Diyanet’teki gizli kasanın sırrı neydi?

Yazılarımı takip edenler mutlaka hatırlayacaklardır; geçen sene Ekim ayı içinde “Diyanet Emeklileri Derneği DED” hakkında yazmış olduğum “Diyanet Devleti Vergi Kaybına Uğratmaktadır”(1) başlıklı yazımdan dolayı adı geçen dernek yöneticileri bana çok fena kızmışlardı. Hatta derneğin başkanı telefonla arayarak “Sen de kim oluyorsun lan. Yazacak başka konu mu bulamadın…” diyerek bana bazı giydirmelerde bulunmuştu. Elbette aynı üslupla karşılığını alma pahasına…

İşte bu yazım üzerine, adı geçen dernek yönetiminden bazı tanıdık ve eski dostlar ısrarla arayarak benimle görüşmek istediklerini söyleyince dayanamadım kalktım derneğin Ankara Kızılay’daki merkezine gittim. Dernek başkanının makam odasına geçerek kendileriyle bir süre görüştük. Görüşmeden ziyade, yazdıklarımı bir de vicahi olarak söyledim kendilerine ve halen aynı noktada durduğumu belirttim. Elbette başka şeyler de konuştuk. Daha doğrusu ben konuştum onlar dinlediler. Görüşmede şu isimler vardı: Arif Soytürk, Kemal Leylek, Fahrettin Aşık, Abdullah Ceyhan, Niyazi Morgül, Mustafa Çalışkan ve ismini hatırlayamadığım ancak emekli İmam-Hatip olduğu söylenen diğer bir yönetici daha…

Görüşme sırasında Kemal Leylek şöyle bir söz söyledi: “Ömer Bey, GİNTAŞ’ın gizli kasasındaki para konusunun üzerine gidip ortalığı ayağa kaldırmasaydın, bütün bunlar yaşanmayacak, Diyanet Vakfı’ndaki sözleşmen de feshedilmeyecekti. O paranın üzerine gitmekle, birilerinin kuyruğuna bastın ve şimşekleri üzerine çektin. Senin sözleşmenin feshinin sebebi o olaydır…”.

Bu sözlerin sahibi Kemal Leylek, Tayyar Altıkulaç’ın Diyanet İşleri Başkanlığı sırasında uzun süre hazretin sekreteryasında çalışmış, hatta yanılmıyorsam Diyanet İşleri Başkanı olduğu sırada CHP Urfa Milletvekili Celal Paydaş tarafından silahla tehdit edilmesi hadisesine de yakından şahit olmuş birisidir(2). Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki görevinden emekli olduktan sonra da yine adı geçen tarafından Türkiye Diyanet Vakfı’nda istihdam edilmeye devam edilmiştir. Yani Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yanı sıra Türkiye Diyanet Vakfı’nı ve Tayyar Altıkulaç ile onun maiyetini, ayrıca Diyanet’teki ilişkiler ağını çok iyi bilen birisidir.

Hatta Kemal Bey, Tayyar Altıkulaç’ın forsundan istifade ile Türkiye’de pek çok kesimle iyi ilişkiler kurmuş, kendisine müthiş bir çevre edinmiştir. Bu bakımdan, Diyanet’in üst yöneticilerinin pek çok sorununun, başta da yaşlı hoca efendilerin sağlık problemlerinin çözümü ondan sorulurdu. Tekleyen kalpler, tıkanan prostatlar, kanayan basurlar, fazla yemekten fesada uğrayan mide ve şişen bağırsaklar için hemen Kemal Leylek’e koşardı hoca efendiler. Ne de olsa Ankara’nın en iyi doktorlarını o bilirdi. Görevli olarak hacca giden Sağlık Ekiplerinde sık sık hacca götürüldüğü için (ki; kendi beyanına göre yaklaşık 30 kere hacca gitmiştir!) çok sayıda doktor tanıdığı olmuştu. Çalmadığı kapı, girmediği yapı yoktu. Hatta Çoban Sülü ile bile ilişkisi vardır Kemal Bey’in. Hem de kendisini, oğlunun düğününde nikâh şahidi yapmaya kalkışacak kadar! Merhum Aydın Menderes ise onun için eşik komşusu mesabesinde idi. Diyanet’e intisap ettiğim, 1989 yılından beri beni de yakından tanıyordu. Bu bakımdan hakkımda söylediği yukarıdaki sözler son derece önemliydi Kemal Bey’in…

Sözleşmemin Fesih Sebebi Sahip Olduğum Düşüncelerdir!

Bununla birlikte Kemal Leylek Bey’in yukarıda verdiği bilgi, kısmen doğruydu. Evet, Türkiye Diyanet Vakfı’na ait olup kısa adı GİNTAŞ olan şirketin bir gizli kasası ele geçirilmişti ve kasada 30 milyar (yeni para birimiyle 30.000) TL para bulunmuştu. Ben de bu paranın mahiyetinin ne olduğu konusunda ortalığı ayağa kaldırmış ve Tayyar Altıkulaç’ın adamlarına ait pek çok kuyruğa birden basmıştım ama benim sözleşmemin feshine sebep bu olay değildi! Benim sözleşmemin en azından görünürdeki sebebini aslında “Enver Ören’i nasıl bilirdiniz” başlıklı yazımda ayrıntılı olarak açıklamıştım(3).

Ancak sözleşmemin feshinin gerçek sebebi, yani perde arkasındaki asıl nedeni, sahip olduğum düşünceler ve bu düşünceleri kitaplarımla ve makalelerimle topluma deklare etmiş olmamdır. Daha doğrusu, yazmış olduğum kitap ve makalelerle, Diyanet’in savunduğu geleneksel İslam Düşüncesi’ne bayrak açmış olmam ve mevcut iktidarın kimi icraatlarını açıkça tenkit etmiş olmamdır. Yani asıl suçum, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan haklarım gereği; özgürce düşünmek ve düşüncelerimi çeşitli yollarla açıklamaktan ibarettir. Üstelik ben, bütün bunları, Diyanet’in bir çalışanı olarak yaptım. Olacak şey değil! Oysa bu tür bir davranış şekli, Diyanet’teki din baronlarının kabul edebilecekleri bir davranış şekli asla değildir. Onlar, hep karşılarında kurşun asker türünden “Evet efendimci” ve “Hay hay hocam”, “Baş üstüne hocam”, “İsabet buyurdunuz hocam” cinsinden adamlar isterler…

Diyanet’teki Gizli Kasanın Sırrı!

Ancak Kemal Leylek’in yukarıdaki iddiasını yine de önemli görüyorum. Anlaşılan Diyanet’teki pek çok insan gibi o da benim sözleşmemin feshinin sebebini GİNTAŞ’ın gizli kasasında bulunan paranın mahiyetini araştırma konusunda verdiğim çaba olarak biliyor. Sadece bilmekle kalmıyor, muhtemelen sağda solda bunun muhabbetini de yapıyor hoca efendiler. Şu halde bu konuyu hem kendilerine, hem de kamuoyuna açıklamak benim için farz olmuş bulunuyor:

2001 yılıydı. Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın çağırdığını söylediler. Kalktım gittim. Yanında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve Türkiye Diyanet Vakfı’nın o günkü ekâbirlerinden müteşekkil kalabalık bir insan grubu vardı. Anlaşılan toplantı halindeydiler.

Mehmet Nuri Yılmaz’ın sözü kısaca şu oldu;
-“Arkadaşlar, Vakfın şirket ve iktisadi işletmelerinin tamamını kapatıyoruz! Bu çalışmaları yürütmek için bir komisyon kurduk. Komisyon olarak çalışmalarınızı en kısa zamanda tamamlayın…”

Komisyonda benimle birlikte Vakfın Genel Müdür Yardımcısı A.İhsan Sarımert, Vakfın Muhasebe Müdürü Muhsin Leblebici ve Müfettiş Demirhan Dinç de vardı. Ancak “Yürüyen eşeğe binerler” hesabı, bütün yük benim omzumda idi. Bu iş için gece gündüz çalıyordum. Hatta sırf bu iş için hayatta ilk defa çocuklarımdan ayrı bayram yaşadım. Onlar memlekete büyüklerin yanına gittikleri halde ben Ankara’da kalmak zorunda bırakıldım.

Bilmeyenler için söyleyelim; Türkiye Diyanet Vakfı, kurmuş olduğu şirket ve işletmelerle adeta bir Holding olmuştu ama bunların büyük kısmı kâğıt üzerindeydi! Vakfa maddi kaynak sağlamak için kurulmuş bulunan şirket ve işletmelerin hemen tamamı, vakfın sırtında adeta birer yüktü. Dışarıdan hiçbir iş alamadıkları gibi, hem mülkiyeti adı geçen vakfa ait gayrimenkulleri yok pahasına (düşük kira bedelleriyle) işgal ediyorlar, hem de Vakıftan ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ihalesiz bir şekilde aldıkları işleri adam gibi yapamıyorlardı. Çünkü yeterli personel, ekipman ve deneyimleri yoktu. Yaptıkları tek şey, Diyanet’ten (maliyet+kâr hesabıyla) aldıkları işleri, alt yüklenici firmalara ve taşeronlara yaptırmaktan ibaretti. Bu bakımdan hem yaptıkları işler kalitesiz, hem de yeteri kadar denetlenmiyordu. Bu yüzden hemen hepsi zarar ediyordu. Bu durumda kapatılmaları en doğrusuydu! Bize söylenmedi ama bu konuda asıl sebep galiba 28 Şubat cephesinden esen rüzgârlar olmalıydı.

Neyse uzatmayalım; Yılmaz Polat isimli Mali Müşavir’in de danışmanlığında yapmış olduğumuz çalışma sonunda Diyanet’in bütün şirketleri “Tasfiyesiz İnfisah” yoluyla kısa adı KOMAŞ olup, temel uğraş alanı Ankara Kocatepe Camii’nin altındaki Süpermarket’in işletmeciliği olan şirketin çatısı altında birleştirildi. Ve bu birleştirme işleminden sonra, faaliyet alanı devasa boyutlara yükselen yeni şirketin Yönetim Kurulu’na beni de seçtiler.

Yanlış hatırlamıyorsam 2001 yılının Aralık ayı idi. Şemsettin Yazırlı, A.İhsan Sarımert, Mahmut Süleymanoğlu, Demirhan Dinç ve şirketin Genel Müdürü R.G. olarak Yönetim Kurulu toplantısı yapıyorduk. KOMAŞ bünyesine giren şirketlerden kısa adı GİNTAŞ olup, temel uğraş alanı inşaatçılık olan şirketin Muhasebe Müdürü Tahsin Bey, elinde bir çanta ile çıka geldi ve çantayı toplantı masasına boca etti! Alman Markından, Amerikan Doları’na ve Türk Parası’na kadar birçok para vardı destelerin içinde! Bu şirketin Genel Müdürlüğü’nü “Tek Adam” sıfatıyla uzun süre Tayyar Altıkulaç’ın has adamlarından birisi ve adı geçenin hemşerisi olan Ahmet Uzunoğlu yapmıştı. Şirketin o sıradaki genel müdürü ise, DİB Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi ve aynı zamanda yine Tayyar Altıkulaç’ın hemşerisi olan din adamı İrfan Yücel’in oğlu Lütfullah Yücel idi(4).

-“Hayırdır Tahsin Bey, bu para nedir?” diye sorduğumuzda Tahsin Bey boynunu büktü ve son derece mahcup bir edâ ile;

-“Hocam bu para, bizim şirkette bir gizli kasada duruyordu. Şirket hesaplarına dâhil değildir! Hesaplarda gözükmez! Şirket genel müdürlerinin bilgisi dâhilinde yıllardır bir kasada tutulur! Para ihtiyacı olan arkadaşlar, alır kullanır, ihtiyacını gördükten sonra getirir yerine koyar! Bu paranın mahiyetini ve kaynağını ben de bilmiyorum. Bilse bilse şirketin genel müdürü bilir…”

Doğrusu ya; afallamıştık! Ağzımız bir karış açık kalmıştı! Zira gecelik faizlerin yüzde bin beşyüzlere fırladığı bir zaman diliminde, Diyanet’in bir şirketinin çalışanları faizsiz bir kaynak bulmuşlar ve bu kaynağı uzun yıllardır adeta bir hacı baba tekkesi gibi kullanmışlardı. İdareciler de bu işe bilerek göz yummuşlardı. Üstelik mahiyeti belirsiz bu paranın, tamamının ne kadar olduğu da muhtemelen sadece Allah biliyordu!

Arkasından kendimizi toparlayıp hemen parayı saydırdık. Muhtelif döviz ve TL olarak yaklaşık 30 milyar TL (29 bin küsur) tutuyordu. Sonra bu parayı ne yapacağımızı tartıştık bir süre. Toplantıda bulunanlardan R.G. “Nasıl olsa kaydı yok, bu parayı Almanya’ya gönderelim. Orada bulunan ve bünyemize katılan DİVANTAŞ’ın ortağı olduğu Vakıf Gmbh isimli bir şirket var ve şirketin 112.000 EURO kasa açığı var. Böylece o açığın bir kısmını kapatmış oluruz!” dedi. O sırada Diyanet Vakfı Genel Müdür Yardımcısı ve yanılmıyorsam aynı zamanda Genel Müdür Vekili de olan şirket yönetim kurulu üyesi A.İhsan Sarımert’in gözleri ışıldayarak ve gülümseyerek bana doğru baktığını gördüm. R.G’nin bu teklifi onun da aklına yatmış olmalıydı ki; gözleri benim düşüncemi sorgular gibiydi.

Hiç düşünmeden cevap verdim:
-“Olmaz!” dedim. “Bu para mutlaka şirketin (KOMAŞ) hesaplarına girecek ve bu paranın kaynağı mutlaka bulunacak. Böyle bir kepazelik, böyle bir komedi olmaz…” dedim.

Arkasından da “Buluntu Para” olarak Aralık Ayı’nın son günlerinde şirket hesaplarına giren bu paranın mahiyetinin ve kaynağının araştırılması maksadıyla konunun “Şirket Denetim Kurulu”na iletilmesi yönünde bir karar aldık. Karar doğrultusunda da şirket Denetim Kurulu’na bir yazı yazdık. Osman Yılmaz, Abdullah Tuncay ve Mehmet Eğinç’ten oluşan ve tamamı Diyanet Vakfı çalışanı olan şirket Denetim Kurulu, konuyu sözüm ona inceledi ama herhangi bir sonuca ulaşamadılar. Çünkü karşılarında, kocaman kocaman ve iri başlı adamlar vardı. Onlara muhtemelen “Hııı” yapıp, parmak sallamışlardı. Ondan sonra da olayın üzerine daha fazla gidilmedi/gidilemedi. Olayın aslı, faslı budur.

Diyanet’ten ayrıldığım günlerde, kendisiyle karşılaştığımız Ahmet Uzunoğlu, söz konusu paranın da içinde bulunduğu pek çok sebepten dolayı mahkemeye verildiklerini, ancak hepsinden aklandıklarını gururla söylemiştir bana. Umarım öyle olmuştur…

Yanlış bilmiyorsam 2006 veya sonrasıydı. O sırada KOMAŞ Denetim Kurulu üyesi bulunan ve maiyetimde çalışarak Müfettiş olan arkadaşlarım Kemal Yorulmaz ve Yaşar Tosun’a, bu konuyu ilettim ve söz konusu paranın şirket hesaplarına intikal ettiğine dair muhasebe evrakından ve konuya ilişkin olarak almış olduğumuz Yönetim Kurulu kararından birer suret getirmelerini talep ettim. Ancak adı geçenler, yaptıkları incelemede böyle bir para kaydına ve Yönetim Kurulu kararına rastlayamadıklarını söylediler! Bunun sebebi nedir bilmiyorum ama aklıma gelen birkaç argümanı şu şekilde sıralayabilirim:

1) Arkadaşlarım bana yalan söylemişlerdir. Konuyu incelemedikleri halde “inceledik ancak bulamadık” deme durumunda kalmışlardır! Ya da inceleyip tespit ettikleri halde korkularından gerekli evrakı getirip bana teslim edememişlerdir.

2) Konuya ilişkin Yönetim Kurulu Kararı (ki; kararlar o sırada dosya kâğıdına yazıldıktan sonra Yönetim Kurulu Karar Defteri’ne yapıştırılıyordu) imha edildi ve benim olmadığım bir sırada alınan başka bir kararla değiştirildi. Arkasından da söz konusu para yukarıda bahsedilen kasa açıklarının kapatılmasında kullanıldı!

3) Ben hadiseyi yanlış hatırlıyorum(!) 2001 yılında bu konuda karar almadık, konuyu bir tutanakla tespit ederek parayı şirket hesaplarına girdikten sonra konuyu araştırmaları için Denetim Kurulu’na havale ettik ki; durum böyle bile olsa, her ikisi de kıdemli müfettiş olan Yaşar Tosun ve Kemal Yorulmaz’ın mutlaka muhasebe kayıtlarına ulaşmaları gerekirdi.

Bu üç seçenekten bana en yakın ve makul geleni ise her ikisi de yakın arkadaşım, üstelik aile dostlarımız olan Kemal Yorulmaz ve Yaşar Tosun’un, bana yalan söyleyip, beni geçiştirdikleridir.

İşte böyle Sayın Kemal Leylek; senin eksik bildiğin ve eksik bilgilerinle sağda solda ileri geri değerlendirme konusu yaptığın hadisenin aslı ve esası budur efendim. Bu hususta bunun aksine bir bilgi ve belge varsa hodri meydan. Ha, eğer yaşadığım onca sıkıntı, sizin dediğiniz gibi sırf bu yüzden ise başım, gözüm üstüne. Ben böyle bir sıkıntıyı, babalarının “Fazilet Madalyası” ve “Erdem Beratı” olarak çocuklarıma ve torunlarıma miras bırakır, öbür dünyada görülecek hesap gününde de Allah’a ibraz etmek için yanımda götürürüm. Tıpkı Muhteşem Süleyman’ın, Ebussuud Efendi’nin vermiş olduğu fetvaları yanında götürdüğü gibi!

Vakıf Gmbh’nin 112.000 EURO’luk kasa açığı mı? Duyduğuma göre kapatılmıştır! Bu konuyu ise en iyi bilen kişiler A.İhsan Sarımert ve R.G’dir. Üstelik R.G’nin, bu açığın nasıl kapatıldığı konusunda, KOMAŞ Genel Müdürlüğü’nden alınıp teşehhüt miktarı da olsa Vakıf müfettişliğine döndürüldüğü sırada şahsıma yapmış olduğu bir takım açıklamalar vardır! Bu konuda ilave veya farklı açıklamaları varsa buradan yazmaya hazır olduğumu bu iki şahsa önemle bildirmek isterim.

Her ikisi de İmam-Hatipli (A.İhsan Sarımert, aynı zamanda Medine Şeriat Fakültesi mezunudur) ve dini bütün insanlar olan bu iki zât-ı muhteremin, yalan söylemeyeceklerine inanıyorum. Daha doğrusu inanmak istiyorum…
_____________
1-http://sessizliginsesleri.blogspot.com/2012/10/diyanet-devleti-vergi-kaybna.html,
2-Tayyar Altıkulaç sonraki yıllarda kendisine sorulması üzerine bu hadiseyi şöyle anlatacaktır: “…Bir dönem bir sayın bakandan, ‘İstifa edin efendim’ sözünü işittim. ‘İstifa etmiyorum, siz hükümetsiniz, alın beni görevden’ diye karşılık verdim. Ama alamadılar. Bir Celal Paydaş olayı yaşadık biliyorsunuz. CHP vekili Paydaş’ın silahlı taarruzuna maruz kalmıştık. Efendim bir personel meselesi. Filan kişiyi şu göreve getir deniyor. Niteliği uymuyor, kusura bakmayın, bu göreve veremiyoruz, ama şu göreve verebiliriz diyoruz, o zaman adam silahını çekip sizi tehdit edebiliyor ve yapacaksın diyebiliyor. Silahını çektiği zaman, ‘Sana nerede olduğunu hatırlatıyorum, burası Diyanet İşleri Başkanlığı makamı’ dedim. O arada, yükselen sesler üzerine dairelerden arkadaşlar geldi, onların kapıdan içeri girmelerine izin vermedim. O bağırdı çağırdı, ben kırık plak gibi hep aynı cümlemi tekrarladım. Sonra çıkıp gitti…”(http://www.haber7.com/ic-politika/haber/874906-tayyar-altikulaca-silah-ceken-chpli-vekil)
3-http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi72267-Enver_Oreni_nasil_bilirdiniz_.html,
4-Yanlış bilmiyorsam adı geçen halen TOBB Başkanı da olan Türkiye’nin âkil adamlarından Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun maiyetinde çalışmaktadır.


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir