İmralı’nın dayatması olan “Âkil Adamlar” uygulaması nihayet hayata geçirildi. Vatana millete hayırlı olsun! Şimdi Türkiye’mizin yedi coğrafi bölgesi için ayrı ayrı tespit edilen ve sayıları 63’e ulaşan bu adamlar, bir araya gelecek ve 550 vekilin yıllardır çözemediği bir sorunu şıp diye çözüverecekler! Üstelik bu adamların hepsi fahrî, yani gönüllülük esasına göre görev yapacaklar. Madem öyle; yani bu iş hiçbir maliyeti olmadan kolayca çözülüyor, o zaman biz yaklaşık 30 yıldır neden bunca milletvekili besleyip durduk erenler? Neden bunca maliyetlere katlandık? Neden binlerce şehit verdik? Neden on binlerce gazimiz oldu bizim? Neden bütçemizi heba ettik durduk otuz yıldır?
Başbakan “Âkil Adamlar” grubunun görev tanımını şöyle yapmış salı günkü grup toplantısında: “Süreci takip etmek, sürece yönelik toplumsal desteği perçinleyecek, çözüm iradesini güçlendirecek, toplumsal algıyı olumlu istikamette geliştirecek, farklı kesimlerin görüşlerini değerlendirmek”(1).
Bu konuda internet ortamında birbirinden enteresan ve çarpıcı yorumlar var. Bu yorumlardan bana göre en güzel olanlarından birisi Sosyal Demokrasi Vakfı Kurucusu ve eski Başkanı olduğu söylenen Aydın Cıngı isimli kişiye ait bulunuyor. Atmış olduğu tweet’te Âkil Adamların görevlerini şöyle tanımlamış Aydın Bey: “Akil insanın işlevi, RTE’nin kararları doğrultusunda toplumsal tepki yumuşatıcılığı. Sosyal amortisörleri kutlayalım :)”.
Dün bahar temizliği için gittiğim bahçeden akşam eve döndüğümde gördüm Âkil adamlar listesini. Listedeki isimleri görünce hemen cennet mekân II. Abdülhamid Han geldi aklıma. Daha doğrusu onun, kendisine hal kararını tebliğ etmek için gelenlere söylediği o ünlü söz. Abdülhamid Han, 27 Nisan 1909 günü Meclis-i Umumi’nin “Hâl” kararını kendisine tebliğ etmek için gelen ve Yahudi Emanuel Karasu, Ermeni Aram Efendi, Arnavut Esat Toptani ve Gürcü asıllı Ahmet Hikmet Paşa’dan(ki; vaktiyle II. Abdülhamid’in sofrasında çöplenenlerdendir) oluşan mebuslar heyetini karşısında görünce heyet üyelerini acı dolu gözlerle süzdükten sonra şöyle demiştir:
“Bir Türk padişahına ve İslam halifesine ‘hal’ kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?”
Eyalet Sistemine Doğru
Başbakanın aklında Eyalet sisteminin olduğu artık ayan beyandır. Bunu nereden çıkartıyoruz? Elbette başbakanın (Âkil) adamlarından. Baksanıza, Türkiye’yi 7 ayrı eyalete bölmüş ve bu bölgelere göre adamlar bulmuş! Bir nevi Eyalet Meclisi ya da Federe Devlet yöneticileri oluşturmuş!
Geçenlerde bir TV programında dile getirdiği “Lazistan” ve “Kürdistan” eyaletleri söyleminden sonra doğrusu cuk oturmuş Âkil adamlarını bölgelerin hassasiyetleri dikkate alınarak seçilmesi! Ancak anlamadığım ve kafamın karıştığı bir nokta var. O da Kayserili Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun nasıl olup da Akdeniz bölgesini temsilen Âkil Adamlar grubuna alındığıdır. Gerçi başbakan için normal şeyler bunlar. Karabüklü Mehmet Ali Şahin’i Antalya’dan, Artvinli Faruk Çelik’i Şanlıurfa’dan vekil tayin eden başbakan için gerçekten de normal şeylerdir bunlar. Hocası Erbakan da öyleydi onun. Geçmişte Ağrılı Ahmet Tekdal’ı getirip Ankara’nın Keçiören’inden vekil seçtirmiştir bu millete.
Başbakanın aklından Eyalet sisteminin geçtiğinin ikinci karinesi de partili milletvekilleriyle bölge bölge toplantılar yapmasıdır. Mesela bugün (4 Nisan) partisinin Marmara Bölgesi milletvekilleriyle toplantı yapacak Tayip Bey. Geçtiğimiz günlerde de diğer bölge milletvekilleriyle toplantılar yaptığı gibi. Anlaşılan Başbakan ve müstakbel Türkiye Başkanı Tayyip Erdoğan, Eyalet parlamentolarını da şimdiden dizayn ediyor kendine göre!
Bu adamlar akıllı mı yoksa kıllı mı?
Geçenlerde, bu konuda şu yorumu paylaşmıştım okuyucularımla: “Âkil Adamlar grubunun içinde ‘AKILLI’ adamların olup olmadığını gerçekten de bilmiyorum. Ancak bu grubun içinde bazı ‘KILLI’ adamların olacağı muhtemel gözüküyor. Umarım bir kıllıkla karşılaşmaz Türkiye’miz”.
Doğrusu bu öngörümde hiç yanılmamışım. Zaman zaman, gelecekten haber veren, gaibi bilen Erenlerden ve Allah’ın velî kullarından olduğumu açıkça söylüyorum ama bugüne kadar hiç kimseyi inandırabilmiş değilim bu konuda! Nice kerametler ve olağanüstü haller göstermeme rağmen hiç kimseler itibar etmiyor her nedense bana. Kerameti kendinden menkul meczup insanları şeyh kabul edip, “Badelenme” adı altında adamın koynuna giren, ne bileyim ben şeyhinin cinsel organında keramet ve şifa vehmedip işi şeyhinin cinsel organını öpüp yalamaya adar vardıran insanlar, benim aklın ve bilimin mürşitliğinde yapmış olduğum öngörülere bir türlü itibar etmiyorlar nedense! Kim bilir belki de kabahat bende. Çünkü benim sakalım yok. Üstelik kel kafamda fesim-sarığım da yok! E böyle olunca beni görenler, haklı olarak “sende şeyhlik ne gezer” deyip burun kıvırıyorlar. Arkasından da badelenmek için ver elini Bursa!(2).
Oysa bizim “Akil Adamlar” grubunun içinde “KILLI” adamların olacağını tahmin etmemizden sadece iki gün sonra açıklanan listeden de anlaşılacağı üzere “Âkil Adamlar” grubunun içinde bir sürü kıllı adam yer alıyor! Hayrettin Karaman, Ahmet Taşgetiren, Murat Belge, Etyen Mahcupyan, Abdurrahman Dilipak, Baskın Oran ve Yılmaz Erdoğan. Hepsi de kıllı adamlar bunların. Elbette sakallı demek istiyorum!!!
Sözüm ona “Âkil Adam” olduklarına inanılarak listeye alınan adamlar hakkında birçok değerlendirme yapılabilir. Şöyle veya böyle oldukları söylenebilir ve söyleniyor da zaten. Ancak anlaşılıyor ki; listelerde yer alan isimlerin hemen tamamı, hükümete yakın olup, geçmişte Kürtlere haksızlık ve zulüm yapıldığını söyleyen, dolayısıyla onlara talep ettiklerinin verilmesini muhtelif ortamlarda ve şekillerde topluma deklare etmiş insanlardır. Bu insanların bir başka özelliği de Türk kavramından hazzetmeyen, Türk kavramının yeterince kapsayıcı ve toplayıcı olmadığını savunan adamlar olmalarıdır. İçlerinde eski Marksistler de var, dinciler de.
Âkil adamlar grubunun içinde İlahiyatçılar da bulunmaktadır. Anlaşılan geçmişte “Bu işin çözümünü ulemaya bırakalım” diyen Sayın Başbakan, günümüz ulemasının başını çeken Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ı ve İlahiyat kökenli gazeteci Ahmet Taşgetiren’i de almayı ihmal etmemiş listeye. O Ahmet Taşgetiren ki; vaktiyle Başbakanın vermiş olduğu talimatla Yeni Şafak’tan kovulmuş ve yazılarını, marketlerde ve benzin istasyonlarında bedava dağıtılan Bugün Gazetesi’nde yazmak zorunda bırakılmış bir adamdır. Başbakan, bu tercihiyle bir anlamda Ahmet Taşgetiren’e iade-i itibarda bulunmuştur. Hem de İç Anadolu’yu temsil eden ekibin başına getirerek yapmıştır bunu. İç Anadolulu bir yazar olarak, Ahmet Taşgetiren’e ve elbette diğerlerine olur vermediğimi ve onların sözlerine itibar etmeyeceğimi belirtmek isterim!
Öte yandan, genelde Bugün gazetesi gibi dağıtımı yapılan Star, Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde yazan bazı kalemşörler de var listede. Bundan birkaç zaman önce Star gazetesinin, tuvalet kâğıdının bile parayla satıldığı KİLER marketlerinde halka ücretsiz dağıtıldığına bizzat şahit olduğumu belirtmem gerekiyor. Diğerleri de ondan farklı değildir herhalde…
Orhan Abimiz “Berhudâr” olsun, vallahi o da var listede! Oldu olacak, Bülent Ersoy’u, Serdar Ortaç’ı ve Demet Akalın’ı da alsalardı çok daha güzel olurdu. Hiç olmazsa “O Ses Türkiye” programı zaman zaman Başbakanlıktan yayın yapardı. Bülent Ersoy mu? Vallahi listede bulunan 63 kişinin pek çoğundan çok daha akıllı, çok daha bilgili, çok daha hassasiyetleri yüksek olan bir insandır kendi. Şahsen hiç de yadırgamazdım kendisini.
Vay anasını sayın seyirciler; Türkiye Cumhuriyeti’nin istikbali, Türk Bayrağı’nın adının bile değiştirilmesini teklif etme densizliğinde bulunan Hilal Kaplan gibi sıradan insanların vereceği akılla şekillenecek he mi? Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmanlık konusunda ha Cemalettin Kaplan, ha Hilal Kaplan? Lütfen aradaki farkı söyler misiniz bana? Tek farkları cinsiyetleri olsa gerekir. Alın “On Kasımlarda resmi görevimiz icabı içimiz kan ağlayarak gidiyoruz törenlere” diyen Şükrü Karatepe’yi, vurun Şeyh Sait’in ailesinin damadı olan Yılmaz Erdoğan’a…
Son olarak, göstermiş olduğum onca keramete rağmen benim erenlere karıştığıma bir türlü inanmayan müstakbel müritlerime bir kerametimi daha önceden haber veriyorum; PKK’nın dayatmasıyla oluşturulan bu “Akil Adamlar” grubu var ya; pek yakında tasfiye edilecektir! Ben diyeyim üç hafta, siz deyin üç ay! Üç yıl mı? Hayır, kesinlikle hayır! O zaman bu iş beni keramet ehli velî olmaktan çıkarır ve sahte şeyh pozisyonuna, yani bir nevi şarlatan durumuna düşürür ki; benim kitabımda gerçekleşmeyecek absürt kerametlere asla yer yoktur. Türk Milleti ise bu tür saçmalıklara daha fazla tahammül edemez/etmemelidir.
Cemil Bayık ve Abdullah Gül’den Karşılıklı Restleşme
PKK terör örgütünün Kandil’deki elebaşlarından Cemil Bayık’ın “Geçmişte bu deneyimi yaşadık. Erdoğan diyor ki -bu bir hükümet meselesidir, Meclis meselesi değil. Onun için yasalarda değişiklik, yasal güvenceler gerekmiyor- Bu aslında sorunu çözmemede direnmedir. PKK yasal güvenceyi görmeden tek bir adım atmaz. Meclis’in karar alması, çağrıda bulunması gerekiyor. Akil insanlar grubu hükümet tarafından belirlenemez, tarafsız olmalarız gerekir…”(3) şeklinde Kandil’den çektiği reste, Cumhurbaşkanı Letonya’nın başkenti Riga’dan şu restle karşılık vermiş:
“Dağdaki insanlar silahı bırakıp normal hayata geçmezse, bu işler 3-5 sene sonra yeniden başlar ve çok kötü olur. Biz devlet olarak yılmayız, onlar açısından da çok acı olur…”(4).
İyi güzel de efendim, o zaman bu millet, ata nöbetleşe binen ağa ile hizmetkâr hikâyesine dönüşen bu olayda hizmetkârın sorduğu o meşhur soruyu sorarsa ne olacak? Yani “Madem öyle, bize bunca şeyi neden yaşattınız, devletimizi neden bu kadar rencide ettirdiniz” derse ne cevap vereceksiniz? Yoksa bu sorunun hiç sorulmayacağını ve bu ülkenin babanızın çiftliği veya fabrikası olduğunu mu düşünüyorsunuz siz?
…
Not: Yine böyle bir 4 Nisan günü karlı bir Ankara gününde ebediyete uğurladığımız Başbuğ Alparslan Türkeş’e Allah’tan sonsuz rahmetler diliyorum. Mekânı cennet olsun. Bu milletin tek umudu, onun bu mukaddes topraklara ektiği tohumdur. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır…
_______________
1-03.04.2013 tarihli Hürriyet, s, 17,
2- ,
3-03 Nisan 2013 tarihli Sözcü,“Meclis güvencesi olmadan çekilme için atım atmayız” başlıklı haber, s, 14.
4-03 Nisan 2013 tarihli Hürriyet, “Bu iş yeniden başlar” başlıklı ve Sedat Ergin imzalı haber, s,16.
Yazıları posta kutunda oku