Haftanın Kitabı 14: Gelecek

Haftanın Kitabı 14: Gelecek

Değerli okuyucular,

“Gelecek” konulu ikinci yapıt Doğan Kuban’ın haftalık yazılarını bir araya getiren Gelecek adlı kitabıdır.

Künye: Gelecek, Doğan Kuban Cumhuriyet Kitapları Basım Tarihi: Eylül 2011 312 Sayfa

Özet: Çağdaş teknolojiyi kullanan, fakat aklı geçmiş toplum modellerinde kalmış olan bir toplum geleceğini programlayamaz. Çünkü önceliklerin neler olduğuna karar veremez. Bu öncelikleri tarih saptamaz. Çağdaş dünyanın dört bir yanından gelen sayısız dinamikler saptar. Toplum yaşamı birbiriyle çarpışarak güçlenen sayısız öğeden oluşur; kurumlar, düşünceler, biçimler. Birbirlerini teşvik eder, kışkırtır ve onların etkinliklerinden sürekli değişen yeniliklerle beslenen bir toplumsal yaşam oluşur. Son üç yüz yılın tarihinin yadsınmayacak gerçeği bu yaratıcı çarpışmaların en güçlüsünün bilim olduğunu göstermiştir. Bilimi dışlayan Müslümanlık ortaçağdan bu yana tarihsel bir gerçektir. Bugünkü konumu da bunun kanıtıdır. Fakat bu tavır insan aklının kabul etmeyeceği bir anakronizm’dir ve korkutucu bir geleceğin habercisidir.

Kitaptan bir yazıyı alıntılıyorum. (s.99-102):

“Bakir Erkekler Dünyasından İki Yüzlü Sahneler

Cumhuriyet Halk Partisi Başkanıyla ilgili konuşmalar, yazılar, tartışmalar bu toplumun gerçeklerden kaçma, yalan ve iki yüzlülük batağında doğru düşünmeyi ve doğru söylemeyi unuttuğunu ve konuların kendilerini tartışmadan etrafında dolanmanın ustası haline gelip, gerçeği bilerek dışladığını neredeyse kanıtladı. Bu saptırılmış söylem toplumunun hastalıkları, toplumu batırmasa bile bir bataklığa çevirebilir ve çeviriyor. Türk toplumunda kadın ve seks konusunu bir düşünün: Bu ülkede kız kaçırmak bir gelenektir. Bu ülkede umumhane bir kurumdur. Bu ülkede seks bir ticarettir. Bu ülkede gazeteler seks rating’i yapar. Köy ağaları dört kadın alır. Sonra fakir aileler kızlarını sevgilisine kaçtığı için diri diri gömer, ya da öldürür. Partiler türban kavgası yapar, fakat sokaklarda çıplak kadın reklamından geçilmez. Halkın günde beş saat seyrettiği televizyon kanallarında ve sinemalarda filmlerin ana temaları seks ve cinayettir. İnternet kafeler pornoya çalışır. Dudağına sözüm ona ruj sürene orospu gözü ile bakılan bir geleneğin hâlâ yaşadığı memlekette kadınlara makyaj satan devasa dükkanlar vardır. Alıp satılan, çarşıları pazarları dolduran ucuz romanların temel konuları sekstir. Müslüman erkekler Avrupa’ya gittikleri zaman ilk aradıkları yerler umumhanelerdir. I. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupalı kadın bizim erkekler için bir seks objesidir. Dünya da seks hastasıdır. Amerikalı, Avrupalı kızlar seks yapmaya 14-15 yaşında başlar. Rusya’da bu bir sorun olmaktan çıkmıştır. Çin’de bir şehirden yılda 40.000 kadının seks için Şanghay’a kaçırıldığını okumuştum. Amerikan savaş filmlerinin yarısı öldürmek, yarısı seks yapmak üzerine kurulmuştu. Berlusconi, Clinton ve büyük politikacıların seks hikâyelerini de bilmeyen kalmadı. Bugün serbest seks, evlenmenin pabucunu dama atmıştır. Gerçi bu halkın karısına ya da kocasına ihanetini hâlâ kurallara, ahlaka, dine aykırı olarak görmesine engel değil. Bu yüzden bir siyaset adamının mesleği için öldürücü olabiliyor. Akşam eve sevgilisinin yanından dönen ya da otobüste belden aşağısını seyreden bir ilkel manyak, aynı zamanda bir ahlak savaşçısıdır. Nedense Katolik İtalya’da Berlusconi’ye fazla bir şey olmuyor. Orası da bizim gibi Janus toplumu. Çağımızda, sinema ve reklamın içeriği seks konusunun ilkel, hatta aptal bir konu olduğunun kanıtıdır. Bütün boyutlarıyla medya ve reklamın hâlâ temel ‘rating’ malzemesi olduğunu görmek, uygarlaşma sıkıntılarını sergiliyor.

 ARAŞTIRMA YOK

Bu olayda konunun önemli tarafı hâlâ tartışılmadığı gibi, doğasını anlamak için hiçbir araştırma yapıldığını işitmedim. Baykal, kendi filmini çekmeyeceğine göre, birileri bir gizli kamera ile bir komplo düşünmüş. Çok önemli bir politikacıyı bir skandal ortamına düşürmeyi planlamışlar. Bunu tezgahlayıp uygun bir gün beklemişler. Hikâye metaforik olarak şöyle başlıyor: Film makinesi ile dolaşan bir komplo ajanı Toronto sokaklarında dolaşırken bir internet kahvesinin penceresinden Baykal’ın bir kadınla seviştiğini görüyor. Hemen foto makinesini çıkarıp haber olsun diye filme çekiyor. Ve onu Türkiye’deki dinci bir gazetenin ilgisine sunuyor. O da haber ödevini hemen yerine getiriyor. Baykal mı Toronto’ya gitti? Yoksa Toronto’mu Ankara’ya geldi? Torontolu internet kahvesine haber verelim. Bizim sokak rating yapacak filmler için bir hazine; saçlı, başörtülü çeşitlerimiz var. Bu bir suç, yasalara göre yapanlar suçlu olduğuna göre suçluyu arayanlar da vardır, herhalde. Bizde nedense polisten önce politikacılar konuşuyor. Oysa Amerikan filmlerinde hep polis müdürleri konuşur. Resim çektirmeyen kadınların, ya da ailesinden birinin resmini çekene dayak atanların yaşadığı bir ülkede bu suçu işleyeni bulmak kimin görevidir? Bu olay bu ülkenin insanlarına Halk Partisi başkanının seks yaptığını düşündürüyor da, evine girip böyle resim çekenlerin kim olduğu düşündürmüyor mu? En önemli şey, muhalefet liderinin evine ve yatak odasına giren bir kameranın ve onu oraya yerleştiren birilerinin varlığı değil midir? Bunun adı komplo değil mi? Önünden geçtiğiniz her kapının arkasında böyle bir hikâye vardır. Karınızla yatakta yatarken de fotoğrafınızı çekebilirler. Kim yapmış olursa olsun, bunu basına düşüren birileri de var. filmlerdeki hafiyeler gibi düşününce insanını aklına neler geliyor. Günlük gazete ve magazinlere bakıp sinema seyredenler çağdaş dünyada kadın-erkek ilişkilerini görmezlikten gelip, bu soruyu bu düzeyde pompalayan adamları neden merak etmiyorlar? Bizim halk iyi senaryocu da olamıyor nedense. Oysa eğer varsa böyle fotolar bahçede çiçekler içinde çekilen hatıra fotoğrafları değil. Suç Baykal’ın değil, çekenlerin. Geçen gün sevişmeli bir CIA komplosu filmi seyrettim. Filmi seyreden herkes bu komplonun niçin yapıldığını kuşkusuz öğrenmiştir. Dünyanın dengesini yitirdiği kesin. Her şeyin bir fiyatı olduğunu durmadan açıklayan pis bir kapitalist pazarda yaşıyoruz. Ve böyle olaylardaki iki yüzlülük, insanı insanlığından utandıracak boyutlarda. Türkiye kafası her düzeyde karışmış, şaşkın ya da şaşırtılmış bir topluma dönüştü. Kimin yapabileceği tartışılıyor: Adaylar, 1. Halk Partisinde Baykal’ı devirmek isteyenler; 2. Halk Partisini zayıflatmak isteyen hükümet; 3. Türkiye’yi daha da şaşkına çevirmek isteyen iç ve dış odaklar. Türkiye’deki tartışma bu komplonun yapılması olayını bırakıp, Baykal’ın kişisel yaşamına aktarılırsa, komplo amacına ulaşmış olacak. Bu kadar çok ve şaşırtıcı olayın arka arkaya toplum bilinci üzerine yığılması sıradan olasılık değildir. Eğer bütün bu olayların, toplumun bozuk dengesini tümüyle yok etmek için düzenlendiğini anlamayanlar varsa, hepimize aptallık hastalığı bulaşmış olmalı!

Cumhuriyet Bilim Teknik eki 14.05.2010″

İndirme bağlantısı

yazışmak üzere, neşeli okumalar dilerim.

19 nisan 2013 cuma, Antalya, Türkiye

Harun Taner <harun.taner.antalya@gmail.com>

Değerli okuyucular, - 7593

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir