GÖKÇE AYTULU
Türk Dış Politikası kitabının editörü Baskın Oran: “Eğer Kürtler ve onlarla birlikte 29 bölge özerk olmayacak olursa Türkiye felakete gider. Sadece Kürtlere özerklik verilmesi ise Türkiye’yi böler.”
Baskın Oran’ın editörlüğünü yaptığı Türk Dış Politikası’nın ilk iki cildi yayımlandığında, Dış Politika dersini bir yıl önce almıştım. Dersten geçmiş olmama rağmen öğrenci milleti için hiç de ucuz sayılmayacak bu kitabı çıkar çıkmaz edinmiştim. Kitap, alıştığımız sıkıcı dış politika kitaplarına benzemiyordu. Kutular, fotoğraflar, kısa bilgiler ve haritalarla 80 yılı kapsayan bir konuyu su gibi okumanızı sağlıyordu. Doğal olarak hem akademisyenlerin hem de uluslararası ilişkilere ilgi duyanların beğenisini kazandı.
Türk Dış Politikası kitabının üçüncü cildi on bir yıl sonra raflardaki yerini aldı. 2001-2012 arasını inceleyen bu cildin farkı, neredeyse tamamen AK Parti iktidarı dönemi politikalarına odaklanması. Baskın Oran ile Türkiye’nin on bir yıllık dış politikasından yola çıkıp içeriye dönen bir söyleşi gerçekleştirdik. Baskın Hoca, Türkiye’nin son 10 yıldaki iç ve dış politika karnesini çıkardı…
Üçüncü cildin önsözünde “Eğer bu cilt 2010 yılında tamamlansaydı kitap AKP övgüsüne dönerdi” demişsiniz. Neden?
Bir kere dış politikada çok başarılı olduğu için. Bunun temel sebebi proaktif politika ilkesine dayanıyor. Uygulama prensibi de “soft power”, yani yumuşak güç. Bugüne kadar Türkiye hep olayların arkasından geldi. Davutoğlu bu konuda haklı. Ermeni meselesi gibi bazı olaylar başından beri izlenmediği için hep Türkiye’nin aleyhine döndü. Davutoğlu, özellikle Ortadoğu’da izlediği proaktif politikayla yumuşak gücü devreye soktu. Çok iyi sonuçlar aldı. Mesela Suriye… Bizim Suriye ile ilişkilerimiz Cemal Paşa’dan tut, Süveyş krizine kadar hep sorunluydu. Menderes, ABD’den kredi alamıyor diye 1957’de Suriye’yi işgal ediyorduk. AKP gelene kadar Ortadoğu’yu ihmal ettik. Ya da çok olumsuz katkılarda bulunduk. İktidar, 2010 sonuna kadar Esad’la mükemmel ilişkiler kurdu. Mart 2011’de Arap Baharı Suriye’ye sıçrayınca sanki elektrik düğmesini açar ya da kapar gibi bir değişiklik oldu. Birdenbire kendimizi Suriye’yi işgal etmek üzere olan bir ülke olarak görmeye başladık. Peki ne oldu? Statükocu Cumhuriyet dış politikasının yerine proaktif bir dış politika koyduktan sonra yumuşak güçle uyguladığın zaman müthiş iyi sonuç aldın. Fakat Esad, Erdoğan’ı dinlemeyince Erdoğan o inanılmaz öfkesini Esad’a yönlendirdi. Yumuşak güçten sert güce geçildi.
Kitapta Ahmet Davutoğlu’na hem teşekkür var hem de eleştiri. Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik kitabı için “klasik bir realist teori kitabı” diyorsunuz. Davutoğlu, teoride realist, pratikte idealist mi?
Davutoğlu, geldiği ortam bakımından bir Osmanlı fikrine sahip. Kemalizm tam tersi. Osmanlı’yı atlamak ihtiyacı hissettiği için Orta Asya’ya gitti. Göktürklere âşık olduğundan değil. Ama Göktürkler, Hititler Türkiye insanını heyecanlandırmadı. Davutoğlu, hem Kemalizmin hem Batı’nın aşağıladığı Osmanlı döneminden bahsedince insanlar heyecanlandı. Okunması çok güç bir kitap olduğu halde Stratejik Derinlik 50 baskı yaptı. Davutoğlu’nun kafasındaki bu nostalji, sert güçle yapılacak bir politika anlamına gelmiyordu. Osmanlı prestijine kavuşmak amacındaydı. Yumuşak güç kullanarak bunu da büyük ölçüde başardı. Sokaktaki Arap insanı biraz Nasır özleminden biraz kendi liderlerinin İsrail’e kafa tutamamasından, Erdoğan’ı yüceltti. Ama yumuşak güçten sert güce geçince birdenbire değişti.
Sert güç tercihi, konjonktürün bir zorlaması olarak görülebilir mi?
Konjonktür diyemeyiz. Çünkü Amerika’yı defalarca birlikte hareket etmeye davet ettik. ABD, iki kez çok önemli adamlarını yollayıp “Biz orada Kuzey Irak benzeri Güvenli Bölge kuramayız” dedi. Onun üzerine hiç olmazsa NATO’yu yanımızda görelim diyerek Patriotları getirdik. Bir buçuk ayağı çukurda olan Esad’ın Türkiye’ye saldırması mümkün mü? Canının derdinde.
Kitap 11 Eylül saldırılarıyla başlıyor. Saldırı dünyada tüm dengeleri değiştirdi. Bu yeni dünya düzeni AK Parti’nin elini kolaylaştıran bir unsur muydu?
Evet, kesinlikle. Kısa bir dönem bile olsa Neocon azgınlığı dünyayı kasıp kavurdu. ABD’nin Irak’taki kesin yenilgiyle birlikte Avrupa’ya çıkacak yüzü kalmadı. Dolayısıyla Türkiye’ye muhtaç hale geldi. İsrail’i kullanamıyor çünkü şeytan. Ama Davutoğlu politikası sonucu Ortadoğu’da artan sempatisi yüzünden Türkiye’ye ihtiyaç duydular. Türkiye, ABD’ye çeşitli mecralarda posta koymasına rağmen, ABD hiç üzerine alınmadı. 11 Eylül’ün getirdiği sistem biraz dolaylı olarak AKP iktidarına yardımcı oldu.
Siz kitapta, “AK Parti döneminde en kuvvetli ilişkilerin ABD’yle kurulduğunu” söylüyorsunuz. Ancak bu süreçte önemli krizler de yaşandı. 1 Mart Tezkeresi krizi bir yol kazası mıydı?
Orada ben kamuoyunun dış politikaya etkisini görüyorum. Cumhurbaşkanı Sezer’den tut Aydın Engin’lerin Barış Girişimi’ne kadar öyle muazzam bir tepki çıktı ki… Halk yüzde 90’lara varan düzeyde buna karşıydı. Eğer sokakta iri bir adam, ufak tefek bir adamı dövüyorsa, bizim halk “Allah belasını versin” der. Irak işgali de aynı olay. Müslümanlık, Hıristiyanlıkla ilgisi yok.
Peki kamuoyu iç politikayı belirlemekte aynı etkiyi gösteremiyor mu?
Gösteremiyor. Bunların net sebepleri var. Bence en etkili sebep Kürt sorunu ve gayrimüslimleri ilgilendiren vakıf malları konusunda. Türkiye Cumhuriyeti’nin sicili o kadar kötü ki Erdoğan’ın yaptığı bazı normal hareketler çok hoş olarak algılanıyor. Mesela vakıf mallarının iadesi. Kemalist hükümetler öyle büyük hatalar yaptı ki normal yapılan şeyler çok iyi gözüktü. İkincisi akademik olarak bir dönemi ele alırken kategorileştirmek gerekir. Fakat Erdoğan’ın dönemi için böyle bir şey yapmak fevkalade güç. Çünkü inanılmaz zikzaklar çiziyor. Habur girişini yapıyor. Kürtler fazla tezahürat yapınca tam tersine dönüyor. Başbakan bir “Kürt sorununu halledeceğiz” diye çıkıyor, bir “Kürt sorunu yoktur terör sorunu vardır, benim Kürt kardeşimin sorunu vardır” diye… Bunlar başkanlık sistemi öncesi botokstur, ulusalcılar için Şanghay Beşlisi, kadınlar için altı ay hamilelik izni gibi. Ama en önemlisi halkın AKP’den başka bir alternatifin olmaması. Muhalefet partisi yok. Kılıçdaroğlu itiraz makinesi gibi. CHP içindeki ulusalcıları son ferdine kadar temizlemeden Türkiye’de muhalefet olmayacak.
Ulusalcılık demişken, kitapta ulusalcılığın AK Parti döneminde zirveye çıktığını söylüyorsunuz. Özellikle de 2007’deki Cumhuriyet mitingleriyle başlayan süreçte… Ama ardından yapılan iki seçimde de iktidar oyunu artırdı. Ulusalcılığın bir karşılığı mı yok, yoksa AK Parti’ye mi yarıyor?
Ulusalcılığın güçlenmesinin en genel sebebi, küreselleşmenin yükselmesi. İkincisi, AKP’nin gelmesi ve başarı kazanması. Yükseliyor görünmelerinin sebebi sönmeye başlayan ateşin duman çıkarması gibi. En önemlisi, yıllardır halının altına süpürmeye çalıştığımız Ermeni, Kürt sorunları. Ulusalcılar bundan korkuyor. Son olarak ulusalcılar Türk kavramının tahtından aşağıya aramıza indiğini görüyorlar.
AK Parti için de ulusalcı bir dönüşüm yaşadığı eleştirileri yapılıyor?
Bu AKP’yi öldürücü bir şey. Erdoğan’ın bunu bir an önce fark etmesi gerekiyor ama kendini başkanlığa adadı. Bugün Öcalan dahil Erdoğan’ın başkanlık ülküsü her şeyin üzerinde gözüküyor. Eğer Kürtler ve onlarla birlikte 29 bölge özerk olmayacak olursa Türkiye felakete gider. Sadece Kürtlere özerklik verilmesi Türkiye’yi böler. Bu durumda Allah’ın belası ulus devlet bir de yavrular. 29 bölgeye özerklik vererek bir ademi merkeziyetçi demokratik Türkiye kurulmalı. Bu yeni bir cumhuriyet olarak algılanmalı, Kürtler de onun bir parçası olmalıdır.
Bu 29 bölgeyi etnik unsurları esas alarak mı söylüyorsunuz?
Hayır. Mesela Orta Anadolu ile Ege’nin hiçbir ilişkisi yoktur. Yemeğinden tut, insanının tabiatına kadar. Önemli olan Türkiye’ye ademi merkeziyetçiliğin gelmesi. Kemalist merkeziyetçiliği şimdi Erdoğan sürdürüyor. Anayasa Mahkemesi’nin denetiminden geçmeyecek kararnameler ne demek? Yargıtay’ın, Danıştay’ın, YÖK’ün ve HSYK’nın yarısını atamak ne demek? Yargıtay Başsavcısı ve rektörleri seçmek ne demek? Atatürk’te bu yetkilerin yarısı yoktu.
Baskın Oran’ın AKP iktidarı karnesi
DIŞ POLİTİKA
AB ile ilişkiler: 2002 öncesi AB ile ilişkiler kötüydü. Ama bugün donmuş vaziyette. AKP 2010’a kadar başarılı götürdü. Daha sonrası ise fena.
Kıbrıs: Annan Planı reddedilene kadar çok rasyonel çok olumlu bir politika yürütüldü. 2004’ten sonra eski hatalara dönüldü. Bugün 2002 öncesiyle aynı noktada.
Suriye: 2002 öncesine göre durum daha kötü. Oysa AKP ilişkileri mükemmelleştirmişti. Arap Baharı’yla birlikte tam tersine döndü.
Irak: Kuzey Irak’la ilişkiler 2002 öncesine göre çok iyileşti. Merkezi yönetimle kötüleşti.
Ermenistan: Arka planda yürüyen bilmediğimiz bir şey yoksa sorunu yüzde 80 halledecek protokollere yaratması sebebiyle beş yıldız, protokolleri öldürmek nedeniyle sıfır yıldız.
ABD: 2002 öncesine göre ilişkiler çok daha iyi.
İsrail: 2002 öncesiyle mukayese edilemeyecek kadar kötü.
Afrika: İlişkiler sıfırdı. Şu anda muazzam yükselen bir grafik var.
İÇ POLİTİKA
Ekonomi: 2002 öncesine göre muazzam bir gelişme var. Bir ekonominin yanına bir ekonomi daha eklendi.
Demokrasi ve ifade özgürlüğü: AB reformları ile 2002 öncesine göre daha iyi durumda. Ama performansı 2010’dan sonra düşmeye başladı.
Azınlık hakları: Gayrimüslim hakları bakımından çok olumlu. Kürtler açısından son süreci bilmiyorum ama olumlu değil.
İnsan hakları ve işkence: 2002 öncesine göre daha olumlu.
TÜRK DIŞ POLİTİKASI
3. Cilt (2001-2012)
Baskın Oran
İletişim Yayınları
2013, 885 sayfa, 70 TL.
Bir yanıt yazın