İskilipli Atıf Hoca’nın idam sebebi şapka değildir

Bilindiği gibi; Cumhuriyet tarihimizin bazı kırılma noktaları ve bazı önemli kilometre taşları bulunmaktadır. İşte bu kırılma noktaları, bugün bile hâlâ tartışma konusu yapılmaktadır. Daha doğrusu geçmişte yaşanan bu kabil olaylar, bugünkü tartışmaların ve ayrışmaların da temelini oluşturmaktadır. Şeyh Sait Ayaklanmasından tutun da Menemen Hadisesi’ne, Dersim İsyanı’na, 1944-1945 yıllarında yaşanan Türkçülük-Turancılık muhakemelerine, açık oy gizli tasnif usulüyle yapılan 1946 seçimlerine, 1950 seçimleriyle çok partili yaşama geçilmesine ve 27 Mayıs 1960’tan başlayarak ortalama her on yılda bir yapılan askeri müdahalelere kadar bir çok olay, bugünkü tartışmaların tam da göbeğinde oturmaktadır.

Ancak tahmin ediyorum Cumhuriyet tarihimizde hiçbir olay, İskilipli Âtıf Hoca’nın idamı ile sembolleşen din ve din adamları üzerinde yapılan bazı tasarruflar kadar etkili olmamıştır. İskilipli Âtıf Hoca’nın idamı, olayın sadece bir yanıdır. O, biraz da taraftarlarınca bayrak haline getirilmiş ve dini siyasete alet eden politikacılarca istismar edilmiş bir isimdir.

Aslında işin özünde, Laik Cumhuriyet’e giden yolda dini eğitime ve dinde kaynağını bulan yaşam tarzına getirilen sınırlamalar ve hatta yasaklamalar yatmaktadır. Örneğin Ezan’ın Türkçeleştirilmesi de bu konudaki olaylar zincirinin önemli halkalarından birisidir. Bu çalışmalar, saltanatın(1922) ve arkasından hilafetin kaldırılmasıyla(1924) başlamış, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü (1924), Şeriye ve Evkaf Vekâletinin kaldırılması(1924), Şapka Kanunu’nun kabulü(1925), Latin harflerinin kabulü (1928) ve Anayasa’dan “Devletin Dini İslam’dır” maddesinin çıkarılmasıyla(1928) devam etmiş ve nihayet Ezan’ın Türkçeleştirilmesine(1932) kadar vardırılmıştır.

Ancak biz konuyu daha fazla yaymadan isterseniz hep birlikte geliniz şu İskilipli Âtıf Hoca konusuna dönelim. Acaba bu konunun aslı, esası nedir? İskilipli Âtıf Hoca, gerçekten de sadece Şapka Devrimi’ne karşı çıktığı için mi idam edilmiştir? Yani taraftarlarının bayraklaştırdığı şekliyle Sarık şapkaya kurban mı edilmiştir? İskilipli Âtıf Hoca, din ve din adamları üzerinde kurulan baskının bir aracı olarak ve onlara gözdağı vermek maksadıyla mı idam edilmiştir?

Burada gözlerden kaçan, ısrarla üzeri örtülen bir çaba vardır. O da, taraftarlarının ve savunucularının, İskilipli Âtıf Hoca’yı, Çorum’un İskilip kazasında yaşayan sıradan ve masum bir din adamı iken, Mustafa Kemal ve yandaşlarının hışmına uğrayarak idam edilmiş gibi gösterme çabalarıdır. Bu yazı dizimizde işte bu olayın perde arkasını aralamaya çalışacağız…

Toyhane/Toyana

Benim köyüm, Âtıf Hoca’nın köyüne oldukça yakın bir köydür. Onun köyü ile benim köyüm iki ayrı vilayetin iki ayrı köyü olmakla birlikte, birbirlerine çok yakındır. Daha doğrusu benim köyümün yolu, onun köyünün yakınından geçer. İki köy arasındaki mesafe de zaten yaya yürüyüşü ile 2-3 saat çeker. Geçmişte bizim köyden hocanın köyüne gelin giden kızlar da olmuştur.

Âtıf Hoca, bugün Çorum’a bağlı bir ilçe merkezi olan Bayat’a bağlı Toyhane köyündendir. Çevrede bu köye kısaca Toyana diyorlar.  Kızılırmak’ın kenarında bir köydür Toyhane. Bazı kaynaklarda bu köyün ismi Tophane olarak geçiyor. Ancak bu tabir yanlıştır. Aslı Toyhane’dir, yani yöresel söylenişiyle Toyhana ya da Toyana…

Şahit Olduğum Bir Hadise

Yanılmıyorsam 1990’ların ilk yarısıydı. Müfettiş olarak görevim icabı İskilip’e gitmiştim. Bir gün İskilip caddelerinde yürürken az ötemizde yaşlı ve oldukça uzun boylu hafif kambur bir kadın dikkatimi çekti. Hareketleri, dikkat çekecek düzeyde anormal olmalıydı ki; bakışlarım ister istemez bu kadına dikilmişti. Yanımdakiler durumumu fark edince bana dönüp kadının duymaması için seslerini alçaltarak şöyle dediler;

-“Hocam, o gördüğün kadın kim biliyor musun?”

“Nereden bileyim ben? Hareketleri dikkatimi çektiği için baktım sadece!” dedim.

-“Hocam” dediler, “Bu kadın, rahmetli Atıf Hocanın kızı. Babasının idamı üzerine ruhsal dengesi bozulmuş. İşte böyle kendi başına dolaşıp duruyor buralarda. Vatandaşların yardımlarıyla geçiniyor!”

Doğrusu ya bunları duyunca içim cız etmişti(1).

İskilipli Atıf Hoca

İskilipli Âtıf Hoca, 1876 yılında doğmuş, 1926 yılında ise idam edilmek suretiyle öldürülmüştür. Daha doğrusu yandaşlarına ve savunucularına göre, Din-i İslam yolunda şehit edilmiştir! Zira bazı internet sitelerinde şöyle denilmektedir:

“İskilipli Âtıf Hoca da bir buçuk sene önce yazdığı Frenk Mukallitliği isimli kitabı bahane edilerek tutuklandı. Giresun istiklal mahkemesinde yargılanarak suç bulunamaması nedeni ile İstanbul’a gönderildi. Ancak bir süre sonra yeniden tutuklandı. 26 Aralık 1925’te arkadaşları ile beraber 13 kolluk kuvveti gözetiminde Ankara’ya gönderildi. 26 Ocak 1926 Salı günü Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Savcı, İskilipli Atıf Hoca için 3 yıl hapis cezası istedi. Mahkeme müdafaa için bir gün sonraya bırakıldı. Ertesi gün mahkeme reisi Kel Ali, müdafaa yapmaya gerek görmeyen İskilipli Atıf Hoca için alınan kararı açıklar: IDAM… Yani ŞEHADET”(2).

Ayrıca bazı internet sitelerinde kısaca şöyle tanıtılmaktadır Âtıf Hoca, “Şapka Kanunu’na muhalefetten İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak 4 Şubat 1926 tarihinde idam edildi. Hayatını anlatan bir film çekilmiştir. Frenk Mukallitliği ve Şapka isimli bir eseri vardır. Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarının sembol yazarlarından Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam kitabında kendisinden bahseder ve haksız yere öldürüldüğünü savunur.”(3).

Oysa Şevket Süreyya Aydemir’in hocanın haksız yere öldürüldüğünü savunduğu iddiası yanlıştır. Şevket Süreyya Aydemir kitabında hocadan bahseder ama onun haksız yere öldürüldüğü şeklinde bir ifadede bulunmaz. Alıntı yapılan birçok yazıdan da anlayabildiğim kadarıyla kitabında konu ile ilgili olarak şunları söylüyor Şevket Süreyya Aydemir:

“Hükümlüler arasında sarıklı bir müderris göze çarpıyordu. Müderrisin (Hoca) başında fes ve sarık vardı. Cübbesi ve kıyafeti temizdi. Suçu o sıralarda yayınlanan Şapka Kanunu’na muhalefet etmekti. Fakat bu suç birtakım ithamlarla da karışınca mahkemeden en ağır hükmü yemişti. Artık son saatlerini yaşıyordu.

Hocanın yüzü sakindi. Metanetini muhafaza ediyordu. Yalnız dudakları kımıldıyor ve galiba duâ okuyordu. Fakat eskiden kalpaklı ve şimdi hasır şapkalı zat, bu hükümle de kanmamış gibiydi. Bağırıyor çağırıyordu. Acaba hocayı bir tekmeyle merdivenlerden aşağı yuvarlayacak mı diye bekledim. Fakat olmadı. Müderris, bu sözler kendisine değilmiş gibi bekledi. Sonra sağanak geçince yürüdü. Muhafızlarının arasında merdivenlerden indi. Önümüzden geçerken dudakları gene kımıldıyordu”(4).

Şevket Süreyya Aydemir’in “Suçu o sıralarda yayınlanan Şapka Kanunu’na muhalefet etmekti. Fakat bu suç birtakım ithamlarla da karışınca mahkemeden en ağır hükmü yemişti.” şeklindeki sözleri, galiba İskilipli Âtıf Hoca’yı sevenlerce, onun lehinde söylenmiş sözler olarak algılanıp yorumlanmaktadır. Ancak biraz sonra vereceğimiz ve Şevket Süreyya’nın “bir takım ithamlar” diye vasıflandırdığı bilgiler, galiba hocanın idamında şapka devrimine muhalefetten daha büyük etki yapmış olmalıdır…

Frenk Mukallitliği ve Şapka

Peki, taraftarları ve savunucularınca  idamına sebep olarak gösterilen şu meşhur “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli kitapta neler yazıyor? Bu kitap nasıl bir kitaptır ki; yazarını idama götürüyor?

İskilipli Atıf Hoca hakkında çok geniş bir yazı yazan Salih Okur isimli yazar, şöyle diyor bu konuda:

“Âtıf hoca 1924 yılında ‘Frenk Mukallitliği ve Şapka’ kitabını neşretti. Yani Şapkaya dair kanunun kabulünden bir buçuk sene evvel. Tabii, diğer kitapları gibi neşretmeden önce onu da Maarif Vekâletine gönderdi, izin hatta takdir aldı. Bu risale, körü körüne Avrupa taklitçiliğini eleştiren bir eserdi. Âtıf Efendi 32 sayfalık bu eserinde; Avrupa’nın ilim ve fennini almanın caiz, hatta lüzumlu bulunup, ama bizde yapılanın ise daha çok şuursuz bir batı taklitçiliği olduğunu, kılık kıyafette onlara benzemenin aslında ruhtaki bir bozuluşa alamet veya onun bedene aksetmesine sebebiyet vereceğini, bunun ise müstakil bir şahsiyet inşa eden İslam düşüncesine zıt düştüğünü, Resul-i Ekrem’in Ebû Dâvûd gibi sünen kitaplarında geçen ‘Bir kavme benzemeye çalışan onlardandır.’ hadis-i nebevisi ışığında izah etmeye çalışıyor ve şu hükmü veriyordu: “Bir Müslüman şiar ve alamet-i küfür addolunan bir şeyi zaruretsiz giymek ve takınmak suretiyle gayr-i Müslimleri taklit etmesi ve kendini onlara benzetmesi şer’an memnû ve yasaktır.(5)

4 Eylül 2005 tarihli Radikal gazetesinde yayınlanan “80 yıl önce ‘şapka devrimi” başlıklı yorum-haberde bulunan  “Avrupa taklitçiliğine eleştiri “ ara başlığı altında ise şu bilgilere yer verildiğini görüyoruz:

”Âtıf Hoca 1924 yılında ‘Frenk Mukallitliği ve Şapka’ adlı kitabını neşretmişti. Yani kanunun kabulünden evvel. Kitabı yayımlamadan önce Maarif Vekâleti’ne göndermiş, basılması için izin almıştı. Bu, körü körüne Avrupa taklitçiliğini eleştiren bir eserdi.
32 sayfalık risalede kılık kıyafette Avrupa’yı taklidin ruhtaki bir bozuluşa alamet olduğunu, bunun kişide müstakil bağımsız bir şahsiyet inşa eden İslam düşüncesine zıt düştüğünü anlatıyordu. Ve Peygamber’in -Bir kavme benzemeye çalışan onlardandır.- hadisine dayanarak şapka giymenin dinen ‘memnu’ (yasak) olduğu hükmüne varıyordu. Kanun çıktıktan sonra Hoca yakalandı, yargılandı, beraat etti. Ancak birilerini rahatsız etmişti onun ceza almaması. Tekrar tutuklandı ve bu defa Ankara’ya getirildi…”(6).

Türkiye’de İskilipli Âtıf Hoca ve benzeri din ulemâsına revâ görüldüğü söylenen muamelelere en sert tepkiyi gösterenlerin başında şüphesiz Necip Fazıl Kısakürek gelmektedir. O, bu mecrada yazı yazan ve yayınlar çıkaran kişilerin âdetâ önderliğini yapmaktadır. Onun ekolüne bağlı olarak yetişen ve o terbiyeyi alan kişiler de bu konuda tıpkı onun gibi düşünmektedirler. Nitekim Necip Fazıl Kısakürek, bu konuda başlı başına bir eser yazmıştır. “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitabında İskilipli Atıf Hoca’dan tutun da Menemen olaylarına sebep olan Derviş Mehmet’e ve Şeyh Sait’e varıncaya kadar, bazı kesimlerin Cumhuriyet  düşmanı olarak ilan ettiği ne kadar şahsiyet varsa eserinde onlara destek vermektedir Necip Fazıl. Ki; bugün yaşamakta olduğumuz Lâik-anti lâik tartışmalarının temelinde de büyük ölçüde Necip Fazıl Kısakürek tarafından yakılan bu ateş vardır! Onun çömezleri ile karşıt görüşün çömezleri de tutum ve tavırlarıyla ha bire bu ateşe odun taşıyarak ateşi söndürmek yerine harlamakla  meşguldürler!

Necip Fazıl Kısakürek diyor ki eserinde; “…Ortada, kala kala ‘Frenk Mukallitliği’ isimli kitap kalıyor ki, bu mücerret ilmi eserde, şapka kanunundan çok önce neşredildiği ve hiç de böyle bir teşebbüsü tahmin yoluyla kaleme alınmadığı için herhangi bir suç teşkil etmekten uzak bulunuyor.”

İskilipli Âtıf Hoca, neden durduk yerde “Şapka Kanunu” olarak bilinen ve Kılık Kıyafet konusunda bir takım düzenlemeleri içeren kanunun kabulünden bir buçuk yıl önce üstelik de isminde “şapka” kelimesi geçen bir kitap yayınlıyor bu konuda doğru dürüst bilgi verilmiyor yazılarda. Bu konuda aklımıza hemencecik geliveren şudur: Demek oluyor ki; hoca Türkiye’de kılık kıyafet konusunda geniş çaplı  bir düzenleme yapılacağından bir buçuk yıl öncesinden haberdar oluyor ve bunun önüne geçmek için devrim karşıtlarının da tazyikiyle hemen alel acele 32 sayfalık bir risâle yazıyor!

Nitekim Şevket Süreyya Aydemir’in anlattıklarından, halkın ve aydınların Şapka Devrimi’nin yapılacağından ve bu konuda çalışmalar yapılmakta olduğundan önceden haberdar olduklarını ve bazı aydınların bu konudaki devrimi beklemeden şapka giymeye başladıklarını anlıyoruz. Ankara’daki muhakeme safahatı sırasında yaşanan trajikomik anları anlatırken şöyle diyor Aydemir;

“Biz mahkeme binasına girince evvelâ alt kat sahanlığında veya odaların aralığında bir yerlerde oturtulduk. Yukarıda birtakım hareketler oluyordu. İnenler, çıkanlar, getirilenler, götürülenler vardı. Fakat bir ara yukarıda kopan gürültü, bütün hareketleri durdurdu. İri yarı, pehlivan yapılı bir mahkeme üyesi, merdivenin başında bağırıyor tepiniyordu. Başında kocaman bir kalpağı vardı. Hasır şapkalı bir gencin yakasına yapışmış tartaklayıp duruyordu:

-Nedir bu kepazelik? Bu şapka da ne oluyor? Baban da mı şapka giyerdi? Anandan mı şapkalı doğdun?

Sonra sözler, muameleler daha da sertleşti. Arkasından kuvvetli bir tekme yiyen genç merdivenlerden aşağı tekerlendi. Çantası bir tarafa, şapkası bir tarafa gitti. Fakat heybetli üye hâlâ hıncını alamıyordu. Basamakların başında boyuna birtakım küfürler, ağır tabirler savuruyordu. Şapkasını, çantasını güç bela toparlayan genç kendini sokağa attı. Artık bu tabirleri işitemeyecek kadar uzaklaşmıştı. Bu genç bir gazeteci idi (Hikmet Şevki). Şapka giymenin henüz kanunlaşmadığı, fakat bazı atılganların şapka giyebildiği günlerdi. Bu genç gazeteci de başına bir hasır şapka geçirmiş ve mahkeme binasına haber  derlemek için şapkayla gelmişti.”(7).

Özetle ve elbette bize göre; İskilipli Atıf Hoca’nın, “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli eserini durduk yerde yazmadığı, bu işi uygulamaya konulacak kılık-kıyafet inkılâbına bir tepki ve kitleleri harekete geçirerek bu inkılâbı önleme maksadıyla yazdığı ortadadır. Zira nasıl ki; bahse konu inkılâbı destekleyenler, konudan haberdar olup, yaranma ve yağcılık adına acelecilik ederek ötede beride şapka giymeye başladılarsa, karşıtları da konudan haberdar olup, türlü şekillerde bu inkılâbı engelleme çabası içine girmişlerdir.

Pek çok kişinin ortak görüşüne göre; dinci muhafazakâr kesim tarafından biraz da zorlama ile tarihçi yapılmaya çalışılan Mustafa Armağan’a bakılırsa İskilipli Atıf Hoca, hukuk ayaklar altına alınmak ve kanunlar geriye işletilmek suretiyle idam edilmiştir. Erzurum, Elazığ ve Rize’de yapılan protesto gösterilerinin (iddia edildiği gibi isyan değildir diyor M. Armağan) elebaşı olarak yakalanan 190 küsur kişi idam edilmiş, bilahare yazmış olduğu kitapla bu isyanları teşvik ettiği gerekçesiyle İskilipli Atıf Hoca da onların yanına gönderilmiştir(8).

Esasen hadise bu minval üzere olsa bile bunda şaşılacak ve insana tuhaf gelecek hiçbir yan yoktur. Çünkü dönem olağanüstü bir dönemdir ve olağanüstü dönemler, zaten hukukun ayaklar altına alındığı dönemlerdir. Asıl tuhaf olan, yaklaşık bir asır önce yaşanmış böyle bir olaydan nemalanmaya çalışmaktır. Aynı şeyler, ondan önceki ve sonraki dönemlerde de yaşanmadı mı veya hâlâ yaşanmıyor mu sanıyorsunuz bu ülkede? Öte yandan acaba gerçek böyle midir? Yani her şey kâğıt üzerinde ve mahkeme zabıtlarında yazdığı gibi midir?

Sürecektir

____________

(*)Lâik-anti lâik ya da yaygın söylenişiyle Cumhuriyetçi-İslamcı şeklinde bugün bile hâlâ yaşanmakta olan tartışmaların ve kamplaşmaların filizlendiği Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan bir olayın; İskilipli Âtıf Hoca’nın idamının arkasında yatan gerçek sebepleri bulmaya çalıştığımız bu yazı dizisi, ilk defa 2007 yılının Nisan ayı içinde “Olay, şapka sarık-postal çarık meselesi değildir” başlığı ile yayınlanmış, bu kere yayına hazırlarken yeni baştan gözden geçirilmiştir. Umarım ve dilerim ki; konuya ilişkin bir bilgi boşluğunu doldurmuş ve önemli bir görevi ifa etmiş oluruz.

1-Salih Okur isimli yazarın makalesinden öğreniyoruz ki; bana  “Atıf Hoca’nın Kızı” şeklinde tanıtılan bayan, gerçekten de Atıf Hoca’nın kızı Melahat imiş. Hocanın idamından sonra İskilip’e dönen eşi Zahide ve kızı Melahat bir süre köyde kaldıktan sonra köy şartlarına intibak edemedikleri için İstanbul’a dönüyorlar. 1960’lara doğru tekrar döndükleri baba ocakları İskilip’ten bir daha ayrılmıyorlar. Denildiğine göre; babasının idamı kızı Melahat’ın çocuk ruhunda derin izler bırakarak ruhsal dengesinin bozulmasına sebep olmuştur (bk. Salih Okur, “İskilipli Atıf Hoca(1876-1926)” başlıklı makalesi, , (01.11.2003 tarihini taşıyan bu makalenin sonraki tarihlerde aynı başlıkla ve fakat Ali İhsan Er-Salih Okur müşterek imzasıyla başka internet sitelerinde de yayınlandığı görülmektedir. Örn. bkz. .

2-http://www.enfal.de/ecdad105.htm & ,

3-Örn. bk. ,

4-Örn. bk. Mustafa Armağan, “İskilipli Atıf Hoca şapka için idam edilmedi mi” başlıklı makalesi, 

5-Salih Okur, “İskilipli Atıf Hoca(1876-1926)” başlıklı makalesi,

,

6-http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=163238,

7-bkz. Şevket Süreyya Aydemir’den naklen Dücane Cündioğlu, ”Baban damı şapka giyerdi” başlıklı yazısı, ,

8- Mustafa Armağan, agm.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Yazıları posta kutunda oku


“İskilipli Atıf Hoca’nın idam sebebi şapka değildir” için 4 yanıt

  1. Cahit Kılıç Arslan avatarı
    Cahit Kılıç Arslan

    Hainlik yapmasaydı din istismarcısı, yobaz it! Bir değil bin ölüm de olsa paklamaz bu pislikleri…

  2. Osmanlı İmparatorluğu ha darbe yapan köpekler ve ve satılık vatan hainleri din düşmanları pezevenkler katlettiler İskilipli Atıf Hocayı Şerefsizler yine aynı oyunları oynamaya kalkıyorlar İslam düşmanları

  3. Bunu yazan kimse Allah ahirette cayır cayır yaksın kişi sevdiği ile beraber olsun nasıl ki alkol alan töbe etmediği müddetçe zalimlerle yanacaktır. İnşaAllah cehennem sizler için ilelebet var olacak

  4. Yıldırım Güngören avatarı
    Yıldırım Güngören

    Salata salata salata…yazı tam bir çöp
    Çevirip çevirip bomboş salata
    Bilgi şu : hoca Giresun’da yazdığı kitaptan ötürü beraat etmiş
    Tamam
    Peki Ankara’da hangi suçlama ile idamına karar verilmiş ?
    Cevap: yok…

    İnternetteki tüm bloglar aynı bol geyik..yaşar Nuri Öztürk de aynı geyiği çevirmiş

    Yahu laf kalabalığı yapmadan bir cümle ile hoca nın karşılığı idam olan işlediği suç nedir? Delilleri nelerdir ?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir