Bölgesel Örgütler ve ECO

Bölgesel Örgütler ve ECO
İnsanlığın refahı ve huzuru için savaşlara son verilmesini, bunun yolunun da uluslararsı örgütlerden geçtiğini savunan bir akım vardır: İdealistler veya hayalciler. Antik çağlardan beri devleti hayallerine göre yönetmek isteyen düşünürler olduğu halde, I. Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan Versay Antlaşması ile bu ideal somutlaştırılmak istendi. Buna göre oluşturulan Milletler Cemiyeti ile Milletlerarası Daimi Adalet Divanı sayesinde savaşlar sona erecek, her türlü ihtilaflar cemiyet içinde veya cemiyete bünyesindeki mahkeme sayesinde çözülecek, kan dökülmeye gerek kalmayacaktı.
Realistler böyle bir beklentinin hayalden ibaret olduğunu, hatta bu hayalci beklentinin sebep olduğu kriz yüzünden insanlığın gördüğü en büyük savaşın çıktığını savundular. Gerektiğinde savaşların ve güç toplamanın kaçınılmaz olduğu dile getirildiği halde bu dönemde de uluslararası örgütler kuruldu. Birleşmiş Milletler ile bunun bünyesindeki Milletlerarası Adalet Divanı bu mantığın eseridir. Gerçekten de Milletlerarası Adalet Divanı vb. kurumlaşmalar artarak devam etmiştir. Milletlerarası Adalet Divanı’nın geçmişine bakıldığında son derece adil hükümler görülebilir. Mesela ABD-Nikaragua davasında ABD mahkum olmuştur. Temel sorun milletlerarası toplumun özelliklerinden dolayı bütün anlaşmazlıkların mahkemeye gidememesidir. Diğer bir sorun ise bu mahkemenin öncelikle mevcut sözleşmelere dayanarak hüküm vermek durumunda kalması ki sözleşmelerde genellikle güçlü devletlerin etkisi ağırlıklıdır.
Günümüzde uluslararası örgütlerin önemli bir kısmını oluşturan bölgesel örgütlenmeler de önemli ölçüde kriz çözücü, hatta anlaşmazlıkların kriz safhasına gelmesini önleyici fonksiyona sahiptir. Ne yazık ki son derece gerekli bu sonucu dünyanın her tarafındaki bölgesel örgütlerde değil de sadece başta AB ve NAFTA olmak üzere gelişmiş ülkeler arasındakilerde görebilmekteyiz. AB örneğinden (başlangıçta AET) hareketle birçok komşu ülkeler bir araya gelerek örgütleşme yoluna gittiler. Karadeniz Ekonomik İşbirliği ile ECO (Ekonomik İşbirliği Teşkilatı) bu örnekler arasındadır. İslam Konferansı Örgütü olarak kurulup gümümüzde İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) haline gelen örgütleşmenin daha başka özelliği bulunmaktadır.
ECO başlangıçta Türkiye, İran ve Pakistan öncülüğünde, ABD desteği ile kurulan RCD’nin Humeyni devriminden sonraki şeklidir. 1985’te kurulan teşkilata Afganistan ile altı eski SSCB cumhuriyeti Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan da katıldı. Örgütün 2015 hedefi Ortak Pazar oluşturmak olup bu maksatla bir banka da kurulmuştur. Ancak bu hedefe ulaşmak için yapılması gerekenler oldukça yetersizdir.
Bakü’de yapılan zirve toplantısı neticesinde Türkiye’nin iki yıldır deruhte ettiği dönem başkanlığı Azerbaycan’a geçmiştir. Öncelikle yakın çevremizdeki bu dokuz önemli devletle üyeliğini paylaştığımız böyle bir örgütün iki yıldır dönem başkanı olduğumuzu kaç kişi farkındadır. Veya bu yönde ne gibi faaliyetler yapılmıştır? Her ne kadar ECO’nun dişe dokunur bir faaliyeti olmadıysa da bu tür örgütlerin varlığı yokluğundan faydalıdır. Geçen hafta Bakü’deki zirvede başbakanımızın İran cumhurbaşkanı ile görüşmesi dahi bu örgütün üzerindeki yükü göstermektedir. Görüşmenin önemli bir kısmı Suriye’ye ayrılmış, İran cumhurbaşkanı Akçakale olayından sonra Türkiye’nin tepkisini haklı gördüğünü beyan etmiştir.
Belirtmek gerekir ki Suriye, ECO’ya üye değildir. Ancak bu ülkedeki gelişmeler karşısında iki zıt tavrı olan Türkiye ve İran’ın bu zemin sebebiyle ortak payda arayışı anlamlıdır. Diğer taraftan Suriye’nin İİT’ndaki üyeliğinin askıya alınması ise yanlış harekettir. Akan bütün kana karşın mesela BM üyeliği askıya alınmamıştır. Daha önce de birçok eli kanlı diktatörlerin ülkeleri için böyle bir yola gidilmemiştir. Çünkü maksat kanın durdurulması ise bunun bir zemini, sert veya yumuşak politikası olması lazım. İpler koparılınca yönetim ile halk doğrudan karşı karşıya gelmiş olmaktadır.
İİT üyeliği, Suriye açısından prestijden başka bir anlam ifade etmediği halde üyeliğinin askıya alınmasıyla muhatap da ortadan kalkmıştır. Halbuki olayların başlangıcından itibaren bu teşkilatın çok daha etkin temasları ve aracılığı olması beklenirdi. Yine de bu fırsat kaçmış değil. Bir şekilde muhalif liderler ile Şam yönetimi arasında uzlaşma modelleri geliştirmek ve bunların uygulanmasını garanti etmek konusunda bu teşkilatın yapabilecekleri vardır. ABD ve Rusya’nın uzlaşmaları dışında gerisi boş diyenlerin bir parça haklılık payı var. Ancak meydanı körü körüne bu süper güçlere bırakanların da bunda vebali olacaktır. Akan kanın durdurulması konusunda gerçekçi politikaların geliştirilmesinde Türkiye ile birlikte İran ve diğer bölge ülkelerinin yeniden bir araya gelmelerine şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır. İİT bu konuda mutlaka dikkate alınması gereken bir zemin olmaldır. İyi bir hazırlık ve diplomasi ile oluşturulacak şartları büyük güçlerin de dikkate almaktan başka çareleri kalmayacaktır.
alaeddinyalcinkaya@gmail.com

<p>Bölgesel Örgütler ve ECO
İnsanlığın refahı ve huzuru için savaşlara son verilmesini, bunun yolunun da uluslararsı örgütlerden geçtiğini savunan bir akım vardır: İdealistler veya hayalciler. Antik çağlardan beri devleti hayallerine göre yönetmek isteyen düşünürler olduğu halde, I. Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan Versay Antlaşması ile bu ideal somutlaştırılmak istendi. Buna göre oluşturulan Milletler Cemiyeti ile Milletlerarası Daimi Adalet Divanı sayesinde savaşlar sona erecek, her türlü ihtilaflar cemiyet içinde veya cemiyete bünyesindeki mahkeme sayesinde çözülecek, kan dökülmeye gerek kalmayacaktı.
Realistler böyle bir beklentinin hayalden ibaret olduğunu, hatta bu hayalci beklentinin sebep olduğu kriz yüzünden insanlığın gördüğü en büyük savaşın çıktığını savundular. Gerektiğinde savaşların ve güç toplamanın kaçınılmaz olduğu dile getirildiği halde bu dönemde de uluslararası örgütler kuruldu. Birleşmiş Milletler ile bunun bünyesindeki Milletlerarası Adalet Divanı bu mantığın eseridir. Gerçekten de Milletlerarası Adalet Divanı vb. kurumlaşmalar artarak devam etmiştir. Milletlerarası Adalet Divanı’nın geçmişine bakıldığında son derece adil hükümler görülebilir. Mesela ABD-Nikaragua davasında ABD mahkum olmuştur. Temel sorun milletlerarası toplumun özelliklerinden dolayı bütün anlaşmazlıkların mahkemeye gidememesidir. Diğer bir sorun ise bu mahkemenin öncelikle mevcut sözleşmelere dayanarak hüküm vermek durumunda kalması ki sözleşmelerde genellikle güçlü devletlerin etkisi ağırlıklıdır.
Günümüzde uluslararası örgütlerin önemli bir kısmını oluşturan bölgesel örgütlenmeler de önemli ölçüde kriz çözücü, hatta anlaşmazlıkların kriz safhasına gelmesini önleyici fonksiyona sahiptir. Ne yazık ki son derece gerekli bu sonucu dünyanın her tarafındaki bölgesel örgütlerde değil de sadece başta AB ve NAFTA olmak üzere gelişmiş ülkeler arasındakilerde görebilmekteyiz. AB örneğinden (başlangıçta AET) hareketle birçok komşu ülkeler bir araya gelerek örgütleşme yoluna gittiler. Karadeniz Ekonomik İşbirliği ile ECO (Ekonomik İşbirliği Teşkilatı) bu örnekler arasındadır. İslam Konferansı Örgütü olarak kurulup gümümüzde İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) haline gelen örgütleşmenin daha başka özelliği bulunmaktadır.
ECO başlangıçta Türkiye, İran ve Pakistan öncülüğünde, ABD desteği ile kurulan RCD’nin Humeyni devriminden sonraki şeklidir. 1985’te kurulan teşkilata Afganistan ile altı eski SSCB cumhuriyeti Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan da katıldı. Örgütün 2015 hedefi Ortak Pazar oluşturmak olup bu maksatla bir banka da kurulmuştur. Ancak bu hedefe ulaşmak için yapılması gerekenler oldukça yetersizdir.
Bakü’de yapılan zirve toplantısı neticesinde Türkiye’nin iki yıldır deruhte ettiği dönem başkanlığı Azerbaycan’a geçmiştir. Öncelikle yakın çevremizdeki bu dokuz önemli devletle üyeliğini paylaştığımız böyle bir örgütün iki yıldır dönem başkanı olduğumuzu kaç kişi farkındadır. Veya bu yönde ne gibi faaliyetler yapılmıştır? Her ne kadar ECO’nun dişe dokunur bir faaliyeti olmadıysa da bu tür örgütlerin varlığı yokluğundan faydalıdır. Geçen hafta Bakü’deki zirvede başbakanımızın İran cumhurbaşkanı ile görüşmesi dahi bu örgütün üzerindeki yükü göstermektedir. Görüşmenin önemli bir kısmı Suriye’ye ayrılmış, İran cumhurbaşkanı Akçakale olayından sonra Türkiye’nin tepkisini haklı gördüğünü beyan etmiştir.
Belirtmek gerekir ki Suriye, ECO’ya üye değildir. Ancak bu ülkedeki gelişmeler karşısında iki zıt tavrı olan Türkiye ve İran’ın bu zemin sebebiyle ortak payda arayışı anlamlıdır. Diğer taraftan Suriye’nin İİT’ndaki üyeliğinin askıya alınması ise yanlış harekettir. Akan bütün kana karşın mesela BM üyeliği askıya alınmamıştır. Daha önce de birçok eli kanlı diktatörlerin ülkeleri için böyle bir yola gidilmemiştir. Çünkü maksat kanın durdurulması ise bunun bir zemini, sert veya yumuşak politikası olması lazım. İpler koparılınca yönetim ile halk doğrudan karşı karşıya gelmiş olmaktadır.
İİT üyeliği, Suriye açısından prestijden başka bir anlam ifade etmediği halde üyeliğinin askıya alınmasıyla muhatap da ortadan kalkmıştır. Halbuki olayların başlangıcından itibaren bu teşkilatın çok daha etkin temasları ve aracılığı olması beklenirdi. Yine de bu fırsat kaçmış değil. Bir şekilde muhalif liderler ile Şam yönetimi arasında uzlaşma modelleri geliştirmek ve bunların uygulanmasını garanti etmek konusunda bu teşkilatın yapabilecekleri vardır. ABD ve Rusya’nın uzlaşmaları dışında gerisi boş diyenlerin bir parça haklılık payı var. Ancak meydanı körü körüne bu süper güçlere bırakanların da bunda vebali olacaktır. Akan kanın durdurulması konusunda gerçekçi politikaların geliştirilmesinde Türkiye ile birlikte İran ve diğer bölge ülkelerinin yeniden bir araya gelmelerine şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır. İİT bu konuda mutlaka dikkate alınması gereken bir zemin olmaldır. İyi bir hazırlık ve diplomasi ile oluşturulacak şartları büyük güçlerin de dikkate almaktan başka çareleri kalmayacaktır.
alaeddinyalcinkaya@gmail.com</p> - ayFOTO

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir