Duruşma bitti. Salondan çıkarılmadan önce herkes sevdiklerini son bir kez daha görmek için dönüp dururken, tanımadığım bir tutsak jandarmaların arasından seslendi:
-Müyesser Hanım, sizi bu kadar geç tanıdığıma hayıflandım. Kaleminize, yüreğinize sağlık!..
Yüzüm kızardı, “Sağolun, sizin yüreğinize, direnişinize sağlık.” diyebildim. Bir yandan da düşünüyordum; “Kim acaba?”
O devam etti:
-Mustafa Mutlu burada mı?
“Evet” cevabım üzerine, “Zahmet olmazsa buraya gelebilir mi? 1 dakika görmek istiyorum” ricasında bulundu.
Tanımasam bile ricası, benim için emirdi. Çünkü o da haksızlık ve zulüm çukuruna atılmışlardandı. Kalabalık ve gürültü arasında sesimi duyurabilmek için Sevgili Mustafa Mutlu’ya seslendim. Jandarmalar “hadi buyurun” diye sıkıştırırken, o “bir saniye, lüften bir saniye” diyordu.
Mutlu’nun geldiğini görünce gözleri parladı, yüzü aydınlandı, acele acele konuşmaya başladı:
-Yılmaz Özdil’in 14 Şubat’ta yazdığı “İmralı’ya Kim Gitsin?” yazısında anlattığı asker benim. Adıl Hulusi Gülbahar. Evet o madalyaları ben aldım, ama onlar artık sizin. Biz onları silahla hakettikmiştik, siz kaleminizle. Bu dönemin madalyalı kahramanları sizlersiniz. İyi ki varsınız. Dayanın!..
Benim başım çoktan öne düşmüş, nefesim kesilmişti. Mustafa Mutlu’nun da yutkunarak, bir iki kelime söyledikten sonra başını öbür tarafa çevirdiğini hissettim. Gözlerinin buğusunu göstermedi, ama beni gördüm işte.
Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un da tutuklandığı İnternet Andıcı davasından 1.5 yıldır tutuklu emekli Albay Hulusi Gülbahar kim mi? Buyurun Yılmaz Özdil’in 14 Şubat’taki o yazısından tanıyalım ve biz ağlamayalım da kim ağlasın, biz utanmayalım da kim utansın sizler karar verin:
İmralı’ya kim gitsin?
Haftalardır tartışılıyor.
İmralı’ya kim gitsin?
Seçenek seçenek sunuluyor.
Hükümetimiz isim beğenmiyor.
*
E bi öneride bulunayım bari.
*
Anadolu’nun küçücük kasabasından elinde bavuluyla yola çıktığında kendisi de küçücüktü, henüz 14 yaşındaydı. Askeri liseye yazıldı. Harp okulundayken, boks’a başladı, 1979 senesinde, kilosunda Türkiye şampiyonu oldu, defalarca milli takıma girdi. Özel kuvvetler’e seçildi, bordo bereyi taktı. Paraşütçü, kurbağaadam, kar kayakçısı, sualtı savunma-taarruz uzmanı, yakın dövüş ve atış hocası oldu.
*
15 Ağustos 1984, bölücü terör tarihimizde ilk kez vurdu… Bir saat sonra helikopterle Eruh’a indirilen tim’in komutanıydı. Lübnan, Somali, Bosna, Arnavutluk, Kosova, Gürcistan, Irak’ta özel görevlerde; 28 ülkede bulundu. Somali’deyken, bizzat ABD Genelkurmay Başkanı tarafından “best of the best” sıfatıyla onurlandırıldı, delta force’lara örnek gösterildi. Beyrut’ta askeri ataşelik yaptı; oradayken Beyrut Büyükelçiliğimiz roketle vuruldu, odası isabet aldı, kıl payı kurtuldu. Hayatı boyunca bir kere bile olsun, batı’daki şehirlerimizde görev yapmadı. Yüzlerce operasyona, bütün sınır ötesi harekâtlara katıldı, Hakurk, Haftanin, Zeli, Metina, Zap, Avaşin… Kampların hepsine girdi, Kuzey Irak’ta aylarca kaldı.
*
Gazi…
Bir keresinde, çatışma bölgesine, gece karanlığında paraşütle atladı, kayalıklara inerken son anda ters rüzgâr yedi, çakıldı, boynundan ağır şekilde yaralandı, günlerce hastanede yattı, haber vermedi, ailesinin anca iyileştikten sonra haberi oldu.
*
İngilizce, Yunanca, Kürtçe biliyor. Zodyak’tan tank’a kadar, operasyonel anlamda kullanabiliyor. Gazi Üniversitesi’nde, silah ve mühimmat kazaları üzerine yüksek lisans yaptı.
*
Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası var. Sayısız takdir beratı var. İnanılmaz kahramanlıkları ve fedakârlıkları sebebiyle, çok az insana nasip olacak şekilde, Genelkurmay’dan iki defa para ödülüne layık görüldü. Almadı, iyi mi… Kabul etmedi. Devlet zaten bize maaş veriyor, üstüne niye ekstra para alayım ki, dedi.
*
Nerelerde bulunduğunu, kimbilir hangi dağlarda olduğunu, eşi bile bilmiyordu. Ama hangi şartlarda olduğunu biliyordu. “70 kilo gönderirdim, 60 kilo dönerdi” diyor. En uzun ayrılık… Sekiz ay görüşemedikleri oldu, sadece telefonlaşabildiler. Oğlu mesela, ilkokul birinci sınıf karnesini aldığı gün, velilerin arasında alkışlayan babasını tanımadı. Kızı doğdu, gelemedi, kucağına aldığında dört aylıktı. Babasını kaybetti, gene gelemedi.
*
Peki ya, onu doğuran ana?
*
Hakkında “terörist” diye yakalama kararı çıktı. Annesi duydu. “O gece” kalp krizi geçirdi. Vefat etti… Ömrünü terörle mücadeleye adayan oğlunun terörist ilan edilmesine dayanamadı ana yüreği.
*
Evet…
Terörün başladığı gün, Türkiye Cumhuriyeti’nin terörle mücadele etsin diye “ilk gönderdiği subay” hapiste.
*
Dolayısıyla… Hâlâ İmralı’ya kim gitsin filan diye kafa yormanın âlemi yok.
Çıkarın İmralı‘dakini kardeşim.
Bunları koyun İmralı’ya.
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
19 Şubat 2013