…
Konuya ilişkin olarak bugüne kadar yayınlanan üç ayrı yazımızdan(1) hareketle diyebiliriz ki; Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Eski Müdürü Ayşe Sucu, başörtüsü konusunda, bir önceki Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan, Diyanet’te çalıştığı süre boyunca kurumun en etkili isimlerinden birisi olan Prof. Dr. M.Saim Yeprem’den ve Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ten farklı bir şey söylemiş değildir. Esasen söylemesi de mümkün değildir.
Öte yandan TDV. Kadın Faaliyetleri E. Müdürü Ayşe Sucu’nun, tesettür ve başörtüsü konusundaki fikirleri ve uygulamaları 2008 yılında ortaya çıkmış da değildir. Adı geçen, aynı sıfatla ve aynı giyim tarzıyla 1994 yılından beri gerek resmi, gerekse gayrı resmi hemen her platformda arz-ı endam etmesine ilave olarak, konuya ilişkin düşüncelerini geçmiş yıllarda muhtelif vesilelerle sözlü olarak da dile getirmiştir. Örneğin Nisan/2007 Ayı’nda “http://www.turktıme.com” isimli internet sitesi adına Ersin Tokgöz’e vermiş olduğu ve birçok yayın organında olduğu gibi kendi resmi internet sitelerinde de yayınlanan bir mülakatta, Ersin Tokgöz’ün, kâkülünü dışarıda bırakır tarzda başörtüsü bağlama şeklini kastederek “Şu an başınızdaki örtüyü ben herhangi bir şekilde niteleyemiyorum. Ve neden alıştığımız gibi tam açıp ya da tam kapatmıyor da bu şekilde bağlıyorsunuz? Söyler misiniz; sizin başınız açık mı kapalı mı?” şeklinde sormuş olduğu soruyu şöyle cevaplandırmıştır Ayşe Hanım:
“Evet, başım kapalı. Ben başörtüsünün böyle örtülebileceğine inanıyorum. Sembollerin elbette bir değeri var. Tanımı gereği her sembol arkasındaki temel manayı işaret için konmuştur. O temel manayı kaybederseniz sembolün sembol olmak bakımından hiçbir değeri kalmaz…Dikkat ederseniz, Peygamber Efendimizin vahiy sürecini ele aldığımızda, uzun bir süre, 13 yıl, tevhidi yerleştirmek için çalışıyor. Ama biz tam tersine ritüellerden başlıyoruz. Hatta dayatmaya çalışıyoruz. İmanımız belli olgunluğa gelmeden tamamen şekiller üzerinden dini anlamaya ya da algılamaya çalıştığımız için sıkıntılar, travmalar yaşıyoruz. Onun için kendi kendimizle çelişiyoruz. Samimi değiliz. Eğer bu alanı özgür bırakmazsanız münafıklar üretirsiniz. Gerçekten de münafıklar üretiyoruz biz… Bunun arkasında komplolar aramıyorum. Çünkü bunu biz yapıyoruz. Her şeyden öte hepimiz diyoruz ki, sen benim gibi olacaksın, benim gibi düşüneceksin, yaşayacaksın. Ben merkezli düşünüp ben merkezli yaşıyoruz ve ben merkezci yaşamalarını istiyoruz. İslam’ın en temel kavramlarından biri hoşgörüdür. Peygamberimizin bütün davranışlarında bunu görebilirsiniz. Hoşgörülü olabildi mi İslam dünyası? Yıllarca birbirimizin başörtüsü ile eteklerimizin uzunluğu ve kısalığı ile uğraştık. Ve bu hususları hep imanla ilintilendirdik…”(2).
Demek oluyor ki; Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürlüğü, her konuda yaptığı gibi, başörtüsü konusunda da takıyye yapmıştır! 1994 yılından beri, özellikle 28 Şubat sürecinde vitrin görevi gördürdüğü bir elemanını ve onun şahsında tasvip edip bir anlamda uygulamaya koyduğu türban modelini, yani en azından bizim tabirimizle geçmişi Hz. Peygamber dönemine kadar uzanan “Sukeyne Kâkülü Modeli”ni 2008 yılına gelince kolayca reddedivermiştir(3).
Zaman Yazarı Ahmet Turan Alkan’dan Diyanet’e Yapılan Giydirmeler
İşin ilginç yanı; Ayşe Sucu’ya 2008 yılında Aksaray’da yapmış olduğu konuşmasından dolayı en büyük desteklerden birisi laiklerden, liberallerden ve sözde Atatürkçülerden değil, muhafazakâr kesimden gelmiştir. Hem de Ahmet Turan Alkan isimli Zaman Gazetesi yazarından gelmiştir bu ilginç destek.
Ahmet Turan Alkan 23.02.2008 tarihli ve “Yalnız Değilsiniz Ayşe Hanım” başlıklı yazısında şunları söylemiştir:
“TDV, Vakıflar Kanunu’na göre vücut bulmuş bir tüzel kişilik ve öyle olduğu için kendiliğinden ‘sivil toplum’ dediğimiz alan içinde yer alıyor. Sivil toplum kuruluşlarında ‘gönüllülük’ esası önde geliyor ve bu kuruluşlar ‘sivil’ olmaları icab ettiği için, ‘kamu alanı’nın dışında duruyor; veya kitaba göre öyle olması lazım. Ne var ki bizde çeşitli kamu kurumlarının ‘yavrusu, en hayırlı evladı’ niteliğinde pek çok yarı-sivil vakıf mevcut. Adlarını saymama gerek yok; falan kamu hizmetini destekleme vakfı deyince, sivil mi, kamu kuruluşu mu olduğuna bir anda asla karar veremeyeceğiniz garip teşekküllerle karşı karşıya geliyorsunuz. Kanunen bal gibi bir sivil toplum kurumu fakat kendini kamuya, kamu hizmetine adamış vefâkâr ve cefâkâr kuruluşlar bunlar.
Eğri oturuyor olabiliriz ama gelin doğru konuşmayı deneyelim; aslında sivil toplum kuruluşu filan değiller; sadece para toplamak ve bu parayı tasarruf etmek konusunda mevzuatın dışına çıkamayan bazı kamu kurumlarının icat ettiği, kanunî bir hülleden ibaretler ve öyle olduğu için bir vakıf mensubunun, tartışmaya sebep olması muhtemel bir konuşması apar topar tekzibe uğruyor, ‘hâşâ, bizden böyle aykırı fikirler çıkabilmez; çıksa da bizi bağlamaz’ diye telâşeli vaziyetlerle karşılaşıyor, tebessüm ediyoruz.’ diyerek müdiresi hakkında, kendi varlığını inkâr etme pahasına tekzip metni yayınlayan Türkiye Diyanet Vakfı’nı tenkit ediyor ve ‘TDV Kadın Faaliyetleri Müdürü Ayşe Sucu Hanımefendi’yi şu ortamda gösterdiği fikrî ve medenî cesaretten ötürü alenen tebriki vazife addederim. Kendisini yalnız ve biraz da ötelenmiş hissettiği şu günlerde Ayşe hanımların gerek şahsi, gerek ‘birer sivil toplum kuruluşu üyesi’ olarak doğru bildiklerini söyleme hakkını sonuna kadar destekliyor ve sakıncalı zannedilen fikirlerini paylaştığımı zevkle ifade ediyorum.”
Vatikan Büyükelçimizden Diyanet’e ve Medyaya Sitem
Diyanet’in bir zamanlar en itibarlı konferansçılarından ve panelistlerinden olan ve halen T.C.Vatikan Büyükelçisi olarak görev yapan Prof. Dr. Kenan Gürsoy’un, Ayşe Sucu’nun görevden alınması üzerine söylediği şu sözler, gerçekten de bu ülkedeki aydın kıyımına ve yetişmiş insan israfına lakayd kalışımıza ve bu konudaki toplumsal tepkisisliğimize dikkat çekmesi bakımından oldukça anlamlıdır:
“Gönül isterdi ki, kendisinin 2010 yılının son günlerinde,Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Merkezi Müdürlüğü’nden alınışı sırasında, medya, günlük siyasi hayatımızın bilindik aktörleri ve genellikle kamuoyu ,onun, yaşayan bir Müslüman Türk Kadını olarak, bu endişelerinin ve vakur tavrının farkında olmuş olsunlar. Heyhat, yine ‘şuculuk’ ve ‘buculuk’ o kendi bencil tavırlarının ve kısır algılarının girdabında, asıl ıstırabın üstünü örttü. Yine insanımız, kendini ve ötekini hapsettiği yüzeysel kategorilerinin yarattığı yabancılaşmada, pek çokları gibi, onun da şaşırtıcı farklılığının ayırdında olamadı. Keşke Ayşe Sucu’nun bu, toplumumuzca pek alışık olunmadık duruşu, medyanın günlük tiraj kaygılarına, kısır çekişme ortamlarının o indirgemeci yaklaşımlarına malzeme olup, asıl değerini yitiriyor olmasa idi…”(4)
Ayşe Sucu diyor ki:
Halen Sözcü Gazetesi’nde köşe yazarlığı ve CHP’nin televizyonu olarak bilinen Halk TV’de dini içerikli programlar yapan Ayşe Sucu, göndermiş olduğu uzunca e-postasında şunları da söylüyor:
“Ömer bey merhaba, teşekkür ederim hassasiyetinize… Belirttiğiniz gibi, yaptığımız bütün faaliyetleri tamamen kendi çabalarımızla gerçekleştirdik. Biletleri satarak Vakfa para bile kazandırdık. Ayrıldığım tarihte Vakfa her ay 25-30 milyar civarında aidat yatırıyorduk… Evet o dönemde kendi yağınızla kavrulun demiştir Ali Bardakoğlu… Bir sekreteri dahi bana çok görürlerken bu gün her şeyin sebil olduğunu duyuyorum. Devam eden bazı üyelerimiz ‘bunların kastı Ayşe hanımaymış’ diyorlarmış. Bildiğiniz üzere; ben tek başıma o çalışmaları yürütürken(benden sonra)sekreterinden tutun da ona yakın peşpeşe atama ya da görevlendirme yaptılar.
Görmez, benim hiç bir çalışmama katılmazken, hatta kendi ifadesiyle ‘sizin çalışmalarınıza katılırsam beni size destek vermekle suçluyorlar’ demiştir. Kimden korktuğunu ve neden destek vermediğini (şimdi) anlamış olduk. (Beni)Görevden aldıktan sonra buranın başarılı olabilmesi için çalışmalarına tam destek vermektedir.
Bunu şunun için söylüyorum; bu gün oraya verdiği desteğin dörte birini bana vermiş olsalardı o çalışma nereye varırdı, siz hesap edin lutfen. Yıllarca şube açabilmek için onlarca kez bizzat kendisiyle konuşmama rağmen, beni görevden alır almaz ilk açıklaması on beş merkezde şube açacağını ifade etmek olmuştur. Ancak henüz bir şube dahi açamamıştır. En acısı da, kurucusu olduğum bu yerde benimle ilgili ne varsa sildirtmiş, resimlerimi kaldırtmıştır. Bir din adamının ‘vefa’ denilen kavramı görmezden gelmesi galiba ‘görmez’ olmasıyla ilgili olsa gerek. (Oysa) kendisi bana sürekli olarak ‘Ayşe hanım burası sizin sadaka-ı cariyeniz’ derdi. Bu da garip bir cilve olsa gerek. Selam ve dua ile”
…
Ayşe Sucu’ya, Sözcü’de yazdığı, Halk TV’de program yaptığı için kızanlar olabilir özellikle Diyanet çevrelerinde. Ancak hiç kızmayın; zira buna hakkınız yok. Eğer birilerine kızmak istiyorsanız, öncelikle kendinize kızınız. Çünkü Ayşe Sucu gibi insanlar, rol sahibidirler toplumda. Üstelik bu rollerini oynamak zorundadırlar. Çünkü toplum onlara böyle bir misyon yüklemiştir ve onlar misyonlarının gereğini yapmak zorundadırlar. Eğer siz, onlara rollerini oynayacakları alan bırakmazsanız, onlar da tıpkı suyun mecrasını bulması gibi rollerini oynayacakları yeni alanlar bulurlar. Bunda kızacak, tafra yapacak hiçbir yan yoktur. Bu insanlar yeter ki; rollerini, bu milletin, bu ülkenin ve bu devletin istifadesine sunsunlar. Bundan daha güzel ne olabilir ki…
01 Şubat 2013
_______________
1-bkz. “Sukeyne Kâkülü ve Türbanda Ayşe Sucu modeli”, “Siyasi konjonktüre göre yön değiştiren fetvalar” ve “Bardakoğlu’nun vuvuzelası, ekranların müptelası, F.Altaylı’nın maskarası” başlıklı makalelerimiz.
2-bk. “http://karsigorus.wordpress.com” isimli internet sitesinde bulunan 10.04.2007 tarihli ve “Başörtüsü Öz Değil Semboldür” başlıklı, ve “http://www.tdv-kadinfaaliyetleri.org” isimli internet sitesinde bulunan 02.04.2007 tarihli ve aynı başlıklı haber.
3- internet adresinde bulunan 21.02.2008 tarihli ve “Diyanet Kadın Müdürüne Kızdı” başlıklı son dakika haberi,
4- Ayşe Sucu, İnsan Olmaktır Dindarlık, s, 14, Lotus Yayınları, Ankara, 2011.