Cuma, 16 Kasım 2012 10:12 |
Ekonomist Bartu Soral, Türk ekonomisinin son durumunu, bir süredir devam eden “gaz-fren” tartışmasını ve hükümetin ekonominin üç yıllık yol haritası diye sunduğu ‘Orta Vadeli Programı’ USİAD Bildiren’e değerlendirdi.
2010 ve 2011’de büyüme rakamlarının sırasıyla yüzde 8.9 ve yüzde 8.5. olduğunu hatırlatan Soral, halkın bu dönemde sürekli borçlandığını, olmayan bir geliri harcadığını söyledi. Türkiye’nin bu yolla büyüdüğünü belirten Soral, “Bunun bir sonu var. ‘Frene basalım’ diyorlar, haklılar; ama iki yıldır akılları neredeydi? Böyle süratli bir borçlanmanın hem vatandaşı hem ülkeyi sıkıntıya soktuğunu, riskli hale getirdiğini söylüyorduk. O zaman sesleri hiç çıkmıyordu” dedi. -Dilerseniz söyleşimize güncel bir konu olan ve uzun süredir konuşula gelen gaz-fren tartışmasıyla başlayalım. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu tartışmayı? Türkiye’de gaz fren tartışmasının anlamlandırabilmek için önce verilere bakalım; 2010 ve 2011’de büyüme rakamlarımız sırasıyla yüzde 8.9 ve yüzde 8.5. olmuş. Peki nasıl büyümüşüz? Üretmişiz, zenginleşmişiz, toplumun tüm kesimleri bu zenginlikten pay mı almış? Yani hane halklarının maaşı, ücreti, yevmiyesi, emekli dul ve yetim aylıkları mı artmış? Bakın elimdeki grafik (Tablo 1) 2010-2011 yılları tüketici kredilerindeki artışı gösteriyor. 2010 yılı başı 100 kabul ederek tüketici kredilerindeki artışı gösteriyor. En alt satır ise bu iki yıldaki enflasyon oranını. 2010 yılı enflasyon oranı yaklaşık yüzde 8 civarında artmış olmasına rağmen, konut kredileri yüzde 37, taşıt kredileri yüzde 33, ihtiyaç kredileri yüzde 19, kredi kartı bakiyeleri yüzde 18 büyümüş. 2010 yılında halk borçlanmış, olmayan bir geliri harcamış. 2011’de bu süreç aynen devam etmiş. 2011 yılı sonunda toplam (2010-2011) enflasyon yüzde 22 civarında artarken, konut kredileri yüzde 70, taşıt kredileri yüzde 75, ihtiyaç kredileri yüzde 61 ve kredi kartı bakiyeleri yüzde 50 artmış durumda. Yani halkımız borçlanmış, borçlanarak tüketim yapmış. AKP iktidarı da bu durumu başarı olarak sunuyor. Ekonomi üretimle büyürse, üretim hane halklarının ücretlerine, maaşlarına gelirlerine yansırsa sağlıklı bir durum var diyebiliriz. “İKİ YILDIR AKILLARI NEREDEYDİ?” -Yani 2010-2011 yılları arasındaki büyüme borçlanma ile mi sağlandı? Evet, büyüme böyle bir borçlanma ile sağlandı. Şimdi fren yapalım diyenler Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile MB Başkanı Erdem Başçı. Halkımız borçlandı ve tüketimi arttırdı. Türkiye böylece büyüdü ama vatandaşın borcu da arttı. Bunun bir sonu var. Frene basalım diyorlar. Haklılar, ama iki yıldır akılları neredeydi? Böyle süratli bir borçlanmanın hem vatandaşı hem ülkeyi sıkıntıya soktuğunu, riskli hale getirdiğini söylüyorduk. O zaman sesleri hiç çıkmıyordu. Gelelim gaza basalım diyenlere; burada ise Sayın Zafer Çağlayan var. Ekonomi bilgisi olarak içlerinde en zayıfı olarak öne çıkıyor. Gaza basalım diyerek kredileri arttıracak düzenlemeleri tekrar devreye sokalım, tüketimi pompalayalım, halk daha da borçlansın ama büyüyelim demek istiyor. Sonrasını düşünmüyor. Asıl amacı AKP’nin yeniden yapılanmasında yeni bir koltuk kapmak gibi görünüyor. Bu tartışmanın hiç bir tarafında halkın refahının artması, işsizlik, maaş ve ücret artışları yok. Emekli insanların çilesine ilaç olacak bir öneri yok. “EN TEHLİKELİ DURUM ÜRETİMDEN KOPMUŞ OLMAMIZ” -Sözünü ettiğiniz bu tablodan hareketle sizce ekonomimizin şu an en önemli sorunu nedir? Ekonomide en tehlikeli durum üretimden kopmuş olmamız. 2010-2011’in dış ticaret faturasına bakalım. 2009 yılında 39 milyar dolar olan dış ticaret açığı, 2010 yılında 71 milyar dolara, 2011 yılında 106 milyar dolara ulaşmış. İki yılda yüzde 160 oranında dış ticaret artışı var. Bütün tarafların cevap vermesi gereken soru şu, 10 yıldır iktidardasınız dış ticaret açığından doğan cari açık sorununu çözmek için ne yaptınız? Üretimi arttırmak için ne yaptınız? Türkiye büyüdükçe cari açığı artıyor. Çünkü Türkiye üretmiyor. Her geçen yıl ithalata bağımlılığı artıyor. Türkiye’nin önündeki en önemli sorun bu. Sorun AKP döneminde küçülmedi, tam tersi büyüdü. Uygulanan makro ekonomik politikalar üretimi bitiren politikalar oldu. Türkiye’de üretim yapmak, yatırım yapmak mümkün değil. İşte sonuçlar ortada. Bir de Maliye Bakanı var, Sayın Mehmet Şimşek; enerji ithalatı hariç cari açık küçüldü diyor. Enerjide doğal kaynağımızın yetersiz olduğunu vurguluyor. Eğitimine yakışmayan bir açıklama bu. Sayın Şimşek’e soruyorum; doğal zenginlik, güneş ve rüzgâr açısından yoksun olan ülkeler bile enerji üretimlerinin yarıya yakınını güneş ve rüzgâr ile sağlıyor. Bakın Almanya en güzel örnek. Biz bu açıdan çok zengin bir ülkeyiz. Güneş bol, rüzgâr var. Enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için güneş ve rüzgâr enerjisinden ziyadesi ile faydalanabiliriz. Bunun için 10 yıllık iktidarınızda ne yaptınız? Hiç. Bedava ve yenilenebilir enerji olan güneş ve rüzgârı bıraktık, ithal kömür ve doğalgaz santralleri kurduk. Hala doğalgaz ve ithal kömürle çalışan santraller için ihale açıyorlar. Ondan sonra çıkıp enerji yoksunuz ne yapalım cari açık o yüzden fazla diyorlar. Bu vatandaşla dalga geçmektir. Türkiye büyük potansiyeli olan bir ülke ama inanın hakettiğinin çok altında bir seviyede. “RAKAMLAR TAMAMEN ‘ÜFÜRME” -Biraz da 2012 yılına değinelim isterseniz. 2012 için açıklanan rakamları ve ortaya çıkan sonuçları nasıl yorumluyorsunuz? 2012 için ilan edilen büyüme rakamlarına baktığımızda, biliyorsunuz ilk iki çeyrek büyüme yüzde 3’ün üstünde. Kredilerde fren yapıldı, iç tüketimin büyümeye katkısı negatif, yani o alanda küçülme var. Peki, biz nasıl büyüyoruz? İhracatla. Zafer Çağlayan yine üfürüyor, ihracat rekorları kırıyoruz diye. Ancak en büyük ticaret ortağımız Avrupa Birliği durgunlukta, talep düşük. Yani en büyük pazarımız olan AB’ye ihracatımız ciddi oranda gerilerken biz nasıl oluyor da toplam ihracatımız rekor seviyede arttırıyoruz? Çok tartışmalı bir konu. Bu şüpheyi giderebilmek için ihracat yaptığımız ülkeler bazında bir inceleme yaptım; 2011’in ilk 6 ayı ile 2012’nin ilk 6 ayı ülke bazında toplam ihracat verilerini karşılaştırdım. En büyük ihracat pazarımız olan ama son dönemde durgunluk yaşayan AB üyesi ülkelerden Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya gibi ülkelere ilk 6 ayda yaptığımız ihracat, 2011’e göre ciddi biçimde gerilemiş. Bunların içinde İtalya en büyük düşüş yaşadığımız ülke. Geçen seneye göre ihracatta gerileme 1.4 milyar dolar, yaklaşık yüzde 27 oranında. Ardından Fransa ve Almanya geliyor. Bu iki ülkeye yaptığımız toplam ihracat miktarımız 2011’in ilk 6 ayı ile karşılaştırılınca yaklaşık 1 milyar dolar gerilemiş. Oransal olarak, sırasıyla yüzde 11 ve yüzde 6’lık bir düşüş var. Peki, bir zamanlar en büyük ihracat pazarımız olan AB verilerinde böylesine bir gerileme yaşanırken, toplam ihracatımız nasıl artmış, ihracatçılarımız hangi pazarlara mal satmışlar? TİM verilerine göre; 2012’nin ilk 7 ayında Irak’a yaptığımız ihracat miktarı 2011 yılının ilk 6 ayına göre 1.6 milyar dolar artmış. Oran olarak artış yüzde 36. Aynı dönem için Libya’ya yaptığımız ihracattaki artış miktarı ise yaklaşık 800 milyon dolar. 2011’e göre yaklaşık yüzde 300’lük bir artış! İyice şaşırtıcı!.. Çünkü bölgede iş yapan işadamlarımız bu ülkelerde işlerin çok kötü gittiğini vurguluyorlar. Libya’da durumun karmakarışık olduğu, iç çatışmaların yaşandığı, iş alamadıklarını, tamamladıkları işlerin paralarının da ödenmediğini söylüyorlar. Keza Irak Merkezi Hükümeti ile ilişkilerimiz çok gergin. Adamların idama mahkûm ettiği eski başkan yardımcısını biz burada saklıyoruz. Peki, durum böyle iken ihracat nasıl artıyor. Başka hangi pazarlara artış var? Mısır’a yaptığımız ihracatta artış miktarı 675 milyon dolar. Oran olarak yüzde 43’lük bir yükseliş. Suudi Arabistan’a yaptığımız ihracat ise 882 milyon dolar artmış. Oransal olarak yüzde 55’lik bir yükseliş. Bu ülkelerin ithalatlarına bakıyorum herhangi bir ciddi sıçrama yok. Peki, biz ne ara girdik bu pazarlara, ne ara kendi mallarımızı bu kadar büyük oranda satmaya başladık? Öyle bir ülkeye girip pazardan pay kapmak kolay iş değildir, bir anda böyle sıçramalar olmaz. Bence bu rakamlar tamamen üfürme. Hem cari açığı küçük gösteriyorlar, hem de büyüme rakamını. AKP çok açık biçimde göz boyuyor. “BÜTÇE AÇIĞINI KAPATMAK İÇİN HER ŞEYİ SATIYORLAR” -Yetkililerimiz sık sık bütçe fazlası ve düşük oranlı kamu borcundan, bütçe başarısından, sürekli övünüyorlardı. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu? Evet, Maliye Bakanı ve AKP Hükümeti devamlı bütçe başarısından bahsediyorlardı. Ancak ekonomi durgunlaştıkça vergi gelirleri düştü. Önce kabul etmiyorlardı. Takke düştü kel göründü. Bütçe açığını kapatmak için orman vasfını yitirmiş arazi, yabancılara mülk vs ne varsa satmaya çalışıyorlar. Sırada THY ve kamu bankalarının özelleştirilmesi var. Buna rağmen açık büyüyor. Büyüdükçe dayanıyorlar doğalgaz, benzin, elektrik zammına. Tabi bu temel girdilere yapılan zamlar bütün ürünlerde fiyat artışı getirir. Siz 2013’ü görün. Belediye seçimlerinde bir kazaya uğramayacaklarına inanırlarsa zam yağmuru var. “ORTA VADELİ PROGRAM EN İKİ ÜÇ KERE REVİZE EDİLİR” -Başbakan Yardımcısı Ali Babacan geçtiğimiz aylarda hükümetin Orta Vadeli Program (OVP)’ını açıkladı. Ekonominin 3 yıllık yol haritası anlamına geldiği belirtilen bu programı nasıl yorumluyorsunuz? OVP’de ilk dikkat çeken konu 2013 enflasyonu ve cari açık tahminlerindeki iyimserlik. Enflasyonun bu seneyi yüzde 7.4’te kapattıktan sonra 2013 sonunda yüzde 5.3’e gerilemesi bekleniyor. 2013’ün hemen başında 1.2 puanlık enflasyonist etki yapacak bir tütün zammının devreye gireceği ve peşi sıra bütçe açığını kapatabilmek için yapılması zorunlu zamlar düşünülürse yüzde 5.3 çok iddialı bir tahmin. Program yine revize edilir. Dış denge cephesinde ise hükümet 2012’de yüzde 7.3 olması beklenen cari açık/GSYH oranının gelecek sene yüzde 7.1’e gerilemesini öngörüyor. Ama aynı zamanda özel sektörün tüketim harcamaları büyümesinin yüzde 0.6’dan yüzde 3.1’e yükselmesini, yatırım harcamalarının ise yüzde 1.7 daralmadan yüzde 7.1 büyümeye dönmesini bekliyor. Onu bekliyorsan bu cari açık oranı tutmaz. Kısaca OVP laf ola hazırlanmış, içinde dengesizlik taşıyan bir program. En az iki üç kere revize edilir. Bence bütün hesap derece kuruluşlarından bir not artışı kapıp batan gemiyi yüzdürmek üzerine kurgulanmış. İspanya krize girmeden önce bütçe fazlası veriyordu. Bütçe performansı iyiydi. Ve kamu borcu da bizimki kadar düşük, milli hasılanın yüzde 30’u oranındaydı. Buna karşılık kriz öncesi son dört yılda cari açığı yüzde 7 ortalamada seyrediyordu. Onlar da bizim hatamıza düştü ve finanse edildiği müddetçe cari açık önemli değil diye düşündüler. Piyasa bir anda darmadağın oldu. Ve bizim gibi yıllarca ötelenen, biriktirilen sorunlar, geldi ve İspanya’yı vurdu. Zamanında alınmayan tedbirler maalesef katlanarak büyüyor ve sonra içinden çıkılması zor bir hal alıyor.
SÖYLEŞİ: Şenol Çarık USİAD Bildiren Dergisi 56. Sayı Derginin 56. Sayısını okumak için tıklayınız www.usiad.net |
Bir yanıt yazın