“İzmir’in farklı bir dindarlık yapısı var. Bu dindarlığın irfan geleneğine ihtiyacı var. Öyle olduğu için tasavvuf profesörünün, irfan geleneğinden geçmiş birinin İzmir’e müftü olarak atanması tesadüf değil”(1).
Bu kinayeli, iğneleyici, ötekileştirici, itham edici, aşağılayıcı ve buram buram tefrika kokan sözler, bu ülkenin, sözüm ona toplumu birleştirmeyi ve kaynaştırmayı kendisine amaç edinmiş ve yasal görevi de esasen bu olan Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başında bulunan zata aittir. Yani soyadı ile müsemmâ, Görmezzâdelerin Mehmet Efendi’ye demek istiyoruz!
Allahınızı, dininizi ve kitabınızı severseniz eğri oturun doğru konuşun, daha doğru bir tabirle adam gibi dosdoğru oturun ve dostoğru cevap verin; bırakın profesör seviyesindeki bir adamı, bu sözler sıradan bir din adamına yakışan sözler midir? Bu nasıl bir Diyanet İşleri Başkanıdır ki; kedisini “Sahibinin Sesi” posizyonuna getirmiş ha bire borazancılık yapar durur. Çünkü, Görmezzâde Mehmet Efendi, kendisini bulunduğu makama getirenlerin, İzmir hakkında “Gâvur İzmir” nitelemesinde bulunduğunu bile bile söylemiştir bu sözleri. Asıl maksadı, o özlü sözün sahibine mesaj vermektir çünkü. Neticede bu ülkenin Diyanet İşleri Başkanı’dır kendileri. Hiç hikmetsiz söz eder mi sanıyorsunuz?
Mehmet Görmez İzmirlilere Gâvur mu dedi?!
“İrfan” kavramı hakkında şöyle deniyor: Bilme, anlama, kültür. Bilgi, zekâ ve deneyle oluşan zihin olgunluğu. Gerçeğe ulaştırıcı güçlü seziş varış, varışlılık(2). Çalışarak elde edilen ilimler ile anlaşılan, bilinen şeylerden başka bilgiler de vardır. Bunlar irfân ile anlaşılır. Âlimlerin sahip oldukları ilme mukabil, ârif denen Allah’ü teâlânın sevdiği kullarında da irfân denen bir hâssa (özellik) vardır. İrfan, tasavvufta fenâ mertebesiyle şereflenenlerde bulunur(3).
Diyanet İşleri Başkanlığı ise “İrfan” kavramını “Marifet” şeklinde anlamlandırdıktan sonra “Marifet” kavramını şu şekilde tarif etmektedir:
“Sözlükte, tanımak, bilmek anlamına gelen marifet, tasavvufta, Allah’ın zâtı ve sıfatları hakkında şüphe götürmeyecek bir bilgiye sahip olmak demektir. Marifetin kaynağı kalp, ruh, ilham ve keşiftir. İlmin kaynağı ise, akıl, duyu organları ve nakildir. Bu sebeple ilim ile marifet birbirinden farklıdır. İlim sahiplerine âlim, marifet sahibi olanlara da ârif denir. İlmin zıddı cehâlet, marifetin zıddı inkârdır.”(4).
Bu tanım ve tariflerden sonra Mehmet Görmez’in “İzmir’deki dindarlığın irfan geleneğine ihtiyacı vardır” şeklindeki tespitini, sanırım çok daha rahat anlayabiliriz artık. Yani Mehmet Görmez, üstü kapalı olarak diyor ki; İzmir’deki dini hayat, genelde aklın ve pozitif bilimin ışığında oluşmuştur, oysa Allah’ı zatı ve sıfatları ile tam olarak tanıyabilmek için marifete, yani irfana ihtiyaç vardır. Bu da ancak marifet sahibi, yani irfan sahibi, kalp ve gönül gözü açık adamların ilham ve keşifleriyle mümkün olabilir. O sebeple, İzmir’e Allah’ı, keşif ve ilhamla tanıyıp tarif etme yeteneğine sahip bir müftü atadık!
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın resmi tarifinde “İlmin zıddı cehâlet, marifetin zıddı inkârdır” denildiğine göre; Mehmet Görmez, İzmir’de irfan geleneğinden yoksun olarak oluşturulmuş dindarlık anlayışına sahip Müslümanlar için inkârcı, yani kâfir demek istemiş olabilir mi? Hâşâ, sümme hâşâ, evet böyle demek istemiştir demiyoruz! Ancak hazretin elbette maksadını aşan sözlerinden tam da bu anlam çıkmaktadır. Elbette yerseniz…
Çevir Kazı Yanmasın Aman Müslümanlar Uyanmasın!
Görmezzâde Mehmet Efendi’nin sözlerinin medyada yankılanması üzerine Diyanet yönetimin paçaları tutuşmuş olacak ki; hemen kâğıda kalem sarılarak resmi internet sitesine şöyle bir Basın Açıklaması kondurdu dün:
“Bugün bazı gazetelerde yer alan Diyanet İşleri Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Görmez’in İzmir ziyaretiyle ilgili haberler nedeniyle aşağıdaki açıklamanın yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Diyanet İşleri Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Görmez, İzmir’de din görevlileriyle bir araya geldiği bir toplantıda, şehrin, hizmet sürekliliği açısından genel bir değerlendirmesini yapmış, bu çerçevede Başkanlık hizmetlerinin sürdürülmesinde genellikle İzmir’in ihmal edildiğine işaret etmiş, bu hususta duyduğu mahcubiyeti dile getirmiştir.
Aynı çerçevede İslâm kültür geleneğinin en önemli kavramları arasında yer alan ‘irfan’ kavramına da atıfta bulunarak, İzmir gibi çok kültürlü, çok boyutlu ilgi, bilgi ve duyarlılık eksenlerine sahip müstesna bir şehirde bu çeşitliliği kuşatacak yegâne dilin irfani bir perspektif olacağını vurgulamıştır.
Bilindiği gibi her ilimiz, her bölgemiz kendi içinde özel bir dindarlık formuyla bezenmiştir ve bu durum sadece din mütehassıslarının değil sosyal bilimcilerin de sıklıkla gözlediği bir husustur. Bu çeşitlilik hiçbir zaman bir kusur ya da eksiklik olarak değerlendirilemez. Aksine bu özelliğiyle her ilimiz tıpkı İzmir gibi, yüce dinimiz İslam’ın farklı mecralarda hayata dâhil olan zenginleştirici özelliklerini yansıtmaktadır. Hal böyleyken bugün bazı medya organlarına yansıyan söz konusu haberin akıl ve iz’an ölçüleri içinde kabul edilebilmesi mümkün değildir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.”(5).
Görüldüğü gibi kel alaka nevinden bir açıklamadır Diyanet’in basın açıklaması ve kendi içinde çelişkilerle doludur. İzmir’i, hem çok farklı dinli (kültürlü) grupların yaşadıkları bir şehir olarak tarif etmekte, hem de bu şekildeki bir şehrin ahalisinin, ancak İslami bir kavram olan irfani bir perspektifle kuşatılıp, birlikte ve barış içinde yaşatılabileceğini söylemektedir. Peki; bu geleneğe karşı çıkanlar mı? Onlar zaten inkârcıların ve kâfirlerin ta kendileridir Diyanet’e göre! Çünkü Diyanet’in resmi web sitesinde “İrfanın (marifetin) zıddı inkârdır” deniliyor.
Açıkçası Diyanet yönetimi, şu zamanda bile Ziya Paşa’nın dediği gibi; herkesi kör, âlemi sersem sanmaya devam etmektedir. Oysa bilmiyorlar ki; en ummadıkları kişiler bile onların esrar-ı derunlarını hemencecik keşfediveriyor. Tıpkı medyanın dün yaptığı gibi…
Gâvur İzmir’e Tasavvufçu Müftü!
Dün gazetelere düşen ilgili haberi okuyunca ben de bu sabah not defterime (facebook sayfama) şu notu düşmüştüm:
“MHP’nin de katkısıyla DİB Teşkilat Kanunu’nda yapılan düzenlemelerle süper müsteşarlık, yani bir nevi şeyhülislamlık seviyesine yükseltilen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başına getirilen Mehmet Görmez, teşkilatta ne kadar ele gelir ülkücü ve Türk Milliyetçisi varsa tamamını ayıklamış ve teşkilatı tamamıyla tarikatların ve iktidar partisinin güdümündeki siyasetin emrine vermiş bulunmaktadır. Öte yandan Mehmet Görmez yönetimindeki Diyanet, tamamıyla, diğer devlet dairelerine geçmek için bir atlama taşı haline getirilmiştir. İmam-Hatip diye alınanların önemli bir kısmı, başka kamu kurumlarına yerleştirilmişlerdir.
Öte yandan; bırakın camilerde verilen vaaz ve okunan hutbeleri, Diyanet’in yayınlarında bile Türklük kavramı ve Atatürk silip atılmıştır. Derlemiş oldukları hadis kitabı, tamamen rezilâne bir eserdir. Arabizmin etkisinde ne kadar hadis uydurulmuşsa, bu kaynağa aktarılarak masum Müslümanlara ‘hadis’ diye yutturulmaya çalışılmıştır. Yine hazırlamış oldukları tefsir, tam bir komedi ve faciadır. İlk baskısında Muta Nikâhı’na bile izin veren, gelen tepkiler üzerine sonraki baskılarında bu konu çıkarılan tefsirde, özellikle kadın hakları konusunda tam bir gerileme ve çağ dışılık söz konusudur. Diyanet, halen kadının gerektiğinde dövülebileceğinde ısrarlıdır. Ayrıca pek çok yayınında, kızların 12 yaşında buluğa erdiğini ifade ederek bir anlamda sübyancılık teşvik edilmektedir.
Mehmet Görmez, İzmir’i İslamlaştırmak maksadıyla Sûfî geleneğine mensup bir adamı İzmir’e müftü tayin ettiklerini ifade etmiştir. Anlaşılan yeni Müftü, İzmir’in her yerini ‘TEKKE’ ve ‘ZAVİYE’ ile donatacaktır! Bu konudaki karargâhlardan birisinin, İzmir’de bulunan ve Fethullah Hoca’nın da ilk olarak sesini duyurduğu Nûr Cemaati’nin etkisindeki ‘KESTANE PAZARI KUR’AN KURSU’ olacağından hiç bir kuşkumuz yoktur. Anlaşılan, Görmezzâde Mehmet Efendi Tarikatı’na mensup sûfîler, bundan sonra Kestane Pazarı’nda üstleneceklerdir.
Dolayısıyla; tarafsızlığını büyük ölçüde yitiren böyle bir adamın teşkilatın başında kaldığı her geçen gün, milli birlik ve beraberliğimiz açısından tehlikedir, bu milletin ve devletin zararınadır. Mehmet Görmez, Sayın Başbakan gibi dobra davranıp “GÂVUR İZMİR” diyemediği için, “İZMİRİN FARKLI BİR DİNDARLIK ANLAYIŞI VAR” demiştir. Aslında, düşüncesi Başbakanın düşüncesi ile aynıdır ve o düşünceye katıldığının açık belgesidir. Onlara göre; 2014 yılında İzmir Belediyesi AKP’nin eline geçerse; ‘Gâvur İzmir’ Müslümanlaşmış olacaktır.
MHP ve CHP bu şımarık ve sahibinin sesi durumuna gelmiş bu adamın Diyanet’ten uzaklaşması için ne gerekiyorsa onu yapmak zorundadırlar. Bu onların boyunlarının borcudur ve aksi onların boyunlarına yüklenecek vebaldir.”
Ben de İrfan Sahibi Sayılır mıyım Hocam!
Allah şahidimdir ki; yukarıdaki yorumda bulunan “Mehmet Görmez, İzmir’i İslamlaştırmak maksadıyla Sûfî geleneğine mensup bir adamı İzmir’e müftü tayin ettiklerini ifade etmiştir. Anlaşılan yeni Müftü, İzmir’in her yerini ‘TEKKE’ ve ‘ZAVİYE’ ile donatacaktır! Bu konudaki karargâhlardan birisinin, İzmir’de bulunan ve Fethullah Hoca’nın da ilk olarak sesini duyurduğu Nûr Cemaati’nin etkisindeki ‘KESTANE PAZARI KUR’AN KURSU’ olacağından hiç bir kuşkumuz yoktur. Anlaşılan, Görmezzâde Mehmet Efendi Tarikatı’na mensup sûfîler, bundan sonra Kestane Pazarı’nda üstleneceklerdir.” şeklindeki cümleleri yazdığım sırada İzmir Müftüsü olarak atanan Ramazan Muslu hakkındaki haberi okumamıştım. Meğer tahminimde hiç yanılmamışım!
Çünkü “İrfan” geleneğine mensup bir din adamı olduğu için ve İzmir’in dindarlık anlayışını değiştirmek amacıyla İzmir’e müftü olarak atanan Ramazan Muslu, İzmir’de nurcuların hâkimiyet alanları içinde olan ve yanılmıyorsam adı geçen cemaat tarafından “Akademi” olarak isimlendirilen Kestane Pazarı Kur’an Kursu’nun yetiştirmesi bir kişiymiş. Gördüğünüz gibi, ben de kendi çapımda “İrfan ve marifet” sahibi bir âdem sayılırım! Ki; anlayacağınız gibi ilk “Keramet”imi bu sabah göstermiş bulunmaktayım. Çünkü Ramazan Muslu hakkında verilen haber şöyledir:
“Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, ‘İzmir dindarlığının, irfana ihtiyacı var’sözü tartışma yaratırken,‘ İzmir’in dini ve manevi hayatını yeniden ayağa kaldıracak, ehil bir müftü atadık’ dediği Prof. Ramazan Muslu da, ‘Kestane Pazarı mezunu’ çıktı. Muğla Fethiye’li olan yeni İzmir müftüsü Muslu, 1978-1980 yılları arasında İzmir, Kestane Pazarında Arapça ve Temel İslami İlimler okudu. Kestane Pazarı, Fethullah Gülen’in hayatında da önemli bir yer tutuyor. Gülen 1966’da, İzmir merkez vaizliği görevinde bulunmuş, Kestane Pazarı Camiinde verdiği vaazların yanı sıra, Kestane Pazarı Kur’an Kursunda idarecilik yapmıştı.”(6).
Kur’an Kursları Tarikat ve Cemaatlerin Etkisindedir!
Şimdi bazı okuyucularımın aklına, “Devletin resmi Kur’an Kursları neden cemaat ve tarikatların etkisinde olsun ki” şeklinde bir düşünce gelebilir. Ancak kazın ayağı hiç de öyle değildir. Çünkü bazı tarikat ve cemaatler için Kur’an Kursları, tam anlamıyla ekmek kapısı, geçim kaynağı ve kendi öğretilerini yayma alanlarıdır. Ancak kendilerine sorarsanız, onlar buraların kendileri açısından birer “Hizmet Kapısı” olduğunu söyleyeceklerdir. Örneğin, bildiğim kadarıyla İzmir’deki Kestane Pazarı Kur’an Kursu ve Akhisar Merkez Kur’an Kursu, Nûr Cemaati’nin etki alanı içindedir. Bu Kur’an Kurslarında Diyanet’ten ve dolayısıyla devletten çok bu cemaatin hükmü geçer. Yaz aylarında bu kurslar, tıpkı birer gençlik kampı gibi fonksiyon icra ederler. İmam-Hatip ve Kur’an Kursu öğrencileri, yaz aylarında buralarda eğitime tabi tutulurlar
Bunların yanında Türkiye’de pek çok ünlü Kur’an Kursu da, bir takım tarikatların ve etkin ailelerin yönetimindedirler. Örneğin İstanbul’daki Sultanbeyli, Abdüsselam, Ihlamur, Tûbâ ve İsmail Ağa Kur’an Kursları da belli aile ve cemaatlerin etkisi altına girmişlerdir. Diyanet, bu aile ve gruplardan habersiz çivi bile çakamaz bu kurslarda ve onların onayı alınmadan buralara tayin ve atama yapamaz, onlar istemedikçe bu kurslardaki görevlilerini başka yerlere nakledemez.
Yukarıda dedik ki; Nûr Cemaati “Kestane Pazarı Kur’an Kursu için Akademi der”. Yeni İzmir Müftüsü’nün vaktiyle 1978-80 arasında orada Arapça ve Temel İslami İlimler okuduğuna göre, burası için kullanılan “Akademi” tabiri hiç de yanlış değildir! Ne diyelim; akademili müftünüz hayırlı olsun İzmirliler. Sizin akıl ve bilimin ışığında oluşturduğunuz dindarlık anlayışınız, korkarım ki; pek yakında keşif ve ilhama dayanan irfan geleneğinin etkisine girecek ve yeniden şekillenecektir. Umarım bu değişim, sizin içinizde bulunan Hasan Tahsin ruhunu öldürmez, tersine daha da güçlendirir…
____________
1-http://yenisafak.com.tr/aktuel-haber/gormez-izmirin-farkli-bir-dindarligi-var-25.03.2013-503474,
2-http://irfan.nedir.com/#ixzz2OjoSP5xo,
3-http://sozluk.ihya.org/dini-terimler/irfan.html,
4-http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/DiniBilgilerDetay.aspx?ID=1977,
5- ,
6- ;
Yazıları posta kutunda oku