Çevremizdeki insanların gözlerindeki neşe giderek azalırken neler olduğunun farkında mıyız acaba? Bir an olsun durup düşünüyor muyuz konuşmayı terk etmenin sebebini? Zira kendilerini ifade etmeye sıkı sıkı sarılmıyorlar. Sorunlarının ne kadar derin, ne kadar anlaşılmaz olduğunu düşünüyorlar ki o kuytu köşenin sisine sığınıyorlar. Ve nasıl oluyorsa her samimi yaklaşımı kıyamet alameti gibi görüyor, her sevinçli habere şüpheyle bakıyorlar? Bu dünya üzerinde beklentilerini karşılayabilecek kadar ince insanların varolmayacağı inancıyla biraz daha vazgeçmişliğe, biraz daha yabancılaşmaya kapılıyorlar. Ve nasıl oluyor da kimse bunları önemsemiyor? Hele ki biz yakınları çoğu zaman.
Evet susmayı tercih eder bazıları. Ama neden susarlar? İrdelediniz mi hiç? Susmanın, olaylar karşısında sessiz kalmanın bir sürü nedeni vardır. Mesela anlatmayı beceremeyenler susarlar. Anlatmaktan vazgeçenler susarlar. Diğerlerinden ümidi kesmiş olanlar susarlar. Hata yapmaktan ölesiye korkanlar susarlar. Kendilerini açığa çıkarmaktan korkanlar susarlar. Zannettikleri kişi olmadıkları, zannettikleri dünyada yaşamadıkları gerçeğini hazmedemeyecek kadar güçsüz olanlar susarlar. Olaylar ve olgular dünyasıyla baş edemeyenler susarlar. Her şeyi gördüğünü, tüm olasılıkları yaşadıklarını düşünenler susarlar. Güçlü olarak görülmeye ölesiye ihtiyaç duyacak kadar güçsüz olanlar susarlar. Ama bir şey vardır ki sonsuza kadar hiç durmadan konuşacak dediklerimizin en çabuk susanlar olduğu gerçeğidir.
Niçin susar bir insan, neden konuşmaz? Belki başlangıçta konuşmadan da anlaşabileceği birilerinin var olduğunu sandığı içindir, yada öyle umuyordur. Sonra belki de bir gün konuşmayı denemiştir ve büyük bir ihtimalle; “kendini ifade et” kültürünün dayatmasında safça, onu anlamalarına kendisinin izin vermediğini düşünerek ve üzülerek… Aslında herkes bir gün konuşur. Ancak konuştuğunda sustuğundan daha beter bir anlayışsızlıkla karşılaşma ihtimali korkutur daha çok insanı. Ve belki de düşününce en doğrusu susmaktır diyerek susuyor insanlar.
Bir dostuma sordum geçenlerde, “Neden susuyorsun ve tercih ediyorsun yalnızlığı?” diye. Aslında düşündürücüydü cevabı: “Susmak en doğrusudur belki ve siz susarken anlamış olanlar varsa sizi, konuşacağınız kişiler de yalnız onlar olmalıdır. Bir de şu var; yalnızlığınız zevk veriyorsa, içinizin zenginliği size yetiyorsa, küçücük bir dünyada kocaman bir alem kurabiliyorsanız bırak kim ne söylerse söylesin mutluyum ben yalnızlığımda.” Bir an durdum düşündüm. Evet haklı belki de. Ama susmak da aslında bir kaçış değil midir? Yaşamdan, mücadeleden kaçış.
Sonra eklediği bir cümle ile aslında haklılığını ispatlamak istiyordu: “Zekası benimle aynı şakayı paylaşmaya yetmeyenlerle benim ne işim olabilir ki?” Ama haklılığına inandıramadı bu söz. Zira asıl sorun da aslında o kişileri de o düzeye getirmek değil midir? Asıl başarı ve mutluluk bu olacaktır. Pes edip köşeye cekilmek değil.
Arzu Kök