BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Abdullah Öcalan’ın Nevruz mesajını “Geri dönüşü olmayan bir çağrı olarak” niteliyor, “Kürt sorunundan kaynaklanan silahlı mücadelenin yüzde 99’u bitti.Yüzde 1’i hükümete kaldı”diyor.
Başbakan Erdoğan, 2010’da Mavi Marmara saldırısının ardından İsrail hükümetinden derhal özür dilemesini, ölenlerin yakınlarına tazminat vermesini ve Gazze’ye yönelik yürütülen ambargonun da hemen sona erdirilmesini istemiştir; 3 yıl sonra beklenen özür geliyor; Başbakan Netenyahu telefonda “ıtznatlut-özür dileriz”diyor!
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Foreign Policy dergisine “Son on yılda Orta Doğu dramatik bir şekilde değişti, ancak hükümetimizin dış politika felsefesi aynı kaldı. Bilhassa “komşularla sıfır problem” prensibimiz hala yaşıyor ve iyi gidiyor. Ayrıca bölgemizin yüz yüze olduğu sorunları çözmeye her zamankinden daha yakınız “diye yazıyor.
*
Oopps! Bunlar neyi gösteriyor? Kim,neden,nasıl, ne oluyor, çözüm yakın mı-uzak mı?
Bu soruların yanıtlanması için neoliberal- islamcı AKP’nin Türkiye’nin bağımsızlıkçı, antiemperyalist ve çağdaş karakterini yansıtan “Yurtta barış, Cihanda Barış” ilkeli dış politikasından işbirlikçi, yayılmacı ve İslam’dan demokrasi çıkarma işgüzarlığına dönüştürdüğü “Komşularla sıfır problem” prensipli dış politikasının -şu, kısa serencamını anlamak gerekiyor.
*
ABD merkezinde İsrail’in bulunduğu ve etrafında çıkarlarına uyumlu ülkeler oluşturmaktadır.
Teminen Türkiye’de Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen ile başlattığı değişimi Arap Baharı ile İslam ülkelerine yaymış bulunuyor.
İsrail’in korkulu rüyası, yıllardır yasaklı dini arayışları öne çıkaran partileşmeye inanan siyasetçi ve yöneticilerin İslami Cihad’çı sivil toplum örgütleri, orduları ve polis güçlerinin desteği ile rejimlere egemen olmuş -şimdi, ülkelerini liberalizme dönüştürmeye çalışıyorlar.
Aslında demokratikleştiklerini zannederlerken ekonomi,kalkınma, teknoloji ihtiyaçları ve standartlarının yükselmesi dinamiğinde küresel piyasaların kayıtsız kontrolüne giriyorlar!
*
AKP iktidarı bu değişim sürecinde rejimlerini devralmış islami örgütlerin ve bilhassa İran ve eksenindeki ülkelerin İsrail’e karşı tahrik edici,İslami Cihad söylemlerinin paratoneri olmuştur.
Onların yükselttiği gerilimi düşürmek üzere o söylemleri kendisi arttırmak kaydıyda yükümlendiği bir siyaseti izlemiştir -ki, giderek neredeyse sahiye yakın Türkiye ile İsrail’i birbirinden kopma noktasında olduğunun görüntüsü başarıyla verilmiştir.
*
Şimdi geride hedef ülke İran bulunuyor!
*
Ve bu tablonun önünde Tel Aviv’de, Başkan Barack Obama’nın “İran’ın fiilen nükleer silah geliştirmesi için bir yıldan biraz fazla ya da yaklaşık o kadar zamana ihtiyaç var. İran’ın nükleer başlık geliştirmesine ramak kalacak bir duruma ABD izin vermeyecektir ” açıklamasına,
Cumhurbaşkanı Simon Peres, “Hür dünya, Suriye Devlet Başkanı kendi halkına ve çocuklarına karşı katliam yaptığı zaman bekleyemez. Arap Birliği’nin öncülüğünde bir askeri müdahale gerekli ” önerisiyle yanıt veriyor.
*
Bir sonraki görüşmede Obama “İran konusunda bir yandan uzlaşma görüşmeleri öte yanda yaptırımlarla diplomasi kaynakları sonuna kadar zorlanıyor” diyor.
Başbakan Netenyahu ” Başkan’ın nükleer İran’ı engellemek konusunda bizim kadar kararlı olduğuna ikna oldum. İran’ı barışçıl yollarla durdurmak için diplomasi ve yaptırımların, açık ve ciddi bir askeri tehditle arttırılması gerekiyor” derken,Cumhurbaşkanı Peres’i destekliyor.
*
İran’ı barışçıl yollarla durdurmak için diplomasi ve yaptırımların açık ve ciddi bir askeri tehditle arttırılması; NATO’nun bölgeye fiziken gelmesi demektir -teminen, önemli senaryolar ya da hamleler geliştiriliyor.
Mesela -bir senaryoya göre, BM Güvenlik Konseyinde Rusya ve Çin’in vetosunun aşılarak NATO’nun Suriye’ye davet edilmesi -dolayısıyla, İran’ın yanıbaşına gelmesinin önü açılmaya çalışılıyor.
Bunun için ABD rejim, rejim muhalifleri, kürtler ve radikal islami örgütler olmak üzere dört tarafın birbiriyle çatışacağını bilmesine rağmen -güya, Suriye siyasetinde olması istenmeyen radikal islami grupların tasfiye edilmesi için rejim muhaliflerini silahlandırılmayı öngörüyor!
Suriye’de kanlı çatışmalara yol verilirken, çözüm için önce Arap Birliği geçici hükümete temsil hakkı verecektir -sonra, BM’de Suriye masası geçici hükümete tahsis edilecek ve NATO; Suriye’ye davet edilecektir…
*
Diğer bir senaryo, Abdullah Öcalan’ın Nevruz kutlamalarında işaret ettiği Ortadoğu Konfederal Sistemidir.
Bu İran’dan, Irak’ın güneyi boyunca ve bazı Körfez ülkeleri ve Suriye ile Lübnan’ın Alevi bölgelerinden Akdeniz’e ulaşan Şii koridoruna karşılık İran’ın batısından, Irak’ın kuzeyine ve Suriye’nin kuzeyinden doğusuna ve Akdeniz’e ulaşan Sünni koridorun kurulmasıdır.
Bu koridorun kuzeyinde boydan-boya Türkiye bulunuyor -bu suretle, Türkiye Irak Kürdistan bölgesini ikinci yavru vatan yapmak, buna Suriye Kürdistan’ını eklemek ve paralelinde PKK terör örgütünü dağdan indirip silahsızlandırmak ve siyaset zeminine çekmeye çalışıyor.
Ya da NATO üyesi Türkiye İran’a açıkça cephe alıyor!
*
Üçüncü senaryo da gecikmiyor -işte, 2010’da Mavi Marmara saldırısının ardından İsrail hükümetinden beklenen özür geliyor.
İsrail ve Türkiye ilişkilerinde yol açılıyor, Türkiye’nin bundan böyle ikircikli bir siyaset yapmasının sonuna gelinmiştir; Türkiye Şii koridoruna karşı Sünni koridorun organizatörüdür, NATO üyesi Türkiye bütünüyle sahnede yerini alıyor!
*
AKP hükümeti “Kürtçü Ayrışmayı” bir kurum olarak 2008- 2011’de resmi bir heyeti,”Barış ve Kardeşlik Projesi” çerçevesinde belli aralıklarla İmralı’da Öcalan ile devamında örgütle Oslo’da müzakereler yaptığında kabul etmişti.
Öcalan’ın -işte,Demokratik Ulus İlkesi, Ortak Vatan, Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Anayasa, Demokratik Çözüm, Bireysel ve Kollektif Hakların Ayrılmazlığı, İdeolojik Bağımsızlık ve Özgürlük, Tarihsellik ve Şimdilik İlkesi, Ahlak ve Vicdan, Demokrasilerin Öz Savunması ilkelerini müzakere etmişler,
Çözüm planı olarak ta bugüne yansıyan ve Nevruz kutlamalarında ilan edilen PKK’nın çatışmazlık ortamını kalıcı olarak ilan etmesi sonrasında açıklanacak TBMM onayından geçen Hakîkat ve Uzlaşma Komisyonu’nun teşkili ve Demokratikleşme’nin anayasa ve yasalara işlenmesi tartışılmıştı.
Şimdi burada dikkat kesilmek gerekiyor…
*
Siyonizm; toplumsal felsefesinde Arzı Mev’udu ya da vadedilmiş toprakları, bireysel felsefesinde de bireyin özgürleserek manevileşmesini ve o vadedilmis topraklarda ya da Tanri Krallıgında ebedi olmayi kurguluyor.
Abdullah Öcalan Kürtlerin Sami Kavminin kurduğu Suriye ve Mezopotamya’ da yayılmış MÖ 3. asır Akad Devleti’ne dayandığı iddiasındadır.
Tarihin o dönemlerine atıf yapan ve o topraklardan süzülerek, zenginleserek, güçlenerek gelen Siyonizm’in o vadedilmis topraklardan Türkleri ve Arapları atacağı, sadece Yahudi ırkının ayak islerini yapacak Kürtler ya da Yudaik- Kürdo müstemlekesinin olusacağına inanıyor.
Öyle ki kabalistik olarak mese ağacı ormanın tüm agaçlarını koruyan bir görevdedir -bugün, Kabala’nın toplumsal ögretisinin sembolü Meşe ağacı TBMM’ de BDP’nin resmi sembolüdür!
*
Bu yüzden daha müzakerelerin ilk başladığı o günlerde Abdullah Öcalan “Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt Sorununun nasıl çözüleceği,onca yıllık terörün derin tahribatının nasıl aşılacağı,Türklerin Kürtlerle, Kürtlerin Türklerle nasıl ortak yaşayacağı ve yeni Ortadoğu’nun nasıl kurulacağının”şifresini vermekte ve “Beyaz Türkler”e işaret etmektedir.
*
Bir ahid dini Yahudilikte, Tanrı’nın seçilmiş ve belli bir toprakla kimliklenmiş Yahudi kulu, yaşamı boyunca bu onurla, seçilmişliği ve toprak kimliğinde misyonunun ahdi içindedir.
Anadolu çok eskilerden bu yana önemli bir Yahudi diasporasıdır,kimi yahudi kimi müslüman olmuşlarla Anadolu kültürü, sosyal yapısı, gelenekleri derinden etkilenmiş bulunuyor.
1920’ler Türkiye’sinde sermaye egemeni Rum ve Ermenileri tasfiye edip öne çıkıyorlar, kendilerine Yahudi Türk ya da Beyaz Türk diyorlar.
Kulüpleri,cemiyetleri ve lobileri üzerinden küreselleşme ile birlikte Türkiye Yahudiliği; Ah’dini, asli merkezinden genişleterek , uluslararası devasa gücüyle Türkiye’yi belirliyor; gelişmelerin hemen tümünde izlerine rastlanıyor.
*
İşte şimdi, hiçbir resmi belgede Türk vatandaşlığının sosyolojik tanımlanmasına, devletin herhangi bir üst kimlik tasarlama girişimine tahammül edilmiyor -üstelik, Türklük bilincinin yokedimi eğitim müfredatıyla da destekleniyor.
Bu doğrultuda hükümetin Kürt sorununun barışcıl çözümü girişiminin desteklenmesini ve yeni anayasanın eşit yurttaşlık garantisi ile genel seçimler öncesinde çıkarılması isteniyor…
24.3.2013
Bir yanıt yazın