Avrasya Ekonomileri ve Kazakistan

Geçen hafta Uluslararası Avrasya Ekonomileri Konferansı’nın açış konuşmasını yapmak üzere Kazakistan’ın eski başkenti Almatı’da idim. Almatı’ya ilk defa 1992 yılında Başbakanlıkta görevli iken gittim. Bu yıldan sonra kente her gelişimde kentin çok hızlı gelişimine tanık oldum.
Avrupa ve Asya’nın kesiştiği bölgede bulunan ve bu sebeple stratejik öneme sahip olan Orta Asya, yüzyıllardır iki kıtayı bir araya getirmektedir. Bu coğrafyada son 20 yılda bağımsızlıklarını kazanan Cumhuriyetleri ilk tanıyan ülke Türkiye’dir.
Doğu Almanya Meclisi’nin kararı ile 13 Ağustos 1961 tarihinde Berlin’de yapılan ve “demir perde” olarak anılan duvarın 9 Kasım 1989 tarihinde yıkılmasının ardından 25 Aralık 1991 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılmıştır.
Böylece dünyada tek kutuplu yeni bir yapılanma ortaya çıkmıştır. ABD önderliğindeki tek kutuplu yeni yapılanma, beraberinde yeni umutlar, belirsizlikler ve tehditler getirmiştir.
Soğuk savaş dönemi son bulmuş, uluslararası ilişkilerde Avrasya eksenli köklü bir değişim süreci yaşanmaya başlanmış, Doğu ile Batı arasındaki nükleer dengeye dayalı dünya düzeni ortadan kalkmıştır.
Türkiye ile Orta Asya Cumhuriyetleri arasındaki ilişkiler 1991 yılında başlayarak hızlı bir şekilde gelişmiş, 1992 yılında Türkiye, Orta Asya Cumhuriyetleri’nin tamamında büyükelçilikler açmıştır.
Türkiye’nin yaklaşımı, bu Cumhuriyetlerin hükümranlıklarına ve toprak bütünlüklerine saygıya ve karşılıklı kazanım temeline dayanmaktadır.
Türkiye, bu ülkeler ile olan ilişkilerini geliştirmek amacıyla Mart 1992 tarihinde Tacikistan dahil altı Cumhuriyete iyi niyet ziyaretinde bulunmak için bir heyet göndermiştir.
Zamanın Başbakanlık Baş müşaviri başkanlığındaki heyet içinde ben de vardım. Bu ziyarette zamanın tüm Devlet Başkanları ile görüşülmüş, Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır.
Cumhuriyetlerin hızlı bir şekilde küresel dünya ekonomisine entegre olabilmeleri için tarafımdan “Avrasya Ödemeler Birliği” adı altında bir örgüt oluşturulması amacıyla bir anlaşma taslağı hazırlanmış, fakat zaman içinde ortaya çıkan gelişmeler sebebiyle bu girişim başarıya ulaşamamıştır.
Kazakistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in ev sahipliğinde 20-21 Ekim 2011 tarihlerinde Almatı’da gerçekleştirilen ve bağımsızlıklarının 20’nci yılında Türk Konseyi kurumsal çatısı altında düzenlenen Almatı Zirvesi, aynı zamanda belirli bir konu başlığı altında toplanan ilk Zirve olmuştur.
Türkiye ile bölge ülkeleri arasındaki ilişkiler gelişirken, Avrupa Kıtası’nda olduğu gibi Orta Asya’ da ekonomik ve politik kuruluşlar oluşmaya başlamış ve bölge ülkeleri arasındaki ilişkiler farklı kuruluşlar içinde gelişmiştir.
Kazakistan, Avrasya’daki tüm önemli örgütlere katılarak bir çekim merkezi olmuştur. Bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük Önder Atatürk’ün “az zamanda çok ve büyük işler başardık” ifadesi Kazakistan için de geçerlidir.

Kazakistan Cumhurbaşkanı Nur Sultan Nazarbayev’in 6 Şubat 2008 tahinde başkent Astana’da yaptığı konuşmada Kazak halkı için söylediği “Kazakistanlı kimliğini ve Kazakistan yurtseverliğini oluşturmaya önem verilmelidir” görüşü tüm Avrasya coğrafyasında yer alan Cumhuriyetler açısından önemlidir.

Tüm bölge ülkeleri, kendi kimliklerini, dillerini ve kültürlerini korumalıdırlar.

Nazarbey’in ifadesiyle “Kazak kimliği, Kazak ulusunun mayası olmalı” görüşü bu coğrafyadaki tüm uluslar için geçerli olmalıdır. Bu gerçek hiçbir zaman unutulmamalı ve unutturulmamalıdır.

Nazarbay’in “dillerin üçü bir arada” kültür projesi önemlidir fakat Kazakistan’da temel dil Kazakça olmalıdır. Eğer ortak bir dil kullanılması gerekli ise, tüm bu dillerin (lehçelerin) kökeni Türkçe olduğu için Türkçe birinci ortak dil olmalıdır.
Dil, bir ülkenin kültürünün ve de birliğinin temel taşıdır.

Kırım kökenli büyük Türk düşünürü İsmail Gaspıralı’nın “dilde, fikirde, işde birlik” sözü unutulmamalı, ana okullarında ana dilin öğrenilmesine önem verilmelidir.
Kazakistan’da bulunduğum süre içinde izlediğim TV kanallarında Rusça seslendirmeli olarak üç Türk TV dizisinin yayınladığını gördüm. Bunlar; Aşkı Memnu, Kuzey Güney bir de ismini tam olarak bilemediğim bir dizi idi.
Türk dizilerinin Orta Asya ve Orta Doğu’da yayınlanması, Türkiye’nin bölge halkları nezdinde etkinliğinin çok fazla arttırdığının bir göstergesidir.

AB İlerleme Raporu ve Bazı Gerçekler

Avrupa Komisyonu 10 Ekim 2012 tarihinde 2012 Yılı Genişleme Paketi kapsamında Türkiye İlerleme Raporu’nu açıklamıştır. Bu tarihten iki gün sonra 12 Ekim 2012’de 2012 Nobel Barış Ödülü Avrupa Birliği’ne verilmiştir.
Ödülün gerekçesinin, AB’nin altmış yıldan uzun bir süredir Avrupa’da barış, uzlaşma, demokrasi ve insan haklarının gelişmesine katkıda bulunması olduğu belirtilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan acıların yeni bir Avrupa’ya ihtiyaç duyulduğunu ortaya çıkardığı, bundan önce 70 yıllık bir sürede Almanya ve Fransa’nın birbirleri ile üç defa savaştığı, ancak bugün iki ülke arasında savaş çıkmasının düşünülemeyeceği özellikle vurgulanmıştır.
Nobel Komitesi, 1980’li yıllarda demokrasinin AB’ye katılan Yunanistan, İspanya ve Portekiz için bir ön şart olduğunu, Berlin Duvarı’nın yıkılmasının Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri için AB’ye üyeliği mümkün kıldığını, Doğu ve Batı arasındaki bölünmenin sona erdiğini, Türkiye’nin AB üyeliği olasılığının ülkede demokrasi ve insan haklarının gelişmesine katkıda bulunduğunu açıklamıştır.
Türkiye İlerleme Raporu’nda, Mayıs 2012’de katılım müzakerelerine ivme kazandırmak amacıyla başlatılan Pozitif Gündem kapsamındaki çalışmalar memnuniyetle karşılanırken, siyasi kriterler konusunda eksiklere dikkat çekilmiştir.
İlerleme Raporu, önceki raporlarla benzer içeriktedir. Rapor, siyasi reformlar, AB hukukuna uyumun sağlanması, vize ve göç, enerji ve terörle mücadele alanlarında işbirliğinin arttırılması yoluyla katılım müzakerelerini desteklemek üzere pozitif gündemin başarıyla uygulamaya geçirilmesine vurgu yapmaktadır.
Rapor’da, siyasi kriterler açısından olumlu gelişmelerin yanında Türkiye’ye yönelik önemli eleştiriler de yer almaktadır.
Özellikle yüzde onluk seçim barajının Avrupa Konseyi üyeleri arasındaki en yüksek oran olduğuna, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından daha fazla çabanın gerekliliğine dikkat çekilmektedir.
2011 seçimleri sonrasında siyasi görüşlerin parlamentoda temsil edilmesi, yakın geçmişi araştırmak için komisyonlar kurulması, kadına yönelik şiddetin önlenmesi, kamu görevlileri için toplu sözleşme hakkı, Ombudsman kurumuna yönelik düzenlemeler olumlu bir şekilde Rapor’da yer almaktadır.
Türkiye’nin ekonomik performansından övgü ile söz edilmektedir.
Uygulanan mali ve parasal politikaların başarılı olduğu, piyasa mekanizmalarının düzgün bir şekilde işlediği belirtilirken, cari açığın artmasının Türkiye’nin küresel mali şoklar karşısında kırılgan olmaya devam ettiğine değinilmektedir.
Rapor, Türkiye’nin katılımcı bir yaklaşımla yürütmekte olduğu yeni Anayasa çalışmalarından duyulan memnuniyeti dile getirirken, Türkiye’nin siyasi kriterlerin yerine getirilmesinde kayda değer bir ilerleme sağlayamamış olmasına da vurgu yapmaktadır.
AB Bakanı ve Baş müzakereci Egemen Bağış, raporun özellikle siyasi kriterler bölümünün büyük bir hayal kırıklığı yarattığını ve Rapor’un GKRY’nin AB Bakanlar Konseyi dönem başkanlığı sırasında kaleme alınmasının bu duruma sebep olduğunu şöyle belirtmiştir:
“Raporun içinde bizi sükûtu hayale uğratan, siyasi gelişmelere yönelik eleştiri cümlelerine rağmen, Raporun kendisi aslında bir şeyi itiraf ediyor, Raporun içinde Türkiye’nin 33 faslın 32’isinde ilerleme kaydettiği açıkça tespit, itiraf ve teslim edilmiştir… Komiser Füle, dün yaptığı açıklamada ‘kendi ayağımıza kurşun sıkıyoruz diyerek müzakere sürecinin tıkanmasında ve özellikle “enerji” ve “yargı ve temel haklar’ fasıllarının açılmamasında sorumluluğun AB tarafında ve özellikle bazı üye ülkelerde olduğunu itiraf etmiştir.”
Diğer taraftan TBMM’nin Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr.Burhan Kuzu’nun İlerleme Raporu karşısında sergilediği davranış kamuoyunda yadırganmıştır.
Prof. Kuzu, CNN Türk’te çıktığı canlı yayında “Bu çöpe atılacak bir rapor. Burada çöp yok ama yere atıyorum” deyip raporu yere atmış ve de “Aha.. çöpe atıyorum” diye de eklemiştir.
Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı devamlı olarak çifte standardın dik alası olan Bobon kriterlerini (Bo: Bizden Olanlar, Bon: Bizden Olmayanlar) uygulamıştır.
Buna tepki göstermemiz normaldir.
Ama raporu beğenmesek bile çöpe atmamız, 53 yıllık geçmişi de çöpe atmamız anlamına gelir ki, bu Türkiye’de bir eksen kaymasına yol açabilir.
25 Şubat 2011 tarihinde jet hızıyla Ankara´dan geçen Fransa eski Cumhurbaşkanı N. Sarkozy’nin M. Ali Birand´a vermiş olduğu demeçteki “Türkiye´nin gerçek yeri AB değil, Ortadoğu´dur” görüşünü haklı çıkarmamak gerekir.
Büyük Önder Atatürk’ün ifade ettiği gibi Türkler, Batı’ya yönelmiş bir millettir. Atatürk, 29 Ekim 1923 tarihinde bu konudaki tercihini şöyle açıklamıştır:
“Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri binaenaleyh batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edipte Batı’ya yönelmemiş millet hangisidir?”

Kazakistan Cumhurbaşkanı Nur Sultan Nazarbayev’in 6 Şubat 2008 tahinde başkent Astana’da yaptığı konuşmada Kazak halkı için söylediği “Kazakistanlı kimliğini ve Kazakistan yurtseverliğini oluşturmaya önem verilmelidir” görüşü tüm Avrasya coğrafyasında yer alan Cumhuriyetler açısından önemlidir. - avrasyacilik1

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir