YOLUN SONU (2)
HÜSEYİN MÜMTAZ
Yavrusu geri kalacak değil ya, Kıbrıs’ta da “yolun sonu” görünüyor…
1.Bir yıldır devam eden Lefkoşa Belediyesi’ndeki grev rezilliğinde sendika, problemi çözmek için Hristofiyas’tan randevu istiyor.
2.KKTC Futbol federasyonu, Rum’un ligine katılmak için Rum Futbol Federasyonu KOP ile görüşmeler yapıyor.
3.”Tek başına iktidar” olan UBP’nin Kurultayını mahkeme bilmem kaçıncı defa iptal ediyor, Başbakan’ın seçilemediğini, seçimin tekrarlanması gerektiğini kararlaştırıyor. Koltuğa yapışan Küçük de geçmişte (aynen kendisi gibi) sövüp sayarak UBP’den ayrılan, parti kuran küsurat figürlerini transfer ederek çoğunluğu sağlamaya çalışıyor.
4.Meclis bir türlü toplanamıyor ve…
5.Kamu Hizmeti Komisyonu Başkanı Çetin Uğural, Başbakan’ın sahte imza ve şaibeli sınav uygulamalarıyla ilgili Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun da ilişkili olduğu şüphelerinin ciddi bir aşamaya geldiğini iddia ederek, Eroğlu hakkında hukuki süreç başlatılmasını ve istifasını talep ettiklerini belirtiyor..
Yukarıdakilerden hangisinin daha vahim olduğuna ve öncelik sıralamasına artık siz karar verin..
Türkiye’de ortalama vatandaşta son yıllarda gittikçe artan bir yüzdeyle “Kıbrıslılar bizi sevmiyor” inancı yerleşmektedir.
Aslında “Türkiyeliler”in de “Kıbrıslıları” beğendiği/benimsediği söylenemez.
90’lı yıllarda SSCB çöktüğünde doğan Türk Devletleri’ne Türkiye’den hesapsız-kitapsız akan bilumum vasıfsız-vurguncu-üç kağıtçılar “bile” yerli halka nasıl onları küçük gören ve “her şeyi onlardan iyi bilen büyük ağabey” tavrıyla yaklaşmışlarsa 74’de ve sonrasında Kıbrıs’a da ayni “büyük burun”la gitmiştik.
En iyi iş adamı, en iyi kasap, en iyi çiftçi….en iyi Türk, en iyi Müslüman hep bizdik.
Ki bu “gidenlerin” %90’ı; Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’ın…..
Ve Kıbrıs’ın Türk olduğunu ancak uçaktan inince öğrenmişlerdi.
Geçen sene Çamlıbel’de akşam kahveye girip oturanlara “Merhaba, nasılsınız?” diye hatır soran bir Bakan’a, Türkiye’den iki ay önce gelmiş bir “boş gezen”in; “Merhaba değil, Selamünaleyküm diyeceksin” cevabını verdiği buralarda hayli tekrarlanan bir “köy efsanesidir”..
O “baldırı çıplak” Türkiye’deki bir köy kahvesinde bırakın Bakan’ı, Bakan’ın şoförüne bunu söyleyebilir miydi?
Barzani’nin çakma özerk yönetimine milyarlarca dolarlık yatırım yapan anlı-şanlı işadamlarımız sıra Kıbrıs’a gelince “Ben buz üstüne yatırım yapmam” tavrı sergilemekte direnince 74’de “kurtardığımız” Kıbrıs, kısa sürede bir kumarhane-“gece klübü”-mafya-kara para aklama cenneti haline ge(tiri)lmiştir.
Hâl böyleyken “devlet sektörü”nün, Filistin’in tanınması için dünya çapında gösterdiği çabaların binde birini KKTC için göstermemiş olması özel sektörün yukarıdaki bigâneliğini yine de anlaşılır kılmıyor.
Bu gün Girne, Lefkoşa veya diğer yerlerde dışarıdan turist gözüyle bakınca her şey tıkırında görünmektedir.
Petshop’ların sayısı bakkaldan fazladır. Hayvan bakım evleri, resmi ve özel veteriner-hayvancılık daireleri, muayenehanelerine ve kuaförlere her sokakta rastlamak mümkündür. Her evde 2 araba vardır, “eski” arabaları ancak “Türkiyeliler” kullanmaktadır. Yine her sokakta, her devlet dairesinin önünde, dönüşümlü olarak hemen her okulda haftanın her günü “Grev” levhası vardır.
“Sendikal faşizm” dedik ya, bu faşizmlerin neden özel sektörde değil de ille devlet dairelerinde sergilenebildikleri de ayrı bir merak konusudur.
Dışarıdan görüntü böyledir de insanlar mutsuzdur, çünkü kimse yarınından emin değildir.
Dünyanın en kozmopolit sosyal yapısı oluşmuştur. Önce kumarhane-“gece klübü” ekonomisi kendi özel eleman profilini ithal etmiştir adaya.
Türkiye’de mevcut olduğu iddia edilen “çiçek bahçemizin binbir çeşit rengi”n en vasıfsızları, ve muhtemelen hiç var olmayan daha da fazlası adada vardır.
Üstüne üçüncü dünya ülkelerinin elekaltı her renk, cins, en ve boydaki karmakarışık nüfusu..
İngilizler..
Bol paradan başka hiçbir özelliği olmayan sonradan görmeler..
Ve “limitlerine göre” Türkiye’de evinden alınıp uçak-limuzinle kumarhanede misafir edildikten sonra yine kapısına bırakılan muzahrafat turizmi yolcuları..
Bu çorbaya bir de… El çabukluğu ile tekrar gündeme getirilmeye çalışılan Annan Planı’na benzer bir anlaşma gerçekleştiği takdirde “aramıza katılacak” 200.000 Rum’u ekleyin..
Korkarım, giderek; hem de üç-beş yıl gibi son derece kısa bir zaman aralığında tıpkı şimdiki şehir ve köylerin birer köşesinde kalmış “eski Türk mahalleleri” gibi “Yeni Türk mahalleleri” teşekkül edecek.
“Türkler” kendi içlerine kapanacak, izole olacaklar, “güncelden kopuk” bir yaşam sürmeyi tercih edecekler..
Çünkü “dışarıda” bin çeşit maske dolaşıyor olacak.
Yahut.. “Beynelmilel” olmak isteyenler hemen “AB pasaportu” alacak, alıyor.
Yâni Rum kimliği, Rum pasaportu.
KKTC’de mevcut yasalara göre “yabancıların” çalışabilmesi için “çalışma izni” gerek, o da zaman ve sigorta filan gibi yan giderler/para demek. Ama bu “izin” üniversite öğrencileri için istenmiyor.
Bir de “yurt dışında” çalışıyor olup da “bedelliden” yırtmak isteyen uyanıklar güruhu..
İşte bu yollar, “yol olmuş” bir durumda..
Otellerin, restoranların…
Kumarhanelerin ve “gece klüplerinin” bütün çalışanları; hadi %90’ı diyelim, bu tür “öğrenci”..
Peki bütün bunlardan sonra sosyal ve siyasi yapı böyleyse KKTC’yi nasıl bir geleceğin beklediğini düşünüyorsunuz?
2004’de devleti yok edecek bir Annan Planı toplumda, uluslararası bütün aktörlerin, toplum mühendislerinin ve paralarının desteği/baskısı sonucu kabul edilirken; sadece UBP ve o zamanki Genel Başkanı, halen Cumhurbaşkanı Eroğlu “Hayır” demişti.
Kokular, yeni bir Annan Planı’nın pişirilmekte olduğunu hissettiriyor.
“Tek engel” UBP miydi?
O halde onun şu veya bu şekilde ortadan kaldırılması/izole edilmesi/etkisizleştirilmesi gerekmektedir.
Şimdi işte UBP’nin, ne yazık ki içine sokulduğu durum budur.
Dönün yazının başındaki 5 maddeyi bir daha okuyun.
Ve asıl tehlike nerede biliyor musunuz?
Babacan’la ilgili şu haber çok kısa bir süre önce gündeme düşmüştü;
“Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Londra ziyareti sırasında basına yaptığı açıklamalarda Avrupa Birliği sürecinin kendileri için çok önemli olduğunu ve bugünlerde AB üzerinden popülizm yapılabildiğini belirterek, ‘Biz iyiyiz, AB kötü. Vuralım AB’ye. Biz zaten her şeyi kendimiz çok iyi yapıyoruz, AB’ye ihtiyacımız kalmadı. Zaten yıllardır bunların kahrını çekiyoruz, hala üye yaptıkları yok’ gibi söylemlerin iç kamuoyunda prim yapabildiğine dikkat çekti, AB politikalarının iç mülahazalardan uzak değerlendirilmesi gerektiğini ve AB’nin, Türkiye’nin iç reformları için ‘dış çapa’ vazifesi gördüğünü vurguladı”.
Siz de “çapa” kavramından benim gibi, netameli bütün konuların yanısıra; “Kıbrıs’ın da -hâl edilebilmesi- için AB çapasına ihtiyaç olduğu” anlamını çıkarmıyor musunuz?
Ve bu saatten sonra Göktürk-2 uydusundan çektiğimiz Beşparmaklardaki BAYRAK fotoğrafını dünyaya servis etsek ne yazar?
Kime gaz veriyoruz?
Veya kimin gazını alıyoruz?8 Ocak 2013
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ
Bir yanıt yazın