İktidara gelince ilk iş Ankara’ya uçmak

İktidara gelince ilk iş Ankara’ya uçmak

08.02.2013 02:30

i.milliyet.com.tr-.-YeniAnaResim-.-2013-.-02-.-07-.-fft99_mf3021275.Jpeg

Özdemir, “Biz başa gelirsek oyunun kurallarını değiştireceğiz. İlk yapacağımız iş, Ankara’ya uçmak. ‘Haydi hazır mısınız?’ diyeceğiz, kapı açık. Ama kapı açık derken, o kapıdan geçmek için Avrupalı olmak gerekiyor” diye konuştu

Almanya Yeşiller Partisi Eşbaşkanı ve Mercator-İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) kıdemli araştırmacısı Cem Özdemir, Sabancı Üniversitesi-İPM-Mercator işbirliğinde düzenlenen bir konuşma için İstanbul’daydı. Konuşmanın başlığı, “Mölln ve Solingen’den 20 yıl sonra nefret suçu ve bugün Almanya-Türkiye İlişkilerine Etkisi”ydi.
Cem Özdemir ile Türkiye’nin AB ile yaşadığı bir sıcak bir soğuk ilişkiyi ve Avrupa’daki nefret suçlarını konuştuk.
Eylül ayında Almanya’da seçimler olacak. Yeşiller Partisi ve Sosyal Demokratlar koalisyonunun iktidara gelmesi bekleniyor. Türkiye ile Almanya ilişkileri nasıl etkilenecek?
– Şu anda başta Merkel hükümeti var ve Türkiye’den Almanya’ya bakıldığında Almanya’yı Merkel yönetiyor. Ama şu anda Merkel kadar biz yönetiyoruz. 16 eyaletin beşinde iktidardayız, altıncısını kazandık. Bu eyaletler arasında Almanya’nın en büyük ve en güçlü eyaletleri var.
Fransa’da hükümet değişti, ABD’de Obama tekrar seçildi. Almanya’da eğer başarabilirsek bir Yeşil-Kırmızı hükümetin gelme ihtimali belirdi. Bir de Türkiye’ye bakıyorum… Türkiye’ye sıcak bakan iktidarlar güçlenirken, Avrupa’ya sıcak bakan hükümet soğuyor. Bu ne iş?
Sizin analiziniz nedir?
– Acaba Sayın Başbakan Erdoğan bizim seçim kazanmamızı istemiyor mu diye soruyorum kendime. Acaba Merkel’i tercih mi ediyor diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü bir şekilde alan memnun, satan memnun. Merkel, “Daha önce yapılan anlaşmalar bizi bağlar, Türkiye’yle müzakerelere devam ediyoruz” diyor. Hiçbir şey olmuyor.
Türkiye de “Hayır, biz hiçbir zaman Avrupa’ya sırtımızı çevirmedik, istiyoruz” diyor. Ama herkes öyle olmadığını biliyor.
Sizin kuracağınız hükümet neleri değiştirecek?
– Biz başa gelirsek oyunun kurallarını değiştireceğiz. İlk yapacağımız iş, Ankara’ya uçmak. Haydi hazır mısınız diyeceğiz, kapı açık. Ama kapı açık derken, o kapıdan geçmek için Avrupalı olmak gerekiyor. Yani din ve devlet ayrımı, kişisel hak ve özgürlükler, basın hürriyeti, din devleti olmamak, Batı medeniyetlerinin paylaştığı ortak değerler.
Mevcut pozisyonunda Türkiye o kapıdan geçemez mi?
– Sanırım onu Türkiye de kabul ediyor. Bugünkü haliyle AB normlarını birçok hususta yerine getirmiyor, bunu görmek için cezaevlerine gitmek yeterli herhalde. Ama bunu söylerken, bizde her şey güllük gülistanlık, Türkiye sorunlu anlamında söylemiyorum. Bu iş prensipler üzerine yürümeli, Türkiye Kopenhag kriterlerini gerçekleştirmekte yol kat ettiğinde bizim görevimiz müzakereleri hızlandırmak, gerçek müzakerelere dönüştürmek. Şu anda harika bir fırsat var elimizde. Kıbrıs konusu Güney Kıbrıs’taki ekonomik krizden ötürü tekrar gündeme geldi. Keşke şu anda biz iktidarda olsak.

‘Keşke biz iktidarda olsak’
 Ne yapardınız?
– Kıbrıs’ta neyi müzakere edeceğimizi çok iyi biliyorum. Kıbrıs’ın birleşmesi tekrar gündeme gelebilir şu anda. Süper bir fırsat. Güney Kıbrıs seçime gidiyor.
Anastassiades’in başa gelme ihtimali var; ki Kofi Annan planını desteklemişti. Orada bir zamanlama şanssızlığımız var. İnşallah eylül ayında iktidara gelirsek Kıbrıs üzerinden müzakereleri hızlandırma şansımız var. Biz Türkiye’yi istiyoruz ama Türkiye bizi istemeye devam ediyor mu? Sözde evet ama pratikte eylülde göreceğiz.   Özdemir, Türkiye ile AB  arasındaki gelişmeleri Miraç Zeynep’e anlattı. ‘Musevi mezarlarını polisle koruyoruz’
Nasyonal Sosyalist Yeraltı(NSU) örgütünün ortaya çıkışıyla Almanya’nın Neo-Nazi cinayetleriyle yüzleşmesinden bu yana bir buçuk yıl geçti. Toplumda ne değişti?
– Aşırı sağcıların, Neo-Nazilerin bir terör örgütü kurabileceğini kimse tahmin etmiyordu. Bugüne kadarki algılamada, solda böyle örgüt vardı. 70’lerin sonunda Kızıl Ordu örneği gibi. Aşırı sağ ise yıllardır şöyle biliniyordu, bunlar bir şey yapsa hemen söylüyor, propaganda mesajı bırakıyorlar. Oysa NSU 13 sene yeraltında yaşadı. Haberler ana sayfalardayken iş kolay, herkes kınıyor, konuşuyor. Asıl iş şu anda başladı. Biraz arka sayfalara kaydı haberler, mağdurlar unutulmakla karşı karşıya. Çok şükür cumhurbaşkanımız onları olayı gündemde tutmak ve yalnız olmadıklarını göstermek için davet etti.
Almanya’daki sivil toplum kuruluşlarından biri olan Amadeu Antonio Vakfı’nın sayfasında bir makale okudum. Şöyle yazıyordu: “Avrupa’daki Anti-Semitiklerin aşırı sağcı Neo-Naziler olduğu düşüncesi değişmeye başladı. Artık bu konuda medya ilgisi göçmenlere, özellikle de genç Müslümanlara kaydı”.
– Anti-Semitizm Almanya’da ciddi bir sorun, hiçbir zaman da bitmedi. Utançla söylüyorum, bizde Musevi mezarları polis tarafından korunmak zorunda. Sinagoglara gidenlerin de güvenliklerini sağlayamıyoruz. Bu tehdit farklı taraflardan geliyor. Biri klasik aşırı sağ, Neo-Naziler. Bunun ötesinde ne yazık ki Ortadoğu’daki TV kanallarından gelen Anti-Semitizm zehiri Almanya’daki çocuklarımıza da işleniyor. Musevi okuluna giden çocuklar; Arap, Türk ya da Kürt kökenli çocuklar tarafından tehdit ediliyor.
Neo-Nazilerin nefreti Müslümanlara yönelirken, Anti-Semitizmi Müslümanlar mı devraldı?
– Anti-Semitizm ne yazık ki bir grubun tekelinde değil. Toplumun farklı kesimlerinde, hatta solda bile bulabilirsiniz. Son yıllarda maalesef arttı Müslümanlar’dan gelen Anti-Semitizm. Geçenlerde sinagogda bir ayine katıldım.
Haham, ünlü bir haham. Neyiyle ünlü? Müslümanların haklarını savunmasıyla. Müslüman-Musevi kardeşliği mücadelesi veren, Türkiye’nin AB’ye girmesini savunan bu haham, başında kipa olduğu için sokağın ortasında gençler tarafından dövülüp hastanelik edildi. Yakalanamadılar ama Müslüman gençler olduğunu biliyoruz. Adam ona rağmen “Bunu yapanlar Müslümanlar, Türkler ya da Araplar değil. Tek tek gençler” diyor.
Nefret suçlarının iki objesi olarak Müslümanlar ile Museviler arasında hiçbir ortaklık yok mu?
– Şunu unutmuyorum. 90’lı yılların başında Mölln ve Solingen’deki saldırılardan sonra Türk toplumu parçalanmış bir şekilde televizyona kim çıkıp konuşacak diye tartışıyordu. Özel kanallar yoktu ve akşam haberlerine çıkacak kişi, Almanya’nın yarısına hitap ediyordu. Hele Solingen saldırısından sonra yüzde 90’ına. Bizim adımıza televizyona çıkması için üzerinde anlaştığımız tek kişi Musevi toplumunun lideri oldu. Ve çıkıp öyle bir konuştu ki, hepimiz hüngür hüngür ağladık ekran başında. Musevi toplumu ile Almanya’daki Türkiye toplumu ve Müslümanlar arasında birliğimiz vardı. Birlikte mücadele ediyorduk. Bunun hafifçe yeniden doğuşunu sünnetin yasaklanması gündeme geldiğinde yaşadık.


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir