Uzun yıllar Zülfaris Sinagogu olarak kullanılan Karaköy’deki 342 yıllık bina, günümüzde 500. Yıl Türk Musevileri Müzesi olarak hizmet veriyor.
Yüksek Kaldırım’dan Galata Köprüsü’ne doğru yürürken sağda, altında iki elektrikçi dükkanı bulunan kırmızı bir bina görürsünüz. Hırdavatçılar Çarşısı’nın Karaköy Meydanı sınırındaki bu bina da ticarethanelerle dolu diye düşünebilirsiniz. Ama değil… Burası, İstanbul’un belki en az bilinen ama en ilginç müzelerinden birisine ev sahipliği yapıyor: 500. Yıl Türk Musevileri Müzesi…
Perçemli Sokak’taki 342 yıllık bina, 1671-1985 yılları arasında adı ”Gelin Perçemi” anlamındaki Zülf-ü Arus’tan gelen Zülfaris Sinagogu olarak hizmet verdi. Sinagog, 25 Kasın 2001’de 500. Yıl Vakfı tarafından Türkiye Yahudileri’nin macerasını anlatan müzeye tahsis edildi.
İspanya’yı fakirleştiren, Osmanlı’yı zenginleştiren iltica
Müzenin kurucusu ve müdürü araştırmacı-yazar Naim Güleryüz, tarihi binayı, ”Belki Topkapı veya Louvre değil ama kendine özgü bir müze” sözleriyle nitelendirdi.
İspanya’dan 1492 yılında çıkmaya mecbur edilen 120 bin Yahudi’nin 90 bin kadarının, dönemin padişahı II. Beyazıd’ın buyur etmesi üzerine Osmanlı İmparatorluğu’na sığındığını anlatan Güleryüz, bir defada ve tek bir yere değil, dalga dalga, imparatorluğun çeşitli bölgelerine yerleşen Yahudilerin beraberinde Endülüs’ün eriştiği yüksek kültürü ve bilgiyi de getirdiğini vurguladı.
Güleryüz, II. Beyazıd’ın ”İspanya Kralı’na ‘Uslu Ferdinand’ diyorlar. Bu nasıl akıllı ki kendi ülkesini fakirleştirirken, benimkini zenginleştiriyor” dediğini aktardı.
Naim Güleryüz, 1992’de, bu büyük ilticanın 500. yılında, Türkiye Yahudileri’nin 500. Yıl Vakfı’nı kurduğunu ifade ederek, bu tarihi olayın, yurt içinde ve dışında onlarca etkinlikle dünyaya anlatıldığını, sonunda da kalıcı bir eser olması için müzenin kurulduğunu aktardı. Güleryüz, müzenin kurulma amacını ”Atalarımız adına Türk ulusunun atalarına teşekkür etmek, Türk ulusunun insancıl yaklaşımını dünyaya tanıtmak istedik” sözleriyle açıkladı.
Sinagogun ”mescid”inde birleşen kültürler
Aslında bir çıkmaz olan Perçemli Sokak’ın sonuna kadar gitmedikçe, müzenin kapısını görmek mümkün değil. Müzenin ana kapısı küçük bir avluya açılıyor. Avluya girince, üzerinde, Tevrat’tan alınan ”Seni yerleştirdiğim şehrin barışını gözetecek ve Tanrı’ya bunun için yakaracaksın” sözlerinin bulunduğu bir kapı karşınıza çıkıyor. Buradan, dar bir koridorla cemaatin kalabalık olmadığı günlerde, ana salon yerine ibadetin yapıldığı küçük salona ulaşılıyor. Burası, Güleryüz’ün deyişiyle ”sinagogun mescidi”, müzenin ise Etnografya Bölümü olarak kullanılıyor.
Bu bölümde sağda bir sandık duruyor. Bunun, ilk bakışta bir çeyiz sandığı olduğu anlaşılıyor. Sandığın arkasındaki duvarda Yahudi geleneklerine ait, çerçevelenmiş, güzel yazılı ve süslü iki ”evlilik sözleşmesi” dikkati çekiyor.
Yahudilik’te de tıpkı İslam dininde olduğu gibi boşanma hakkının erkekte olduğunu ve kadının hakkının sözleşmeyle korunduğunu anlatan Güleryüz’e göre bu, ”tarihin ilk sosyal güvenlik kanunu”…
Güleryüz, en az yüz yıllık, iki sanat eseri gibi duran sözleşmeleri gösterip, bugünkü örneklerin artık bilgisayardan çıkarıldığını, böyle olmadıklarını söylüyor.
Hahambaşının nikahı
Aynı duvarda onlarca fotoğraf da asılı. Bu, bir nikah galerisi. Burada, Gaziantep’ten Edirne’ye kadar Türkiye’nin çeşitli kentlerindeki sinagoglarda 1876’dan 1976’ya kadar kıyılmış nikahlardan birer kare fotoğraf bulunuyor. Gelinler, damatlar, davetliler… Giysiler, saçlar, sakallar, bıyıklar her bir fotoğrafı, çekildiği tarihin ayrıca belirtilmesine gerek olmayacak kadar net bir şekilde zaman çizelgesinde bir yere koyuyor.
Fotoğraflar arasında bir isim dikkati çekiyor: İsak Haleva. Bugünkü hahambaşı, 1964’de Neva Şalom Sinagogu’nda kıyılan nikahında…
”Asıl sizde de sünnet var!”
Bu bölümde tahtı andıran ahşap, yüksek bir koltuk bulunuyor. Güleryüz, bunun bir sünnet koltuğunu olduğu bilgisini veriyor. Bazı Müslüman ziyaretçilerin bunu görünce ”Aaa sizde de mi sünnet var!” dediklerini, kendisinin de ”Yok, asıl sizde de sünnet var” cevabını verdiğini ifade ederken gülüyor.
Günümüze ulaşmayan Tekirdağ Sinagogu’ndan getirilen nikah kabinindeki geleneksel kıyafetler giydirilen manken gelin ve damat ilgi çekiyor.
Nikah kabininin solundaki camekanda havludan dikiş takımına, kaftandan çarşafa pek çok öğesiyle bir çeyiz takımı görülüyor. Çeyiz takımı, Anadolu’nun herhangi bir yerinde, herhangi bir gelinin çeyizinden farksız. Camekanın yanındaki panoda, Yahudi geleneğinde de nikahtan önce kına gecesi yapıldığı, gelinin hamama götürüldüğü anlatılıyor.
Etnografya Bölümü’nün temel esprisi Türkiye Yahudileri’nin gelenek, görenek ve günlük yaşamlarının Anadolu kültürüyle benzerlikleri, paylaştığı değerleri göstermek.
”Soykırım değil, onur köşesi”
Etnografya Bölümü’nden sonra müzenin üst katına, eski sinagogun ana salonuna çıkılıyor. Büyük avizelerin aydınlattığı salonun girişinde sağ tarafta Albert Einstein’ın fotoğrafı görülüyor.
Güleryüz, Einstein’in fotoğrafının bulunduğu bu köşeye, ”Dünyadaki bütün Yahudi müzelerinde bir soykırım köşesi vardır. Biz de buna mukabil bir onur köşesi var. Allah’a bin şükür, bizim 2. Dünya Savaşı’nda böyle bir problemimiz olmadı” sözleriyle açıklık getirdi.
Einstein’ın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na yazdığı ve Yahudi akademisyenlere kucak açılmasını isteyen mektubunun kopyası, Avrupa’daki çok sayıda Yahudi’ye verdikleri Türk pasaportuyla toplama kamplarına gitmekten kurtaran Türk diplomatlar ile Türkiye’ye gelip üniversitelerde önemli görevler üstlenmiş Alman ve Avusturya Yahudisi akademisyenler de fotoğraflarıyla bu köşede anılıyor.
Ayrıca, Türk diplomatların Yahudilere sağladığı pasaportların kopyalarını burada görmek mümkün. Yahudilerin, tanınmaları için takmaya mecbur edildikleri sarı yıldızlardan bir örnek de müzede bulunuyor.
Bir yanıt yazın