Faizsiz bankacılık sistemi hakkında dedik ki; “…Birçok din adamı vermiş olduğu fetvalarla bu tür bankacılık ve finans işlemlerini özendirmiştir Türkiye’de. Her ne kadar laik bir ülke olsak da, bazı din adamlarının görüşleri, bu ülkede kanunların bile üzerinde genel kabul görmektedir. En tepedeki yöneticisinin bile ‘Bu konuyu ulemaya bırakalım’ dediği bir ülkede, hacının, hocanın lafına bakarak paralarını sözüm ona faizsiz bankacılık adı altında, devlet garantisi olmayan yerlerde değerlendirenlere hakaret edilmez, aksine acınır bu ülkede efendile…”(1).
Bakınız, aynı zamanda Zaman Gazetesi yazarı olup, Fethullah Hoca Efendi’nin yakın çevresinde bulunan ilahiyatçı Ahmet Kurucan “Bazı Finans Kurumlarında Uygulanan Kâr-Zarar Ortaklığı İle Diğer Bankaların Mevcut Uygulamaları Arasında Faiz Açısından Bir Fark Var mıdır?” şeklinde sorulan bir soruya nasıl cevap vermiş:
“…Bu kısa bilgilerden de anlaşılacağı üzere finans kurumlarının kâr-zarar ortaklık sistemi ile sair bankaların yürürlükte bulunan faiz uygulamaları arasında temelde çok ciddi bir fark vardır. Hatta aralarında kıyasa medar olabilecek bir benzerlik dahi bahis mevzu değildir. Bu açıdan risk unsurunu bünyesinde barındırmayan faiz ile müteşebbis ve sermayedarı ortak kader anlayışı içinde birleştirecek, fertler arasında yardımlaşma, dayanışma gibi ahlâkî değerlere destek verecek, üretime ilk elden katkıda bulunacak kâr-zarar ortaklığı meselesini birbirine karıştırmamak gerekir.”(2).
Görüldüğü gibi İlahiyatçı Yazar Ahmet Kurucan, “Kâr-Zarar Ortaklığı” esası üzerine çalışan Faizsiz Bankacılık sistemine övgüler yağdırmaktadır. Ahmet Kurucan’ı bir kenara koyalım ve isterseniz ülkemizde hocaların hocası kabul edilen ve sözleri bazı dindar kesimlerce Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarından bile fazla itibar gören Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın konuya ilişkin düşüncelerine kısaca bir bakalım. Şöyle diyor Prof. Dr. H.Karaman:
“Ülkemizde hususi bir kanunla Özel Finans Kurumları kurulmasına imkân tanınmış ve bugüne kadar altı finans kurumu kurulmuştur: 1. Faysal Finans, 2. Al-Baraka Türk, 3. Kuveyt-Türk Evkaf, 4. Anadolu Finans, 5. İhlas Finans 6. Asya Finans. Bu kurumların kuruluş gayesi ekonomik hayatlarını dinlerine göre yaşayan Müslümanlara, faize bulaşmadan paralarını koruma ve arttırma imkânı sağlamaktır. Bu kurumlar faizsiz banka esasına göre kurulmakta ve ‘peşin alıp veresi satma, satın alıp uzun vâdeli kiraya verme, ortak ticaret, ortak yatırım’ gibi yollara başvurarak kazanç sağlamaktadır. Bu kurumlara para yatıran şahıslar, kâr ve zarara ortak olmayı kabul etmektedirler; ancak akıllıca ve ihtiyatlı hareket edildiği için bugüne kadar mezkûr kurumlar müşterilerini zarara sokmamış, bazen bankaların verdiği faizden fazla helâl kâr dağıtmışlardır.”(3).
Gördünüz mü bir kere? Hayrettin Karaman’a göre “Akıllıca ve ihtiyatlı hareket edildiği için bugüne kadar mezkûr kurumlar müşterilerini zarara sokmamış, bazen bankaların verdiği faizden fazla helâl kâr dağıtmışlardır.” Anlaşılan hazretin faizsiz bankacılık “İhlas Finans Kurumu”nun, ayrıca kâr-zarar ortaklığı üzerine vatandaşlardan sermaye toplayan Jetpa, Yimpaş, Endüstri Holding ve Kombassan gibi Yeşil Sermaye olarak isimlendirilen şirketlerin battığından ve sayısız Müslüman’ı zarara uğratıp mağdur ettiklerinden bile hâlâ haberi yok! Çünkü Türkiye’de faizsiz bankacılık yapan 6 kurumun arasında İhlas Finans Kurumu’nu da saymış pek ünlü ve çok şanlı ulemamız Hayrettin Bey. Ya da H.Karaman’a göre; İhlas Finans Kurumu, akıllı ve ihtiyatlı idare edilmediği için battı/batırıldı! Sözlerinden bu anlaşılıyor çünkü. Oysa İhlas Holdinge bağlı diğer şirketler dimdik ayaktalar. Her nedense batanlar, ya da elden çıkarılanlar sadece faaliyet alanı akçeli işler olan İhlas Finans Kurumu ve İhlas Sigorta’dır!
Konuya ilişkin şu sözler de Prof.Dr. Hayrettin Karaman’a aittir:
“Faizsiz Finans Kurumları, Türkiye’nin özel şartları yüzünden daha ziyade murâbaha adı verilen işlemi yapıyor. Murâbaha teriminin mânâsı ‘malı peşin fiatla (peşin de olmayabilir) alıp vâde farkı koyarak veresi satmak’tır. Kurum vâde farkı koyarken bazı kriterlerden hareket ediyor; bu kriterler arasında enflasyon var, piyasada dolaşan paranın başka enstrümanlara yatırıldığında muhtemel geliri var ve daha başka hususlar var…
Kurum, kendisine para yatıran ortakların (kâra ve zarara katılım hesabı sahiplerinin) beklentilerini karşılamak mecbûriyetindedir. Kâr beklentisi ile para yatıran bir ortak (hesap sahibi) parasının enflasyon farkını; yani enflasyonun sebep olduğu değer kaybını bile telâfi edemezse, buradan parasını çeker ve kurum işleyemez hale gelir. Değer kaybını karşılamak da yetmez, bunun üzerine bir miktar da reel kâr vermek gerekir. İşte vâde farkı bu gereklere göre ayarlandığı için bir yandan banka faizlerine yakın olmakta, diğer yandan -bazı durumlarda- banka faizi nisbetini de aşmaktadır. Ama yalnızca bu duruma (yani kâr ile faizin miktar olarak birbirine yakın veya farklı olmasına) bakarak işlemin meşrû olmadığını söylemek mümkün değildir. Genel olarak meşrû ticarette ve sanayi kesiminde kâr böyledir; kimi zaman faize eşit olur, kimi zaman da farklı olabilir…”(4).
Hayrettin Hoca, kâr payının hesaplanmasında bazı kriterlerden hareket edildiğini söylerken diyor ki; “bu kriterler arasında enflasyon var, piyasada dolaşan paranın başka enstrümanlara yatırıldığında muhtemel geliri var ve daha başka hususlar var…” Hocanın, üstü kapalı geçtiği “başka enstrümanlar”dan ve “başka hususlar”dan kastı ne olabilir? Bunlardan birisi de faiz gelirini esas alarak faaliyette bulunan bankalarca verilen mevduat faiz oranları olabilir mi? Hoca açıkça zikretmese de kafasından geçen kritirlerden birisinin de bankaların özellikle vadeli mevduatlara uyguladığı faiz oranları olduğunu tespit etmek hiç de zor değildir. Yani kâr-zarar ortaklığı esası üzerine faaliyette bulunan finans kurumları, müşterilerine verecekeri kâr payını hesaplarken, piyasada oluşan mevduat faiz oranlarını da dikkate almak zorundadırlar.
Faizsiz Bankaların Ücretsiz Reklâmcıları: Din Adamları!
İşte böyle bir ortamda; yani kerameti kendinden menkul din adamlarının, Kur’an’da “Faiz” konusuna değinen ayetlerin çevresinde masum Müslümanlara yönelik olarak dile getirdikleri öbür dünyaya ilişkin tehdit ve şantaj dolu sözlerin gırla gittiği bir zeminde ve zamanda, sözüm ona faizsiz bankacılık yaptıklarını söyleyen finans kurumlarında paralarını batıranlara asla kızılamaz diyorum ben. Yapılması gereken, devletin, bu gibi finans kurumlarında paralarını değerlendirenlerin mağdur olmamaları için gerekli yasal düzenlemeleri yapmak ve bu kurumları yakından gözetim altında tutmaktır.
İmar Bankası’nın borçlarını ödemek için, bankanın bağlı bulunduğu Rumeli Holding’in bütün şirketlerine ve varlıklarına el koyan ve bana göre de doğru yapan hükümetin, aynı yöntemi batan faizsiz finans kuruluşlarının bağlı bulundukları holdinglere uygulamamış olması oldukça düşündürücüdür. Tamam; kâr-zarar ortaklığı ile çalışan kurumlardaki mevduatlar hazine garantisi altında olmayabilir. Ancak, batan bu tür kuruluşların bağlı bulundukları holdingler hâlâ dipdiri ayakta iseler ve buralarda batan paraların sahipleri de bu ülkenin eşit haklara sahip vatandaşları ise, devlet, en azından borcunu ödemesi konusunda bu holdingler üzerinde baskı kurabilmelidir. En azından batan paraların, ne şekilde ve nerelerde battığını ortaya çıkarabilmelidir.
Doğrusu; “Faizsiz Bankacılık” yapan finans kurumlarının medyunu şükran oldukları insanlar en başta din adamlarıdır. Çünkü onlar, bir anlamda bu tür kurumların, birer propagandisti ve reklâmcısıdırlar. Hem de bir kuruş bile ücret almadan yaparlar bütün bu işleri. Bu sebeple bana kalırsa; malın malla takas edildiği ve ticarette daha çok trampa usulünün geçerli olduğu bir dönemde nazil olmuş, faizi konu alan Kur’an ayetlerinin yeni baştan ele alınması, Kur’an’da bahsedilen faizle günümüz ekonomilerinde uygulanan faizin aynı olup olmadığı bir güzel ortaya konulduktan sonra hüküm verilmek zorundadır. Çünkü enflasyonun, temsili paranın alım gücünü sürekli aşındırdığı bir ekonomik sistemde, bu aşınmayı önleyecek bir enstrümana elbette ihtiyaç bulunmaktadır.
Doğrusu ya; Kur’an’ın yasakladığı faizin, ocakları söndürecek, borçluyu ekonomik olarak öldürürken alacaklıyı haksız olarak gönendirecek boyuttaki yüksek oranlı faiz olduğunu, yani yasaklanan şeyin bir nev’i tefecilik olduğunu düşünmek için kendimi zorladığımı itiraf etmek durumundayım. Kur’an’ın yasakladığı faiz, olsa olsa cahiliye döneminde uygulanan bir deveye karşılık aynı evsafta iki deve veya bir ölçek hurma veya buğdaya karşılık aynı evsafta iki ölçek hurma veya buğday şeklinde uygulanan faizdir. Ya da daha genel manada söyleyecek olursak; borç olarak verilen her türlü mal, eşya ve diğer malzemenin, vadesi geldiğinde aynı türden ve ancak fazlasıyla tahsil edilmesi şeklinde uygulanan faizdir diye düşünmek istiyoruz. Elbette en doğrusunu yine de ancak Allah bilir…
____________
1- ,
2- ,
3- ,
4-
Bir yanıt yazın