Türk Devleti halk ve ulus özdeşliğinde – o nedenle, aklın ve bilimin düşünsel türevi lâik esasla uygarlığa yükselmek,o çizgide -istendiği takdirde, hamd etmek inanç ve kararlılığında kuruludur.
Bugün halk ve ulus özdeşliği sorunludur -bu temelde, devlet gücü yerine hak ve özgürlükleri sınırlayan, yargı birliğini ve bağımsızlığını örseleyen, özgürlükçü demokrasiyi yok-eden ve topluma güvensizlik ruhunu aşılayan 1982 Anayasası’nın değiştirilmesine çalışılıyor.
*
Yeni Anayasa’nın belirlenmesi odağında bu kez -bir yanda, İslamcı iktidar – öte yanda, Kürtçü hareket bulunuyor.
Anayasa’da İslamcı vizyonun ve Kürt kimliğine tanınacak statünün Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkilâp ve ilkeleri doğrultusunda belirlenen Türk vatanı, Türk milletinin varlığı ve Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünden hangi kesintilere gidileceği ulusal kaygıyı oluşturuyor.
*
İslamcı iktidar hiçbir resmi belgede Türk vatandaşlığının sosyolojik tanımlanmasına, devletin herhangi bir üst kimlik tasarlama girişimine taraf değildir.
Bu yönü ile Kürt sorununun barışcıl çözümü girişiminin desteklenmesini ve yeni anayasanın eşit yurttaşlık garantisi ile son genel seçimlerden önce tüm siyasi partilerin söz verdiği şekilde bir daha ki genel seçimler öncesinde çıkarılmasını istiyor.
Politikasını ulusal kaygıyı uyandırmamak adına Türk Devletinin ve Kürtlerin idealist taahhütlerini sıradanlaştırmak üzerine kuruyor
– güya,reel politiği ile idealist taahhütler arasında ahenk kuruyor…
*
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “Çözüm sürecinin başladığı gibi olumlu seyretmesi halinde 21 Mart’tan önce Öcalan’ın silahların susması gerekiyor şeklinde duyuru yapılacağını ümit ediyorum” diyor!
Eh! İşte o ahengin kurulmasında 17-21 Mart arasında Kürtçü Hareketin “Öcalan’a Özgürlük,Kürtlere Statü” başlığında Nevruz kutlamalarına hazırlığı ile sürecek sorunlu periyod geliyor…
*
İktidar “Öcalan’a Özgürlük” şartı çözümden vazgeçmek ya da “Kürtlere Statü” iktidarı paylaşmak anlamına mı geliyor diye karartma yapıyor!
Çünkü İslamcı hem tabanına -hem Kürt Hareketine – hem de,Türk Devletinin idealist taahhütlerine ahenk çekmek mecburiyetiyle kuşatılmıştır; çözüm sürecini biteviye silahların bırakılması, sınır dışına çıkma ve içeride siyaset yapma yolunun demokratik sivil bir anayasa ile açılması mertebesinde göstermekten başka çaresi bulunmuyor.
Bir yandan da takiyyeciliği ile ulus devleti, başka burjuvazilerle rekabet içinde bulunabilmek için sınıfsal ve etnik farklılıkları silerek birlik ve beraberlik sağlayan -o sırada feodal dönemden kalan azınlıkları da asimile eden ve milleti tek kimlikli sayan bir devlet mekanizması sayıyor, ulusun bütünlüğünü oluşturan unsurları un-ufak ederken,ulusal kaygıyı azdırıyor.
*
Kürtçüler aman vermez bir özgürlük mücadelesi sonucunda -nihayet, Türk Devletini çözüm sürecine zorladıkları inancını tabanlarına yansıtmak ve alacakları destekle toplumcu siyaset ve ekonomiye dayalı Kürt ve Kürdistan Sorunu çözümlerinde ellerini güçlendirmenin hedefindedir.
Türk ulusunda oluşabilecek kaygının devletin dökülmekte olan politik kültürü ve mantığının yeniden ikame edilmesi amacına bağlı bir rivayet olduğu, sadece politik değil tarihsel-kültürel ve kurgusal devlet aklı açısından da sorunlu olduğundan yana düşünüyorlar.
“Hangi millet kaygılanıyormuş ? Millet sınıflara, hatta bireylerine dek bölünmemiş midir? Tek bir millet söz konusu ise -şimdi,bu millet sorunu nasıl tekçi cumhuriyetin kaderine bir hançer gibi saplanıyor?” diyorlar!
*
Halbuki Alman düşünürü Johann Fichte, 1792’de Bütün Vahiyleri Eleştirme Denemesi eserinde “özgürlük” anlayışını açıklamıştır.
“İrade” ya da “ben”in kendi kendisini belirleyen faaliyet olarak özgür ve temel bir gerçeklik olduğunu, bunun dışında her şeyin pasif bir varoluşu ya da kendi kendisini belirleyen tinsel bir faaliyeti gösterdiğini yazıyor.
“İrade; yaşam ve ak’lın, bilgi ve eylemin ilkesi, her türlü ilerleme ve uygarlığı harekete geçirici gücüdür” diyor.
*
İlerleme ve uygarlık doğrultusunda ise devletin bireylerin hayatını ve mallarını güvenceye alan bir yapı olduğuna işaret ediyor.
Bireyin hayatını ve mallarını devlet için feda etmesi meselesine gelince, bunu; bir nesilden diğerine geçen, pozitif anlamda kutsallaştırdığı ve tüm bedellerden daha değerli kıldığı ulusal onura bağlıyor.
Yurtseverliğin politik teşkilatla işbirliği yapmak,atalara ait başarıları kökleştirmek ve sonraki nesillere aktarma bilinci olarak geliştiğini bildiriyor.
“Birey ülkesinde kendi dünyevi ölümsüzlüğünün gerçekleşmesini görür” diyor.
*
Şimdi topluma güvensizlik ruhunu aşılayan 1982 Anayasası’nın değiştirilmesinin arifesinde;
ABD Carnegie Uluslararası Barış Vakfının; anlayışı arttırarak olası çatışmaları engellemek amacıyla devletlerin başarısını tesbit eden dört temel ölçütü Türk Ulusunun nabzını tutuyor.
“Devlet, tüm toprakları üzerinde kontrole sahip midir?
Hükümetin siyasi başarısı toplumun büyük bir kesimince sorgulanıyor mu?
Devlet vatandaşlarının güvenliğini sağlayabiliyor mu?
Devlet güç kullanımını tekelinde tutuyor mu?” sorularının karşılığı ulusal kaygının ciddi olarak yükseldiğini gösteriyor.
*
Atatürk “…bu ulusa ve ülkeye hizmet görevi bitmeyecektir”diyor.
16.3.2013
Bir yanıt yazın