Sınırları çetelere terk ettik…
Türkiye Suriye sınırları mültecilere açılınca, 200 bin Suriyeli Türkiye’ye geldi.
Bu gelenlerin ne kadarının gerçekten mülteci olduğu, ne kadarının Suriye’de terör yaratmak için girip çıktığı, ne kadar mühimmat ve öldürücü teçhizat götürüp getirdiği belli değil.
Cilvegözü Sınır Kapısında, meydana gelen patlamadan sonra, iki önemli açıklama geldi.
Açıklamanın birisi; ABD Dışişleri Bakanlığından, ötekisi de Genelkurmay Başkanlığından geldi.
Mütareke Medyası, alışkanlıkları gereği, patlamadan hemen sonra, TSK’yi suçlayan haber ve yorumlar yaptılar.
Bunlardan en önemlisi de, patlayan arabanın Jandarma Kontrol Merkezinden geçip geldiğini, yani hiçbir denetim olmadığını belirtiyorlardı.
Bu haber ve yorumlara, Genelkurmay Başkanlığı anında cevapladı.
Genelkurmay, “Sınır kapısında bu görevi yapan bir birim yok. Sadece, üç dört askerin, rutin gözlem devriyesi var.”
Bu açıklamadan sonra, bir açıklamada, ABD Dışişleri Sözcüsü Victoria Nuland’dan geldi.
“Cilvegözü güvenliğini sağlayabiliriz. Ancak Türkiye’den böyle bir talep gelmedi.”
Genelkurmaydan gelen açıklama ile Nuland’dan gelen açıklamalar birlikte okunduğunda, durumun bizim düşündüğümüzden de felaket olduğu ortaya çıkmaktadır.
Güvenlik sorunun tavan yaptığı yerde, Türk Ordusu yok.
Peki, ordu burada olmayacak da nerede olacak.
Tabi ordu orada olmayınca, Amerika boşluğu doldurmak için durumdan vazife çıkarıyor.
Sanki zaten işin içinde değilmiş gibi…
Bir açıklama da Çukur Projesinin sahibi Davutoğlu’dan geldi.
“Türkiye’yi savaşa sokmadan, emin adımlar ile ilerliyoruz.”
Yirmi beş aydır, terör ve teçhizat ihraç edenler, emin adımlar ile ilerlediklerine inanıyorlar.
Onlar inanadursun, El-Kaide ve El Nusr-a terörü Türkiye’ye sirayet etmeye başladı.
Sınır kentlerimiz bomba imalathanelerine dönüştü. Askeri mühimmat ve teçhizat üretim alanı oldular.
Eskiden sanayi ürünü ihraç ettiğimiz yere, şimdi suç aletleri gönderiyoruz.
Suriye devleti kendi ülkesini temizledikçe, oradaki terör buraya geliyor.
Bunlara inansaydık, üç ay içinde Esad gidecekti, bunlarda Şam’da Emevi Camiinde namaz kılacaklardı.
Azerbaycanlı tarihçi Hüseyin Asubogluof diyor ki, Türkiye Osmanlının Birinci Dünya savaşında yaptığı hatayı tekrarlıyor.
Büyük bir belanın içinde olduğumuzu anlamak için tarihçi olmaya gerek yok.
Ancak dışarıdan bakanların da, ne yanlış tutumlar içinde olduğumuzu görüyorlar.
Bu akşam haberleri izlerken bir hususa gözüm takıldı.
Eskiden her haber programlarında, Erdoğan’ın ne yaptığını, ne söylediğini dinler izlerdik.
Anlaşılan odur ki, bundan sonra her haber programlarında Öcalan ile ilgili raporlar da alacağız.
Kaç kitap okuduğu, kaç gazete okuduğu, kantine kaç lira ödediği, kaç dakika antrenman yaptığını dinleyeceğiz.
Bu haber sistematiği ne kadar çok tekrarlanırsa, bizler de ÖcalanIn ne kadar dahi bir kişilik olduğunu, aslında bize anlatılan Öcalan’ın doğru olmadığını anlamış olacağız.
Gizli ikna sistematiği hızla yürürlüktedir.
Nasıl ki, gizli ve açık ikna sistemleri ile Türk Ordusunu terörist olarak bizlere anlatmışlarsa, şimdi de Öcalan’ı bize çok cici çocuk, mükemmel insan olduğunu da kabul ettireceklerdir.
Ama zamana ihtiyaçları var.
İşte önemlisi de bu.
Her şey bir taraftan sıkıştırıyor.
Zaman yok.