Bakü Şehitlik Camii neden ibadete kapandı?

Taşıdığı önem itibarıyla Azerbaycan uyruklu Zaur Şükürov isimli soydaşımızın e-posta vasıtasıyla yazmış olduğu ikinci mektubu da yayınlamayı uygun gördük. Mektup olarak yazdıklarından ve birinci makalemize yapmış olduğu yorumdan anlaşılıyor ki; Zaur Şükürov, sıradan bir master veya doktora öğrencisi değil, Bay Altıkulaç’ın tek adam olduğu Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan ve İslam Ansiklopedisi’ne “Madde” yazarlığı yapacak derecede istidat sahibi bir ilahiyatçıdır. Yani Diyanet’in Sultan Tayyar Altıkulaç’ının itibarına mazhar olmuş şanslı kullardan birisidir!

Dediğine göre; İslam Ansiklopedisi’nin “Sâlih, Muhammed” ve “Sâlih Dede Efendi” maddelerini o yazmış! Bu bakımdan yazmış olduğu mektubu, ciddiye almakta fayda vardır. Mektup, galiba başta Azerbaycan olmak üzere, Diyanet’in ve Devletin, Türk Cumhuriyetleri’ne yönelik hizmetleri konusunda nelere dikkat etmesi gerektiğini pek güzel dile getirmektedir. Yine hakaret içerdiği için … geçilen birkaç kelime dışında mektubu noktasına, virgülüne dokunmadan orijinal haliyle yayınlıyoruz. Buyurun bakalım:

Merhaba, Ömer Hocam! Nasılsınız?

“Diyanet’in Camileri İbadete Kapanırken” isimli yazınızla ilgili size yazmam konusunda müsaadelerinizi daha önce almıştım. İlgili yazınızı da dikkatle okudum. Hocam, Diyanet’in Bakü’de yaptırdığı Şehitlik Camii’nin kapatılması hepimizi üzdü. Fakat kapatılma nedeniyle ilgili Türkiye’de hep tek taraflı eleştirilerin yapılması da bence esef vericidir. Cami, elbette ki, kapatılmamalıydı. Ancak konuyla ilgili hep Azerbaycan tarafını suçlayan Diyanet yetkilileri, acaba hiç özeleştiri yapma lutfunu gösterebildiler mi? Veya konuyla ilgili hep Azerbaycan’ı kabahatli gösteren yazılar kaleme alan yazarlar, o yazıları yazmadan önce Diyanet’in Azerbaycan’a yönelik faaliyetlerini hiç araştırdılar mı?

Hocam! Önceki yazımda da belirttiğim gibi, Diyanet tarafından haksızlığa uğramış Azerbaycanlı bir İlahiyat öğrencisiyim. Şimdi soruyorum hocam? Ha, bir camii kapatmışsın, ha Allah deyip yola çıkmış bir İlahiyat öğrencisinin haksız yere önüne taş koymuşsun, yolunu kesmişsin, kapıları yüzüne kapatmışsın, ne farkı var? Hem de bu haksızlığı bir din müessesesi sıfatıyla yapacaksın. Bu yanlışlar bir değil, iki değil, saymakla bitmez. Bu mudur hizmet?

Diyanet-Tayyar işbirliği Azerbaycan’a karşı … bile yapmıştır. Evet, Bay Altıkulaç, biri yeni evli olmak üzere iki genç Azerbaycanlı ailesini aynı daireyi paylaşmaya zorlamıştır. Bu genç arkadaşların da baba zannettikleri Bay Altıkulaç’ın kendilerini lekelemesine müsaade etmeleri de ayrı bir mesele tabii ki. Peki, Bay Altıkulaç, bunu kendi oğluna yapar mıydı acaba? Tabii ki, yapmazdı. Dediğim gibi, hocam, yapılan yanlışlar bir değil, iki değil…

Peki, bu yanlışları Azerbaycan hükümeti görmüyor mu sandılar? Aslında evet. Diyanet, İSAM yetkilileri ve Bay Altıkulaç, Azerbaycan Hükümetinin biz öğrencilerle ilgilenmediğini ve yaşadıklarımızı görmediğini zannediyorlardı. Oysa her şeyi inceliklerine kadar görüyorlarmış meğer. Nitekim cami kapatma olayı dahil, Diyanet’in Azerbaycan’daki bütün faaliyetlerinin sınırlandırılması Azerbaycan Hükümeti’nin bu görme kabiliyetini açıkça belli etmesinden sonra yaşandı. Şahidi olduğum bir olayı örnek vereceğim sadece:

Önceki yazımda da belirttiğim gibi, 31.12.2007 tarihinde Bay Altıkulaç’ın talimatıyla TDV Mütevelli Heyeti gerekçesiz bir kararla şahsıma bursumun kesildiğini açıkladılar. Gerekçe için yazılı ve sözlü birçok başvurularda bulunsam da netice alamadım. En son telefonla görüştüğüm TDV Dış İlişkiler Müdürlüğü’nün bir yetkilisine : “Tamam, bana gerekçe sunmuyorsunuz, ama tek kelimeyle söyleyebilir misiniz, “Ben, zâlimin zulmüne sessiz kalmadığım için mi bu haksızlık bana yapıldı?” diye sorduğumda “Evet” cevabını aldım. Neyse, olayı duyan Azerbaycan İstanbul Başkonsolosluğu İSAM’a itirazda bulundu.

Şöyle ki, o sıralar İstanbul’a gelen Azerbaycan Dini Kurumlarla İş Üzre Devlet Komitesi Başkanı Hidayet Orucov ile birlikte İstanbul Üniversitelerinde öğrenim gören Azerbaycanlı İlahiyat öğrencileriyle İSAM’da bir toplantı düzenleyen Başkonsolos Sayyad Aran Beyefendi, toplantıya katılan İSAM yetkililerine bursumun gerekçesiz olarak kesilmesi konusunu açarak net ve açık bir şekilde şunları söyledi: “Beyler, biz hele ateist Sovyetler Birliği devrinde bile öğrenciye en ağır cezayı verir, ama ne olursa olsun bursunu kesmezdik, öğrenci kabahatli olsa bile bunu yapmazdık. Çünkü burs, öğrencinin ekmek parasıdır. Siz bir de Din Teşkilatı olarak bunu yapıyorsunuz, yakışır mı size. Bakın açıkca söylüyorum, Azerbaycan Devletinin Başkonsolosu olarak talep ediyorum, bu öğrencimizin kabahati neyse, bize de yazılı olarak bilgi verin, eğer gerçekten kabahatli olduğunu görürsek, devlet adına bir ceza da biz vereceğiz, yok eğer şahsi husumetten kaynaklanan bir haksızlık söz konusuysa, yazık günahtır, ayıp etmişsiniz, bir an önce bu ayıbı düzeltiniz…”

Hocam, bu sözler karşısında toplantıda bulunan İSAM yetkilileri taş kesildiler, kıp kırmızı oldular, resmen şok oldular, ne söyleyeceklerini bilemediler. İçlerinden biri İSAM Başkanı Mehmet Akif Aydın’ın (Kıyamette iki elim yakasında olacaktır!) yurtdışında olduğunu, döndüğünde talebin kendisine iletileceği, gereğinin yapılacağı sözünü verdiler. Ancak ne yazık ki, o toplantıdan sonra tam olarak bir ay zarfında Başkonsolosluk’tan dört-beş kere şahsımı arayarak, kendilerine yazı gönderilmediğini, bari bana bir gerekçe sunulup sunulmadığını sordular. Ben de öyle bir şey olmadığını söyledim.

Yazamadılar, çünkü kabahatim yoktu. Bay Altıkulaç tarafından haksızlığa uğratıldı da diyemezlerdi. Zaten kabahatim olmuş olsaydı, gerekçeyi en başta açıklarlardı. Hatta bunu, beni susturmak ve ezmek için seve seve yaparlardı. Neyse, ben şahsen Diyanet’in ve İSAM’ın bu saygısızlığını Azerbaycan Hükümeti’nin bir tarafa yazdığını düşündüm. Sizce de normal olan bu değil mi? Bir devletin veya bir devletin temsilcisinin talebini karşılıksız bırakacaksın? Saygısızlık değil mi? Bunu hangi sıfatla yapabiliyorsun? Sen devlet misin, hükümet misin? Alt tarafı bir kurumsun. Niye de bu saygısızlık bir tarafa yazılmasın?

Nitekim birkaç ay sonra Diyanet’in Azerbaycan’daki faaliyetlerinin sınırlandırıldığı, uygulamaların cami kapatılmasına kadar vardığı haberleri peş peşe gelmeye başladı. Herkes de yukarıda da belirttiğim gibi, Diyanet’in yediği haltları görmeden bilmeden Azerbaycan tarafını suçlamaya başladı. Hocam, lütfen yanlış anlamayın, bu hadiseler bana yapılan yanlıştan dolayı oldu, demiyorum. Ben kimim ki? Yukarıda da dediğim gibi, yanlışlar bir değil, iki değil… Damlaya damlaya göl oluyor.

Büyükelçi Altan Karamanoğlu ve İkinci Pembe İncili Kaftan Hadisesi

Hocam, söz konusu yazınızda cami kapatma olayından Abdülkadir Sezgin’in bir yazısıyla haberdar olduğunuzu ifade ederek anılan şahsın söz konusu “Türkiye’nin İlk Azerbaycan Büyükelçisi Altan Karamanoğlu ve Bakü’lü Günler” başlıklı yazısından alıntılarda bulunuyorsunuz. Ben bu yazıyı da okudum. Abdülkadir Sezgin’in, Ömer Seyfettin hikayelerinden hareketle ders çıkarmamız gereken bir tarihi olayı, Türk’ün Türk’e yaptığı bir yanlışı hasmane bir şekilde günümüze taşımaya çalışmasının kendisine yakışmadığını ifade etmek isterim. O topraklara verdiği hizmetlere hiç uygun düşmemiş. Bu düşüncemi kendisine iletirseniz, sevinirim. Eğer düşüncesinde ısrar ederse, o zaman Azerbaycan Başkonsolosu Sayyad Aran’ın merhum Altan Karamanoğlu’nun cevabını vefatından önce misliyle verdiğini söyleyin lütfen. “Tavır aynı tavırdı”, bilsin lütfen(1).

Bilsinler ki, Altan Karamanoğlu’nun zamanında Azerbaycan Hükümeti, Türk Büyükelçisinden korktuğu için değil, kardeş ülke Türkiye’yi temsil eden Türk Diyanet Teşkilatının samimiyetine kanaat getirdiği için Şehitlik Camii’nin tamamlanmasına müsaade etti. Şimdiki Hükümet de bir zamanlar samimiyetine inanılan Diyanet’in aslında samimiyetsiz olduğunu bugün açıkça gördüğü için kapattı. Olay bundan ibarettir.

Aslında Azerbaycan Hükümeti “kapattık” da demiyor, “tamire kapattık” diyor, hatırlatırım. Yirmi yıldır Azerbaycan Hükümeti, Diyanet’in “Ülkenize hizmet ediyoruz” ifadesindeki samimiyetine inanıyordu, biraz da Diyanet, “Caminizi tamir ediyoruz” ifadesine inanmaya çalışsın. Abdülkadir Sezgin, Oğul Aliyev’in İranlıların baskısına dayanamadığı için camiyi kapattığını söylüyor. Oysa Aliyev’in en büyük sorunu İranlılarla yaşadığını cümle-i âlem biliyor, Abdülkadir beyin dikkatine! Yine Abdülkadir Bey: “Büyük Türk Devleti halktan toplanan paralarla yapılan camiyi açtıramadı” diyor. Cevap veriyorum: “Türk halkından toplanan paralarla okutulan Azerbaycanlı İlahiyat öğrencilerini, Bay Altıkulaç başta olmak üzere Diyanet’in kusturduğundan haberiniz var mı? Sanki halkın paralarıyla değil, babalarının paralarıyla okutuyorlarmış gibi davrandılar. Biliyor musunuz, beş yıldır, Cuma namazlarında ne zaman Diyanet, Türk Cumhuriyetlerinden getirilen öğrencilerin öğrenimleri için para toplasa, gülüp geçiyorum, vesselam.”

Muhterem hocam! Sonda şunu ifade etmek isterim: Diyanet’in Azerbaycan’da hizmet adıyla yaptığı her ne varsa, hepsi bitmiştir. Ta ki, Diyanet, Azerbaycan’a ve evlatlarına yaptığı zulmü, haksızlığı ve ihaneti itiraf edip, tövbe edene kadar. Pişman olup, yediği hakları iade edene kadar. Ancak o zaman belki bir şeyler yeniden başlayabilir.

Hocam, ayrıca sizden ricam, Şehitlik Camii’nin kapatılmasıyla ilgili bilgisine başvurduğunuz facebook arkadaşınız Mehdi Genceli’ye de bu yazımızı özetlerseniz sevinirim.

Selam ve saygılarımla
Zaur ŞÜKÜROV

TDV ve İSAM yetkililerinden almış olduğum bilginin devamı kısaca şöyledir:

“Halen 29 Mayıs Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı olan Tayyar Altıkulaç, yabancı uyruklu İlahiyat öğrencileri ile yakından ilgilenmektedir. Onların derslerinden tutun da iaşe-ibatelerine ve burslarına varıncaya kadar sorup çözümler bulmaya çalışmaktadır. Yüksek lisans ve doktora öğrencilerine daha yüksek miktarlarda burs verilmekle ve kalacağı evler konusunda bağlayıcı olmamakla birlikte bu öğrencilerin kalacakları yerler konusunda da kendilerine telkin ve tavsiyelerle yardımcı olunmaktadır. Zaur Şükürov’un burslu öğrenci olduğu 2007 yılı ve öncesinde Diyanet Vakfı’nın Üsküdar Bağlarbaşı’nda bulunan konutları da bu konuda devreye sokulmakla birlikte, evli ve bekâr öğrencilerin aynı evde kalmaları diye bir husus söz konusu değildir(2).

Bu öğrencilerle ilgili olarak zaman zaman ikili toplantılar yapılmaktadır. Muhtemelen Zaur Şükürov’un bahsetmiş olduğu toplantı da yapılmıştır. Öte yandan adı geçen öğrenci konuyu Cumhurbaşkanlığı’na kadar iletmiş olup, yakın geçmişte Cumhurbaşkanlığı’na iletilmek üzere İSAM tarafından bir yazı hazırlanmış ve bağlı bulunulan TDV Genel Merkezi’ne gönderilmiştir. Zaur Şükürov, kendisini bir öğrenci olarak değil, başka bir ülkenin yetkilisi ve temsilcisi gibi görmekte ve o tavırla konuşup, yazmaktadır…”

Sultan Altıkulaç’ın örfî hukuk sistemi

“Azerbaycan’dan Tayyar Diyanet Vakfı’na mektup”(3) başlıklı yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, meselenin can alıcı noktası, amiyane tabirle söyleyecek olursak, zurnanın zırt dediği nokta burasıdır. Yani Zaur Şükürov’un, hocasının karşısında süklüm püklüm olan sünepe bir talebe olarak değil, Türk gencine yakışır vaziyette şahsiyetli bir insan olarak dik duruş sergilemiş olmasıdır. Zaur Şükürov, “Bursunum kesilmesine sebep başkasının yerine imza atmış olmam olamaz. Çünkü söz konusu olay, 2005 yılında yaşanmıştır. Yılda bir defa olmak üzere ülkemize gidiş dönüş uçak bilet ücretlerinin ödenmesi uygulamasına son verildiği için ve arkadaşın da Azerbaycan’a gitmesi gerektiği için başka çıkar yol bulamadık. Ancak bu olay, 2005 yılında yaşanmıştır ve Tayyar Altıkulaç, keyfi olarak 600 TL olan birer aylık bursumuzu yüzer liralık taksitler halinde keserek cezamızı vermiş ve olay kapanmıştır. Ondan sonraki süre içinde ben İslam Ansiklopedisi’ne iki tane madde yazdım ve bursum ödenmeye devam etti. Bursum, 2007 yılının sonunda kesildi” diyor ki; bu, doğru bir bilgidir. Çünkü belgeler öyle diyor!

Öte yandan Zaur Şükürov, 1 Kasım 2007 tarihinde 0410.B/830-2689 sayılı ve İSAM Genel Sekreteri Kâmil Yaşaroğlu imzasıyla talep edilen “Savunma” yazısına 5 Kasım 2007 tarihinde vermiş olduğu cevabi yazısında kullanmış olduğu bazı ifadelerin, dönemin İSAM Başkanı Prof. Dr. M.Akif Aydın ve Bay Altıkulaç tarafından gereksiz ve sivri bulunduğunu söylemektedir(4). Bu da gösteriyor ki; Zaur Şükürov, haysiyetli bir duruş sergileyerek din baronlarına boyun eğmemiştir. Yaşadığı sıkıntıların temel sebebi, bence budur. Yoksa 2005 yılında yaşanan bir olayın, 2007 yılında gerçekleştirilen bir işleme gerekçe gösterilmesi, abesle iştigaldir. Başkasının yerine imza atılması düpedüz sahtekârlıktır. Ancak devreye Türkiye’nin hukuk sistemi değil, Sultan Altıkulaç’ın örfî hukuk sistemi sokulunca her şey birden değişiveriyor!

Oysa yapılması gereken, 2005 yılında imza sahtekârlığına sebep olan iki öğrencinin de derhal bursunun kesilerek İSAM’la olan bağlantılarının kesilmesi ve durumun iki ülkenin yetkili makamlarına bildirilmesi idi. Ancak Sultan Altıkulaç, öğrencilerden 600’er TL cizye parası alarak olayı ört bas etmiş, 2007 yılının sonuna kadar kendilerine burs ödenmesini sağlamıştır. Ayrıca bu süre zarfında imza sahtekârlığına adı karışan Zaur Şükürov’a “Türk ilim adamlarınca yazılan ilk telif ansiklopedi” şeklinde lanse edilen, reklâm ve tanıtımı yapılan İslam Ansiklopedisi gibi ciddi bir esere iki tane madde yazdırmış ve bunun karşılığında kendisine telif ücreti ödemiştir.

Özetle; genç yaşında İslam Ansiklopedisi’ne madde yazacak kadar ilmi istidat gösteren ve gelecek vadeden, üstelik de ülkemizde misafir olan bir soydaşımıza karşı keyfi hareketlerde bulunmuş, açıkça zulüm uygulamıştır…
__________
1- Dr. Abdulkadir Sezgin’in Ömer Seyfettin’in “Pembe İncili Kaftan” hikâyesinde geçen olayları dost ve kardeş Azerbaycan’a uyarlaması ve devrin gururlu ve kibirli İran Şahı ile Sovyetlerin boyunduruğundan yeni kurtulan ve kuruluş sancıları yaşayan bu sebeple de her şeye ihtiyacı olduğu için bazı protokol dışı davranışları bile sineye çeken kardeş Azerbaycan yöneticilerini kıyaslaması gerçekten de uygun düşmemiştir,
2- Zaur Şükürov, ısrarla aksini savunmaya devam etmektedir. Konuya ilişkin sormuş olduğumuz soruya karşılık, 12 Kasım tarihinde yazmış olduğu cevabi yazısında “Benim ifadem ‘biri yeni evli olmak üzere iki genç Azerbaycanlı aile’ şeklindeydi” diye düzeltme yaptıktan sonra, bu iki ailenin birlikte kalmaya zorlandığı dairenin İSAM Genel Merkezi’nin yakınlarındaki bir apartmanın giriş katında olduğunu da belirtiyor,
3- ,
4- Zaur Şükürov’in ifadesine göre; dönemin İSAM Başkanı M.Akif Aydın, adı geçen öğrenciyi, ısrarla Bay Altıkulaç’tan özür dilemeye ve onu ikna etmeye zorluyor. Bu durumda birincisi “Çakma”, ikincisi “Hakiki” başkan oluyor.

Taşıdığı önem itibarıyla Azerbaycan uyruklu Zaur Şükürov isimli soydaşımızın e-posta vasıtasıyla yazmış olduğu ikinci mektubu da yayınlamayı uygun gördük. Mektup olarak yazdıklarından ve birinci makalemize yapmış olduğu yorumdan anlaşılıyor ki; Zaur Şükürov, sıradan bir master veya doktora öğrencisi değil, Bay Altıkulaç’ın tek adam olduğu Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan ve İslam Ansiklopedisi’ne “Madde” yazarlığı yapacak derecede istidat sahibi bir ilahiyatçıdır. Yani Diyanet’in Sultan Tayyar Altıkulaç’ının itibarına mazhar olmuş şanslı kullardan birisidir! - think tank dusunce kurulus

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir