Trabzonspor, Anadolu’da pek çok insanın olduğu gibi, benim gençlik yıllarımın da favori takımıydı. Ne de olsa Trabzonspor, bizden birisiydi ve ezilmiş insanları temsil ediyordu. Bizim dışımızda kurulmuş düzene demokratik yoldan konulan bir tepkiyi ve başkaldırı anlamına geliyordu. Onun için, tarih boyunca ezilmiş Anadolu insanları olarak, Trabzonspor’un özellikle 1970’li yıllardaki başarılarında adeta kendimizi bulduk. Ellerimiz patlayıncaya kadar alkışladık onun başarılarını. Bu sebeple benim zihnimde, Şamil Ekinci, Ahmet Suat Özyazıcı, Ali Kemal Denizci, Necmi Perekli, Turgay Semercioğlu ve Şenol Güneş isimleri hâlâ canlılığını korumaktadır…
Trabzonspor’u Bitirenler Trabzonlulardır!
Askerde ve çalışma hayatında pek çok Karadenizli ve hassaten Trabzonlu ile tanışma fırsatı buldum. İçlerinde çok iyi dostluklar kurduklarım ve ahbaplarım da oldu. Ancak ne yalan söyleyeyim, tavır ve hareketleri bakımından hiç sevmediklerim de oldu. Hatta içlerinde benim hayatımı alt üst edip karartanlar bile oldu. Bu adamların ortak yanı ise kendilerinden olmayanları dışlayıp, kendilerinden olanları ise yetersiz ve kabiliyetsiz bile olsalar sonuna kadar destekleyip makam ve mevkii sahibi yapmalarıydı. Daha doğrusu kendilerini, elit ve önemli insanlar olarak kabul ederken, maiyetlerinde çalışan diğer insanları hakir görmeleriydi. Üstelik benim muhatap olduğum Trabzonluların kahir ekseriyeti, din adamları sınıfına mensuptular. İtiraf edeyim ki; benim kalbimdeki Trabzonspor sevgisinin azalmasının ve giderek yok olmasının sebebi işte bu kabil adamlardır.
Diyeceksiniz ki; ne alakası var? Evet, alakası var. Çünkü benim tanıdığım Trabzonluların hemen hepsi Trabzon Milliyetçisi idiler! Trabzon ve Trabzonspor onlar için ekmek, hava ve su kadar önemliydi. Diğerleri gibi onlar da adeta Trabzon ve Trabzonspor ile nefes alıp veriyorlardı. Sis Dağı’nı, Kadırga Yaylası’nı, Uzungöl’ü, fıkralara konu olan Temel ile Dursun’un cinliklerini ve üstün zekâlarını, Mısır Ekmeği’ni, Hamsi Kuşu’nu, Mıhlama’yı ve Kara Lahana’yı hep onlardan duydum ve öğrendim ben. Bütün bunları hep onlar sevdirdiler bana. Ancak bu adamlar, işi o raddeye vardırdılar ki; en sonunda bizi büsbütün kendilerinden soğuttular. Hatta nefret ettiklerimiz bile oldu içlerinde.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar
Bu tip Trabzonluların en sonuncusu ve bayraktarlığını yapan kişi, bence Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayrak’tır. Nedense ben, hiç sevemedim bu adamı. Uzun süre TOKİ Başkanlığı yapan ve başarılı olduğu gerekçesiyle Başbakan tarafından önce vekil arkasından da bakan yapılan Erdoğan Bayraktar, benim için oldukça itici bir tiptir!
Hatırlanacağı gibi Sayın Bayraktar’ın, vekilliğe adım atarken verdiği ilk demeç; “Biraz da dinlenelim” anlamına gelen demeciydi. Yani Sayın Bayraktar, milletvekilliğini yan gelip yatma yeri olarak gören bir zihniyeti temsil ettiğini deklare etmişti bütün topluma.
Arkasından kendisini Türk Telekom Arena Stadı’nın açılış töreninde GS yönetimine ve GS taraftarlarına hakaret ederken bulduk! Kürsü’de yapmış olduğu konuşmada açıkça “Stadın yapılmasında GS’nin beş kuruşluk katkısının olmadığını ve stadın tamamıyla devlet imkânlarıyla yapıldığını söylüyordu…”. GS’nin malı olan Mecidiyeköy’deki Ali Sami Yen Stadı’na el koyduklarından ve söz konusu takas işleminden TOKİ’nin kârlı çıktığından hiç bahsetmiyordu. İşte bu açıklamasıyla, yönetici, sporcu ve taraftar olarak GS camiasının tepkisini çekti Erdoğan Bayraktar. Elbette bu çıkışıyla, GS aleyhtarlarını da harekete geçirdi ve bunlar olmadık hakaretleri yaptılar GS hakkında.
Arkasından benzer şımarıklıklarına ve kendini beğenmişliklerine devam ederek bu sefer de FB camiasını karşısına aldı Erdoğan Bayraktar. 2010-2011 sezonuna ait Süper Lig şampiyonluğunu FB’nin elinden alıp Trabzonspor’a vermek için “İnce ayarlamalar” yaptıklarını söyledi. Bu çıkışı, sadece FB camiasının değil, bütün spor camiasının ve Trabzonlular ile Trabzonspor dışında umum Türk Halkı’nın tepkisini çekti. Erdoğan Bayraktar’ın bu tür açıklamalarıdır ki; bu sezon başarısız bir grafik çizen ve şu anda ancak orta sıralarda kendisine yer bulabilen Trabzonspor aleyhine bir kamuoyu oluşmasına sebep oldu. Açık söylemek gerekirse; şu anda Türkiye’de Trabzonspor’un süper ligden düşmesini isteyenlerin sayısı hiç de az değildir! Bunu en çok isteyenler de FB taraftarlarıdır. Değil mi ki; Erdoğan Bayraktar, 2010-2011 Süper lig şampiyonluğunu FB’nin elinden almak için ince ayarlamalar yaptıklarını açıkladı, o zaman Trabzonspor şaibe altına girmiştir ve süper ligden düşmelidir! Sokaktaki FB taraftarı kesinlikle böyle düşünüyor, benden söylemesi.
Dedik ki; “Trabzonspor’u Bitirenler Trabzonlulardır”. Bu konuda, Erdoğan Bayraktar benzeri siyasilerin tavırları elbette etkili olmuştur. Ancak en az bu kadar etkili olan bir başka sebep daha vardır. O da Trabzon’da işlenen bazı çirkin cinayetler ile başka yerlerde işlenmekle birlikte Trabzonluların adının karıştığı benzer cinayetlerdir. Türk Halkı, bu tür cinayetleri kesinlikle kabul etmemiş ve asla içine sindirememiştir. Ki; bu cinayetler, Maçka’da iki PKK militanını yakalayıp kamyonetine koyduktan sonra getirip polise teslim eden Trabzonlunun başarısını bile gölgelemiş bulunmaktadır. Zira bugün, Maçka’da yaşanan bu kahramanlığı hiç kimse konuşmuyor. Ancak Rahip Santoro ve Hrant Dink cinayetleri, sanki yeni işlenmiş gibi hemen her platformda dile getirilmektedir. İşte bu iki cinayet de halkın gönlünde, yani umumi efkârda Trabzonlular ve Trabzonspor aleyhine bir hava yaratmış bulunuyor Türkiye’de.
Trabzon insanının ortak karakteri kendinde tezahür eden ya da en azından kendisini öyle zanneden Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın tepki çeken son icraatı, geçtiğimiz 14 Nisan günü Edirne’de sebep olduğu hadisedir. Doğrusu manzara karşısında, Türk Milleti’nin bütün fertleri gibi ben de şoke olmuş bulunmaktayım.
Kanser hastası ve üniversite öğrencisi olan bir genç kız, kanser ilaçlarını yurtdışından getirtemediğini beyanla bu sorunun giderilmesi konusunda Sayın Bakan’dan yardım istiyor. Hem de tarihi Selimiye Camii’nin avlusunda. O sırada öğle namazı kılmak için içeriye girmek üzere olan Erdoğan Bayraktar, ani bir refleksle cebinden bir miktar para çıkarıp kıza vermek istiyor. Kız almak istemiyor ama bizimki zorla kızın cebine sokuşturuyor parayı. Sokuştururken de “Al işte parayı. Başka ne yapacağım? Onları (ilaçlarını) sen kendin al. Al onu al, düşürme parayı cebinden düşürme. Orada epey var…” Sonra yanındakilere dönüyor ve aynı şeyleri tekrar ediyor “o düşürmesin parayı cebinden!” diyor. Kızın itirazlarına aldırmadan ve Yüce İslam Dini’nin tebliğcisi Hz. Muhammed’in doğum yıldönümünün kutlandığı “Kutlu Doğum Haftası” etkinliklerinin ilk gününde, Kocatepe Camii İmam-Hatibi İsmail Coşar’ın okumakta olduğu ezan eşliğinde bir fakire yardım etmenin vermiş olduğu huzur ile camiye giriyor!
Ancak gururu kırılan genç kız bakanın camiden çıkmasını bekliyor ve çıkınca da koşup vermiş olduğu parayı bakanın eline sıkıştırıveriyor! O sırada şunlar dökülüyor genç kızın ağzından:“Sadece yanlış anlaşıldım. Ben dilenci değilim. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda…” Doğrusu genç kızın hiç beklenmeyen bu çıkışı ve medeni cesareti karşısında hemen herkes gibi bakan da şaşırıyor. “İlaçlarımı getirteceğim yurtdışından imkânım yok dedi. Biz de yardımcı olduk. Vali bey ilgileneyim dedi. Ama genç kız alındı. Biz yardımcı oluruz…” gibisinden laflar ederek camiden ayrılıyor(*).
Devlet Adamı Odur ki;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir bakanı, yüzlerce insanın ortasında ve medyanın önünde diyor ki; “Al işte parayı. Başka ne yapacağım? Onları (ilaçlarını) sen kendin al. Parayı al, cebinden düşürme. Önemli bir miktar var orada…”. Peki, şimdi bu tavır, devlet adamı olduğu söylenen bir insana yakışan tavır mıdır Allah aşkına. “Devlet adamı kumaşı” olduğu anlaşılan ya da en azından “Devlet Adamlığı” eğitimi alan vali diyor ki; “Ben ilgileneyim”. Medyanın önünde siyasi şov yapmayı kafasına koymuş olan bakansa parsayı devletin valisine kaptırmak niyetinde değildir. O, ille de şovunu sergileyecek. Oysa Erdoğan Bayraktar herkesin içinde ve kameraların önünde dilenciye para verir gibi cebinden para çıkarıp vermek yerine şöyle deseydi çok daha vakur bir devlet adamı tavrı sergileme imkânı bulmuş olurdu: “Tamam kızım, şu saatte valiliğe gel, seni dinleyeceğim. Bu konuda yapılabilecek olan ne varsa birlikte değerlendirelim…”(**).
Madem Bakan bu ağırbaşlı tavrı sergileyemedi ve belki de Karadeniz insanının tipik karakteri olan tez canlılık göstererek hemen cebine sarıldı, o zaman bize düşen, üniversite öğrencisi Dilek Özçelik’i yürekten kutlamak olacaktır. Bir çuval patatese, bir çuval kuru soğana, üç beş çuval kömüre ya da ne bileyim ben üç beş paket makarna ile birkaç kutu salçaya oyunu satan veyahut Ramazan gelince İftar çadırlarını geçim kapısı belleyen hazırlopçu insanlarımız, Dilek Özçelik’in tavrını görünce acaba utandılar mı bilmem. Ancak kendilerine bir miktar utanmalarını tavsiye ederim. Dilek Özçelik, bütün Türkiye’ye bir kez daha yüksek sesle ve uygulamalı olarak gösterdi ki; bu ülkede eğitim şarttır ve en kârlı yatırım eğitim yatırımıdır. Yani insana yapılan yatırım. Demokrasinin en kötü tarafı da budur zaten. 200 lirayı elinin tersiyle iten Dilek Özçelik ile iki paket makarnaya oyunu zaten x ve y’nin oylarının eşit olması!
İslam’da Yardımlaşma Adabı
Fakir fukaranın gözetilmesi, zayıfın korunması, açın doyurulması ve açığın giydirilmesi, hiç şüphesiz İslam Dini’nin özünü teşkil etmektedir. Çünkü dinimiz İslam, sosyal barışa, sosyal adalete ve sosyal yardımlaşmaya büyük önem vermektedir. Ancak yardımlaşma konusunda İslam’ın öngördüğü temel ilke, yardım edilenin onurunun kırılmaması ve rencide edilmemesidir. Bu durum İslam muhitlerinde şöyle formüle edilmiş bulunmaktadır: Sağ elin verdiğini sol el (dahi) duymayacak! Eskiden atalarımız, bu gizliliği gerçekleştirebilmek için şehrin belli başlı yerlerine “Sadaka Taşları” koymuşlardı. Yardım etmek isteyenler, yapacağı yardımları o taşların üzerine koyarlar, ihtiyaç sahipleri de gece kimse görmeden gider ihtiyaçları kadar olanı oradan alırlardı.
Geçenlerde üniversite öğrencisi olan kızım anlatmıştı: Gençler üniversite yerleşkesinde bir noktaya (galiba otobüs durağı) ip takarak, buraya ihtiyaç fazlası olan malzemelerini asıyorlarmış. İhtiyacı olanlarsa gidip oradan ihtiyacını karşılıyorlarmış. Bahsettiğine göre; kalem, silgi, kâğıt mendil, çakmak vs. malzeme takanlar varmış söz konusu noktaya ve epey de rağbet görüyormuş. Görüldüğü gibi gençlerimiz, ecdadın uygulamalarını yeniden canlandırıp yaşatmaya çalışıyorlar. Bu üniversite neresi mi? İsterseniz ismi bende saklı kalsın. Çünkü o gençler, geçenlerde bol bol biber gazı ve tazyikli su yediler, geleneklerini yaşatmaya çalıştıkları ecdadın bize yadigâr bıraktığı devletin polisinden…
Yardımlar, gösteriş, şöhret ve nam almak düşüncesiyle, maddi ve manevi çıkar elde etmek, örneğin siyasi rant ve oy avcılığı yapmak için yapılmayacak. Allah rızası için ve mutlaka bir ihtiyacı gidermek amacıyla yapılacaktır. Yardımlar, akrabayı taallukattan, eş, dost ve tanıdıklardan başlayarak değil, en fazla ihtiyacı olandan başlayarak yapılacaktır. Elbette en fazla yardıma ihtiyacı olanlar yakınlarımız ise yardım etmeye öncelikle onlardan başlanacaktır. Zira yardım etmeye öncelikle tanıdıklardan başlanması, yardımın amacına ulaşması, yani gerçek ihtiyaç sahiplerinin bilinmesi bakımından son derece önemlidir. Bu durumda yardımlar aynı kişilerde toplanmayıp, yardıma muhtaç herkesin ihtiyacı karşılanmış olacaktır. Bu bakımdan İslam Dini, yardım edilecek kişileri birinci derece yakınlar dışındaki ihtiyaç sahibi akrabalar, komşular, diğer Müslümanlar ve kalpleri Müslümanlığa ısındırılmak istenilen gayrimüslimler olarak sıralamış bulunmaktadır. Birinci derece yakınlara ise zaten bakma zorunluluğumuz bulunmaktadır.
Çevre ve Şehircilik Bakanı dini bütün Erdoğan Bayraktar’ın 14 Nisan günü, hem de Selimiye Camii’nin avlusunda sergilemiş olduğu yardım şovunu, isterseniz bir de bu açıdan değerlendiriniz. Benim önerim, Sayın Bakan’ın en azından o gün kıldığı namazları yeni baştan kılmasıdır. Çünkü o gün kıldığı namazlar, zaten namaz olmamıştır! Çünkü o kafayla kılınan namazdan insana asla hayır gelmez. Kafasında dışarıda kendisine ders veren genç kızın feryadı uğuldarken, insanın Allah’a dikkat kesilip yönelmesi mümkün mü sanıyorsunuz siz? Allah, o duruma hiç kimseyi düşürmesin!
_____________
(*)14 Nisan 2013 tarihli Hürriyet, “Dilenci değilim” başlıklı haber, s, 18. &
(**) Bakanın bu tavrı karşısında sosyal medyada birbirinden ilginç mesajlar yayınlandı. İşte ünlülere ait o mesajlardan bazıları:
Kadri Gürsel: Kanser hastasını dilenci sanan bakanın bir stad dolusu insanı çileden çıkarması da benzer bir muhakeme yanlışının sonucuydu. Dünyası sorunlu.
Cem Toker: Biri ilacı ithal edilmeyen kanserli gence sadaka veriyor. Diğeri “asgari ücretle geçinilir” diyor. Kibirleri ile milletten bu kadar koptular.
Metin Uca: Sosyal devleti sadaka devletine, denetimsiz yandaş yardımına dönüştüren, onuru ile destek arayan kanser hastasının cebine para da sıkıştırır.
Mehmet Baransu: Erdogan Bayraktar Tokiden bir ev verip, bu isi tatlıya bağlar. AA da Emine Erdoğan konuyla bizzat ilgilendi diye haber yapar. Olay kapanır.
Emre Uslu: Sosyal yıkım projeleri için Bakan Erdoğan Bayraktar dinamit olarak kullanılsın.
Nedim Saban: Başbakan’ının Ananı da al git dediği bir hükümetin Bakanı kanser hastasına dilenci muamelesi yapmış. Nesi anormal ?
(Kaynak: