12 Eylül’de cezaevlerindeki PKK- KCK tutuklularının başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi Abdullah Öcalan’a yönelik tecritin kaldırılması ve Kürtçenin kamusal alanda kullanılması taleplerini öngörüyordu.
Öcalan’ın ilettiği ‘eylemlerinin yerini bulduğu ve amacına ulaştığı’ mesajıyla sonlandırıldı.
*
Bu suretle AKP iktidarı açlık grevinde ölümlerin olması halinde vebal almaktan, itibarının iyice darbelenmesi olasılığından kurtuldu.
Açlık grevi taleplerinde esasın henüz karşılamamasına rağmen Kürtlerin lideri olarak Öcalan’a başvurulması tecritin hafifletildiği anlamına geliyor.
Kamuoyuna AKP iktidarı ile Öcalan arasındaki görüşmelerin sorun çözücü nitelikte olacağının beklentisi oluşturulmuş bulunuyor.
*
Öte yanda Öcalan’ın açlık grevinin sonlandırılması için kardeşi aracılığıyla ilettiği mesaj iktidarın terörle mücadelede aldığı yolu belirliyor.
Bu çerçevede Öcalan’ın “Açlık grevine girenler dışarıdakilerin yapması gereken işi ve sorumluluğu kendi üzerlerine almışlardır.Dışarıdakiler,kendi görev ve sorumluluklarını zaten zor şartlarda olan,dört duvar arasındaki tutsaklara yüklemesinler.Açlık grevleri yapılacaksa bile içeridekilerin değil dışarısının yapması gerekir”mesajını düşünmek gerekiyor…
*
Biliyorsunuz,halkın teröristlerin baskısından korunması,güvenliğin sağlanmasında 4 ana unsur terörle mücadele stratejisini belirliyor.
Teröristlerin bulunduğu alanda hakimiyet kurulmalı,teröristler nerede ise bulunmalı ve etkisiz hale getirilmeli,sınır bölgelerinde giriş-çıkışlar kontrol edilmeli ve siyasal alanda yapılan mücadelenin yasal çerçevede olması temin edilmelidir.
Ayrıca mücadele sürecinin kısaltılmasında terör örgütüne katılımların kontrol altına alınması, yasal düzenlemelerle teröristlerin caydırılması ve çok boyutlu bir terörle mücadele programına da sahip olunması gerekiyor.
Terör örgütünün uluslararası desteği kesilmelidir,finansman yolları engellenmelidir-ama, herşeyden önce terörle mücadelenin önce ulusal gücün ekonomi,sosyo-kültürel,eğitim,güvenlik gibi bütün unsurlarıyla yapılması ve ulusal sınırlar ötesinde terör örgütünün yuvalanabileceği ülkelerle de ortak hareket edilmesi gerekiyor.
*
İktidar 2008- 2011’de devletin resmi bir heyetini,”Barış ve Kardeşlik Projesi” çerçevesinde belli aralıklarla Öcalan ve örgütüyle, devamında uluslararası bir kurumun ev sahipliğinde Oslo’da olmak üzere müzakerelere görevlendirmiştir.
Daha o zamanda Öcalan,”Bu görüşmeler burayla yapılıyor, burası bir önderlik kurumudur.Ben bu görüşmeleri önderlik kurumu adına yapıyorum”diyor!
12 Haziran 2011 Genel seçimlerinde,seçimlerin ardından Kürtlerin yok edilmemesi için yerleşik konuma oturtmak üzere Kürt kimliğine özgürlük talebinde bulunuyor,”Ya 12 Haziran’dan sonra büyük anlaşma olur ya da topyekün büyük bir savaş olabilir,kıyamet kopar” diyor…
Hem genel seçimden 30-35 milletvekili hedeflemekte hem de siyasetinin yürütülmesi için finansman sağlamaya yönelik idari ve mali ayrıcalıklar talep etmektedir.
Anlaşamayınca da Temmuz 2011’de”Demokratik Özerk Kürdistan” konseptinde Kürt toplumunun ekonomi,siyasal,hukukî,öz savunma,sosyo-ekonomi,ekoloji ve diplomasi örgütlülüğü ya da gölge devletinin kurulması yönünde sivil itaatsizlik eylemlerini başlatıyor.
*
Anlaşamıyor -çünkü,PKK’nın konfederalist, toplumcu siyaset ve ekonomi felsefesi ile iktidarın ‘Din’i’ toplumsal davranış ve sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olarak kurgulayan ve bu kurguyu liberalizm ile Büyük Ortadoğu coğrafyasına monte eden felsefesinin uzlaşması olanaksızdır.
Nitekim iktidar PKK’nın tasfiyesini gerçekleştirmeden iktidarın tamamlanmayacağı düşüncesiyle PKK,KCK, BDP tanımlamasıyla da manipüle ettiği siyasal ve örgütsel tasfiyeyi,Abdullah Öcalan’a tecrit uygulamasıyla ideolojik tasfiye ile bütünleştiriyor.
*
Bu sırada PKK sivil itiatsizlik eylemlerini demokratik çözüm çadırlarından sivil Cuma namazlarına kadar geniş bir yelpazede sürdürmekte -iken,Suriye krizinin büyümesine paralel bir gelişme yaşanıyor.
Türkiye,Irak,İran,Suriye coğrafyasında Kürtler uluslararası-bölgesel güçler ve konjonktürel-stratejik şartlar etkisiyle öncelikle bir parti gibi hareket etme zorluklarına rağmen,bu süreçte yok edilmemek için Kürt kimliği ile uluslaşma hedefini,iktidarın Ortadoğu’da ortak vatan parolasıyla İslamın Birliği hedefine karşı koyuyor.
PKK reddettiği devletin ve iktidar biçiminin saldırı-yok etme-tasfiyesine maruz kaldığından hareketle diğer bölgelerde ki Kürt hareketleriyle eş zamanlı kendi payına düşeni Devrimci Halk Savaşı Stratejisi ile işletmeye başlıyor.
*
Açlık grevleri sürecinde iktidarın PKK’nın demokratik özerklik ilanından sonra hedeflediği tabandan-yukarı doğru mahalle meclisleri,kent konseyleri yapılanmasında görevli PKK-KCK-BBP çalışanlarına düzenlediği operasyonların göreceli başarısı ortaya çıkıyor.
AKP iktidarının yerleşim yerlerinde kurulu PKK’nın hiyerarşik ve kadro merkezli örgütselliğini önleyerek kitlesel hareketliliği sağlayan mekanizmaları çökerttiği sanıldı.
Çünkü Kürtlerin büyük nufuslar halinde yaşadığı İstanbul gibi büyük yerleşimlerde geniş bir kitle seferberliği ile sivil itiatsizlik eylemlerinin yaratılamadığı, grevler sürecinde kitleler mobilize edilemeyince taleplerin zayıf bir gündemde kaldığı düşünüldü.
Fakat takviye edilmiş güvenlik kuvvetlerine rağmen ve BDP milletvekillerinin önderliğinde ve yeterli kitlesellik bilincine ulaşmış Kürtçü Hareketin taraftarlarıyla 30 Ekim ve 17 Kasım’da Diyarbakır’da kitlesel eylemlerin gerçekleşmesi sağlandı,insanlar evlerinden çıkamadı,dükkanlar,okullar kapandı ya da Diyarbakır,Bitlis,Hakkari, Siirt,Batman gibi kentlerde akşam saatlerinde ışık kapatma,korna,tencere tava çalma eylemleri yapıldı-ne ki,bunlarda medya maharetiyle geçiştirildi..
*
Doğrusu Öcalan üzerinde tecritin kaldırılması ve Kürtçe savunma hakkının verilmesi talebinde pekişmiş ve açlık grevinde tutuklular dahi cezaevlerinden büyük bir kitleşelleşme ile seslerini dünyaya duyurdular.
İşte açlık grevine son verilmesini isteyen Abdullah Öcalan,üzerinde tecritin hafiflemesiyle eşzamanlı fırsatı kaçırmıyor.
Kardeşi aracılığıyla ilettiği”Açlık grevine girenler dışarıdakilerin yapması gereken işi ve sorumluluğu kendi üzerlerine almışlardır.Dışarıdakiler,kendi görev ve sorumluluklarını zaten zor şartlarda olan,dört duvar arasındaki tutsaklara yüklemesinler.Açlık grevleri yapılacaksa bile içeridekilerin değil dışarısının yapması gerekir”mesajıyla örgütüne,büyük yerleşimlerde kitleselleşmenin taban örgütlenmesinden hareketle daha çok aktifleştirilmesi talimatı anlamına geliyor.
Bu PKK’nın hareketini genişletmek üzere giderek büyük yerleşimlerde mahalle örgütlenmesi,orta sınıf içinde örgütlenme,tabana doğru aydınlatma çalışmaları,kitlesel kadın hareketliliği ve alternatif medya aktivizmi oluşturacağını haberini veriyor.
*
İktidar terörle mücadelede ulusal sınırlar ötesinde terör örgütünün yuvalanabileceği ülkelerle de ortak hareket edemiyor.
Suriye’de PKK yanlısı PYD Kürt hareketini bastırmada laik rejimin hükümetiyle çalışması gerekirken İslam Birliği hedefiyle muhalif İslamcı Cabhat en Nusra-Zafer Cephesine destek veriyor.
İdüğü belirsiz bu örgüte verilen destekle Türkiye sınırında Ceylanpınar karşısında Resuleyn kentinde şiddetli çarpışmalardan medet umuyor.
İşte Kürtler Mardin-Şanlıurfa sınır hattında yol kontrol ve gümrük noktalarını da oluşturuyorlar.
*
Ya da iktidar İslam Birliği hedefi için Kuzey Irak Kürt Bölge Yönetimiyle yakınlaşır ve Sünniler için Özgür Irak Ordusunu teşkil ederken Federal Irak Merkezi Hükümetini karşısına almıştır.
Egemenlik hakkını kullanan Irak hükümetinin Başbakanı Maliki -şimdi,Türkiye’ye kimi yaptırımlar uyguluyor,bir taraftan da Kuzey Irak Peşmerge kuvvetleriyle çatışma ortamına girmiş bulunuyor.
*
AKP iktidarının yanlışlarının ceremesi Türkiye’ye,Türk Halkına fatura ediliyor.
Bu genel çerçevede Adalet Bakanı Sadullah Ergin,Türkiye hükümetinin yeniden PKK ile görüşmelere başlayacağını açıklamaktadır.
Ne ki temsil ettiği iktidar İslamcılıkla Türkiye’nin bir şey kazanamayacağını,bu yolun sonunun bir iç savaş olacağını anlamıyor.
22.11.2012
Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com
Bir yanıt yazın