseme” (condoning,denying or grossly trivialising) terimleri yasada “alenen övme” terimi ile tanımlanmıştır.
Macaristan Ç.K. içeriğini merkez sol hükumet döneminde, Ocak 2010 tarihinde, Ceza Yasasının 269-C maddesine kısmen ithal etmişti.Yasaya göre, Holokost’u inkâr eden, bu cürümü sorgulayan ya da küçümseyen söylemler üç yıl hapisle cezalandrılmaktaydı. Ceza Yasasında Holokost dışındaki suçlardan söz edilmiyordu. 2010 seçimlerinde sağ cenah iktidara geldi ve derhal Holokost’a yapılan yollamayı -daha genel olan- “soykırımlar” terimi ile değiştirdi; ayrıca, insanlığa karşı suçlar metne eklenerek Naziler tarafından işlenen suçlara, komünist rejimler tarafından işlenen suçlar ilave edildi. Bu suçların işlendiğini hangi makamın tesbit edeceğine dair yasada bir açıklık yok.
AB dışında bazı inkâr suçu örnekleri
Ukrayna 1932-1933 yıllarında ülkede yaşanan ve Holodomor olarak adlandırılan “açlık kırımının ” Sovyet rejimi tarafından uygulamaya konulmuş bir soykırımı olduğu hususunu tartışmaya devam ediyor. 2006 yılında Viktor Yuşenko’nun partisinin teklifi üzerine, Ukrayna parlamentosu Holodomor’u soykırımı olarak niteledi ve bunun inkârını yasaya aykırı eylem saydı. Yuşenko’dan Başkanlığı devralan Yanukoviç mahkemeye verildi, ancak aklandı. Yanukoviç “Büyük Açlık” olarak adlandırılan Holodomor olaylarının, soykırımı olarak nitelendirilebilecek koşulları bir araya getirmediğini, gelişmelerin sadece Ukrayna’ya değil Volga bölgesine de yayılmış bulunduğunu ve Stalin’in Ukraynalıları hedef almadığını belirtmişti. Gerek Avrupa Parlamentosu, gerek Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi, o olayları soykırımı değil, ama insanlığa karşı suç olarak tanımlamıştır[38].
Ruanda’da inkârcılık, siyasal muhaliflere karşı bir silah olarak kullanılmaktadır. 1994 yılında Tutsi’lerin maruz kaldığı soykırımı suçunu küçümsediği gerekçesi ile Victoire Ingabire hapse atılmıştır. Bayan Ingabire, “Tutsiler’in de savaş suçu işlediklerini ve yargılanmaları gerektiğini” belirtmişti.
İsviçre 1995 yılında Ceza Yasasının 261(mükerrer)-bis(4) maddesini halk oylaması sonucunda kabul ederek, soykırımının veya diğer insanlığa karşı suçların inkârını, küçümsenmesini veya haklı gösterilmesini cezalandırmayı öngörmüştür. Bu madde uyarınca Bern-Laupen Mahkemesinde 17 Türk vatandaşı aleyhine açılan Ermeni soykırımını inkâr davası, 2001 yılında zanlıların beraati ile sonuçlanmıştı. Daha sonra 2007 yılında Lozan Mahkemesi Doğu Perinçek’i Ermeni soykırımını inkâr suretiyle ırk ayrımcılığı yapma suçundan mahkum etti. Bu mahkumiyet kararından sonra, İsviçre’nin Winterthur mahkemesi de Ermeni soykırımını yadsıyan üç Türk vatandaşını daha mahkum etti . Mahkumiyet kararı veren İsviçre mahkemeleri -çok özetle- soykırımı suçunun varlığının saptanması için yetkili bir mahkeme kararı bulunmasına gerek olmadığını, -farklı görüşler olsa bile- Ermeni soykırımının tarihsel bir gerçek sayıldığı konusunda İsviçre’de bir oydaşma bulunduğunu, bu nedenle, anılan suçun inkârının ırk ayrımcılığı sayıldığını , bu kararı veren yargıcın takdir yetkisini kullandığını belirmişlerdir. Doğu Perinçek, kesinleşmiş olan bu mahkumiyet kararını ifade özgürlüğünün ve adil yargılama ilkesinin çiğnendiği gerekçesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşımıştır. Dava [39] sonuçlanmamıştır.
VI. AB Çerçeve Kararına Türkiye’nin tepkisi
Türkiye, yukarıda da değinilen AB Çerçeve Kararının, 4. maddesinin 1948 Soykırımının Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin, soykırımının varlığını tesbit konusundaki yetkili mahkemenin saptanmasına ilişkin VI. Maddesinin tadili sonucunu vereceği görüşünü savunmaktadır. Bir bölgesel örgüt kararı ile Uluslararası Sözleşme kuralı değiştirilemez. Konu AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonunun (KPK) gündemine Türkiye tarafından 2010/2011 döneminde getirilmiştir[40]. Bu karar hakkında KPKnın İngiliz üyesi ile Ms. Marlene McCarty ile Türk üyesi Şükrü Elekdağ’a bir rapor hazırlama görevi verilmiştir; ancak bunların hazırladığı rapor, KPK’nın Yunan ve Kıbrıs Rum kesimi temsilcileri tarafından sunulan 39, diğer üyelerce teklif olunan 7 (toplam 46) değişiklik önerisi ile sulandırılmak istenmiş, fiilen bloke edilmiş, Türkiye de bu durumda teklifini 2011 ilkbahar toplantısında geri çekmiştir.
Bu konuda eklemek isteyeceğimiz husus, 1948 Sözleşmesinde soykırımı suçunun bireyler tarafından işlenebileceğinin belirtilmiş olduğudur. Herhangi bir mahkeme bir zanlıyı savunma ve adil yargılanma hakkına da saygı gösteren, usulüne uygun bir yargı süreci ile yargılamakla mükelleftir. Anadolu’da vuku bulan müessif olaylardan bu yana yaklaşık bir yüz yıl geçtiği cihetle, artık yargılayabilecek zanlı kalmamıştır. 1948 Sözleşmesi, -zanlı yargılanmadan- bir olayın soykırımı olup olmadığının tesbiti yetkisini herhangi bir mahkemeye vermiş değildir. Bu nedenle Ermeni militanlar, hukuksal değil, siyasal bağlamda soykırımından söz eder olmuşlardır. Öte yandan, Soykırımı Sözleşmesinin Giriş Bölümünde “ tarihin her döneminde soykırımı işlendiği” yazılı olmakla birlikte, hangi olaylarım bu suç çerçevesine girdiği kayıtlı değildir; bu konu Sözleşmenin Hazırlık Konferansında da hiç görüşülmemiştir. Bu durumda bazı ülke parlamentolarının aldıkları – tarihte yaşanmış olayların soykırımı olduğuna dair – kararlar siyasal niteliktedir. Avrupa Birliğinin Lüksemburg Adalet Divanı da Türkiye ile üyelik müzakerelerinin Ermeni soykırımı tanınmadan başlayamayacağı konusunda Ermeni militanlar tarafından açılan bir davada, Avrupa Parlamentosunun Ermeni soykırımına ilişkin kararının siyasal nitelikli olduğunu belirtmiş, siyasal kararların farklı dönemlerde değişebildiğinin altını çizmiştir.
VII)Çerçeve Kararı 2013 Yılında Gözden Geçirilecek
Ç.K. 10 (2) maddesi, AB Konseyi Genel Sekreterliğinin Üye Devletler tarafından kendisine ulaştırılacak uygulama raporlarını inceleyerek bir rapor hazırlamasını, AB Komisyonun da bir yazılı rapor sunmasını ve AB Konseyinin 28 Kasım 2013 tarihine kadar Üye Devletlerin Ç.K.nı ne derecede uyguladıklarını belirlemesini öngörmektedir . Ç.K. nın 10(3) maddesi Konseyin 28.Kasım 2013 tarihinden önce Çerçeve Kararını gözden geçirmesini amirdir. Konsey bu gözden geçirmeyi yaparken, Ç.K.’nın 1 (1) maddesinin uygulanması hakkında yargısal işbirliği konusunda güçlük yaşayıp yaşamadıklarını soracaktır. Konsey, buna ek olarak Eurojust örgütünden, Üye Devletlerin mevzuatı arasındaki farkların, bunlar arasında -anılan alanda- işbirliği konusunda sorun çıkarıp çıkarmadığı hakkında bir rapor sunmasını isteyebilecektir.
Şimdilik, 17-18 Ocak 2013 tarihinde Dublin’de bir araya gelen AB Adalet ve İçişleri Bakanları Konseyi toplantısında, Çerçeve Kararının 2013 Kasım ayında Gözden Geçireme Toplantısının yapılmasının beklendiği, anılan Çerçeve Kararının son durumu hakkında bir belge hazırlanacağı vurgulanmakla yetinilmiştir[41].
VIII. SONUÇ
Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile mücadeleyi ve soykırımı ile insanlığa karşı suçların inkarını cezalandırmayı öngören AB Çerçeve Kararı uzun müzakereler sonunda çok zayıflatılmış bir metindir.
AB Lizbon Anlaşmasının onaylanma sürecinin bitimine bir ay kala, son dakikada hayata geçirilen bu Karar, bir ay daha gecikseydi artık kabul edilemeyecekti; zira Lizbon Anlaşması AB dahilinde Çerçeve Kararı kabulü sistemine son vermekteydi; bu durumda hazırlanan taslak, sonuçlanmamış işler dolabına kaldırılacaktı. Buna rağmen Ç.K. kabul edildiyse nedenlerini irdelemek gerekir.
Bu bağlamda, gerek Avrupa’da, gerek dünyada ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve inkarcılık eğilimlerinin artmasından duyulan rahatsızlık göz ardı edilmemelidir.
Bunun yanında, Avrupa Birliğine Üye Devletlerin, önem vermedikleri konularda karar metinlerinin içine zayıflatıcı ve muğlaklaştırıcı hükümler yerleştirerek, AB düzenlemelerini kendilerine zarar vermeyecek metinler haline dönüştürme eğilimlerinin altını çizmeliyiz. Bu durumda, bir kısım AB üyesi zaten aynen uygulamayı düşünmediği, -mevzuatının zaten kapsadığı kanısında bulunduğu- kendi açısından yaptırımı da bulunmayan bir metnin konsensüs ile kabulünü engellemek istememiş, bunun yerine -büyük olasılıkla- farklı alanlarda bazı ödünler sağlamayı yeğlemiş olabilir.
Öte yandan, evrensel yargı kuralının mevzuata sokulmasını çeşitli nedenlerle benimseyen AB üyesi devletler de var. Konumuza açıklık kazandırmak için, önce, evrensel yargı yetkisinin tanımı üzerinde kısaca duralım[42] :” evrensel yargı yetkisi ,ortak kültür değerine yönelik olarak işlenen bir suçun insanlık yararına cezasız kalmaması için, mülkilik, kişisellik veya gerçeklik (korunma) ilkelerine göre yetkili sayılmayan bir Devletin, salt adaleti sağlamak amacıyla, suç dünyanın neresinde, kim tarafında, kime karşı işlenmiş olursa olsun, bu suçu yargılama konusunda kendi kendisini yetkili kılmasını ifade eder”.
Halen, Almanya ve Belçika gibi Devletler ceza yasalarına yıllar önce evrensel yargı yetkisini yerleştirmişlerdir. Okyanusun öbür yanında, ABD’de Yabancı Devletlerin Dokunulmazlığı Yasasının (Foreign Sovereign Immunities Act) uygulanmasından olmak üzere, ABD Yüksek Mahkemesi Altmann/Avusturya (Klimt Resimleri) davasında -geçerli uluslararası hukuk kurallarına göre Avusturya’nın yargı yetkisinde bulunması gereken bir davada- bir ABD mahkemesinin verdiği bir kararı onayladı ve Avusturya Devletine ait olan çok değerli altı tablo Altman ailesine verildi[43].
Bu örnekleri, uluslararası camiaya -yavaş ta olsa- yerleşmeye başlayan, katı biçimselcilikten uzaklaşan “adalete uygun davranış” eğiliminin güçlendiğine, “onarıcı adalet” ilkesinin yerleşmekte ve insancıl hukuk ilkelerinin öne çıkmakata olduğuna işaret etmek için sunduk[44].
Bugüne kadar sıkı sıkıya sarıldığımız, -ancak kendimizi oldukça yalnız hissettiğimiz- “davayı görmeye yetkili olan mahkemenin olayın vuku bulduğu ülke mahkemesi olduğu” ilkesinin mutlak gücü -1948 Sözleşmesinde yer almasına rağmen- zemin kaybetmekte, özellikle insanlığa karşı işlenmiş ağır suçlar ile insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda, bunları “cezasız bırakmama” eğilimi ağır basmakta[45], ya bunu sağlayacak yeni formüller oluşturulmakta, ya da res’en uygulamaya geçirillmektedir. Bu eğilimin göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz.
Avrupa Birliği Çerçeve Kararının dayandığı değerler, özetle, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele, insanlık suçlarının inkarının cezalandırılması ilkeleri aslında Türkiye’nin savunduğu -savunması gereken- esaslardır. Yukarıda da değinildiği gibi, Ç.K. nda Türkiye’yi rahatsız eden husus, 1948 Sözleşmesinin yetkili mahkeme kuralının -üçüncü ülkelerin ulusal yargısını içine alacak şekilde- genişletilmesidir. Bir başka ülkenin taraflı ulusal yargısının tarihte yüz yıl önce vuku bulmuş olan 1915-1916 tehcirini gündeme getirerek Türkiye’yi mahkum etme olasılığından endişe edilmektedir. Bir ülkenin ulusal yargısı, Türkiye aleyhine bu yolda siyasal ağırlıklı bir karar almak isterse, bunu AB Çerçeve Kararına istinad etmeden bugün de yapabilecektir.
Öte yandan, Çerçeve Kararını (Ç.K.) ve eldeki verileri dikkatle irdelediğimiz takdirde, Ç.K nın. tarihte 1948 öncesinde vuku bulmuş olayları kapsayacağına dair hiç bir işaret görememekteyiz . Tarihteki olayların siyasal bağlamda değerlendirilmesi hukuk değil, siyaset alanına girer.
Ç.K. metninin kaypaklığı, AB içinde uygulama birliğini zedeleyecek boyuttadır. Bu nedenle Ç.K. bağlamında açılacak bir davada dosyayı inceleyecek olan savcılar ile davayı görecek olan yargıçlar takdir haklarını kullanarak -hiç kuşkusuz kendi kültür ve eğilimlerinin etkisinde kalarak- sübjektif ve çelişkili sonuçlara varabileceklerdir.
AB ile üyelik müzakerelerini yürüten bir aday ülke – adaylık yolundaki çabasını sürdürecek ise- AB yasa ve kurallar demeti ile birlikte yaşamayı öğrenmekten, mevzuatın boşluk ve olanaklarından yararlanmayı bilmekten ve o müktesebata uyum sağlamaktan başka seçeneği yoktur.
Bu çerçevede siyasal ağırlıklı yargı kararları ile karşılaşılması durumunda,bunlarla mücadele etmek için, AİHSözleşmesinin ifade özgürlüğü başta olmak üzere çeşitli hükümleri dayanak oluşturacaktır. Hak ihlali halinda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulabilir. Ayrıca, 1948 Soykırımı Sözleşmesi kuralları ülke çıkarlarına zarar verecek şekilde ihlal edilirse, Uluslararası Adalet Divanına müracaat imkanı da vardır.
[1] Emekli Büyükelçi
[2] Hürriyet Gazetesi, 5 Nisan 2013,Arzu Çakır Morin’in haberi
[3] 1948 Sözleşmesinin Giriş Bölümü Tarihin her döneminde soykırımı suçu işlendiğini vurgulamıştır.
[4] Aynı İsviçre mahkemesi hukuken kesinleşmiş olan Srebrenitsa soykırımı suçunu inkâr edenlere dava açmadı. Örneğin, 2010 yılında, İsviçre’de La Nation gazetesine yazan iki kişi, Bosna’da yaşanmış olan ( ve Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi tarafından soykırımı sayılan, ayrıca, 27 Şubat 2007 tarihinde Uluslararası Adalet Divanının nihai kararı ile kesin olarak soykırımı olduğu teyid edilen) Srebrenitsa soykırımının “ bir sözde katliam “ olduğunu belirtti. Bunun üzerine, -SPM-Société des Peuples Menacés) (Tehdit altındaki Halklar Derneği) ile “Track Inpunity Always” (Cezasız Bırakma Eylemini Daima İzle) Girişimi o iki kişi aleyhine suç duyurusunda bulundu. Perinçek’in mahkum edildiği Vaud kantonundaki savcı yardımcısı Jean Treccani ise, 08.03.2011 tarihinde Pe10.009990-jtr sayılı kararla, anılan eylemde “ırkçı saik bulunmadığı” gerekçesi takipsizlik kararı verdi. Bunun üzerine anılan dernekler, 19 Nisan 2010 tarihinde “İsviçre Srebrenitsa Soykırımını inkâr ediyor” başlıklı bir bildiri yayımladılar. İsviçre yargısının bu davranışı ve çelişkileri, ırkçı öğeler içeren tehlikeli- bir emsaldir. Bu yaklaşım yayılma eğilimi de taşıyabilir.
[5] Pulat Tacar, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Doğu Perinçek-İsviçre Davası. Bir Düşünceyi İfade Özgürlüğü Sorunu ve Adil Bellek Talebi” Kaynak Yayınları, 2012
[6] Joint Action/96/443/JHA.15 July 1996,O.J.L 185, 24.07.1997 (Joint Action)
[7] Lars Hedegaard, Trykkefriedsselskabet (İsveç) “A call for the abolition of all hate speech and blasphemy laws” March, 2009. Bu bildiride eleştirilen hususlar arasında “ Kararın dine özel koruma sağlaması” da geliyor: “Din ile ideoloji arasındaki ayrım nasıl yapılacak? Din olduğunu ileri süren her ideoloji otomatik olarak eleştiriye ve alay edilmeğe karşı korunacak mı?”
[8] “Tarihe Özgürlük Girişimi Blois Çağrısı” hakkında bakınız Pulat Tacar, “ AİHM nde Doğu Perinçek İsviçre Davasi-Bir Düşünceyi İfade Özgürlüğü Sorunu ve Adil Bellek Talebi”. S.220-223. Kaynak Yayınları,2012
[9] EU Council Framework Decision 2008/913/JHA . 28 November 2008 on combatting certain forms and expression of racism and xenophobia by means of criminal law. =.J. 328/55,6.12.2008
[10] Madde 1
Her Üye Devlet, aşağıda yazılı kasıtlı davranışların cezalandırılmasını sağlamak için gereken önlemleri alacaktır
a)Irk,renk, din, soy veya ulusal ya da etnik kökeni ile tanımlanan bir insan grubuna ya da o grubun bir mensubuna yönelik şiddet kullanımını veya nefret çağrısını alenen kışkırtmak ;
b) (a) fıkrasında belirtilen bir eylemi, duyurmak ya da broşür,resim veya başka malzemeler dağıtarak yapmak;
c) Irk,renk, din, soy veya ulusal ya da etnik kökeni ile tanımlanan bir insan grubuna ya da o grubun bir mensubuna yönelik olan ve, Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsünün 6,7 ve 8. maddelerinde tanımlanan soykırımını ,insanlığa karşı suçları ve savaş suçlarını, – aşağıda anılacak davranışların şiddeti körükleyebilecek veya nefreti celbedebilecek biçimde (in a manner likely to incite violence or hatred) yapılması şartıyla- alenen -gözyummak, inkâr etmek ya da kabaca küçümsemek ( publicly condoning,denying or grossly trivalising …) ;
d) Irk,renk, din, soy veya ulusal ya da etnik kökeni ile tanımlanan bir insan grubuna ya da o grubun bir mensubuna yönelik olan ve 8 Ağustos 1945 tarihli Londra Anlaşmasının ekimi oluşturan Uluslararası Askeri Mahkeme Senedinin 6 maddesinde tanımlanan suçları, aşağıda anılacak davranışların şiddeti körükleyebilecek veya nefreti celbedebilecek biçimde yapılması şartıyla- alenen bağışlamak, inkâr etmek ya da kabaca küçümsemek .
2. Üye Devletler, 1. fıkra bağlamında ya sadece kamu düzenini bozması muhtemel olan davranışları ya da tehdit , küfür veya hakaret içeren bir eylemi cezalandırmayı tercih edebilirler.
[11] Para 6. “ Member States acknowledge that combatting racism and xenophobia requires various kinds of measures in a comprehensive framework and may not be limited to criminal matters. This Framework Decision is limited to combatting particularly serious forms of racism and xenophobia by meaans of criminal law.Since the member States cultural and legal traditions are, to some extent, different, particularlşy in this field, full harmonisation of criminal laws is currently not possible”
[12] Mesela: Almanca “Kümmeltürke” (Kimyon Türk) diye seslenmek , “Fransızca Tête de Turc” (Türk Kellesi) benzetmesini yapmak herhalde hafif bir aşağılama sayılacaktır. (Tete de Turc: köy panayırlarında, köy gençlerinin, göbek bölümüne yumruk atarak güçlerini denedikleri ve sarığını düşürmeğe çalıştıkları bir kukla / manometredir)
Buna mukabil KRY’de kimilerinin giydiği, “En iyi Türk – Ölü Türktür” sloganı yazan T-shirt, herhalde (KRY dışında) şiddet kullanımını körükleyen eylem çerçevesine girer.
[13] Uluslararası Ceza Divanını kuran Roma Statüsünün 7 maddesi ise bir eylemin insanlığa karşı suç sayılması için, “herhangi bir sivil gruba, saldırma bilinci ile yöneltilen sistematik saldırı” olması gerekir.
[14] Yaşar Yakış, “ European Union Framework decision of the Offence of Denying a Crime ,Review of Armenain Studies, No.23, July 2011. pp.63-92
[15] Paolo Lobba, Some Comments on the EU Framework Decision 2008/913/JHA on Racism and Xenophobia. (Internet ortamında Çerçeve Kararı ana başlığı altında okuduğumız bir inceleme.)
[16] Çerçeve Kararı Madde 4
Her Üye Devlet, işbu Çerçeve Yasasını “kabul ederken” veya daha sonra, Madde 1.Fıkra 1 (c) ve /veya (d) de yazılı suçları inkâr etme veya kabaca küçümseme eylemini, bu suçlar ya bir Üye Devletin ulusal mahkemesinin ve/veya uluslararası mahkemenin vereceği kesinleşmiş bir kararla ve / veya münhasıran bir uluslararası mahkemenin vereceği kesinleşmiş kararla saptanması durumunda cezalandıracağını beyan edecektir
[17] Yaşar Yakış, “Fransa’nın Soykırımı Çelişkisi” Ermeni Araiştırmaları dergisi Sayı 40/2011 Sh.78
[18] Madde 7
Anayasal hükümler ve temel ilkeler
1.Bu Çerçeve Kararı, Avrupa Birliği Andlaşmasının 6. maddesinde yerini bulan ifade özgürlüğü ve dernek kurma özgürlüğü dahil, temel haklara ve temel hukuk ilkelerine saygıyı etkileyecek ya da bunları değiştirecek bir sonuç doğuramaz.
2.Bu Çerçeve Kararı, Üye Devletlerin dernek kurma özgürlüğü ve ifade özgürlüğüne ilişkin temel ilkeler ile çelişen önlemler almasını talep etme sonucunu vermez; bu, özellikle, basın ve diğer medyaya ilişkin anayasal geleneklerden veya haklara ve sorumluluklara ilişkin kurallardan kaynaklanır ve basının ve diğer medyanın sorumluluklarını tesbit ile bunu sınırlayan usule ilişkin güvencelerin bir sonucudur
[19] Giriş: Madde 14. Bu Çerçeve Kararı temel haklara saygı gösterir ve Avrupa Birliği Anlaşmasının 6. maddesi ile ve Avrupa İnsan Haklarını ve Temel Özgürlüklerini Koruma Avrupa Sözleşmesini, özellikle anılan Sözleşmenin 10 ve 11 maddesinde kayıtlı ilkeleri ve Avrupa Birliği Temel Haklar Senedini (Şartını), özellikle anılan Senedin II ve VI maddelerini kabul eder
Giriş: Madde 15. Dernek kurma ve ifade özgürlüğüne , bilhassa basın özgürlüğü ile diğer medyada ifade özgürlüğüne ilişkin mülahazalar, pek çok Üye Devleti, sorumlulukların saptanması ve sınırlandırılması konusunda ulusal yasalarında özel hükümler kabul etmeğe yöneltmiştir.
[20] AB ülkesi olmasa bile, yabancı düşmanı ve anti semitik elemanları içine alan bir partinin başkanı da olan İsviçre Adalet Bakanı A. Blocher, hem İsviçre’de, hem de Türkiye’yi ziyaretinde verdiği demeçlerde, İsviçre’de referandumla kabul edilmiş olan İsviçre Ceza Yasasının yabancı düşmalığını ırkçılığı ve soykırımının inkârını öngören Ceza Yasası 261 maddesini – ifade özgürlüğünü kıstladığı gerekçesi ile – eleştirmiş ve bu maddeyi kaldırtacağını açıklamış ve –kanımızca- Doğu Perinçek’i İsviçre’de Ermeni soykırımı savını alenen reddetme konusunda özendirmiştir.
[21] Evrensel Yargı Yetkisi konusunda ayrıntılı bilgi için bakınız: Prof.Dr. Durmuş Tezcan,Do.Dr.Mustafa Ruhan Erdem, Yrd.Doç.Dr R. Murat Önok, Uluslararası Ceza Hukuku Sh. 148-162, “Evrensel Yetki (Adalet ) İlkesi, Ankara, Seçkin Yayınları 2009
[22] Hugo Grotius,De jure belli al pacis “(1625) in Louis Joinet, “Lutter contre l’impunité” (Suç işleyenin cezasız kalması ile mücadele etmek), La Decouverte, Paris,2002 ,Sh.86
[23] Uluslararası Daimi Adalet Divanı, Fransa ile Türkiye arasında Lotus davası, 7 Eylül 192 tarihli 9 sayılı karar.CPJI Serie A.No.10
[24] Treaty on the Functionning of the European Union, (Avrupa Birliğinin Yönetinine İlişkin Andlaşma; 36 sayılı Protokole ilişkin Madde 258-260; Bölüm VII, 9 ve 10
[25] Örneğin, Türk Ceza Yasasında kayıtlı Uluslararası Suçlar (Md.76 ve Md. 77) bakımından durum böyledir. Ceza yasamızın 76. maddesi, soykırım suçunun maddi unsurunu saptama bakımından, 1948 Sözleşmesinin II. maddesinde belirtilen beş kategori eylemi kabul etmekle birlikte, bu alanda bir vasıflandırma yapmıştır. Buna göre, soykırımı suçunun oluşması için, suçun “bir planın icrası suretiyle” gerçekleştirilmesi gerektiği koşulu yasaya konulmuştur. Oysa 1948 Sözleşmesinde böyle bir koşul yoktur. (Bakınız: Turgut Tarhanlı: “Adalet Politikalaı ve Ermeni Sorunu” ; Imparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Etrmenileri, Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” Sh.574, Istanbul Bilgi Üniversitesi yayınları
Benzer şekilde, 1948 Sozlesmesinde kayitli ( Uluslararası Adalet Divanının Bosna/Sırbistan Şubat 2007 kararına göre, soykırımı suçunun oluşması için olmazsa olmaz koşul olan) “as such” terimi, Sozleşmenin dilimize çevirisinde Türkçe metne yansıtılmamıştır) . Sayın Em..Büyükelçi Şükrü Elekdağ bu konuda TBMM çatısı altında, yasama erkinin hatasını önlemeğe yönelik- başarısız kalan- girişimlerini birlikte katıldığımız bir toplantıda nakletmişti.
[26] Luigi Cajani, Adoption of the E.U.Framework Decision, 17 May 2011 www.lhp
asso.fr/index.php?option=com.content&view article &id=162.adoption-de-la-decision-cadre-europeenne-au-17-Mai-2011&catid-53:actualites<emid=170
[27] İrlanda: 1989 tarihli Nefret Eyleminin Yasaklanmasına ilişkin yasa
[28] Hollanda Ceza Yasasının 137 maddesinin c,d,e fıkraları
[29] Danimarka Ceza Yasasının 266.b. maddesi
[30] İsveç Ceza Yasasınıalt bölümn 16.bölüm.8
[31] “The End of Freedom of Expression in Europe” Gates of Vienna 29.10.2011 (Bu sitenin başlığında şunlar yazılı: “At the siege of Vienna in 1683 Islam seemed poised to overrun Christian Europe.We are in a new phase of a very old war” ( 1683’te Viyana kuşatmasında Islam Hristiyan Avrupayı işgal etmeye hazır gibiydi.Şimdi çok eski bir savaşın yeni safhasındayız.)
[32] Örneğin, Avusturya’da Hazreti Muhammed’in Hazreti Ayşe ile evliliği hakkında Müslümanlar tarafından kabul edilemeyecek hakaret içeren sözleri , sağcı Özgürlük Partisi için düzenlediği bir seminerde gizlice kaydeden bir gazetecinin şikayeti üzerine Sabatich-Wolf adlı bir öğretim görevlisi, 20 Aralık 2011 tarihinde hukuken tanınan bir dini lekelemek suçundan mahkum edilmiştir. .)
[33] Red Network : “Council Framework Decision.Law came into effect in Cyprus”( internet ortamından)
[34] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız: Durmuş Tezcan, “Ulusal Mahkemelerin Evrensel Yargı yetkisi ve Belçika Evrensel Yetki Kuralı”; Hukuk Kurultayı 2004, Ankara Barosu yayını, Ankara, 2004 c.II,s.128
[35] Yaşar Yakış, “A European Union Framework Decision on the Offence of Denying a Crime” , Review of Armenian Studies, Sayı 23/2011 ss. 63.92. AİHM önünde açılan Garaudy, Lebideux? (Doğrusu Lehideux olacak) ve Chauvy davaları bu makalenin 88-90 sahifelerde irdelenmiştir.
[36] Luigi Cajani, yukarıda anılan makale Sh.3
[37] Luigi Cajani, yukarıda anıla makale Sh.3
[38] Avrupa Parlamentosu kararı, 23.10.2008 Sayı P6_TA , paragraf 1(a); Avrupa Konseyi Parlamenter (2008) 0523Asamblesi 28.04.2010, Sayı 1723 (2010) paragraf 11.
[39] Bu konuda aşağıdaki yayında ayrıntılı bilgi verilmiştir: Pulat Tacar,” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Doğu Perinçek-İsviçre Davası. Bir Düşünceyi İfade Özgürlüğü Sorunu ve Adil Bellek Talebi”. Kaynak Yayınları, Eylül 2012
[40] Yaşar Yakış, Review of Armenian Studies’in 23/2011 sayısında yayımlanan ve yukarıda anılan makale. S.84
[41] 17 Ocak 2013 tarihli İrlanda Dönem Başkanlığı tarafından hazırlanmış çalışma belgesi, Internet ortamında Çerçeve Kararı başlığı altında okunabilir.
[42] Prof.Dr.Durmuş Tezcan, Doç.Dr.Mustafa R uhan Erdem,Yrd.Doç.Dr.R.Murat Önok : 20 sayılı dipnotta anılan eser. Sh.148
[43] United States Court of Appelas for the Ninth Circuit: Altmann v Republic uf Austria No. 01-56003 December 12, 2002, Affirmed on writ of certiorari 2 June 2004. United States Supreme Court, 541 us 677 (2004)
[44] T urgut Tarhanlı, “Adalet politikaları ve Ermeni Sorunu” , İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri-Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” Sh. 573-580.Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
[45] Louis Joinet, Lutter contre l’impunité” ( Suçu Cezasız Bırakmaya Karşı Mücadele Etmek) , 2002, Paris La Decouverte Sh.53-57
Bir yanıt yazın