Kimsenin kalbine girip dini ve imanı hangi boyuttadır ölçemeyiz. Bu inancımız gereği zaten bizim kapsama alanımıza da girmiyor. Çünkü böyle bir işe soyunmak bize göre şirke girer. Ki böylesi bir durumda Allah esirgesin azapların en büyüğü ile karşılaşmak kaçınılmazdır. Fakat günümüzde işin hakiki ulemalarından ziyade siyasetle iştigal eden uzmanları şuanda sahne almış, ellerinde birer iman metre insanımızın inancını ölçüp, biçiyor. Kimini yüceltirken, kimilerini de cehennemin yedi kat dibini boylatıyor!!!
Üstelik bir kibir, bir kibir ki, sormayın gitsin…
Yahu Allah’tan korkun!
Yaptığınız iş yukarıda söylediğim gibi şirke girmiyor mu?
Diğer yandan özde mi, sözde mi? Müslüman olduklarını pek bilemediğimiz fakat eylem veya söylemleri birbiriyle 180˚ farklılık arz eden ve bu bakımdan kendilerini ancak Allah’a havale edebileceğimiz; siyasetle dini iç içe geçirmiş bir kısım âdem. Bu manada insanımızı şah damarından yakalamışlar ve bir türlü bırakmıyorlar. Bırakmayı da asla düşünmüyorlar!
İstismar etmek için kullan babam kullan!
Kim(ler)den bahsettiğimizi anlamış olmalısınız?
Başbakan ve etrafındaki aynı takımın oyuncularından bahsediyorum. İlave olarak ta siyasi ve duygusal anlamda bu takımla sanki ayrılmaz mütemmim cüz gibi davrananlardan söz ediyorum… Fakat geçmişten beridir gördüğümüz üzere böylesi tutum sergileyenler menfaatlerinin bir yerde tıkanmasıyla, yeniden sebeplenmek üzere bir başkasına derhal yedek parça olmaya hazırlardır!!.
Değerli okuyucular!
Başbakan ve yandaşı mahfiller elbirliğiyle bu milletten aldıkları yetkiyi, yine onları perişan etmek, daha da ilerisi onun kuyusunu kazmak üzere kullanıyorlar…
Kullanıyorlar ama milletin bu oyunlarını görmemesi için; gerçeklerin üstünü karartarak, saklayarak, hatta bir sürü yalan söyleyerek yapıyorlar…
Ne yalan söyleyeyim “usta” ve ekibi bu işi gerçekten ustaca yapıyorlar!
Çünkü artık işleri sadece bu!!!
Yalanların riyakârlıkların gani gani olduğu günümüzde aşağıdaki şu gerçeği de bir kenara yazın.
Disipliniyle dünyaca ünlü olan Türk Ordusunda dillere destan bu yönü, an itibariyle iyice tavsaması nedeniyle ast üst ilişkilerinde bozulmalar gözüküyor. Bunda iktidarın bir dizi yargı operasyonlarıyla, TSK’ ın muvazzaf veya emekli (suçlular ayrık) mensuplarının bilinçli yapılmış yol ve yöntemlerle iyice sindirilmiş olmasının da önemli payı var!
Çünkü en alt rütbelisinden en üst komutanına kadar her askeri, “darbe yapma” suçlamasıyla karşılaşma korkusu sarmış durumdadır. Her biri sabahın erken saatlerinde ellerinde savcılık emriyle gelmiş polis ekiplerini bekler hale geldiler.
Böyle olunca gerek yaşanan tutuklanma sendromunun olumsuz etkileri, gerekse de siyasi iktidarın terörle mücadeleden vazgeçip bebek katilleriyle müzakere yolunu seçmesi Türk Ordusunun hem dışarıya karşı hem de içerde teröre karşı gücünü azaltmıştır.
Buna mukabil günümüzün sivil komutanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “yat” dediğinde yatan, “kalk” dediğinde kalkan. “Şunları şunları düşünecek, şunları yazacaksın” dediğinde, öyle düşünüp, öyle yazan. Ve “benim söylediklerimi veya yaptıklarımı asla sorgulamayacaksın, eleştirmeyeceksin” dediğinde bunu ulu’l emir gibi görüp, “doğru mu, yanlış mı acaba?” Demeden peşine takılan ve şah damarından yakalanmış milyonların olması içler acısı bir durumdur.
Bu durum ne hazindir ki, aynı zamanda beyinlerin kiraya verilmesinden başka bir şey değildir…
Yine üzülerek ifade etmeliyim. Beynini kiraya verenler arasında benim veya sizin de yakınlarınız mutlak vardır ki, bu da çok çok acıklı bir durumdur.
İşte bundan güç alan Başbakan artık rotasını iyice belirginleştirmiştir…
Çok yakında, kendilerinin PKK elebaşçısıyla birlikte hazırladıkları “yeni anayasa” taslağını TBMM’ye getirecekleri anlaşılmıştır.
Burada dikkatinizi çekmek istediğim önemli husus şudur: “Artık analar ağlamasın veya yeter ki kan dursun” manipülasyonlarının, tıpkı 12 Eylül 1980 öncesinde olduğu gibi günümüzde de aynen yapılıyor olmasıdır!
Hatırlayınız 12 Eylül 1980’den önce de her gün kavga ve kan vardı. Halk bunalmış, darbeciler “kim gelirse gelsin bu kanı durdursun” desinler diye ihtilala zemin hazırlamışlardı. Şimdi de aynı yöntemin farklı bir boyutu piyasaya sürdürülmektedir.
Yani vatandaş öyle veya böyle sıkıştırılarak, bir amaç doğrultusunda PKK terör örgütü mensupları aklanmaya çalışılmaktadır.
Neyse dönelim yine konumuza. Hükümetin tasarladığı “yeni anayasa”nın temel özelliği sürekli vurguladığımız üzere üç aşağı, beş yukarı bellidir.
Türk milleti kavramı anayasadan çıkartılacak. Fâni üstü gözüyle bakılan Başbakan’a Padişah yetkisiyle donatılmış bir başkanlık modeli yürürlüğe konacak. Eyaletleşmenin, federasyonun, özerkliğin derken iki bayraklı, iki dilli, iki milletli bölünmenin önü açılacaktır.
Başbakan Erdoğan’ın kafasındaki anayasa özetle budur!
Fakat parlamentodaki mevcut yapı, bunu bu şekilde gerçekleştirmek isteyen AKP’ ye şimdilik bu imkânı vermemektedir.
Öyleyse yetmeyen sayı kimden tamamlanacaktır?!…
Elbette ki AKP’nin müzakere ortağı PKK terör örgütünün meclisteki uzantısı BDP’ den…
Şöyle ki, AKP’nin meclis başkanı hariç 325 vekiline 5-6 BDP’li vekilin müspet yönde iştirak etmesi halinde; Anayasanın 175’inci maddesinde belirtildiği üzere 5’te 3 yeter sayısı olan 330 aşıldığından, anayasa metnini referanduma götürme şansını yakalamaktadır..
Fakat AKP iktidarı halktan gerekli desteği alamama ihtimaline karşılık, işi referandumsuz olarak direk mecliste halletmek için çabalayacaktır…
Onun için de mesela şu formülü uygulamak isteyecektir.
AKP: 325 (+) BDP: 29 (+) 6 BAĞIMSIZ (BDP Çizgisinde vekil) ne etti?
Toplam: 360 değil mi?
Bu hesaba göre, yine anayasanın 175’inci maddesine göre 3’te 2 yeter sayısı olan 367 sayısına ulaşmak için 7 vekil eksik kaldı değil mi?
Peki, bu sayı nasıl tamamlanabilir?
Bunun için öncelikle tutuklu vekilleri serbest bıraktırmanız gerekiyor ki, 360 sayısına ulaşabilesiniz.
KCK’lıları nasıl bir formül bulup serbest bırakmaya başladıysanız.
BDP’li 4 vekil ile BDP çizgisindeki 1 bağımsız milletvekiline de öyle bir formül bulup (!) serbest bıraktırırsanız. (Ki geçmişte örneklerini çok gördük bu konuda da çok mahirdirler!!.)
Parmak sayısını 360’a tamamlarsanız, kalan 7 eksiği haydi haydi tamamlarlar.
Yani CHP içindeki Sezgin Tanrıkulu, Hüseyin Aygün veya bunlarla fikirleri örtüşen sütre gerisindeki bazı isimler ne güne duruyor değil mi?!
Hadi bu ikisi velev ki bizi yanılttı diyelim.
O zaman malûm duygusal(!) ilişkiler geçmişte olduğu gibi yine devreye girer…
Nasıl olsa artık yapılan düzenlemelerle kullanılan kamu kaynaklarının ne kaydı, ne kuydu var, ne de denetimi!!!
Bitirirken, AKP iktidarı referandumsuz yapmak istediği “yeni anayasa” için lazım olan 367 parmağı (kendi içindeki olası karşı koyuşlar nedeniyle) tamamlayamasa bile. 330 referandum sayısına sorunsuz ulaşmak için, CHP ve MHP’li diğer tutuklu vekilleri bırakır mı bilemem amma; “PKK’lı tutuklu vekiller yakında serbest kalacak” tezimin (ihtiyaca ve müzakerelerde BEBEK KATİLİ APO ile varılan mutabakat metni) gereği gerçekleşme ihtimalini çok yüksek görüyorum…
Bunun ispatı, yaptıkları yapacaklarının teminatı olan Başbakan Erdoğan’ın günümüze kadar bu alanda gerçekleştirdikleridir!
Yeni bir yazımızda buluşmak üzere esen kalınız…