Sınıf farkındalığı olmadan, adalet olmaz
Yaşadığımız Türkiye’nin en önemli ihtiyacı adalettir.
Adalet ihtiyacı ekmek su kadar elzem bir ihtiyaçtır.
Demokrasilerde (siz onu kapitalizm diye okuyun) fırsat eşitliğinin, adalete giden yol olduğu anlatılır.
Geniş halk kitleri için daralan fırsatlar dünyasında, birey yeni fırsatlar yaratamadığı için kendisini suçlu bulur. Ve adaletsizlikler karşısında suskunlaşır.
Adalet bireysel mücadele ile elde edilen bir şey değildir.
Daralan fırsatların, farkında olmak demek, sınıf farkındalığı demek değildir.
Bireysel çıkarların bilincine varmak, beklide adaleti en çok bozan bir yapıdır.
Yaşananların sebebi sınıf farkındalığının gelişmemiş olmasındadır.
Çöplüklerden yiyecek toplayanların, sınıf bilinci yoksa, adalet mücadelesi verme bilincine ulaşamaz.
Adalet mücadelesi verme işi, bir bilgiye, bir farkındalılığa ulaşma neticesinde yapılacak bir iştir.
Bu sebepten halk önderleri gerekir.
Önderleri içeri attınız mı, adaleti hapse attınız anlamındadır.(Tüm halkı hapse atacak halleri olmadığından)
Sınıf farkındalığına, en büyük darbeyi vuran, kaderciliktir, sahte umutlardır, bireyciliktir.
Sayısız yorumcu, gelir dağılımındaki bu korkunç uçurumdan yola çıkarak, sosyal felaket getireceğini söyler.
Hatta bu cümleleri, Washington Post’un anlı şanlı makale yazarları da belirtir. Büyüme olmazsa, işsizlik artar, bu durum da sosyal barışı bozar diye…
Bunlar kısmen doğruymuş gibi görünse de, doğru değildir.
Egemen sınıflar, emeğin kendisini savunacak araçların kurulmasına izin vermiyorsa, çalışanlar da sınıf bilincine sahip değillerse, adalet orada biter.
Adalet egemen sınıfın insafına kalır.
Tarih de, onların hiç insafının olmadığını defalarca kanıtlamıştır.
Adaletin bu mu dünya, ifadesi, herhalde buradan çıkmış olsa gerek.
Adalet diye konuşulan ve kurumlaşan kurumlar, daha önce, egemenlere karşı verilmiş mücadele sayesinde elde edilmişlerdir.
Fakir ve çalışanlar sadece egemenlerin siyasetlerini ve koydukları kuralları takip eder ve uyarlar.
Çalışanların kendisini savunacak siyasetlere varması için, ne bilgisi vardır, ne de bu bilgiyi (siyaset) toplayacak vakti vardır. (Medya egemen sınıfların çıkarının sürdürülmesi için vardır.)
Bir toplumda adalet; tarafların hak ve çıkarlarını kollama ve kullanması ile paralel gider.
Hiç kimse bir başkasına, ahlak ve adalet bahşedemez.
Adalet; bir mücadelenin, bir örgütlenmenin karşılığında kazanılan konumdur.
Köleler, yarım yamalak da olsa, örgütlenip baş kaldırmasalardı, hala insanlar alınıp satılıyor olacaklardı.
Çalışanların sınıf farkındalığı belirsizleştikçe, adalet azalır, sömürü ve kölelik artar.
Egemen sınıflar, kendi sınıf çıkarlarını sürdürmesi için, işbirlikçileri örgütlemesi onun için esastır.
Çalışan sınıfların da, hak ve çıkarlarını savunması için kendi aralarında örgütlü olması gerekir.
Dünyada, 1929 dan buyana, hatta 1929’dan da beter, işsizlik ve gelir dağılımı felaketi sürmektedir.
Egemen sınıflar, ya sahte örgütlenmeler ile çalışanların örgütlülüğünü engellemiştir.
Ya da, yarattığı sahte umutlar, sahte gelecek vaatleri, kadercilik ve öte dünyada iyi yaşama vaatleri ile çalışanların örgütlenmesinin önünü kesmiştir.
Yani adaletin önünü kesmiştir.
Sınıf sözcüğünden korkan emekçinin veya aydının elde edebileceği hiçbir hak yoktur.
Emperyalizm, sınıf, sınıf çıkarı gibi sözcüklerden korkan ve anlamaya çalışmayan aydın, aydın değildir.
Elbette bu ifadeleri bilmek ve anlamak yetmez.
Haksızlıkları, bir vicdan meselesi olarak almakta, ahlakidir denilemez.
Haksızlık ve adalet diye üzerinde durduğumuz ve anlamaya çalıştığımız, kitlesel haksızlıktır.
Bir sınıfın, öteki sınıf üzerinde kurduğu tahakkümdür.
Özde şunu söylemeye çalışmaktayım; adalet mücadelesi, her zaman adı söylenmese de, bir sınıf mücadelesidir.
Bir yanıt yazın