PROF.DR. HAKKI KESKİN’
Almanya’da 30 yıl siyasal bilgiler dersi vermiş bir bilim adamı ve 8 yıl milletvekilliği yapmış bir siyasetçi
Alman Parlamentosu’nda 8 yıl milletvekilliği yapan siyaset bilimcisi Prof. Dr. Hakkı Keskin, T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a gönderdiği özel mektupta, yer yer sert eleştirilerde bulundu ve bugüne değin izlenen gerilim politikası yüzünden Türkiye’nin bir çatışma ortamına sürüklendiği yönünde uyarıda bulundu.
Ayrıca Google’a “Prof. Dr. Hakkı Keskin” diye yazarsanız, diğer mektuplarını ve ilgili haberleri de bulabilirsiniz.
Sayın Başbakan,
Size yazdığım ilk iki açık mektubumda (17.4.2009 ve 2.8.2010, www.keskin.de) özetle, izlediğiniz politikaların toplumu endişe edilecek düzeyde kutuplaştırdığını, Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları gibi temel ilkelerden hızla uzaklaşıldığını, hükümetinizi eleştirenlere karşı değişik yöntemlerle baskı, korku, yıldırma, sindirme siyaseti güdüldüğünü ve çok sayıda aydın, gazeteci, bilim adamı, öğrenci ve üst rütbeli subayın tutuklandığını belirtmiştim. Bu durumun 21. Yüzyılın Türkiyesi’ne yakışmadığına, sosyal ve siyasal barışın yok edilmekte olduğuna ve giderek Türkiye’nin bir çatışma ortamına doğru sürüklendiğine vurgu yapmıştım.
Batı Avrupa ülke parlamentolarında siyaset yapan 13 arkadaşımla birlikte 11 Mart 2011‘de yaptığımız açıklamamızda, Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünün ciddi bir tehdit altında olduğunu belirtmiştik. Grup toplantınızda bu açıklamaya değinerek, “yurt dışındaki Türk kökenli milletvekilleri dikkat etsinler, ezilirler” diyerek, en sade eleştirilere bile tahammül edemeyeceğinizi; eleştirileri baskı ve tehditle sindirme tavrınızı, bize karşı da açıkça gözler önüne sermiştiniz.
Bilmelisiniz ki, ben bu girişimlerimde konuya asla partisel anlayışla yaklaşmıyorum. O kadar ki, sol dünya görüşüme karşın, iktidara geldiğiniz 2002’yi izleyen ilk yıllarda ekonomik ve sosyal alanda yaptığınız bazı reformlara yazılarımla destek verdim. Bugün de, özellikle ulaştırma ve sağlık bakanlığı tarafından yapılmakta olan çalışmaları, olumlu değerlendirdiğimi söylemek isterim.
1968‘den bu yana Türkiye’de ve son elli yıldır yaşamakta olduğum Almanya’da, her zaman kararlılıkla, gerçek demokrasi, hukuk devleti, sosyal devlet, insan hakları, Almanya’daki Türk toplumunun eşitlik hakları ve eşit yaşam koşulları için uğraş verdim, vermekteyim. Anavatanım Türkiye ile bağlarımı sürdürerek, oradaki gelişmeleri yakından izlemekteyim. İşte bu nedenle, basında yer alan yazılarımda ve size yazdığım açık mektuplarımda, bir bilim adamı sorumluluğuyla çok sevdiğim Türkiye`deki olumsuz gelişmelere ilişkin olarak duyduğum kuşkuları hem bilginize sunmak hem de kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.
Türkiye’deki olumsuz gelişmeleri görebilen ve dile getirme cesareti gösterebilenlerin çoktan bildikleri endişe verici gerçeklerden birini, siz bir süre önce bizzat itiraf ederek, parlamenter demokrasinin önkoşulu ve vazgeçilemez temel ilkesi olan, “kuvvetler ayrılığına özünde karşı olduğunuzu söylediniz. Parti kurultayınızda coşkuyla kucakladığınız, Mısır halkının çoğunluğu tarafından„ Mısır’ın yeni Firavunu“ olarak nitelenen Mursi’nin de yapmaya çalıştığı gibi, yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplamak istiyorsunuz. İşte, kuvvetler ayrılığının mevcut olmadığı ve bunun neticesi olarak, bağımsız yargı tarafından denetlenemeyen yönetim biçiminin adı, açıkça DİKTATÖRLÜKTÜR.
Yargının ve muhalefetin, bazı kararlarınıza ve projelerinize direndiklerinden yakınıyorsunuz. Açıkça diyorsunuz ki, mecliste çoğunluğu elinde bulunduran partinin Başbakanı olarak ben, istediğim her kararı engelsiz uygulamaya koyabilmeliyim.
– Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük kazanımlarının simgesi olan ve Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze değin coşkuyla kutlanan ulusal bayramlarımız ve ulusal bağımsızlık savaşımızın büyük önderi, Çağdaş Türkiye’nin ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, inanılmaz gerekçelerle ve yasaklarla unutturulmaya çalışılacak;
– Ülkenin kamu varlıklarına sahip çıkan yurtsever aydınlar, Kemalistler ve hükümeti yanlış uygulamalarından ötürü eleştiren gazeteciler, yazarlar, bilim adamları, hatta milletvekilleri, yüksek rütbeli subaylar, öğrenciler “terör” suçlusu iddiasıyla yıllardır Silivri’de tutuklu kalacak;
– Devletin elindeki ve hatta kârla çalışan ve de stratejik önemi olan tüm kamu kuruluşları gerçek değerlerinin çok altında özelleştirilecek;
– Doğal ve tükenmez enerji kaynakları olan güneş ve rüzgâr enerjisi gereğince değerlendirilmezken, çoğu ülkelerin vazgeçtiği atom santrallerinin hem de deprem bölgelerinde kurulması planlanacak ve enerji bakımından Türkiye’nin risk düzeyinde bağımlı olduğu ve teknolojisinin de geri olduğu Rusya ile atom santrali anlaşması yapılacak;
– Karadeniz bölgesindeki köylerin ve ilçelerin doğal yaşam kaynağı olan çayları, dereleri ve giderek Türkiye’nin nehirleri satılacak;
– Dünyanın ikinci en zengin oksijen kaynağı olan Kazdağıları, siyanürle madencilik yapan, bu nedenle de ormanları, çevreyi ve kaynak sularını zehirleyen zihniyetin tekellerine açılacak;
– Belediyelere ait deniz taşımacılığı, İstanbul İDO örneğinde olduğu gibi, rakipsiz firmalara yok fiyatına devredilecek;
– Boğaz köprüleri ve otobanlar satılarak, vatandaşların yakında daha fazla ücret ödemelerine göz yumulacak;
– Son derece yaşamsal nedenlerden nehirlerine, çaylarına, derelerine, toprağına, ormanına, doğasına, sendikal haklarına, çağdaş eğitimine sahip çıkan aileler, köylüler, işçiler, öğrenciler cop, tazyikli su ve biber gazı kullanılarak susturulmaya çalışılacak;
– Tüm uyarılara karşın gerekli önlemler alınmayarak, son 10 yılda 11.475 işçi iş kazalarında can verecek;
– Türkiye’de hükümetlerin yüzkarası olan Maraş ve Sivas katliamlarını anma yürüyüşleri, aşırı güç kullanılarak, engellenecek;
– Türkiye bakımından hiçbir haklı gerekçesi olmaksızın, ABD böyle istediği için, kısa bir süre öncesine değin ailece birlikte tatil ve ortak Bakanlar Kurulu toplantısı yaptığınız Suriye Devlet Başkanı Esad’ın düşürülmesinin öncü gücü olunacak ve Türkiye-Suriye sınırının PKK’nin yan kuruluşunun eline geçmesine neden olunacak.
Sayın Başbakan, siz dolaylı olarak diyorsunuz ki, bana sadece partim değil, partimin milletvekilleri değil, demokrasinin vazgeçilmezi olan bağımsız yargı, özgür basın, muhalefet ve farklı düşünen herkes de biat ve itaat etmelidir. Başbakan yardımcısı sayın Bülent Arınç’ın bu gerçeği açıkça belirttiği gibi.
Demokrasi ve hukuk devletinin temel ilkelerinden ne denli uzaklaşıldığına bir kaç somut örnek daha vereyim:
Demokrasilerde bağımsız olması gereken yargıyı, özel yetkili hâkim ve savcılarla ve istenen davalarda savcı ve hâkimlerin görev yerleri keyfi olarak değiştirilerek, yargı kararlarına müdahale edilmektedir.
– Tıpkı Deniz Feneri davasında olduğu gibi, suçluları tutuklatan savcıları görevden alarak, haklarında kovuşturma açtırıldığı gibi.
– Bir toplantınızda “parasız eğitim istiyoruz” yazılı bir pankart açan öğrencilere, “yasal haklarını kullandıklarını” belirterek ceza verilemeyeceğini söyleyen savcıyı görevden alarak, bu öğrencilere “terör suçlusu” muamelesi yaptırılarak, 8.5 yıl hapis cezası verildiği gibi.
– Tüm demokratik ülke üniversitelerinde en doğal hak olan protesto gösterilerine katıldıkları için, tutuklanan yüzlerce öğrenci ve bin bir güçlükle kaydolabildikleri üniversitelerden atılan binlerce öğrenciye uygulanan cezalar gibi.
Demokrasilerin var olabilmesi ve yaşayabilmesi için özgür olması gereken medyada, sizi ve hükümetinizi eleştirenler, doğrudan veya dolaylı baskılar sonucu işlerinden atıldı, tutuklandı veya yönettikleri TV programları yayından kaldırıldı.
– Partinizin Grup toplantılarında medya patronlarına çağrı yaparak, sizi eleştiren gazetecileri çalıştırmamaları yönünde baskı yaptınız, yapmayı sürdürüyorsunuz. Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Uğur Dündar, Oktay Ekşi, Ruhat Mengi, Nuray Mert, Banu Güven, Cüneyt Ülsever, Can Dündar, Ruşen Çakır ve daha birçoğu.
– Bazı Görsel ve yazılı medya kuruluşlarını da yakın çevrenize satın aldırarak, medyayı büyük ölçüde kontrol altına aldınız. Yaptığınız her konuşma, verdiğiniz her demeç, istediğiniz gibi günlerce tekrarlanarak kamuoyuna sunulmaktadır.
Demokrasinin gereği özgür olması gereken bilimi, sanatı ve kültürü bile, kendi beğeninize uymaya zorluyorsunuz. Kars’ta belediyenin demokratik kararla yaptırdığı heykeli, “ucube” diye niteleyerek yıktırttığınız gibi. Böyle bir duruma, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde tanık olunmamıştır. Halkımızın büyük beğeniyle izlediği Muhteşem Yüzyıl dizisinin de yasaklanması yönünde baskılarınız gündemdedir.
Sizin beğenmediğiniz karikatürleri devlet memurlarının izlemesini bile yasaklamaya kalkıyorsunuz.
Demokrasilerin vazgeçilmezi olan parlamento içi ve dışı muhalefet susturulmaya çalışılıyor. Yüzlerce gazeteci, bilim adamı, üst rütbeli subay ve öğrenci, yıllardır tamamen siyasi nedenlerden ve Kemalist, yurtsever olmaları nedeniyle “terör suçlusu” iddiasıyla tutuklu bulunuyorlar. 1991 yılına değin hükümetleri eleştirenlerin ve farklı görüşte olanların “komünizm propagandası” yaptıkları iddiasıyla Türk Ceza kanununun 141./142. maddelerinden tutuklandıkları gibi.
– Türkiye’nin tam üyelik için müzakereler yaptığı AB ülkelerinde, tutukluluk süresi en çok 16 ay olduğu halde, size ve hükümetinize muhalif olanların birçoğu, kanıtlanmamış ve hatta çoğu kez gerçekliği tartışma götüren iddialarla, 4 yıla yakın süredir tutuklu bulunuyorlar. Avrupa Konseyi’nin 47 ülkesi arasında, toplam tutukluların sayı ve oranı bakımından Türkiye en kötü durumdadır.
– ODTÜ öğrencilerinin, en doğal demokratik haklarını kullanarak politikanızı ve üniversiteye 3500 polis, 20 zırhlı araçla gelmenizi protesto etmek istemeleri, ölçüsüz güç kullanılarak engellendi. Bazı göstericiler evlerinden alınarak terör suçlusu iddiasıyla tutuklandı. Ve siz günlerdir basın yoluyla ODTÜ Rektörüne, “bu öğrencileri üniversiteden neden atmıyorsunuz” diye, talimat verici bir çağrıda bulundunuz. Emir kulu konumuna sokulmuş olan çoğu üniversite rektörlerini, ODTÜ’ne karşı protesto yapmaları yönünde girişimler yapıldı.
– Oysa Üniversiteler, her türlü baskıdan arınmış bilim kurumları olarak, ülke ve dünya sorunlarını araştırmak, tartışmak, çözümler aramak ve demokratik yollardan iktidara ve kamuoyuna gerekli uyarılarda bulunmak görevi olan bilim merkezleridir. Onların, bugün olduğu gibi, bu görevlerini yapmamaları en büyük sorumsuzluktur. Özgür ve bağımsız bir yönetime sahip olması ve çalışması gereken üniversitelerin rektörleri, üniversite senatolarının seçim sonuçlarının aksine, siyasi tercihlere göre tayin edilmekte, emir ve talimatla çalıştırılmaktadır. Ortaçağ zihniyetiyle “Şiiler ve Aleviler cennete gidemez” diyecek kadar kuru cahil kişiler, 18 Mart Üniversitesi Rektörü Laçiner örneğinde olduğu gibi, bilimsel çalışma yerine, fetva vermektedirler. Bu nedenle özgür bilim kurumları olması gereken üniversitelerin çok büyük bir kesimi, kış uykusuna yatmışçasına, Türkiye’deki ve Dünya’daki oluşumlar karşısında yıllardır seslerini çıkarmamaktadırlar.
Ve siz, sayın Başbakan, Meclisten istediğiniz her yasayı çıkarabilecek çoğunluğunuza rağmen, tüm bu endişe verici, demokrasi ve hukuk devletiyle bağdaşmayan yönetiminiz karşısında, muhalefet partilerinin, yargının, tüm basının ve sivil toplum kuruluşlarının susmasını, ülkede olup bitenlere seyirci kalmasını istediğinizden, kuvvetler ayrılığından yakınmaktasınız. Çok zor koşullarda bile olsa, halkın gerçekleri öğrenmesinden ve görmesinden büyük rahatsızlık duymaktasınız. İşte bu nedenle sayın Başbakan siz, özünde kuvvetler ayrılığı olmayan bir yönetim biçimini istemektesiniz. Ve siz, böyle bir siyasi yönetime demokrasi, hatta “ileri demokrasi” demektesiniz.
Oysa çok iyi bilinmektedir ki, yasama organının çıkardığı yasaların ve yürütme organının uygulamalarının Anayasa’ya ve yasalara uygun olup olmadığını denetleyecek bağımsız yargısı, etkin muhalefeti ve özgür basını olmayan ülkelerde demokrasiden asla söz edilemez.
Almanya’da 30 yıl siyasal bilgiler dersi vermiş bir bilim adamı ve 8 yıl milletvekilliği yapmış bir siyasetçi olarak söylemek zorundayım ki, sizin istediğiniz böyle bir yönetim biçimine, gerçekte ÖRTÜLÜ DİKTA REJİMİ DENİR.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Hakkı Keskin“
Bir yanıt yazın