Son yıllarda Osmanlı’yı anlatan film, kitap ve dizilerin gördüğü büyük ilgi, insanların ecdadlarının hayatını ne kadar merak ettiğini gösteriyor. İlgi, tartışmaları da beraberinde getiriyor. Harem hayatının, padişahların yaşam tarzlarının konuşulması dikkat çektiği kadar, büyük tepki de topluyor. Son dönemde sık sık polemiğe yol açan konuları Profesör Murat Belge’ye sorduk. İşte Belge’den çok tartışılacak sözler…
ALAZ KUSEYRİ
alaz.kuseyri@aksam.com.tr
Osmanlı’da hayat nasıl akardı?
Saray hayatının aşamaları var. Başlangıçta daha sade bir hayat yaşanırken, özellikle İstanbul’un ele geçirilmesinden sonra Saray’da ihtişam, görkem artıyor. Zaman ilerledikçe devlet büyüyor ve buna bağlı olarak padişah da büyüyor. ‘Devlet-i Ali’ ya, yüksek; padişah da yükseliyor, göklere doğru uzaklaşıyor. Kimsenin ulaşamayacağı, erişemeyeceği bir noktaya doğru gidiyor. Kanuni zamanında bu en yüksek seviyeye ulaşıyor. O dönemde Saray’ın Harem’inde işaret dili başlıyor. Padişah konuşmuyor. Eliyle, jestleriyle ‘Onu getir, bunu getir’ şeklinde derdini anlatıyor. Çünkü padişahın o dönemde artık sesinin bile duyulmaması lazım. ‘Padişahın sesi ya cırlak çıkarsa’ diye düşünülüyor. 21. Yüzyıl’da hala ‘Atatürk’ün sesi ince miydi, kalın mıydı’ diye tartışan bir toplum, herhalde 16. Yüzyıl’da bundan daha beter durumdaydı. Gerçi o zaman ince ses makbuldü. Hafız sesi falan. Padişah kendini avamın nazarından saklıyordu. Leslie Peirce’ın Harem-i Hümayun kitabı çok iyi anlatır bu dönemleri. Avam açısından, ahali açısından devletin yüce olması lazım. Erişilemez, dokunulamaz. Ama bir yandan da ahali devletine dokunmak ister.
KADINLAR ÖN PLANA ÇIKTI
Halk, devlete nasıl dokunuyordu?
Bir rol değişikliği oluyor. Müslüman zihniyette biraz şaşırtıcı bir şekilde kadınlar dokunulur oluyor o dönemde. Fiziksel değil, ama Hanım Sultan camileriyle imarethaneleriyle hayır işlerinde ön plana çıkıyor. Kanuni’den önce bilmeyiz. Fatih’in, Müslüman olmadığına dair rivayetleri olan Gülbahar Hatun adında bir karısı vardır, o da yarı illegal bir ilişkidir. ‘Müslüman olmamış, numara yapan bir günahkar olduğu’ rivayetleri vardır.
‘KADINLAR BATIRDI’ MAÇO TARİHÇİLERİN İDDİASI
Kanuni’nin annesi de Hafsa Sultan bir şeyler yaptırıyor. Ama Hürrem daha önde tabii. Haseki Hürrem Hamamı, kızı Mihrimah’ın iki tane camisi var. Haseki Hürrem’in külliyesi Cerrahpaşa’da bulunuyor. Mekke’de Medine’de hayratı var. Ardından Selim padişah oluyor. Bakıyorsun Safiye Sultan devreye giriyor, bir şeyler yaptırıyor. Nurbanu Sultan, Mimar Sinan’a o güzelim külliyeyi yaptırıyor. Kösem Sultan’la bu devam ediyor. En son Turhan Sultan, Yeni Cami’yi yaptırıyor. Ondan sonra “kadınlar dönemi” dediğimiz dönem karakterini kaybediyor.
SAFİYE SULTAN ELIZABETH’LE YAZIŞTI
Bu kadınlar o zamanlarda Devlet-i Ali’nin şefkatli yüzü olarak bu gibi işlerle uğraşırken, bazı işlere de karışıyorlar. Kadınların siyasete karıştığı iddiası, kadınlar saltanatı gibi laflar da bizim maço tarihçilerimiz saldırdığı bir şey. Ben onu kastetmiyorum. Hürrem Sultan’ın Lehistan ile diplomatik ilişkileri var. Safiye Sultan Venedik’ten geldiği için öyle. Kraliçe Elizabeth ile yazışıyor. Padişah, kendi tebasına göre göklere uçarken, kendisinden aşağıya saydığı Avrupalı liderlerle karısı yazışıyor. Aslında kadına burada önemli bir değer de veriliyor. Bizimkiler ‘vay siyasete karıştı’, ‘kadınlar devleti batırdı’ diyorlar, onu kanıtlamakla meşguller. Oysa devletin battığı falan yok. Hiçbirinin devlete bir kötülüğü yok. O zamanının yapısı içinde hepsi kendi doğurdukları çocuğun tahta geçmesini istiyorlar. Hürrem bunu yapıyor, başkaları bunu yapıyor. Koşullar böyle. Hala ‘Mustafa çok cengaverdi, o olsaydı fütühat yapardı’ diyorlar. Takmışlar kafalarına fütühatı, gözleri başka bir şey görmüyor. Süleyman gitmiş Viyana’ya. Orayı ancak ağır toplarla alırsın. 15 gün top atıyorsun ve geri getirmelisin, yoksa orada kalacak. Sokullu o noktada devletin doğal sınırlarına dayandığını görüyor. Bu nedenle ‘Hazar’a, Süveyş’e kanal açayım’ şeklinde başka bir düzlemde düşünüyor.
Sokullu daha sonra öldürülüyor…
3. Murat’ın işi. 3. Murat onun ayağına kapanır şehzade olarak geldiğinde. Çünkü hangi şehzadenin daha önce geleceği belli değil. Sarayburnu’nda karşılar, şehzade ayağına kapanır. ‘Buyrun sultanım’ der. O zaman anlar ki Murat kendi erken gelmiş. Sultan tabii adamın ayağına kapanınca o adamı fazla yaşatmak istemez.
YUNAN’DAN, ROMA’DAN YAŞAM TARZLARINI DA ALDI
Son dönemde Saray içinde biseksüel ilişkiler yaşandığı iddiaları polemik konusu oluyor…
O dönemde birçok kültürde eşcinsellik dediğimiz şeyi görüyoruz. Ya da biseksüellik. Sokrat’ın karısı var, bütün Yunan sitesinin eşit vatandaşlarının karıları var, onlardan çocukları falan oluyor. Kadınlara tutkuyla vurulan da oluyor. Fakat kadın erkek eşit değil, kadınlar eğitimli değil, zaten kadınla oturup konuşulmuyor. Erkek erkeğe ne konuşulacaksa konuşuluyor. Şarap içiliyor. Erkek erkeğe ilişkiler kuruluyor. Bu mesela aşkın daha üst mertebesi olarak kabul ediliyor. İşte Platon uzun uzun bunu anlatır. ‘İki erkek arasındaki ilişki soylu olandır’ der. Şimdi bakıyoruz eşcinselliği ahlaka aykırı ilan etmişiz, kimileri daha ileri gitmiş hastalık demiş. Yunan’dan kalan bir kültür var. Roma’da da Petronius’un Satyricon kitabı erken roman sayılabilir. Petronius, Neron zamanının aydını. Osmanlı da Roma’nın yerini alan bir imparatorluk. Gelenekleri de alınmış. Kıyamet kadar kurum almışlar. Zaten istanbul’a gelmeden Anadolu’da Selçuklu, Karamanlı, Osmanlı olarak yüzyıllarca orada yaşandı. Roma hukukunu, Roma hamamını aldığı gibi bir yığın adetler de geçti. Lüferin adını, kefalin adını oradan öğrendiği gibi yaşam tarzlarını da alıyor. Sonuç olarak bu da bir erkekler toplumu. Tabii haremle birlikte biraz hara tipi, bir tane adamın her şeye hakim olduğu, etrafında birçok fonksiyonları görmek üzere, bir kısmı da cinsel hizmet olmak üzere kadınlarla sarılı bir erkek görüyoruz.
HANEDAN İÇİN YEDEK ÇOCUK DA ŞARTTI
O zaman şartlarında çocuk ölümü, genç yaşta ölümler, daha doğumda ölüm olduğu için hanedanın devamını sağlamak, çok çocuk yapmayı gerektiriyor. Yani yedek çocuk yapacaksın. Onun da kendi içinde kuralları var. Yani bir hasekiyle çocuk yaptın, o hasekiyi ayırıyorlar. Padişah onu çok beğeniyor olsa da, ilişki devam eder bir çocuk daha yaparsa padişahın üzerindeki nüfusu artar düşüncesi var. Onun için kız-erkek fark etmez bir çocuk doğurunca kadını bir şekilde uzaklaştırıyorlar. Oğlu 12-13 yaşına gelince sancağa gönderiliyor.
KURALLARI BOZAN HÜRREM OLDU
Ne yapıyor orada?
Sancakta annesinin yanında bir tür padişah olma stajı yapıyor. Lala var, o sadrazamı gibi. Sadrazam padişaha bağlı. Yani şehzadenin ne yaptığını padişaha duyurmakla yükümlü. Çünkü tahtından indirmeye kalkabilir. Onlar da bir küçük harem kuruyorlar. Erkek arkadaşları var. O yaşlarda, cinsel kimliği bulma yaşlarında ne yaptıklarını tahmin edebiliriz. Normal insan ne yapıyorsa onlar da onu yapıyor. Bu kuralları Hürrem bozuyor. Evlenmek yasak o zamana kadar. Ama Hürrem evleniyor, çocuk doğuruyor ve sancağa çıkmıyor. Başka çocuklar da doğuruyor. Orada bir tutku durumu var. Fakat padişahın o dönemde biseksüel olması, o zamanın ahlakına göre gayet normal. Kabusname’yi oku. Mercimek Ahmet’in Türkçeye çevirdiği kitapta ‘Yazın kadınlarla yat, kışın da oğlanlarla yat. Oğlan teni sıcaktır, kadın teni soğuktur’ diye tavsiyelerde bulunuluyor. Padişah gibi bir yandan çok ciddi kısıtlılıklar, bir yandan da kimseye nasip olmayan ayrıcalıklara sahip bir adamın da monoseksüel olmak yerine biseksüel olmayı tercih etmesi çok normal.
Peki, iddia edildiği gibi Drakula’nın kardeşi Radu’nun Fatih Sultan Mehmet’le yakınlığı gerçek mi?
Fatih’in birden fazla böyle ilişkisi var. Kanuni’nin babası Selim özellikle kadın sevmeyenlerden. Padişah olarak mecburiyetten çocuk edinmesi lazım, bir tek Süleyman var zaten. Böylece Süleyman’a kardeş öldürme zahmeti vermiyor. Süleyman da oğullarını öldürüyor. 4. Murat sıkı kulamparadır. 3. Osman gayet siliktir. Ayakkabılarının altına kabaralar çaktırıyor. Taş üstünde yürürken ses çıkartıyor. Kadınlar uzaktan duysunlar ve toz olsunlar, gözü görmesin istiyor.
PAPA, FATİH’E ‘HRİSTİYANLIĞI SEÇ’ DEDİ
Fatih Sultan Mehmet’e Hristiyanlığı seçmesi teklif edildiği doğru mu?
Dini mesele değil. Zaten İstanbul’u ısrarla almayı istemesi Roma İmparatoru olmak. İstanbul’u aldıktan sonra mektuplarını Kayser-i İklim-i Rum diye imzalıyor. Batı Roma’yı da almak istiyor. Nitekim ömrünün sonunda Otranto’ya asker çıkarması hala devam eden isteğini gösterir. Bütün olanı biteni gayet iyi bilen bir adam Fatih. Bizans’ta 1204 Haçlı seferi sonrası ‘Bizim bu Katoliklerle işimiz olamaz, Müslümanları tercih ederiz’ diyen, o zamanın koşullarına göre bir parti var. Fatih’in İstanbul’un fethi sonrası patrik tayin ettiği Gennadios Scholarios o hareketin sözcülerinden biri. Ve fetih sırasında İstanbul’da değil o adam. Fatih onu buldurtuyor, getirtiyor ve şatafatlı bir merasimle patrik ilan ediyor. Ondan bir risale yazmasını istiyor. ‘Hristiyanlık nedir?’ sorusuna cevap arıyor. Gennadios, Katolik düşmanı bir adam olduğu için Fatih’e Katolik olmasını salık vermiyordur. ‘Hristiyan olacaksan bizden ol’ demiştir, risalede ne yazdığını bilmiyoruz sonuçta. Trabzonlu Trapezuntios o sırada İstanbul’a gelip bir süre kalıyor. Fatih’e de ‘Roma’nın gerçek sahibi sensin. Çünkü sen kılıcınla aldın. Batı’yı da sen almalısın’ diyor. Bu arada Papa’nın da ahpabı bu kişi. Roma’ya gider ve orada tutuklanır. Papa, Fatih’e mektup yazar. “Doğru dini kabul et, o zaman biz seni destekleriz. Batı Roma’yı da toparlarsın” diyor. Fatih, akıllı bir kararla yapmaz bunu. Çünkü cihat esprisi, gaza ruhu ile giden bir imparatorluk var. Bir de Fatih bir gecede Hristiyan olunursa isyan çıkma riskini de göze alamaz. Çünkü ne olacağı belli değil.
‘ANNELERİ TÜRK DEĞİLDİ’ SÖZÜ IRKÇI BİR YAKLAŞIM
Padişahların annelerinin gayrimüslim olduğu, etnik köken açısından Türk olmadıkları tartışılır.
Annesi Türk olan bir tek Orhan var. Irkçı bir adam bunu yaptı. Hem ırkçı, hem Osmanlı düşmanı. ‘Osmanlı kötüydü, çünkü onlar Türk değillerdi’ der. Padişah’ın Anaları adında bir kitap yazdı. Genç Osman’ın günahlarından biri müftünün kızıyla evlenmeye kalkıyor. Osman genç ama bir şeyler tespit etmiş genel düzenle ilgili. Temelde askeri bir imparatorluk Osmanlı.
GENÇ OSMAN’IN MÜFTÜ KIZIYLA EVLENMESİNE İZİN VERİLMEDİ
Prestij edinmek için Mekke’ye gitmeyi ve hacı olmayı istiyor. Bir de Saray’daki cariyelerle değil, müftü kızıyla evlenmeyi istiyor. Halkın gözünde kendini muteber yapar diye düşünüyor. Yeniçeriler bunu istemiyor. Padişah’ın hacı olması caiz değildir dedirtiyorlar ulemaya, sonra da ayaklanma patlak veriyor Genç Osman’ın sonunu getiren. Osmanlı’da çok enteresan bir sistem var. Mesela halktan birini astıramıyorsun, ama sadrazamını alın bunu asın diyorsun, asıyorlar. Padişah’ın karısı köle, fırıncının karısı ise özgür. Bir anlamda padişahın karısından üstün hukuken.
Genç Osman’ın Yeniçeriler tarafından çıplak şekilde atla İstanbul’da gezdirilip, tecavüz edilerek öldürülmesi gerçek mi?
Evet.
ASKER-ULEMA PADİŞAHIN HACCA GİTMESİNE İZİN VERMEDİ
Genç Osman gidemiyor. Peki hacca gitmeyi başarabilen padişah var mı?
Hayır yok. Bırak Mekke’ye gitmeyi, türbesi Eyüp’te olan bir tek Sultan Reşat’tır mesela. Eyüp kutsal bir yer Türkler için. Birçok padişah Eyüp’te gömülmek istemiştir, ama buna bile müsaade edilmiyor.
Kim izin vermiyor?
Zamanın uleması, askeri falan.
Padişahlar içki içiyor mu?
İçki içmeyen padişah çok azdır. 2. Murat esaslı içicilerden biridir. Fatih çok olmasa da içiyor. Daha çok şarap içiyorlar. Rakı da var tabii. Kanuni de içer. Sarhoşluk denildiğinde 2. Selim akla gelir. 4. Murat en kulamparalardan olduğu gibi, en ağır içenlerden biridir. Onun zamanında içki-tütün yasağı uygulanıyor. 3. Ahmet, Lale Devri’nin alemcisidir. 2. Mahmut ağır içicidir. 40 küsur çocuğu olan Abdülmecit çok içer. Hem içici, hem kadıncıdır. Ulu Hakan Abdülhamit Han falan dedikleri de sarhoş gezmez ama her yemekten sonra birkaç kadeh Fransız konyağı içer.
KÖLELERİ EKONOMİDE KULLANMADIK
Türkiye son yıllarda Afrika’yla ilişkileri geliştiriyor. Sürekli olarak “Türkler orada kölecilik yapmadı, adaletliydi” deniyor, doğru mu?
Daha çok Sudan’a uzanıyorlar. Mısır var. Köle almak için ille oraya gitmeye gerek yok. Arap tüccarlar Afrika’da kabile şefleriyle ilişkili. İnsanları yakalayıp getiriyorlar. Ağırlıkla fildişi ve insan ihraç ediliyor. Daha küçük çapta ise gergedan boynuzu, leopar kürkü gibi Afrika’nın doğasının parçaları getiriliyor. Bu ticarette bol miktar zenci köle de geliyor. Bunların bir kısmı kadın. Cariye ve ağır iş yaptırılmak üzere getirilenler var. Erkekler de hadım edilerek harem ağası oluyor. Antik Yunan ve Roma’dan sonra Amerika’dan farkımız köleleri ekonomide kullanmadık. Köle edilmiş insan emeğini ekonomik girdi haline getirmedik. Çünkü burada kurulu ekonomik düzende buna ihtiyaç yoktu. Köle, hizmet ve zevk unsuruydu. Bu övünülecek bir şey değil. Ekonomik olarak kullanılmadı, ama ihtiyaç olsa o da yapılırdı. Zaten kullanıyorsun bir şekilde. “Ben ekonomik amaçlı köle kullanmam, estağfurullah” demenin anlamı yok.