Sevgili okuyucularım, Ankara dün Cumhuriyet tarihinin en çarpıcı olaylarından birini yaşadı. Düşman ordusu (!) Cumhuriyetin başkenti Ankara’yı tam ele geçirmek üzere idi ki, Tayyip’in vesairenin polisi direndi, başkenti başarıyla korudu!
Düşman ordusunun içinde çok sayıda terörist, bölücü, yağmacı yer almıştı! Bunun istihbaratı Tayyip’e günler öncesinden ulaşmış ve bu taarruzu def etmeye karar verilmişti. Düşmanların bu saldırı için 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gününü seçmiş
olmaları boşuna değildi. Bayramı fırsat bilip saldıracaklardı. Terörist, bölücü kafileleri Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya akın etme hazırlığı içindeydi. Bunun üzerine neredeyse bütün illerimizde otobüs terminalleri denetim altına alındı, teröristlerin seyahat etme özgürlüğü kısıtlandı ve otobüsler hareket ettirilmedi.
Ankara’ya ulaşmayı başaran yüzlerce otobüs ise kentin girişlerinde durdurulup
içeri sokulmadı.
* * *
Alınan bütün bu önlemlere karşın, düşman ordusunun on binlerce fedaisi Ulus Meydanı’nda, Birinci Meclis önünde toplanmayı başardı. Teröristlerin ellerinde sadece Türk Bayrakları, Atatürk posterleri vardı.Meydanda “Mustafa Kemal’in
askerleriyiz… Türkiye laiktir laik kalacak” gibi son derece tehlikeli ve bölücü sloganlar atılıyordu.
Meydana giden tüm yollar sabahın erken saatlerinde polis tarafından kesilmişti. Havada polis helikopterleri düşmanları gözlüyordu. Helikopterde ise kırdığı potlarla ünlü olan İçişleri Bakanı İdris vardı. Yollarda dizi dizi panzerler,toma’lar, kalabalığın üzerine su sıkma araçları ve biber gazı aygıtları bekletiliyordu. Barikatlar kurulmuştu.
Polis sayısı yaklaşık üç bin dolaylarında idi.
Az sonra biber gazı ve su devreye
sokuldu. İnsanların üzerine acımasız bir biçimde gaz ve su sıkıldı, tazyikli suyu yiyenler devrildi.
* * *
Sevgili okuyucularım, dün ben de oradaydım ve hayatımda ilk kez biber gazı yedim. Miting alanına giderken yollar dolusu insanların oraya yürüyerek, ellerinde
bayraklarla gidişlerini izledim…Ve gözlerimden yaş geldi, gazetenin arabasında ağlamak üzereydim.
Mutluluk ağlayışı… Saygı Öztürk tanığımdır.
Demek ki Türkiye henüz ölmemişti. Yaratılan baskı ve korku ortamı artık geçerli değildi. Bu pislik ortamı yıkılmak üzereydi. Ankara’nın neredeyse yarısı tatil nedeniyle boşalmıştı. Ona rağmen onbinlerce insanımız caddeleri doldurmuş, miting
alanına gidiyordu.
Henüz konuşmalar başlamamıştı ki,20 metre ötemden biber gazı sıkıldığını gördüm. Sonra su sıkmaya başladılar. Biber gazı deneyimim düne kadar hiç olmamıştı! Hemen ardından havada pis bir koku burnuma geldi. Aynı anda gözlerim yanmaya ve öksürmeye başladım. Gözlerimden yaş geliyordu ve görmüyordum. Miting alanına gelirken döktüğüm mutluluk gözyaşları, bu kez gazın acısıyla gelen gözyaşlarına dönüşmüştü. Çevremdeki herkes aynı durumdaydı. Öksürenler, gözleri kıpkırmızı olanlar, yere kapananlar…
Ankara’ya baskın düzenleyen düşman ordusunun bireyleri yine de direniyordu!
Gazeteye gelince öğrendim ki, Kemal Kılıçdaroğlu’nun üzerine de gaz sıkmışlar.
Sonra o polis barikatları yıkıldı ve görkemli Anıtkabir yürüyüşü başladı.
Yüz binler şimdi akın akın Atatürk’ün huzuruna gidiyordu.
* * *
Bir hükümet düşünün ki, ulusal bayramlarımızın millet tarafından kutlanmasını yasak etmiştir! Yasak o boyutlara vardı ki, Atatürk anıtlarına bir çelenk koyamazsınız. Suçtur!
Bir demet çiçek bırakamazsınız, o da suçtur!
Kendileri tarafından düzenlenen resepsiyonlarda kendilerince kutlama yaparlar. Anıtkabir’e protokol gereği gidip güya saygı duruşunda bulunurlar! Bunlar zannettiler ki, millet bu baskılara sonsuza kadar boyun eğecektir. Dediler ki “Kurduğumuz polis devleti ve yarattığımız korku ortamı sonrasında bunlar artık pes etmiştir, sesleri solukları çıkmaz!”
Böyle olmadığını dün gördüler. Millet, ulusal bayramına sahip çıkmıştı. Su sıkmakla, biber gazı sıkmakla buna engel olamayacaklarını bir kez daha anladılar.
Mustafa Kemal Atatürk’ün aydın izinden yürüyen yaşlı, genç, kadın, erkek, çoluk çocuk askerleri, dün Tayyip iktidarına bu dersi verdi.
Sadece Ankara’da Birinci Meclis binasının önünde değil, Türkiye’nin dört bir yanında verildi bu ders. Dün İstanbul, İzmir, Antalya ve çeşitli
illerimizde yapılan görkemli kutlamalar, bu derslerin birkaç sayfasını daha oluşturdu.
* * *
Başımızda Türkiye’yi babalarının çiftliği gibi gören, istediği gibi yönetebileceğini zanneden bir iktidar var. Baskı, korku, karakol, polis, özelyetkili mahkemeler, cezaevleri, din ticareti, din sömürüsü, her şey bunların elinde. Ama her şeyin bir haddi, bir sınırı var. Bizim milletimizin jetonu bazen geç düşer. Ama düşünce de tam düşer. Bakınız, cumartesi akşamı İstanbul’da
uluslararası tenis turnuvasının final maçı vardı ve ben de ekran başında izliyordum. Sıra kupaları vermeye geldiğinde salona büyük afra tafra ile, küçük dağları biz yarattık havalarında birkaç kişi girdi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve Aile Bakanı imiş, suratını ilk kez gördüğüm Fatma Şahin isimli bir kadın. Kupa töreni öncesinde isimleri anons edilince geldiler!..
Ve 16 bin seyirci ile tıklım tıklım dolu salondan yükselen sürekli yuh sesleri, ıslıklar ve protestolar!
Fatma Şahin konuşma yapacaktı, dili dolaştı. Binali Yıldırım içeri kaçmak zorunda kaldı. Halkın tepkisinin nerelerden nasıl oluştuğunu gösteren çok ilginç bir olaydır.
Artık biraz düşünsünler. Gördükleri tepkinin nedenlerini biraz olsun anlamaya çalışsınlar.
Yoksa gelecekte çok zor durumda kalacaklar.
Onlar için alarm çanları çalıyor,
duymak istemiyorlar.
* * *
Kafalarının da iyi çalışmadığı kanısındayım. Ankara’da dünkü mitinge yasak
getirmeselerdi, belki bu topluluğun yarısı bile Ulus meydanına gelmeyebilirdi.
Mitingin reklamını -ücretsiz olarak (!)- kendileri yaptılar.
Peki bu akılsızlık nereden kaynaklandı?..
Çünkü milletten korkuyorlar.
Din ticareti, din sömürüsü, peşkeş, yandaşlara rant dağıtmak, yeni yasalarla insanları tutuklatmak, Türk Ordusu’nu devşirmek, Genelkurmay’a kendi adamını getirmek, kendilerinden olmayana “Düşman” gözüyle bakmak bir yere kadar etkili oluyor…
Ama sonra işler tersine dönüveriyor. Dünkü olay Tayyip ve iktidarına ders olsun.
Dün sıkılan sularla sırılsıklam edilen, biber gazı yiyen insanlar arasında gençler olduğu gibi, yaşlılar ve çocuklar da vardı.
Biber gazını anasıyla birlikte yiyip ağlayan, korkudan titreyen, “Anneciğim gözlerim görmüyor, nefes alamıyorum, beni kurtar” diye yalvaran 10 yaşlarındaki kız çocuğunun halini hiç unutmayacağım.
Ellerinde sadece Türk Bayrakları ve Atatürk posterleri taşıyan silahsız, masum insanlara yapılan bu polis saldırısı, AKP iktidarının utanç olaylarının en sonuncusu olarak kayıtlara dün geçmiş durumdadır.
Dün en az 100 bin kişiye iktidar ve onun polisi eliyle zulüm yapıldı, rezalet yaşatıldı. Böyle bir zulüm, inanın ki işgalci düşman ordusuna yapılamazdı.
Acaba utanırlar mı!
Nah utanırlar!
Burada içten gelen bir duygumu da sizlere iletmek zorundayım. Başta Atatürkçü
Düşünce Derneği ve Türkiye Gençlik Birliği olmak üzere bu toplantıyı örgütleyen, katılan ve üzerimizdeki ölü toprağının atılmasını sağlayan 40 sivil toplum kuruluşuna burada teşekkür etmeyi de bir görev biliyorum
Bir yanıt yazın