ELDE VAR EROĞLU
HÜSEYİN MÜMTAZ
Rauf Bey, Kıbrıs’ın 60’lı yıllarını anlattığı kitabına “12’YE BEŞ KALA” adını uygun görmüştü.
40 yıl sonra, zamanın hiç olmazsa orada durmuş olmasını dileyerek olsa gerek başlığa bir “YENİDEN” ekleme ihtiyacı hissederek yinelenen endişelerini anlattığı kitabına da “YENİDEN 12’YE BEŞ KALA” başlığını uygun görmüştü.
Halbuki zaman ne yazık ki akıp gidiyor ve saatin akreple yelkovanı amansız bir inatla ilerliyor..
Elimde dededen kalma iki köstekli saat var.. Biri 1571 modeli, diğeri 1877..
İkisi de şu anda “KIBRIS’I ÇEYREK GEÇİYOR”.
Zaman döndürülemiyor..
Saat şimdi ne yazık ki Kıbrıs’ı çeyrek geçiyor ama bence yine de geç değil. “Buçuk” olmadı daha, “1’e 20” falan kalmadı.
Ama saatin çanının çalmaya hazırlandığı tıkırtılar derinden gelmeye başladı.
Evet, Kıbrıs’ta “şimdilik” sadece Lefkoşa’da ve sadece Pazar sabahları derinden duyulan çanlar artık Girne’de de çalma hazırlığı içinde..
Kimin için çalıyor o çanlar acaba?
Derinden 2004 Annan Planı gibi bir sürecin ayak sesleri geliyor.
Rum tarafındaki başkanlık seçimi için “nedense” ara verilen görüş(türül)meler yeniden hız kazanıyor.
Peki Türk tarafının seçimi yok mu?
Hem Kıbrıs’ta, hem Türkiye’de var.
Önümüzdeki iki yıl içinde Türkiye’de muhtemel bir referandum, yerel ve genel seçimler ile Başkanlık seçimi…
Kıbrıs’ta da yine yerel, genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri olacak.
Neden “karşı taraf” da bu sürece yeterince saygı gösterip! görüş(türül)meleri iki yıl askıya almıyor?
İki kritik soru var.
1.”Ankara”, can alıcı bir “açılım süreci” tünelinden geçerken bir de Kıbrıs’ta çeşitli taraflara çekilebilecek bir “açılımı” kamuoyuna hazmettirebilir mi? Yoksa “Kıbrıs açılımını”, ilki sonuçlanana kadar erteler mi?
Yukarıda sıraladığımız dört seçim süresince Kıbrıs’ta dik durması “Ankara”nın içerideki oylarını arttırır mı?
Bir de yaşamakta olduğumuz zaman tüneli var. Güneyde Anastasiadis kazandı, kuzeyde Küçük zor da olsa; haricî “sistem ve politika mühendisleri”nin yoğun çabaları sonucu “kazan(dırıl)dı”.
Güneydeki, zaten 2004’de plana “evet” demişti.
Kuzeydekinin ise haricî “sistem ve politika mühendisleri”nin istekleri doğrultusunda yapamayacağı şey yok.
Küçük Hükümeti zamanı, ileride tam bir sosyal-siyasi-ekonomik çöküş, kaos ortamı olarak anılacaktır.
Bu ortama, halkın durumdan bıkması için özellikle sürüklenildiği düşüncesi gün geçtikçe daha fazla taraftar bulmaktadır.
Halk bilinçli olarak bık(tırıl)maktadır ki muhtemel bir referandumda önüne uzatılacak bir sandığa bu sefer % 90 oranında “Yes be annem” oyu atsın.
2.Eroğlu faktörü..
Eroğlu’nun iki seneden fazla zamanı vardır. Vardır ama yerine göz dikenlerin sayısı şimdiden bir elin parmaklarına ulaşmıştır.
Selefi Talât, Talât’tan miras bırakılan eski tam yetkili görüşmecisi Özersay, eski bakanı ve şimdiki başbakanı Küçük, vs…
Eroğlu’nun beraber yola çıktığı yahut elinden tutup siyaset sahnesine soktuğu “eski” dava arkadaşları konusunda pek şanslı olduğu söylenemez.
Mehmet Bayram, Tahsin Ertuğrul, Turgay Avcı, İrsen Küçük….
Bayram sessiz sedasız köşesine çekilmiş, polemiklere hiç karışmamış ama Küçük, Ertuğruloğlu ve Avcı tam “karşısına” geçmişlerdir.
Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlık mirası için Küçük’ün yanısıra Ertuğruloğlu ve Avcı’nın da adlarının geçiyor olmasına rağmen Ertuğruloğlu ve Avcı’nın asıl Başbakanlık mirası için hazırlan(dırıl)dıkları da oldukça yaygın bir kanaattir.
Farkında mısınız Meclis’ten hiç bahsetmedik.
Meclis yok hükmündedir. Vardır ama “yok”tur.
Nisap sağlanamamasını filan bir kenara bırakın, işin ciddiyeti kalmamıştır. Vekiller ve bakanlar için meclis çalışmaları değil, “kartvizit” ve meclis dışındaki faaliyetleri daha önemlidir.
Hükümetin ise “meclis denetimi, gözetimi” olmadan iş görmek daha kolayına, işine gelmektedir.
Lefkoşa’da siyaset çökmüştür.
Sosyal hayat, ekonomi çökmüştür.
Ülkenin zaten sınırları yoktur, “ateş kes hattı” vardır.
O da kuzeyden ve güneyden girenin çıkanın belli olmadığı “mevhum-sanal bir hat” mesabesindedir.
Şehirler ve kırsal alanda başka bazı bölgelerde “belli saatlerden sonra girilemeyen” sanal sınırlar çizilmiş, gettolar teşekkül etmiştir.
Düzen, kanun, nizam….vardır da uygulayan yoktur.
Ciddiyet yoktur.
Dönüyoruz uluslararası toplum tarafından oluşturulan Anastasiadis-Küçük’lü yeni sürece…
Anastasiadis karşı tarafın “yes be annem”cisidir de Küçük hangi noktadadır?
2004’de kuzeyin “tek” hayır-cısı UBP idi.
UBP’nin ve Genel Başkan Eroğlu’nun “HAYIR”ı “hayırlı” olmuştu o zaman.
Şimdi?
Cumhurbaşkanı Eroğlu ile Başbakan Küçük’ün artık karşı kamplarda olduğunu İngiltere’deki yaşlı kraliçe bile bilmektedir.
UBP’nin geçen yılın Ekim’inden bu yana devam eden maceralı kurultay süreci Küçük-Eroğlu mücadelesi şeklinde geçmiştir.
Eroğlu zorla ve binbir çabayla binde bilmem kaç küsuratla kaybet(tiril)miştir.
Peki 2004’ün “hayır”cısı UBP şimdi “yes be annem” noktasında mıdır?
Korkarım ki “evet”..
Çünkü Küçük, “uluslararası toplum ve siyaset mühendisleri”nce oluşturulan Anastasiadis’li sürecin sadece bir figüranıdır.
Gidilecek köyün kilise-çan kuleleri görünmeye başlamıştır.
2004 Annan Planının Rumlar lehine iyileştirilen; Türklere daha az toprak, daha az hükümranlık, şahsiyet, kişilik vaadeden…
Türkleri bir “azınlık” statüsüne indiren, boşlukların yabancılar tarafından doldurulacağı yeni bir (meselâ) Ban ki Moon Planı ge(tiri)lecektir önümüze.
Devlet’ten vaz geç denilecektir.
Ve kuzeydeki figüranlar toplumu (2004’ün UBP’si dahil) “yes” demeye ikna edeceklerdir.
Küçük bunun için seç(tir)ilmiştir.
Anastasiadis’in yakın çevresinden; “toplumlararası görüşmelere” seçilmiş başkan olarak katılmayacağı, “görüşmeci” atayacağı fısıltıları yayılmaktadır.
“Oyun” buradadır.
Eroğlu’nun, “KKTC Cumhurbaşkanı” olarak statüsü kendi eşiti olmayan bir Rum görüşmecinin karşısına oturmayacağı bellidir.
Zaten istenilen de acaba o mudur?
Anastasiadis’in görevlendireceği bir Rum görüşmeci ile Küçük’ün görevlendireceği bir Türk görüşmeci mi yürütecektir artık “müzakereler”i?
Sonra?
Yandı gülüm keten helva.
Yeni bir referandumda; Rauf Bey’in sağlığında bile 2004’de “partililerini serbest bırakan” Serdar’dan da bir şey beklenilmemelidir.
Sonuçta vaz geçilecek olan KKTC’dir.
Halbuki “bir tek” Eroğlu “Biz bu devleti şaka olsun diye kurmadık” demektedir.
Şimdiye kadar da bu düşüncesinden taviz verdiğini duymadık, görmedik..
Milli endişeleri olan STK’ların şu sıralar “mektup” gönderdiği “adres” de Eroğlu’dur.
Demek oluyor ki öyleyse bir tek “SON KALE” Eroğlu kalıyor elimizde..
Öyle mi?
Nereden bakarsanız bakın dededen kalma 1571 ve 1877 modeli o iki köstekli saat KIBRIS’I ÇEYREK geçiyor..
Şimdilik. 18 Mart 2013
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ